Gönderen Konu: “İslam Miras Hukuku’ndan Daha Adili Yoktur”  (Okunma sayısı 12253 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
“İslam Miras Hukuku’ndan Daha Adili Yoktur”
« : 28 Haziran 2016, 16:17:36 »

“İslam Miras Hukuku’ndan Daha Adili Yoktur”



Feraiz bilirkişisi Av. Ali Öncel, dünya üzerinde miras paylaşımında kadını en fazla koruyan sistemin bilinenin aksine İslam Miras Hukuku olduğunu belirterek, “Dünya’nın en gelişmiş ülkesinde dahi anneye miras verilmesi konusu bugüne kadar çözülememiştir. Kadının hakları konusunda İslam Miras Hukuku’ndan daha adili yoktur” dedi.

Mahkemelerde yüz binlerce miras davası sonuçlanmayı bekliyor. Hemen hemen her ailede mirastan kaynaklanan kalp kırıklıkları, küskünlükler hatta kavgalar mevcut. Aile huzurunu kökten sarsan bu durumun temeli ise, kızlara mirastan hiç pay verilmemesi veya kadınların, İslam Miras Hukuku’nun sağladığı faydaları bilmediklerinden karşı çıkmalarıdır. Bu durum gelişmiş ülkelerde farklı değildir. Avrupa ülkelerinde anneye mirastan pay verilmemekte, bu konuyu nasıl çözecekleri konusunda tartışmalar sürmektedir. İşte bu sebeptendir ki son zamanlarda dikkatler yeniden Müslümanların bin yılı aşkın süredir titizlikle uyguladığı İslam Miras Hukuku yani “Feraiz İlmi”ne çevrildi. Bu konuda, mahkemelerdeki yüzyılı aşkın devam eden davalarda bilirkişilik yapan hukukçu Feraiz bilirkişisi Av. Ali Öncel’in kapısını çaldık. Ye sizin adınıza merak edilen konuları sorduk.

İstanbul’da bilinen tek Feraiz bilirkişi olarak tanınıyorsunuz. Feraiz Bilirkişisi ne demektir?

Feraiz, kısaca İslam Miras Hukuku manasına gelir. Kur’an-ı Kerim, Sünnet ve İcma ile sabit olan hükümlerle meydana gelen bir hukuk sistemidir. Türkiye’de, 4 Ekim 1926 yılında medeni kanunun kabul edilişine kadar bu hukuk sistemi tatbik edilmiştir. Bu tarihten sonra İslam Miras Hukuku ortadan kaldırılmış yerine İsviçre’den ithal, bugün dahi Avrupa ülkelerinde tartışma konusu olan hukuk sistemi konulmuştur. Zamanla da İslam Miras Hukuku unutulmuş, bu ilmi bilen kalmamıştır. Bu topraklarda 86 yıl öncesine kadar yaklaşık bin yıldır tatbik edilmiş İslam Miras Hukuku’nu fazla bilen kişinin kalmaması çok acı bir durumdur. Çünkü davalar hala devam ediyor, kaldı ki hakka son derece riayet eden ve insanların son derece memnun oldukları bir miras paylaşımı vardı ortada. Bir hukukçu olarak kendi gayretimizle gerek Türkiye’deki gerekse diğer İslam ülkelerinde yazılı kaynakları inceleyerek, bu alanda bilirkişilik unvanı kazanan belki de tek kişiyim. Özellikle 1926 yılı öncesine uzanan miras davalarında bilirkişi olarak vazife yapıyorum.

Sizi bu ilme çalışmaya sevk eden nedir?

Elli yaşıma kadar ilm-i feraizle uğraşabileceğimi tahmin edemezdim. Ama bu dönemde yaşadıklarım beni bu ilmi anlamaya ve anlatmaya sevk etti. Babam vefat edince, en yakın akrabalarım bile miras taksiminde Allah’ın kanununa karşı geldiler. O zaman bu ilmi ne kadar da unuttuğumuzu gördüm. Sadece ben ve bizim ailemiz değil, tanıdığım birçok aile mirasta Allah’ın taksimini yeterince bilmedikleri için hataya düşüp haram yiyorlar. İslam Miras Hukuku’nun bilinmemesi, hatta fazla bilen kişinin kalmaması nedeniyle bu hale geldik. İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Bugün toplumda en fazla kadınlar tarafından eleştirilen İslam Miras Hukuku, aksine kadına en fazla hak veren, anneye, nineye hatta kız kardeşe dahi mirastan pay veren tek hukuk sistemidir. Türkiye’de olduğu gibi Avrupa ülkeleri dahi bırakın nineyi, kız kardeşi, anneye dahi mirastan pay vermemektedir. İngiltere’de sadece miras ayetlerini okuyarak İslam’ın adalet anlayışına hayranlık duyup Müslüman olan kadınlar mevcuttur.

Başka yaygın bilinen yanlış var mı?

Feraiz, İslam tarihi boyunca istisnasız uygulandı. Kadınlara haksızlık yapılsaydı, şeri sicillere geçen kayıtlarda kadınların mal varlığı dikkat çekici şekilde az olması gerekiyordu. İncelendiğinde aslında kadınların erkeklerden daha fazla malları tereke kayıtlarına geçildiği görülür. Osmanlı Devleti şeriye sicilleri bu hususta incelenebilir. Oradaki kayıtlara bakıldığında mülkiyet hukukuna ne kadar riayet edildiği, ev içerisindeki en küçük eşyanın bile kimin olduğu bellidir. Kocasına borç veren kadınlar, babasından kalan miras ile vakıf müessesi kuranlar çok sık görülür. Doğru anlamak için insanlar en azından tarihi yapılara baksınlar. Birçok vakfın sahibinin kadın olduğunu görürler.

İslam Miras Hukukunu uygulayan ülkelerde nasıl yol takip ediliyor?

İslam miras hukukunun bugün birçok İslam ülkesinde titizlikle uygulandığını görüyoruz. Bu ülkelerde bir kişi vefat ettiğinde ailesi gazetelere ilan verir. “Falan kişi vefat etmiştir, alacaklı olanlar şu güne kadar müracaat etmelidir.” diye. Çünkü miras paylaşımına geçmeden önce kişinin borçları varsa ödenir, vasiyeti yerine getirilir. Hatta bazı ülkelerde ölen kişinin eşine bağlanan maaş dahi mirasa dâhil edilir. Çift sistem uygulayan ülkeler de var. Bu ülkelerde ölen Müslüman ise âlime müracaat ederek miras paylaşımını İslam miras hukukuna göre yaptırır. Gayrimüslim ise batı hukuku tatbik edilen mahkemelere giderek miras taksimini yaptırır.

Yeni anayasa çalışmaları yapılıyor. Yeni anayasada İslam Miras Hukuku’na uygun bir uygulama yapılması için çağrınız olabilir mi?

Türkiye’de çoğunluğa bakıldığında bırakın İslam Miras Hukuku’nu medeni hukuk kuralları dahi uygulanmamaktadır. Kadınlarımız mağdurdur. Karadeniz ve Doğu bölgelerimizde kadınlarımız mirastan tamamen mahrum bırakılmaktadır. Trakya, Akdeniz ve Ege bölgelerimizde ise medeni hukukun uygulanması için bir çaba içine girilmektedir. Hâlbuki olması gereken, ben Müslüman’ım diyen her ferdin, özellikle anne ve baba hakkını koruyan, garanti altına alan kişilerin İslam Miras Hukuku’nu kendi aralarında tatbik etmeleridir. Mevcut mevzuat ve kanunlar, “Rızaî Taksime” mani değildir. Yani ölen bir kimsenin bütün mirasçıları Müslüman ise kendileri bir araya gelip feraize göre malların taksimini yapabilirler. Eğer taksim yapılacak mal gayrimenkul ise tapuya gidip aralarında sulhen yapmış oldukları rızai taksimi yetkili memura vererek, tapuya tescil ettirebilirler. Bu işlemler için ne avukata ne de mahkemeye ihtiyaç yoktur. Hiçbir kimse, hiçbir kanun, hiçbir mevzuat ve hiçbir güç; “rızai taksime” mani değildir.

Kanun yapıcılar miras hukukunu teşkil ederken meseleye nereden yaklaşmışlardır? İslam hukuku bu meseleye nasıl bakmıştır?

Bugün hukuk yapanlar eşitlik diye menfaatleri ön planda tutmaktadırlar. Topraklar bölünmesin, şirketler parçalanmasın, ekonomik güç belirli kişilerin ya da ailelerin elinden alınmasın endişesi ile hareket etmektedirler. İslam ise temele insanı koymaktadır. Ferdin özgürlüğü, sorumluluk sahibi olması, ferdi yükümlülüklerini yerine getirmesi ve sorumluluğu kadar imkân vermeyi gözetmektedir. Aile mülkiyeti yerine fert mülkiyetini getirmesi bunun içindir. Eğer kardeşlere, anneye, babaya, nineye, dedeye, hatta amcaya bir sorumluluk veriyorsa miras hakkını da beraberinde tanımıştır. İmkân, güç vermeden sorumluluk yüklememiştir. Kısaca söylemek gerekirse İslam insanı merkeze alan bir bakış açısında meseleye yaklaşmaktadır.

Fert mülkiyeti meselesini biraz daha izah edebilir misiniz?

Miras meselesinin rahat çözülmesi için “fert mülkiyetinin” bu toplumda yerleşmesi gerekir. Malın kime ait olduğu bilinmediği için, “Bu mal kime aittir?” sorusu cevaplanamaz ise taksim yapılamaz. Mesela bir ev alınmış, evde hanımının altınları, çeyizleri, nakit paraları var. Oğlan çocuğunun sünnette ve doğumda gelen hediyeler var. Kız çocuğunun kendisine ait altınları var. Büyük oğlunun bedenen çalışması ve aldığı maaşlar eve harcanmış. Anne babalar, kayınpeder kayınvalide para vermiş. Bunların her biri borç mu, hibe mi belli değil. Tapu evin erkeğinin üzerine yapılmış. Mülkiyet kime aittir net belli olmuyor. Onun için fert mülkiyetinin bu topluma yeniden yerleştirilmesi gerekiyor.

Miras davası bulunan ailelere ne tavsiye edersiniz?

Bugün nice insanlar genç yaşta vefat ediyor, arkada bıraktıkları o gözü yaşlı anne ve babaya, eğer ölenin çocuğu var ise hiç miras verilmiyor. Gözü yaşlı anne ve babalar mirastan mahrum oluyor. Bir hususu hatırlatmak istiyorum. “Hiçbir Müslüman yok ki feraizi kabul etmesin, yeter ki daha iyi anlatan birisi olsun.” Cenab-ı Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de ortaya koymuş olduğu miras ile ilgili hükümler, namaz, oruç, zekât gibi kesindir. Bu nedenle aile fertleri Müslüman olan aileler feraiz ilmine vakıf kişilere danışarak miras paylaşımını İslam Hukuku’na göre yapabilirler. Yasalar buna müsaittir. Ancak Müslüman olup da bu hükmü kabul etmeyenler veya ailesinde gayrimüslim bulunanlar, mer’i hukuk neye hükmediyorsa onu yerine getirsinler. Bu konuda mahkemeye gitmek doğru değildir. Ancak ailelerde bu tür karışıklıklar yaşanmaması için daha hayatta iken aile fertleri buna alıştırılmalı, nasıl yapılması gerektiği anlatılarak aşinalık kazandırılmalıdır. Bu da feraiz ilminin daha yaygın olarak okutulması, bu ilmi bilen ve anlatanların artması ile olur.


YAZAR: ÖMER DEMİR | TARİH: EYLÜL 2012 İNSAN VE HAYAT DERGİSİ KAPAK, RÖPORTAJ | http://insanvehayat.com/islam-miras-hukukundan-daha-adili-yoktur/


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İyi Düşünülürse Kadın İçin En Adil Miras Taksimi Feraizdir
« Yanıtla #1 : 28 Haziran 2016, 16:20:44 »
İyi Düşünülürse Kadın İçin En Adil Miras Taksimi Feraizdir



Bugün ölenin annesi ve babası, çocuğunun malından hiç bir şey alamıyor. Kadın erkek eşitliği diye bir yol tutulmuş. Ancak burada sorulmayan bir soru var. O da hangi kadın, hangi eşitlik? Çünkü bir annenin vefat eden yavrusundan geriye kalanlara el sürememesi yine bir kadın olan vefat edenin eşine karşı eşit olmadığını gösteriyor. Ancak bazı Avrupa ülkeleri eşitlik diye arkasından koştuklarının aslında ne eşitlik ne de adalet olmadığını gördüler. Bu hususta yeni bir kanunla anne ve babasına miras hakkı tanıdılar. Diğer ülkelerde de bu husustaki çalışmalar halen devam etmektedir.

Aslında miras taksiminde ölenin muhtemel akrabaları kadar çok soru ve adalet eşitlik terazilerinin ince ayarları var. Bu çok şümullü mesele ile İslamiyet nasıl karşılaşmış ve meseleyi nasıl çözmüş, önce ona bakmak gerekiyor.

Rivâyet olundu ki Sahabe-i Kiramdan Evs İbn-i Sâkit (r.a.) vefat edince, geride hanımı Ümmü Kâhle ile üç kızı kaldı. Yefat eden sahabenin kardeşleri onun malını alıp hanımına ve çocuklarına bir şey vermediler. Çünkü cahiliye zamanında kadınlara hiç bir şey verilmez, erkek evlât da eğer harp edecek çağa gelmemişse, babasının malına vâris olamaz, yakın aile eli boş kalabilirdi. Vefat eden sahabenin hanımı Ümmü Kâhle Peygamber Efendimiz’e varıp “Ben Evs’in hanımıyım, bunlar da kızlarım” diyerek hâlini arz etti. Peygamber Efenimiz “Sabreyle bakalım, Allah ne gösterecek” buyurdu. Bunun üzerine hanımların ve kızların da mirastan haklarının olduğunu ifade eden Nisa Suresi’nin 7. Âyet-i celilesi nâzil oldu.

Peygamber Efendimiz, vefat eden sahabenin kardeşlerine haber gönderip, “Evs’in malından hiç bir şeye dokunmasınlar. Zirâ Allahü Teâlâ ölünün eşi ve çocuklarına hak verdi, yalnız miktarını beyan etmedi. Beyân olununcaya kadar beklenmesi îcab eder.” buyurdu. Bundan sonra da miktarları ifade eden Nisa Suresi’nin 11. âyet-i celîlesi nâzil oldu. Miras malı ona göre taksim olundu.

Eski adetlere göre hiç mal alamayan eş ve çocuklara böyle bir tabloda 24 hisseye bölünen maldan 16 hissesini, yani üçte ikisini kızları alarak kendi aralarında müsavi olarak taksim ettiler. Ye yine hiç hak düşünülmeyen eş, 8 de birlik bir hisse ki 24 hisseden 3 hisseyi almış oldu.

Malın tamamını alanlara ise 24 hisseden geri kalan sadece 5 hisse verildi. Tabii bunlar ölenin kardeşleri ve kızların amcaları idi. Bu kızlarla birinci derecede alakadar olacak onlardı.

O güne kadar böyle bir tabloyu hiç görmeyen insanlar, hatta sahabelerin bazıları hayrette kaldılar. Gerçi Rasûlüllah’a güveniyorlardı; fakat milletin zihninde adeta şimşekler çakmıştı. İçlerinden bazıları biraz bekleyelim belki değişir dediler. Değişmediği gibi daha sonra kadına fazla haklar verildi.

İslam’ın geldiği zamanda kadınlara ve kız çocuklarına mirastan hiç pay verilmiyordu. İslam bu hususta eski hüküm ve gelenekleri hükümsüz kılan pek esaslı bir inkılâp meydana getirdi. Mirasın yalnız erkeklere ait olmayıp ana ve babanın ve bütün akrabaların yakınlıklarına göre bir miras hakkının sabit bulunduğu hükmünü vaz’ etti. Böylece o güne kadar devam eden sıkıntılar ortadan kaldırıldı. Kadınlar ve kız çocukları hak ettikleri mallarına kavuşmuş oldular.

Meselenin kadınlar cihetinde gerçek tablosu böyle ancak bir de yanlış bir fotoğraf ortaya atılıyor. Aynı babanın kız erkek evlatlarının birbirinden ayrı hisseler alıyor olma meselesi var. Meseleyi bir misalle izah etmeden burada şunu ifade etmek gerekiyor. İslamiyet itikat, amel ve hayatın her karesine sirayet eden muamelelerin her birini, eksiksiz yapıldığı zaman, güzelliklerini yaşayanlara gösterir. Bu, ailelerin İslamiyet’i yaşadıkları büyük bir bina gibidir. Şayet bu binadan bir tuğla çekilirse binanın tamamı hasar görmüş olabilir. Yani kısacası “Ben de mirastan eşit pay almalıyım, çünkü günümüzde kadın da artık hayatın içerisine girdi.” diyen bir kadın, yukarıdaki bahsettiğim İslam evinden bir tuğla değil belki bir duvar yıktıktan sonra bu sözü söylemektedir.

İslamiyet’i her hali ile dört dörtlük yaşayanların anlayabileceği bir misal verelim. Bir ailede biri kız biri erkek ikiz çocuk dünyaya geldi. Çocuklar doğumdan itibaren bütün mülkiyet haklarına riayet ederek büyütüldü. Anne babası para ve mal verdikleri zaman eşit olarak verdiler. 20 yaşında her ikisini de evlendirdiler ve 5 bin lira hediye verdiler. Kız evlendiği için bütün maişeti kocasına ait olup babasından aldığı mallar, kocasından aldığı mehri ve helal yolla kazananları istediği gibi çoğaltır. Gerçek olması gereken de budur.

Erkek kardeş ise artık bir hanım ve ondan doğacak çocukların bütün ihtiyaçlarını üzerine almış demektir. Kız babasından aldığı 5 bin’e 3 bin de mehir parasını eklese 8 bin lirası olur. Erkek ise mesela 3 bin lirasını evleneceği hanıma vermiş olsa 2 bin lirası kalır. 10 sene sonra babanın 15 bin TL bırakarak vefat ettiğini düşünelim, bu durumda 10 bin TL erkek kardeşe, 5 bin TL kız kardeşe verilir. Fakat bir hesap yapılmış olsa kız mal bakımından kardeşinden daha kârlıdır. Belki bu feraizin hikmetlerinden ve faydalarından sadece bir tanesidir. İyi düşünülürse burada haksızlık yok, bir bütün içinde herkesin mükellefiyeti kadar hakkı kendilerine verilmiştir.

İyi düşünülmesi ve gerçek güzelliklerin tam anlaşılabilmesi için feraiz ilmi gündeme taşınmalıdır. Bu ilmin öneminin daha iyi anlaşılması, aile fertlerinin haklarının korunması, sadaka, fıtr, zekat, kurban, hac gibi vecibelerin bihakkın yerine getirilmesi, bu ilmin unutulmaması, yaygınlaştırılması için, Feraiz tekrar tekrar insanlara anlatılmalıdır.


YAZAR: NURETTİN YERLİKAYA | TARİH: EYLÜL 2012 İNSAN VE HAYAT DERGİSİ DİN VE HAYAT, KAPAK | http://insanvehayat.com/iyi-dusunulurse-kadin-icin-en-adil-miras-taksimi-feraizdir/

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Adalet mi Eşitlik mi? Miras Taksimi: İlm-i Feraiz
« Yanıtla #2 : 28 Haziran 2016, 16:29:01 »
Adalet mi Eşitlik mi? Miras Taksimi: İlm-i Feraiz



Uzun bir yolculuk. Ruhun yaratılmasından başlayıp sonsuza giden ebedi hayat bir an bile kesintiye uğramadan devam ediyor. İnsan, o ilk andan başlayarak adım adım yaşıyor ebedi hayatını. Doğuyor, hesap veriyor, mükâfat ya da ceza görüyor. Bunların merkezinde ise imtihan yeri olan dünya hayatı var. İnsanın ölene kadar yaptıklarıyla imtihanı devam ediyor. Öldükten sonra bıraktıklarıyla ise yakınları imtihan oluyorlar. Ölen ölüyor; lakin ölenin ardından kalanlar için iş yeni başlıyor.

Oyle yoğunlaşma var ki dünya hayatına, bırakın ölümü düşünmeyi, bazen öyle oluyor ki akraba, eş dost, tanıdık hiç kimse ölmeyecek, bu hayat böyle devam edecek gibi geliyor. Ama durum hiç de öyle değil. Genç-ihtiyar, kadın-erkek, tanıdık-tanımadık, muhakkak her gün insanlar ölüyor. Geride kalanlar gidenlerin neyi varsa topluyor ve bir paylaşım yapıyorlar. Bu mal paylaşımı sırasında haksızlığa uğradığını söyleyenler oluyor.

Haklılık ve haksızlık noktasında değerlendirme neye göre olacak?
Hangi tarafın haklı olduğuna kim karar verecek?
Hazreti Allah’ın hak tayin ettiği bir davada taraflar yeniden dava açma hakkına sahip mi?
Ya da eşitlik haklılık için genel bir kıstas mıdır?


Bu sorular insanın, malın ve ölümün yaygın olduğu günümüzde daha çok sorulur oldu. Çünkü hakkını alamayanlarla, eşitliğin bozulduğunu düşünenlerin sayısı Roma Cermen usulu miras taksimi ile İslami usul miras taksimi noktasında giderek artıyor. Feraiz alanında çalışmalarıyla bilinen Nurettin Yerlikaya adalet ve eşitlik açısından meseleyi şöyle ele alıyor: “İslam’a göre miras nasıl taksim edilir?” diye bir soru sorulduğunda birçok kimse “Kadınlar erkeklerin yarı hissesini alır.” diye cevap verilir. Bunu duyanlar sanki İslam’da ölümden sonra mirasçıların kadın ve erkek olarak iki gruba ayrıldığını ve erkeklere iki kadınlara bir hisse verildiğini zannederler. Böyle olunca da bazı insanlar bunun eşitsizlik olduğunu iddia etmeye başlarlar. Bu meseleyi bir bütün içinde mütalaa etmek gerekir.

İslamiyet mülkiyet hususunda nasıl bir sistem getirmiştir, mali mükellefiyetler hususunda erkeklere ve kadınlara ne gibi mesuliyetler yüklemiştir? Ölüm halinde miras nasıl taksim edilir, bunlar bir bütündür ve mirasın taksiminde tek bir madde değil 40 çeşit hâl vardır. Mesela, vefat edenin mirasçıları olan kadınlar, tek bir kız olabilir, iki kız olabilir, anne, nine, kız kardeş olarak mirasçı olabilirler. Bunların ayrı ayrı hakları vardır. Mesela: Ölenin bir kızı varsa tereke’nin yarısını o kız alır, iki kızı olup oğlu yoksa terekenin üçte ikisini kızlar alır. Anne, nine ve zevcenin de muayyen hisseleri vardır. Sadece ölenin hem kızı hem oğlu varsa erkek kardeşler iki, kız kardeşler bir hisse alır. Bu hususlar ayetle sabittir, buna itiraz caiz değildir. Belki hikmetlerini araştırmak gerekir.”

Bu çalışmamızda itikat ve amel bakımından çok hassas bir mevzu olan miras taksimi meselesini ele alacağız. Peygamber Efendimiz’in, “ümmetim içerisinde ilk önce kaybolacak ilim” dediği, bu sahada uzman bulmakta zorlanmadık. Hayatını bu ilme veren feraiz uzmanlarıyla meseleyi konuştuk. Onlar hayatlarının her anını bir vesileyle bu ilmi insanlara anlatarak geçiriyorlar. Bizden istedikleri iki şey var. Mirasın kolay taksim edilmesi için mülkiyet hakkına riayet ve bir de Hazreti Allah’ın tayin ettiği hakka rıza gösterecek ailelerin tesis edilmeye çalışılması. Bir de tabi bütün hal içerisindeki eşitlik meselesinin iyi anlatılması var. Özellikle ortada annenin, babanın ve kardeşlerin onca ilgi, emek ve acı karşısında ölenin malından hiçbir şey alamaması gibi bir adaletsizlik, haksızlık dururken, bütün her şeyi ile İslamiyet’in iyi yaşanıp güzel anlatılması durumu var.

Birbirinden önemli bu hususlara riayet edildiğinde miras dini ölçülere göre taksimi, uzman kişiler tarafından kısa bir süre içerisinde yapılıyor.

Miras taksimine bakış ve mülkiyet hakkı

Miras taksimi meselesinde dünyada yaygın birkaç sistem vardır. Bu sistemlerin bakış açıları ve dayanak noktaları birbirinden farklıdır. Hak talebinde bulunan yakınlar bazen ferdi sistemde, bazen aile sisteminde bazen ise zümre sistemi içerisinde ele alınmaktadırlar. Mirası taksim için düzenlenen bu sistemlerini bakış açılarının gerisinde farklı endişeler vardır. Zengin sınıfları koruyan, malı aile içerisinde sıkıştırmaya çalışan bu sistemlerin yanında İslamiyet, ferdî sistemi ön plana almıştır.

İslamiyet her ferde mülkiyet hakkı tanımış ve bunun karşılığında insanlara “sadaka- fitre, zekât, kurban, hac gibi…” çeşitli vecibeler yüklemiştir. Mevzuu konuştuğumuz Feraiz bilirkişisi Avukat Ali Öncel meseleyi şöyle anlatıyor: “Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ‘Feraiz’ için ilmin yarısıdır buyuruyor. Ancak günümüzde hassasiyetle uygulanmadığından ferdi mülkiyet hakkı unutulmuş, yerini ise aile mülkiyeti almıştır. Neticede zekât veremez, kurban kesemez, her hakkı kocanın ya da babanın elinde olan, hürriyeti kısıtlı kişiler ortaya çıkmıştır. Gerek bilmeyerek, gerekse mer’i hukukun uygulanması nedeniyle gelinen bu tablo, dinimizin önem verdiği aile içi, akraba, komşu ilişkilerini de bozmuş, kişileri yalnızlığa itmiştir.” dedi.

İlmin yarısı olan feraiz nedir?

İslam Hukuku’nun mirasla ilgili bölümüne “Feraiz” denilir. 1926 tarihinde İslam fıkhının (hukukunun) yerine İsviçre’den getirilen medeni hukuka kadar miras taksimi feraize göre yapılmıştır. Kendi gidişine bırakıldığında değişmesi mümkün olmayan bir saha olan miras taksimi, İsviçre hukuk sistemine geçildikten sonra karışıklığı, aile içi tartışmaların ve sosyal çözülmelerin yaşandığı bir saha olmaya başladı. Aile içi tartışmaların ve sonsuz hüsranların görülmemesi için feraiz ilminin iyi bilinip ailenin bütün fertlerine iyi anlatılması gerekiyor.

Feraiz, feriza kelimesinin çoğuludur. Feriza, ifası zaruri görev, dinin mükellefler üzerine kesin delil ile sabit emirleri anlamına geldiği gibi “ölenin terekesinden mirasçıların her birine ‘Kitab, Sünnet veya İcma’ ile tayin ve takdir olunan pay” anlamına da gelir. Bu nedenle, miras ile ilgili hükümlere “feraiz ilmi” denilmiş ve Resülüllah Efendimiz tarafından bu ilmin öğrenilmesi özellikle tavsiye edilmiştir.

Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasülüllah Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Feraiz’i öğreniniz, onu başka kimselere öğretiniz. Çünkü o, ilmin yarısıdır. O (ümmetimden) çekilip alınan ilimlerin ilki olacaktır.” (Sünen-i İbn Mace)

Feraiz ilminde adaletin kaynağı

İslam miras taksimi ile diğerlerini ayıran en temel nokta, feraiz ilminin kaynaklarının ayet, hadis ve icma ile sabit olmasıdır. Mirasla ilgili olarak feraiz ilminin esasını teşkil eden hükümler, Kur’an-ı Kerim’de Nisa Süresi’nin 11-12 ve 176. ayeti kerimeleriyle, Enfal Süresi’nin 75. ve Azhab Süresi’nin 6. ayeti celilelerinde sabittir.

Bu temel alanlarda, Hazreti Allah hakkaniyet noktalarında çok hassas olacak şekilde ayet-i kerimelerde tek tek oranları belirlemiştir. İslami kurallar sahibinin kendi hakkını elde edebilmesi için detaya girmiştir.

İşte miras taksiminde hem adil hem de her noktasıyla bütün geride kalanlara tek tek hakkı teslim eden feraiz ilminin temellerini teşkil eden ayet-i kerimelerden birkaçının meali:

“Allah çocuklarınız (ın miras payları) konusunda şöyle ferman buyuruyor: Erkeğin hissesi, iki kadın payı kadardır. Eğer hepsi kadın olmak üzere, ikiden çok iseler, terekenin üçte ikisi onlarındır. Şayet kız (çocuk) tek ise, o zaman yarısı onundur. Anası ve babası için, eğer ölenin çocuğu varsa, onların her birine terekeden altıda bir; fakat çocuğu yok da (yalnız) annesiyle babası mirasçı olmuşsa, anasına üçte bir vardır. (Kalan da babanın hakkıdır.) Eğer ölenin kardeşleri varsa, o zaman annenin hissesi altıda birdir. (Bütün bu hükümler,) ölünün borcunun ödenmesinden ve vasiyyetinin yerine getirilmesinden sonradır. Babalarınız ve oğullarının, bilmezsiniz ki menfaatçe onların hangisi size daha yakındır. (Bu hükümler) Allah’tan birer ferizadır. Şüphesiz ki Allah, hakkıyla bilici, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Süresi, 176. Ayet-i Kerime)

“…Neseben akraba olanlar, Allah’ın Kitabına göre, (miras hususunda) birbirlerine (diğer) müminlerden ve muhacirlerden daha yakındır. Ancak, dostlarınıza yapacağınız uygun vasiyyet bunun dışındadır. Bu kitap’ta yazılmıştır. (Ahzab Süresi, 6. Ayet-i Kerime)

Rıza gösterene mükâfat, göstermeyene ise…

Miras hakkına rıza gösteren veya göstermeyenler ile ilgili hüküm de Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir. Bu konuda da Cenab-ı Allah Nisa Süresi’nin 13 ve 14. Ayet-i Kerimelerinde “İşte bütün bu hükümler, Allah’ın çizdiği sınırlardır. Her kim Allah’a ve Onun peygamberine itaat ederse, Allah onu içlerinde sonsuza dek oturmak üzere, altından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Bu ise büyük kurtuluştur!”

“Her kim de Allah’a ve peygamberine isyan edip onun sınırlarını aşarsa Allah onu, içinde sonsuza dek kalmak üzere ateşe sokar ve ona alçaltıcı bir azap vardır.”

Miras taksiminde takip edilen usül

“Miras taksiminde takip edilecek usul nedir?” diye sorduğumuzda, yine bir Feraiz Bilirkişisi Ali Öncel bize şunları anlatıyor: “Kişi vefat ettikten sonra aile yakınları toplanır ve bir karar verirler. Aile fertlerinin tamamı İslami usule göre taksime razı olmalıdırlar. Bunun için aile içerisinde meselenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu bilenler zaman zaman bunu diğer fertlere anlatmalıdır. Feraiz ilmini ve Allah’ın taksimatının inceliklerini aile içerisinde sürekli canlı tutmak gerekir. Ancak yine de taksimat sırasında itirazlar olursa aile tartışma ve kavganın içerisine sürüklenmemelidir. Taksimat yapıldıktan sonra ilm-i feraize göre fazla alanlar az alanlara mallarından verirler. Feraize göre kendilerine haksızlık yapılanlar ise bu haklarını gönüllü olarak vermeleri diğerlerinin dünya ve ahiret hayatlarının selameti için daha hayırlıdır.”

Vefat edenin birinci dereceden varisleri kimler ise (anne-baba, karısı-kocası, oğlu-kızı) tespit edilir ve İslam Miras Hukuku’na göre pay edilir. Birinci derecede varis yoksa soy hısımlarına yani Kur’an-ı Kerim’in tabiriyle ‘kelale’ye bakılır.

Vefat eden kişinin defin masrafları, borçları karşılanıp varsa vasiyeti de yerine getirildikten sonra kalan mirasın o günkü değeri tesbit edilir. Sonra varisleri kimler ise usule uygun şekilde taksim edilir. Mal taksimi neticesinde varisler arasındaki fazlalık ve eksiklikler rıza alınarak para kıymeti verilerek giderilir. Tereke taksiminin kırk ayrı duruma göre şekli vardır. Miras paylaşımı yapılacağı vakit feraiz ilmini iyi bilen kişilere danışılarak veya onların eşliğinde yapılması en doğru olanıdır.

Vasiyet meselesi

Vefat edecek kimse ölümünden sonra malının sadece üçte birine kadar vasiyet edebilir. Hayatta iken istediği şekilde verebildikleri halde, ölümlerinden sonra hayır kurumlarına dahi olsa mallarının ancak üçte birini vasiyet edebilirler.

Vefat edecek kimse kendisine varis olacaklardan birisine vasiyet edemez. Mesela: “Ben öldükten sonra falan tarla eşimin, falan dükkân oğlumun, şu araba kızımın olsun.” diyemez. Peygamber Efendimiz Veda Hutbesi’nde “Dikkat edin, mirasçılara vasiyet yoktur!” buyurmuştur.

Yaşlıya bakmak mirastan fazla alma hakkı vermez

Çocukların, ihtiyaç halinde anne ve babalarına bakmaları mecburidir. Birden fazla çocuğu olan ve bakıma muhtaç halde bulunan anne veya babaya çocuklardan münasip olan uygun şartlarda beraber bakmaktır. Tereke taksimi sırasında “Ben anneme ya da babama baktım. Bana fazla miras düşer.” demek doğru değildir. Esasen mal karşılığında anne babalarına bakmak yerine diğer kardeşler arasında bakma mükellefiyetini paylaşmaları en doğru olandır.

Aile mülkiyeti anlayışı İslam’a aykırıdır

İslam Hukukuna göre aile mülkiyeti anlayışı doğru değildir. Ailede her fert kendi mülkiyetine sahip çıkmalı ve kendi mülkiyetinin vecibelerini yerine getirmelidir. Yani zekât düşüyorsa zekâtını, kurban vacibiyeti varsa bu vecibeyi ayrı ayrı her ferdin yerine getirmesi gerekir. Ferdi mülkiyet hakkı nedeniyle baba kendi mülkiyeti için hanımını veya çocuklarını çalıştırıyorsa bu çalışma karşılığında çalışanın hakkını ödemelidir. Bu durum tersi de olabilir. Kişi hanımının malını işletmek için mesai harcıyor ise dilerse bunun karşılığını tayin ettikleri şekilde hanımından alabilir. Ancak, çocuğu reşit olmadığı için çocuğunun malını çoğaltmak için yaptığı mesaiden menfaat talep edemez.

Buradaki önemli husus ise, baba reşit olmayan çocuğun malını onun adına çoğaltmakla mükelleftir ancak o malı borç dahi olsa kendisi için kullanamaz. Yani baba çocuğa doğumda, sünnette takılan para veya altına, hediyeye dokunamaz, bayramda topladığı harçlığı elinden alamaz. Çocuğunun parasını malını zenginleştirmek için garanti kâr getirecek şeylere yatırım yapabilir, yapmalıdır.

Anne karnındaki bebeğin de hakkı ayrılmadır

Kişinin vefatında eşi veya annesi hamile ise karnındaki bebeğin de miras hakkı ayrılmalıdır. Eğer kız veya erkek olduğu biliniyorsa cinsiyetine göre miras payı annesine teslim edilmelidir. Eğer cinsiyeti bilinmiyorsa miras taksimi için ya doğumu beklenilmeli ya da taraflar rıza ile fazla hak sahibi olması gözetilerek, yani erkek kabul edilerek, hesap yapılmalı ve hakkı reşit olunca verilmek üzere velisine teslim edilmelidir.

İyi kız da olsa hakkı verilir

Bazı yörelerde kadınlar manevi baskı ile “iyi kızlar kardeşlerinden mal almazlar” gibi sözlerle, baba ve analarının mirasından mahrum bırakılmaktadırlar. Hâlbuki bu hakkı bizzat Allah tanımıştır. Yani farzdır. Kızların mirastan pay almamalarını evvela erkekler kabul etmemelidir. Böyle yapıldığında erkek, hakkı olmayan bir malı almış olacağını unutmamalıdır. Herkesin hakkı kendisine verilmeli, daha sonra o kimse istediği şekilde hareket etmelidir. Arzu ederse kardeşine veya istediği yere verebilir.

Bunun tersi olarak bazı kadınlar da haklarından fazlasını talep etmektedirler. Akşam namazının farzının üç rekât olması, sabah namazının farzının iki rekât olması, haccın belli günlerde yapılması dinimizin nasıl kat’i bir emri ise, bu husustaki paylar da dinin kat’i hükümlerindendir. Miras ile alakalı ayet-i kerimelerin sonunda “Şüphesiz Allah herşeyi hakkıyla bilendir. Bu hükümler Allah’tan bir vasiyyet ve fermandır. Allah bilendir, halimdir. Allah’tan birer ferizadır. Şüphesiz ki Allah, hakkıyla bilici, yegane hüküm ve hikmet sahibidir.” ifadeleri miras ile alakalı Allah’ın hükümlerine itiraz edilmemesi, bu hükümlere razı olunması gerektiğine en güzel vurgudur. Buna rıza gösteren ve herkesin hakkını teslim edenler, dünya ve ahirette payidar olurlar.


YAZAR: HÜSEYİN GÜNEY | TARİH: EYLÜL 2012 İNSAN VE HAYAT DERGİSİ DİN VE HAYAT, KAPAK | http://insanvehayat.com/adalet-mi-esitlik-mi-miras-taksimi-ilm-i-feraiz/

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Anne Babanın Hayatta İken Evlatlarına Mal Vermesi
« Yanıtla #3 : 28 Haziran 2016, 16:32:18 »
Anne Babanın Hayatta İken Evlatlarına Mal Vermesi



Mirasta her zaman çok olan malın tartışması ya da kavgası yapılır zannedilebilir. Ancak mal için tartışma, kavga, haklılık ya da haksızlık azlık çoklukla alakalı değildir. Mevzu bilgi, iman, ahlak ve bazen de imtihan ile alakalı olabilir.

Birkaç hafta önce bir müvekkilim annesinin kız kardeşlerini kollayarak kendisinden mal kaçırıldığını hayıflanarak anlattı. Kedisinin de mirasçı olduğunu hem de tek erkek varis olduğunu söylemeyi de ihmal etmedi. Meseleyi biraz teferruatlı anlattırdığımda anne ve kız kardeşlerin bir araya gelip aile olarak konuşamadıklarını öğrendim. Özet olarak “Annem kızlarına hayatta iken mirasından mal verebilir mi?” sorusunu soruyordu.

Bir yanlışı düzelterek meseleyi izaha başladım. Öncelikle “hayatta iken mirastan mal vermek” sorusu yanlış bir soru. Çünkü miras ölümden sonra vuku bulacak bir hadisedir. Daha hayatta olan birinin çocuklarından birine mal vermesi hibe-bağış olarak değerlendirilir.

Anne ve babanın, hayatta iken evlatlarına mal verme mecburiyeti yoktur. Şayet malının bir kısmını evlatlarına hayatta iken “hibe-bağış” atiyye yapmak istiyor ise ulemanın verdiği fetva şöyledir: “Kız, erkek, evli, bekâr, dul, zengin, fakir, hasta, sakat, engelli, sağlam evlatları arasında hiçbir fark gözetmeksizin bire bir mal vermesi tavsiye edilmektedir.” Müftabih olan, geçerli olan fetva da budur.

imamı Azam Ebu Hanife, İmamı Ebu Yusuf ve diğer müçtehit ulemanın kahir ekserisinin fetvası bu yönde kız, erkek 1’e 1 (bire bir) mal verilmesi, hibe, bağış yapılmasıdır.

Yine mezhebimizin müctehid imamlarından, imamı Muhammed Hazretleri ve diğer bazı müctehid ulema, anne ve baba hayatta iken evlatlarına mal verecek ise; Feraizde, miras taksiminde olduğu gibi, erkek evlada iki, kız evlada bir hisse verilmesi yönünde içtihatları vardır. Günümüzde mer’i hukukun anne babanın vefatından sonra da kadın erkeğe bire bir uygulaması ile imam-ı Muhammed hazretlerinin fetvası ayette geçtiği gibi uygulanmaya başlamıştır.

Bunların aksi yani; erkek ya da kız çocuklarına mallarının büyük bir kısmını veya tamamını verip, diğer çocuklarını mahrum bırakmak tahrimen mekruhtur.
Anne ve baba hayatta iken evlatları arasında haksızlık yaparsa adalete riayet etmezse; onlara kin ve husumet ve dargınlığı miras bırakmış olur.

Hadisi Şerif te; “Allahu Teala’dan korkunuz, evladınızın arasında adalete riayet ediniz.” buyruluyor.

Yine başka bir Hadisi Şerif te; ” Atiyye hususunda çocuklarınızın arasında müsavata riayet ediniz. Eğer ben tercih = ihtiyar edecek olsa idim, elbette kadınları erkekler üzerine tercih ederdim.” buyrulmuştur.

Mal sahibi istediği şekilde malını tasarruf edebilir. ihtiyaç gördüğü kişilerin aile sorumluluklarını gözeterek hibe yapması kadar normal bir durum yoktur. Muhtaç olan evlatlarının adeta kendi ölümünü beklemesi normal kabul edilemez. Anne baba nafakaya muhtaç olacak kadar düşkün olan evlatlarına bakmakla da yükümlüdür. Bütün bunlar mal sahibinin tasarrufu sırasında adaletsizlik yapmasına da sebep teşkil etmez. Çünkü adaletsizlik aileleri parçalar, dağıtır ve yıkar.

Müvekkilime yaptığım son uyarı da bu yönde olmuştu. En büyük kayıp mal kaybı değildir. En büyük kayıp ailenin, eşin, dostun kaybedilmesidir. Tek erkek varisim diyorsun lakin aileni bir araya toplayıp meseleyi konuşamıyorsun. Önce buradan başlamalısın. Hayatta iken mal hibe etme konusunu etraflıca anlatamıyorsan birinden yardım alabilirsin. Böyle bir toplantıdan sonra da hırs göstermeyi bırakmalısın. Mal bulunur ancak kaybedilen aileyi bulmak kolay olmaz.
Çocukların birbirleriyle geçinememesi ailede büyük ızdırab. Kabirde de büyük sıkıntı. Fakat bu sıkıntıyı çocuklarına sen miras bırakmış olmayasın?

Ey Anne! Baba Hayatında iken çocuklarına mal vereceksen oğluna – kızına, büyüğüne -küçüğüne, evlisine- bekarına adaletli olarak ver.

Ölümden sonra kimin nereyi alacağını değil, hakkından fazla almamayı onlara öğret

Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye Kâmusu:

Ömer Nasuhi Bilmen’in on beşin üzerindeki değerli eserlerinden birisidir. Eserin 1967 yılı baskısının önsözünde müellif, bu sekiz ciltlik külliyatın yazılışını şu cümlelerle anlatıyor: “islam Hukukuna dair Arapça yazılmış muhtasar ve mufassal binlerce eser vardır. Fakat bu hukuka dair bütün aksamını ihtiva etmek üzere Türkçe yazılmış kitaplar yok gibidir. Mecelle-i Ahkâmı Adliye, islam hukukunun yalnız muamelata ait bir kısım ahkamını muhtevi bulmuştur. Birtakım fetva kitapları de hadiselere göre vakit vakit verilmiş şer’i cevaplardan müteşekkildir.” islam Hukukunun münâkehâta, müfârakâta, muâmelâta, ukâbâta dair ve Hanefi Mezhebine ait aksamını bir mecelle-i külliye halinde cami bir eser meydana getirmek için yapılan çalışmalar akim kalınca, müellif Ömer Nasuhi Bilmen; hayırlı bir işin noksan kalmasına gönlü razı olmaz ve işte böylece sekiz ciltlik külliyat vücuda getirilir.

Kaynak:
“Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, Cil:4, Sayfa:274, 275, 276 ve 277

YAZAR: ALİ ÖNCEL | TARİH: EYLÜL 2014 İNSAN VE HAYAT DERGİSİ AİLE, ARAŞTIRMA | http://insanvehayat.com/anne-babanin-hayatta-iken-evlatlarina-mal-vermesi/

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Evlatlık Mirastan Pay Alabilir Mi?
« Yanıtla #4 : 28 Haziran 2016, 16:35:01 »
Evlatlık Mirastan Pay Alabilir Mi?



Arkadaşımın öyle söylediğine bakmayın, feraize göre miras taksiminde herkesin işi zaten çok kolay. Hazreti Allah miras meselesini ayeti kerimelerle tek tek Vazetmiştir zaten. Taksimi zorlaştıran tek nokta ailelerin bu taksime razı olmamaları. Terekeden pay alacaklar kabul ettiği takdirde, mülkiyette de problem olmadığı varsayılırsa beş dakika içerisinde miras taksim edilebilir.

Hiçbir kimse, hiçbir kanun, hiçbir mevzuat ve hiçbir güç; Rıza-i taksime yani Feraize ( Feraiz: İslam Miras Hukuku) göre taksime mani değildir.

Hazreti Allah miras meselesini, Sure-i Nisa Ayet; 11, 12 ve 176 ‘da teferruatlı bir şekilde biz kullarına emr-u ferman ile vasiyet etmiştir.

Evlatlık mirasçı değildir.

Genelde evlatlık meselesi bir şekilde çocuğu olmayan aileler arasında görülüyor. Ailenin düşüncesi evlatlık edindiği çocuğu büyütür yetiştiririm ve yaşlılığımda da o bana bakar sonunda da miras ona kalır. Ancak burada iki önemli konunun altı çizilmesi gerekiyor. Biri evlatlığın mahremiyet meselesi diğeri ise miras.

Günümüz aile yapılarında genelde mahremiyet unutulduğu gibi evlatlığın aile içindeki mahremiyet durumu ise tamamen terk edilme noktasındadır.

Meri hukukun evlatlığı, evlât edinene kan hısımı gibi mirasçı olarak kabul etmesi de evlatlığın mirastan hisse almasına sebep oldu. Meri hukukta evlâtlığın kendi ailesindeki mirasçılığının devam etmesi ise kendi içinde ayrı bir mantık problemi olarak duruyor. Feraizin miras taksimine inandığımız için, bunun gibi mantık problemleri bizi ilgilendirmiyor.

İslam’dan önce de evlatlık muamelesi vardı ve çok yaygındı. Araplar evlatlık edindikleri çocukları öz evladı yerine koyarlardı. Hatta Peygamber Efendimiz Hazreti Zeydi evlatlık almıştı. Fakat daha sonra bu hususta ayeti kerime inzal buyurularak onlara öz evlat muamelesi yapılması yasaklanmıştır.

Evlat edinme meselesinin gerek çocuğun psikolojisi gerek mahremiyet açısından pek çok tarafı vardır. Fakat mirası alakadar eden tarafı da olduğu için kısa bir hatırlatma yapılacaktır. Bir miras mevzuunda mirasçılar arasında evlatlık olup olmadığı da sorulmalıdır.

Feraize göre miras taksiminde evlatlık verilmiş olanlar kendi anne babalarının mirasçıları olup, evlatlık gittiği yerden dinen miras alamazlar. Eğer evlatlık olana, nüfusta kaydına geçirildiği kişinin mirasından pay verilirse Hazreti Allah’ın mirasçı kılmadıkları mirasçı yapılmış olunur ve mirasçı olanların hakları da noksanlaştırılmış, hatta belki de tamamen mahrum edilmiş olur.

Ancak nesebini (Nüfus kayıt bilgilerini) bozmadan ve mahremiyete riayet ederek muhtaç çocuklar himaye edilebilir. Kişi hayatta iken bu çocuğa istediği kadar mal verebilir, Hatta malının tamamını verebilir.

Fakat ölümü halinde asla mirasçısı olamaz. Yine bu evlatlık alan kişi sağlığında iken bir vasiyet ile terekesinin 1/3’ünü vefatından sonra verilmek üzere evlatlığına bırakabilir.

Bir kişinin kendi varisi olan öz evladını evlatlıktan, baba ve anasını, babalıktan, analıktan, red suretiyle mirastan mahrum etme muamelesi de dinen caiz değildir. Yani; hiç kimse dinen mirasçısı olan bir kimseyi mirasından mahrum etme hakkına sahip değildir. Esasen bu gibi davranışlar akrabalar arasında nefret duygularını körükler. Dinimiz ise meydana gelmiş kırgınlıkların giderilmesi için gayret gösterilmesini emreder.

Dinen mirasçı olmayan evlatlıklar için, murisin bu çocuklar üzerindeki bazı taahhüt ve tasarruflarından dolayı “Zımni Vasiyet” olduğu telakki edilerek, Fakat mutlaka ve muhakkak dinen mirasçı olan varislerinden helallik alınarak terekeden 1/3’e kadar bu evlatlık çocuklara mirastan pay verilebilir. Ancak bu hususta da hak geçmemesi için çok iyi tetkikat yapılması gerekir.Eğer vefat eden kişi erkek ise çocuksuz olarak vefatı ile geride bıraktığı eşi; Sure-i Nisa Ayet:12’ye göre 14 hisse miras alacaktır.

Evlatlık edinen kişi vefat ettiğinde kendi öz evladı, torunu, annesi, babası, dedesi ve hiçbir kardeşi yoksa varislik ölenin amca tarafınındır. Amcası ve amcaoğulları ve onların oğulları da yoksa ayrıca babasının amcaları veya oğulları, meyyitin dedesinin amcaları veya oğulları yok ise yani meyyitin baba tarafından hiçbir erkek varis olmazsa o zaman, zevi’l-erham dediğimiz meyyitin; kız yeğenleri ile kız kardeşinin çocukları ve hala, dayı, teyze cihetinden akrabaları vesaire gibi kişiler mirasçı olurlar.

Erkek akraba bulunmadığında evlatlığa değil kadın olsun erkek olsun zevi’l-erham sınıfından en yakın akrabaya miras verilir.

Yine onlarında; Ana baba bir veya baba bir veya ana bir akrabalık durumları varislik yönünden dikkate alınır ve öncelik tanınır.

Murisin mal varlıkları; bahçe, tarla, arsa, evler gibi gayrimenkulleri, nakit, araba ve sair menkulleri, velhasıl bütün mal varlığı feraiz hükümlerine tabidir.

YAZAR: ALİ ÖNCEL | İNSAN VE HAYAT DERGİSİ | TARİH: EKİM 2014 AİLE | http://insanvehayat.com/evlatlik-mirastan-pay-alabilir-mi/

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Mirasta Dede Nine Mahrumu Gerçeği Nedir?
« Yanıtla #5 : 28 Haziran 2016, 16:42:39 »
Mirasta Dede Nine Mahrumu Gerçeği Nedir?



Eğer bir baba öldüğü zaman çocukları zor durumdalar ise dedelerinin ölmelerini beklemeleri doğru olmaz. Dede kendi ölümüyle torunlarının mirastan mahrum kalacağını bilerek hayatta iken torunlarına evlatlarına gösterdiğinden daha fazla himaye gösterebilir. Buna kendi evlatları da dâhil hiçbir kimsenin itiraz etme hakkı yoktur. Dede nine mahrumunun püf noktası işte budur. Eğer dede ölmeden torunlarına bir şey bırakmazsa öldükten sonra torunları mirastan pay alamazlar.

Torun dedenin mirasçısı değildir

İslam hukukuna göre anne hayatta iken nineye, baba hayatta iken dedeye mirastan pay düşmez. Oğul varken de oğlunun çocukları bir şey alamaz. Dede nine mahrumu; feraiz’e göre taksimde meselenin detaylarını bilmeyen insanlar tarafından tenkit edilen bir husustur. Eğer İslam’ın ön gördüğü fert mülkiyeti yerleşmiş olsa burada bir sıkıntı olmazdı.

Aile mülkiyeti anlayışı hâkim olan memleketlerde şöyle bir durum ortaya çıkıyor. Menkul ve gayrimenkul geriye kalan bütün miras aile reisinin kabul ediliyor. Aile reisinin 3 oğlu olduğunu kabul edelim, bu oğullardan evli ve çocukları olan biri vefat ediyor; ancak bu kişinin malı olduğu kabul edilmediği için çocuklarına herhangi bir şey verilmiyor. Hatta ölenin hanımına bile nasıl olsa evin gelini diye bir şey verilmiyor.

Aynı şekilde dede vefat ettiği zaman İslam hukukuna göre torunları onun mirasçıları olamıyorlar. Zira ölen dedeye en yakın mirasçı olan oğul varken torunları mirastan pay alamazlar.

Eğer İslam’ın öngördüğü ferdin mülkiyet haklarına riayet edilseydi gencin bu soruyu sormasına gerek kalmayacaktı. Dedesi vefat eden oğlun daha çocukluktan elde ettiği mallar ile rüşde erdiği yaşından itibaren kendi kazanmış olduğu mallar kendisine verilseydi dedenin ölümü halinde çocukları ve torunları onun malından miras haklarını alırlardı ve kimse mağdur edilmezdi.

Küçük çocuğa dedesi mirasından vasiyet bırakabilir

Eğer çocuklar küçükse, büyükler göz kulak olurlar, himaye ederler ve muhtaç iseler dede ve nine bu torunlara kendi mallarından hibe, bağış ve temlik edebilirler. Hatta mallarının 1/3 ‘üne kadar vasiyet yapabilirler. Zira bu mirasçı olmayan torunlar için yapılan vasiyet geçerlidir.

Böylece öksüz kalan çocuklar bir başlarına bırakılmamış olur. Dedeleri torunlarının başkasının eline bakmasını sefalet içinde yaşamasını önlemek için onlara hayatta iken mal verebilir. Öksüz kalan çocukların hakkı gözetilmiş ve dede üzerine düşen görevi yapmış olur. Fakat bütün bunlar yapılmadığı için amcaları varken o çocuklara dedelerinin malından bir şey verilmemesi haksızlık varmış ve bu haksızlıksa İslam’dan geliyormuş zannediliyor.

Evet. Öyle yapılırsa bir haksızlık vardır. Ama bu İslam’dan değil, İslam’ı bilmeyişimizden kaynaklanmaktadır. Netice olarak, İslami usulleri uyguladığımızda, insanların uygulamada yapmış olduğu hatalar da telafi edilmiş olur.


 
Dede nine mahrumu olan toruna, dede bakmakla mükellef olduğu için hayatta iken torununa mal verebilir. İşte bu husus bütün Müslümanlara sık sık anlatılmalı ki bu dede mahrumu (yetimi) olan torunlar dedenin ve ninenin himayesinde olsunlar. Ve helal kapıdan girerek helal yesinler. Helal olmayan bir usul ile miras almaya kalkmasınlar.


YAZAR: ALİ ÖNCEL | TARİH: KASIM 2014 İNSAN VE HAYAT DERGİSİ DİN VE HAYAT, KÜLTÜR - SANAT | http://insanvehayat.com/mirasta-dede-nine-mahrumu-gercegi-nedir/

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İlk Miras Taksimi Nasıl Yapıldı?
« Yanıtla #6 : 28 Haziran 2016, 16:48:54 »
İlk Miras Taksimi Nasıl Yapıldı?



İlk miras taksimi sırasında o kadar güzel hadiseler yaşanmıştı ki yetim kızlar, anneler çok sevinmişlerdi.
Daha sonra ilm-i feraizin esasları İslam toplumu içinde tatbik edilip adaletin güzel yüzü nesilden nesle sirayet etmeye başladığında işin hakikati daha iyi anlaşıldı.


[ Avukat Ali Öncel ]
(Feraiz Bilirkişisi)


Hazreti Allah mirasla alakalı ayet-i kerimede;

“Yûsîkümullahü ”, “Allah’ın vasiyeti” tabiri, feraiz esaslarının insanlar tarafından tatbik edilip güzellikleri nesillere sirayet etmeye başlayınca daha iyi anlaşılabildi. Aslında burada emir kelimesinden daha kuvvetli bir icabı kat’i ifade ediyordu.

Hazreti Allah Nisa Suresi 7-14 ve son ayet 176’yı miras ayetleri olarak indirmiştir. Miras ayetleri Peygamber Efendimizin hicretinden sonra Medine-i Münevvere’de nazil olmuştur.

Elmalılı Tefsirinin ikinci cildinde, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Nisa suresini tefsir ederken; Miras ayetlerinin sebebi nüzulü ile alakalı olarak “Ata’dan” şöyle rivayet etmektedir:

Uhud harbinde ensardan, Sa’d bin Rebi (R.A) şehit olmuş, geride iki kızı bir zevcesi ve bir de erkek kardeşi kalmıştı. Sa’d bin Rebi’nin kardeşi malın hepsini aldı. Hanımı “Ümmü Kahle” ve iki kızına hiçbir şey bırakmadı. Ümmü Kahle iki yetim kızını alarak Hazreti Peygamberimizin huzuruna gelerek: “Ya Rasulüllah, Sa’d sizinle Uhut’ta beraberken şehit oldu. Geride bu iki küçük yetim kızlarını bıraktı. Kızların amcası, Sa’dın Kardeşi geldi bütün mallarına el koydu. Bizim halimiz ne olacak” dedi.

Cahiliyye devrinde Araplar “Eli silah tutmayan, mızrakları ile çarpışmayan ve yurdunu müdafaa etmeyen varis olamaz.” derler ve binaenaleyh erkek olsun kız olsun kadınları, çocukları ve ihtiyarları mirasçı olarak tanımazlarmış. Sa’d’ın kardeşide cahiliye âdeti üzere bütün mallara el koyuyor.

Peygamber efendimiz; Ümmi Kahle’ye “haydi şimdilik git ümit ederim ki Allah bu hususta hükmünü yakında verecektir” buyuruyorlar.

İlk hüküm böyle geldi

Bir müddet sonra Ümmi Kahle yine geldi ve ağladı ve bunun üzerine Sure-i Nisa ayet; 7, 8, 9 ve 10 nazil oldu;

Nisa Suresi ayet, 7: “ Ana – baba ve akrabanın bıraktığı maldan erkeklere bir pay vardır. Kadınlara da, ana – baba ve akrabanın bıraktıklarından az olsun, çok olsun takdir edilmiş bir pay vardır.”

Ayet, 8: “Miras taksiminde (varis olmayan) yakınlar, yetimler ve yoksullar bulunurlarsa (gönüllerini almak için) o maldan kendilerini rızıklandırın. Ve onlara güzel söz söyleyin.

Ayet, 9: “Kendileri arkalarında aciz ve küçük çocuklar bırakmış olsalar, gadre uğrayacaklarından korkanlar, himayelerindeki yetimler hakkında da korksunlar. Hem Allah’dan korunsunlar da doğruyu söylesinler.

Ayet,10: “Yetimlerin mallarını zulüm yolu ile yiyenler, karınlarında ancak ateş yerler ve yakında çılgın bir ateşe gireceklerdir. (Kur’an-ı Kerim ve Izahlı Meali – Ahmed Davudoğlu)

Bu ayeti celileler nazil olunca Peygamber Efendimiz, derhal sakın mallara dokunmasın diye Sad’ın kardeşine haber gönderdi. Ilk defa kadınlarda mirasçı olacağı için Medine çalkalanıyor. Ama hâlâ hisseleri orantıları belli değil.

Hisseler netleşiyor

Bir müddet sonra Hazreti Allah, Cebrail Aleyhisselam vasıtasıyla Peygamberimize Nisa Suresi ayet 11 ve 12’yi inzal buyuruyor. Bu ayetlerin gelişi ile mirasçı olanlardan, evlatların, anne ve babanın, karı – kocanın ve kelaleden (uzak akraba) olan ana bir kardeşlerin payları netleşiyor.

Nisa Suresi ayet,11: “Allah size miras taksimini şöyle emr-u ferman ile vasiyet ediyor: Evlatlarınızdan erkeğe, iki kadın payı vardır. Onlar (çocuklar) hep kadın olup iki ve fazla iseler onlara ölenin terekesinden üçte ikisi (2/3) vardır. Eğer bir tek kız ise o zaman yarısı (1/2) vardır. Ölenin çocuğu var ise anası ile babasından her birine terekeden altıda bir (1/6) vardır. Fakat çocuğu olmayıp yalnız ana – babası mirasçı oluyorsa, anasına üçte bir (1/3) vardır. (Geriye kalan babanın hakkıdır). Ölenin kardeşleri var ise yine annesine altıda bir (1/6) vardır. Bu hükümler ölenin borcundan ve vasiyetinden sonradır.

Babalarınız ve oğullarınız, bilmezsiniz ki size hangisi fayda itibariyle daha yakındır. Bu hisseler, Allah’dan birer farizadır. Allah çok iyi bilen ve hükmedendir.”


Nisa Suresi ayet, 12: “Karılarınızın çocuğu yoksa bıraktıkları malın yarısı (1/2) sizindir. Şayet çocukları varsa bıraktıkları malın dörtte biri (1/4) sizindir. Yaptıkları vasiyetten veya borçtan sonra sizindir.

Eğer sizin çocuğunuz yoksa bıraktığınız malın dörtte biri (1/4) karılarınızındır. Çocuğunuz varsa, yaptığınız vasiyet veya borçtan sonra terekenizden, onlara sekizde bir (1/8) vardır.

Eğer bir erkek veya kadının çocuğu ve babası olmadığı halde kelâle olarak (uzak akraba) mirasına konulur da ana bir erkek kardeşi veya ana bir kız kardeşi bulunursa bu kardeşlerin her birine altıda bir (1/6) vardır. Bu kardeşler birden çok iseler, kız ve erkek üçte bir (1/3) hissede ortak olurlar. Bu, zarar vermek kasdiyle olmaksızın yapılan vasiyyetten veya borçtan sonra gelir. Bütün bunlar, Allah’dan Emru fermandır. Allah çok iyi bilir, halimdir.”
(Kur’an-Kerim ve izahlı Meali – Ahmed Davudoğlu)

Ve ilk miras taksimi yapılıyor

Hisseler netleştikten sonra Hazreti Resul, kızların amcasını çağırdı ona; “Sa’dın iki kızına sülüsan (2/3) üçte ikisini ver. Sa’dın hanımına, kızların anasına sümün (1/8) sekizde bir ver. Kalanda senindir.” buyurdu.

Ve işte bu ayetler mucibince İslam’da ilk taksim bu oranlar üzerinden verildi. Böylece daha önce terekeden hiç pay almayan iki kız çocuğu ve bir hanım 24 hisseden 19 hisse miras almış oldu.

İslam Tarihi’ndeki ilk veraset ilamı, miras taksimi; Uhut’ta şehit olan ensardan Sa’d bin Rebi’nindir;



YAZAR: ALİ ÖNCEL TARİH: ARALIK 2014 İNSAN VE HAYAT DERGİSİ DİN VE HAYAT | http://insanvehayat.com/ilk-miras-taksimi-nasil-yapildi/

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İslam'da Miras Hukuku Kaynak Eser: Teshîlü’l-Ferâiz
« Yanıtla #7 : 28 Haziran 2016, 17:00:44 »


Teshîlü’l-Ferâiz


Mahkeme-i Temyiz azasından ve Mekteb-i Hukuk ve Mekteb-i Mülkiye muallimlerinden Hoca Emin Efendizâde Ali Haydar Efendi ferâiz ilmini bir mukaddime, on beş bâb ve bir hatime ile hulâsa etmiştir. Evvelâ ferâize âit ıstılâhlar beyân edilmiş, ölen kimsenin geride bıraktığı malların vasıfları, verâsetin sebepleri, mânileri, bu malların kime ve nasıl taksim edileceği açıklanmıştır. Bu eser, TeshîlüT-Ferâiz'in tıpkıbasımı ile eser ve müellif hakkında malumatın yer aldığı bir giriş ile okuyucuya sunulmuştur.

Kategori :Hukuk
Yayınevi: Nadir Eserler Kitaplığı
Dil : Osmanlıca
Boyut :14 x 22 x 3 cm   ISBN
Stok : 1000
Sayfa Sayısı :144
Yazar : Haydar Efendi

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Avukat Ali ÖNCEL (Feraiz BİLİRKİŞİSİ) Çamlıca Hukuk Bürosu
« Yanıtla #8 : 28 Haziran 2016, 17:05:47 »