Sâdık dost, arkadaş aramalı, böyle bir dost bulunca da ona gereken hürmeti, saygıyı göstermeli, kıymetini bilmeli, hizmette kusûr etmemelidir...
İnsan, kendisine, dünya ve âhiret zararlarından koruyacak iyi bir arkadaş, dost seçmelidir. Böyle bir dost bulunca da, onun kıymetini bilmeli, edeblerine dikkat etmeli, ona saygılı davranmalıdır. Aybını görmemeli ve hiç kimseye söylememeli, hattâ unutmalıdır! Onunla tartışmamalı, kalbini kırmamalıdır. Ancak herkesle de dost olmamalı, emin olanlarla arkadaş olmalıdır. Emin olanlar, Allahü teâlâdan korkanlardır.
İmâm-ı Muhammed Bâkır hazretleri, oğlu Câfer-i Sâdık hazretlerine hitaben;
“Ey evlâdım! Fasıklarla arkadaşlıktan çok sakın. Böyle insanlar seni bir lokmaya değişebilir. Cimrilerle dost olmaktan da sakın. Zîrâ çok ihtiyâcın olduğu bir zamanda az bir şey vermekten çekinirler. Yalancılarla dost olma, sana dost görünüp konuşur, ayrılınca hâli değişir. Ahmaklarla dostluk, arkadaşlık kurma, onlar, sana iyilik yapıyorum zannederek kötülük yaparlar. Akrabâyı ziyâreti terk edenle de dost olma. Çünkü, Kur’ân-ı kerîmin üç yerinde böyle kimseyi lânetlenmiş gördüm” buyurmuştur.
GAFİL O KİMSEDİR Kİ!..
Süfyân-ı Sevrî hazretleri buyuruyor ki:
“Bir kimsenin, duâ ederken yalnız kendisine duâ edip, ana-babasına ve diğer Müslümanlara duâ etmemesi, Kur’ân-ı kerîm okumayı bildiği halde her gün en azından yüz âyet okumaması, câmiye girdiği halde iki rekat olsun namaz kılmadan çıkması, kabristandan geçtiği halde mevtâlara selâm vermemesi, bir yerde yalnız olarak yaşıyorsa, cumâ günü şehre geldiği halde cumâ namazı kılmaması, bulunduğu beldeye bir âlim geldiği halde, onun ilminden hiç istifâde edememesi, bir kişi ile dost olduğu halde ismini öğrenmeden ayrılması, bir tanıdığı kendisini dâvet ettiği halde dâvetine gitmemesi, gençlik çağı büyük bir fırsat olduğu halde o zamanını boşa geçirmesi, kendisi tok ve komşusunun aç olduğunu bildiği halde, ona bir şeyler vermemesi o kimsenin gafletindendir.”
Yahyâ bin Muâz-ı Râzî hazretleri;
“Senden meydana gelen bir hatâ sebebiyle seni özür dilemeye mecbur eden, berâber olduğunuzda kendisine müdârâ etmen icâbeden ve kendisine, ‘Allahü teâlâya duâ ettiğinde beni de hatırla’ demeye ihtiyaç duyduğun kimse, hakîkî dost olamaz” buyurmuştur.
Bekir bin Abdullah el-Müzenî hazretleri bir talebesine şöyle nasîhat eder:
“Biri ile arkadaş olduğun zaman bâzı hususları yerine getirmen gerekir. Berâber olduğunuzda, şâyet onun ayakkabısının ipi kopar ve o bunları düzeltip bağlayıncaya kadar sen onu beklemezsen, sen arkadaşlık hukukuna riâyet etmemiş olursun. Çünkü sen, bu hâlinle dost olamazsın. Yine, senin arkadaşın bir ihtiyâç için bir yerde oturduğunda, o işini bitirinceye kadar onu beklemezsen, yine hakîkî dost sayılmazsın.
Din kardeşlerinden bir cefâ görürsen, bil ki bu, yaptığın bir hatâdan dolayıdır. Derhal Allahü teâlâya dön ve tövbe et. Ayrıca, bir sevgi görecek olursan, Allahü teâlâya olan tâattan ve Allahü teâlânın beğendiği işleri yapmaktan hâsıl olduğunu bil ve şükret.”
HİZMETTE KUSUR ETMEMELİ...
Netice olarak, sâdık dost, arkadaş aramalı, böyle bir dost bulunca da ona gereken hürmeti, saygıyı göstermeli, kıymetini bilmeli, hizmette kusûr etmemelidir. Çünkü sâdık olan dost, insanı tehlikelerden, korkulardan muhâfaza eder. Gerçi böyle bir arkadaş, böyle bir dost bulmak çok zor ise de, bulunmaz demek değildir. Hâtim-i Esam hazretlerinin, hocası Şakîk-i Belhî hazretlerine arz ettiği gibi:
“İnsanlara baktım, herkes, bir şeyi seçmiş gördüm ve bu sevgililerin çoğu, onlara ölüm yatağına kadar, bazıları öldüğü vakte kadar, bazıları da, mezâra girinceye kadar, arkadaşlık ediyor ve sonra onları yalnız ve zavallı olarak bırakıp ayrılıyorlar, gördüm. Onunla berâber kimse mezâra girmiyor, dert ortağı olmuyor. Bu hâli görünce, düşündüm ve kendime dedim ki, dünyâda öyle bir dost seçmeliyim ki, mezâra benimle gelsin, bana orada arkadaşlık etsin. Aradım, taradım, Allahü teâlâya yapılan ibâdetlerden başka böyle sâdık bir sevgili bulunmadığını gördüm. Dost olarak onları seçtim ve onlara sarıldım...”
Osman Ünlü