Gönderen Konu: Konuşma Adabı *  (Okunma sayısı 12838 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı seval_1985

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 169
KOnuşma Adabı
« Yanıtla #15 : 09 Mayıs 2006, 18:01:30 »

Dil eğip bükmemek

Müminlerin titizlikle kaçındıkları konulardan biri de Kuran'da ifade edildiği şekliyle 'dil eğip bükerek konuşmak'tır. 'Dil eğip bükerek konuşma'nın anlamı, son derece açık ve anlaşılır olan Kuran ayetlerini olduğundan farklı yorumlamaya çalışmaktır. Kuran'ın bir ayetiyle Allah dil eğip bükerek konuşmanın, kalplerinde imandan yana bir kayma olan münafıklara ait bir özellik olduğu şöyle bildirilmektedir:

Sana Kitab'ı indiren O'dur. Ondan, Kitab'ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Al-i İmran Suresi, 7)

Bu kimseler aslında Kuran ayetlerini vicdanen çok iyi anladıkları halde, kendi nefislerinin istekleri doğrultusunda hareket ederek ayetlerin anlamını çarpıtmaya çalışırlar. Özellikle de kendi menfaatleriyle çatıştıkları konularda, Kuran'a uymak yerine, dini kendi hevalarına uydurmak isterler. Bir ayette münafıkların dillerini eğip bükerken aslında yalan söylediklerinin şuurunda oldukları şöyle açıklanmaktadır:

Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini Kitab'a doğru eğip bükerler, siz onu (bu okur göründüklerini) Kitap'tan sanasınız diye. Oysa o Kitap'tan değildir. "Bu Allah Katındandır" derler. Oysa o, Allah Katından değildir. Kendileri de bildikleri halde Allah'a karşı (böyle) yalan söylerler. (Al-i İmran Suresi, 78)

Münafıkların bu üslubu kullanırken düştükleri en önemli hatalardan biri ise anlattıklarıyla müminleri kandırabileceklerini sanmalarıdır. Ayetleri kendi çarpık anlayışlarıyla yorumlayıp bunları Müslümanlara da kabul ettirebileceklerine inanırlar. Oysa Allah Kuran'da insanlar için apaçık ayetler indirmiştir ve müminler de imanlarıyla ayetlerde ifade edilenleri çok açık bir şekilde anlayabilirler. İman edenler münafıkların bir sözü çarpıtırken neyi hedeflediklerini hemen fark ederler. Bu nedenle münafıkların bu üsluplarıyla tek yapabildikleri kendi samimiyetsizliklerini ele vermektir.

Kuran'da münafıkların üslubuna dair pek çok örnek verilmiştir. Hz. Muhammed (sav) beraberindeki müminleri, inkar edenlerin saldırısına karşı koymaya davet ettiği zaman, kalplerinde hastalık bulunan kimseler hemen dillerini eğip bükerek münafıkane mantıklar öne sürmüş, "evimiz açıkta" ve "bu sıcakta çıkılmaz" gibi mazeretler öne sürmüşlerdir.

Kendi akılsızlıklarının şuurunda olmadıkları için bu samimiyetsiz mazeretlerinin makul karşılanacağını sanmışlardır. Oysa şevk ve iman sahibi bir insan için ne sıcak hava ne de evinin şartları Allah'ın elçisinin davetinden daha önemli değildir. Samimi bir mümin ne kadar zor şartlar altında olursa olsun, hiçbir zaman Allah'ın rızasının olduğu bir işten kaçmaya ve bunun için samimiyetsiz bir üslupla dilini eğip bükmeye çalışmaz. Böyle bir üslubun münafıklara ait bir özellik olduğunu bilir. Her zaman mutlaka Kuran'a uygun bir tarzda konuşur. Müminler bir konuda bir söz söylemeden önce, "bu sözümde herhangi bir samimiyetsizlik var mı?" ya da "bu konuşmam Kuran'da anlatılan Müslüman üslubuna uygun mu?", "bu söyleyeceklerimde nefsim adına bir nokta var mı?" gibi düşüncelerle samimiyetini sorgularlar. Eğer vicdanlarına sinmeyen, samimiyetsiz gördükleri tek bir kelime bile varsa bundan hemen Allah'a sığınır ve Kuran ahlakına uygun bir üslupla konuşurlar.

Çevrimdışı seval_1985

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 169
KOnuşma Adabı
« Yanıtla #16 : 09 Mayıs 2006, 18:02:09 »
Akılcı ve mantıklı konuşmak

Müminlerin konuşmalarına hakim olan bir diğer özellik de berrak ve keskin bir aklı yansıtan üsluplarıdır. Toplumda yaygın olarak bilinenin aksine her insan akıllı değildir. Allah bu nimeti Allah'a iman eden kimselere vermektedir. İnsanların çoğu zaman akıl zannettikleri ise, aklın üstünlüğüyle asla kıyaslanamayacak bir yetenek olan zekadır.

Kuran ahlakından uzak olan bazı insanların çok zekice konuşmalar yaptıklarına şahit olabilirsiniz; hızlı bir kavrayış yeteneği, güçlü bir hafıza ya da keskin bir hazırcevaplık bu kişilerin konuşmalarına hakim olabilir. Ancak bu konuşmalarda gerçek aklı yansıtan bir üsluba rastlanamaz. "Doğruyu yanlıştan ayırmayı" sağlayan gerçek aklın ancak Allah korkusu ve imanla oluştuğu Kuran'da şöyle bildirilir:

Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)

İman ve Allah korkusunun kazandırdığı bu akıl müminlerin tüm konuşmalarına hakimdir; herhangi bir söz söylerken, bir karar alırken, bir olayı yorumlarken, bir eksikliği ya da bir ihtiyacı tespit ederken, insanların karakterlerini, kusurlarını ya da güzel yönlerini teşhis ederken konuşmalarında yoğun bir akıl dikkati çeker. Bu akılcı üslup son derece keskin ama bir o kadar da sade ve yalındır; küçük bir çocuktan yaşlı bir insana, kültür düzeyi düşük bir kişiden entelektüel seviyesi yüksek, tahsilli bir insana kadar herkesin rahatlıkla anlayabileceği kadar açık ve anlaşılırdır.

Müminler bu akıl sayesinde, bir konuda kendilerinden çok daha bilgi ve tecrübe sahibi insanların, o konu hakkında fark edemedikleri gerçekleri, önemli noktaları tespit edebilirler. Her yöntemin denendiği ancak çaresinin bulunamadığı pek çok soruna kesin çözümler getirebilirler. Bir insana eksik olduğu yönlerini olabilecek en anlaşılır, en ikna edici ve en sade dille anlatabilirler. Yüzeysel değerlendirmeler yapmaktan kaçınır; bir olayın öncesini ve sonrasını göz önünde bulundurup, olası gelişmeleri hesaplayarak konuşurlar. Bir çok insanın her zaman görmeye alıştığı görüntülerden, daha önce hiç düşünülmemiş hikmetleri çıkarabilirler. Bunları, hayrete düşürecek ve samimi etki yaratacak şekilde ifade edebilirler.

Konuşmaları sıradan ve alışılagelmiş tarzda değildir. Mantık akışları, öne sürdükleri deliller, verdikleri örnekler karşı tarafın reddemeyeceği kadar keskin ve gerçekçidir. Aynı konuyu her defasında farklı bir üslupla, farklı cümle kuruluşları, farklı kelimeler ve farklı benzetmelerle, monotonluğu ortadan kaldıracak şekilde dile getirebilirler. Anlaşılamayan bir konuyu her seferinde farklı bir yaklaşımla anlatarak karşı tarafın konuya olan alışkanlığını kırmayı başarabilirler. Bunların yanı sıra gördükleri bir güzelliği olabilecek en çarpıcı, en etkileyici ve değerini en iyi yansıtacak şekilde dile getirebilirler. Bir kimseye olan sevgilerini ya da saygılarını olabilecek en güzel şekilde ifade edebilirler. Bunları yapabilmek için kendilerini özel kalıplara sokmaları, özel bir gayret sarf etmeleri gerekmez; tüm samimiyetleri ile Allah'a teslim olur ve aklı Allah'tan isterler. Allah bu samimi teslimiyetlerine karşılık iman edenlere akıl ilham ederek onlara en doğru yolu gösterir ve hikmetli konuşmalar yaptırır.

Çevrimdışı seval_1985

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 169
KOnuşma Adabı
« Yanıtla #17 : 09 Mayıs 2006, 18:03:06 »
Doğru konuşmak

Müminlerin, konuşmalarına hakim olan özelliklerden biri de, hangi şartlar altında olurlarsa olsunlar, doğru söz söylemeleridir. Kuran'da sırf insanlardan çekindiği için kişinin doğruyu söylemekten kaçınmasının yanlış bir tavır olduğu bildirilmiştir. Bu nedenle müminler her zaman vicdanlarının sesini dinleyerek konuşurlar. Her zaman en güzel, en gönül alıcı sözü söylerler ama yine de bir insanı kırmamak, kızdırmamak ya da gönlünü almak adına doğru konuşmaktan taviz vermezler. Kendilerinin ya da dostlarının aleyhine bir durum oluşturur endişesiyle gerçekleri gizlemezler. Kendileri veya yakınları adına bir çıkar elde etmek için yalan konuşmazlar. Çünkü Allah "Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve sözü doğru söyleyin." (Ahzab Suresi, 70) ve "…yalan söz söylemekten de kaçının." (Hac Suresi, 30) ayetleriyle insanlara doğru konuşmalarını emretmektedir.

Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda ise yalan söylendiğine sıkça rastlanır. Kimi insanlar yalan söylemenin zararsız bir davranış olduğuna inanırlar. Kimileri bazı yalanların meşru bazılarının da yanlış olduğunu savunur. İnsanları maddi ya da manevi anlamda büyük kayıplara uğratmayacak küçük yalanların hayatın bir gerekliliği olduğunu düşünürler. "Yalan söylüyorum ama kimseye bir zararım dokunmuyor" ya da "yalan söyleyerek insanlara iyilik yapıyorum" gibi mantıklar öne sürerek vicdanlarını rahatlatmaya çalışırlar. Bu inançları doğrultusunda gün boyunca onlarca yalan söyler ve bunların yalandan sayılmayacağını iddia ederler. Örneğin telefonla işyerlerini arayan birine "çok meşgulüm şu an seninle ilgilenemeyeceğim" derler ama aslında o anda hiç işleri yoktur. Ya da işyerindeki bir dosyayı kaybeder ama kendilerine sorulduğunda "bilmiyorum" derler ya da bir başkasının adını vererek suçu o kişiye yüklerler. Patronlarıyla karşılaştıklarında tam tersini düşündükleri halde "fikirleriniz çok isabetli oluyor" ya da "şu işi çok iyi yaptınız" gibi sözler söylerler ama aslında ikiyüzlü bir tavır içerisindedirler. Borç isteyen bir arkadaşlarına "şu an çok sıkıntıdayım, hiç param yok" diye cevap verirler ama aslında yeteri kadar paraları vardır. Bir yakınları kendilerinden yardım talep ettiğinde bir bahane bulur ve "çok hastayım gelemeyeceğim" derler ama aslında hasta değillerdir. Bu örnekleri sayfalarca çoğaltmak mümkündür. Çünkü bu ahlakı yaşayan insanlar yalanı bir hayat şekli haline getirmişlerdir.

Müminler ise Allah'ın her an her yerde kendilerini gördüğünü, her söyledikleri sözü duyduğunu ve hesap gününde söyledikleri sözlerden kendilerini hesaba çekeceğini bilerek konuşurlar. Allah'tan korktukları için yalan konuşmaktan, sözlerini bir parça bile olsa saptırmaktan, bile bile doğru bir bilgiyi gizlemekten, iftira etmekten, dedikodu yapmaktan ve her türlü kötü sözden sakınırlar. Allah'ın razı olmayacağını düşündükleri bir söz söylemekten Allah'a sığınır, her zaman her yerde dürüst bir üslupla konuşurlar.

"Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Hiç şüphesiz o zalimler kurtuluşa eremezler." (Enam Suresi, 21) ayetiyle bildirildiği gibi, yalan söyleyerek iftira etmenin ahirette insanı kayba uğratacağının şuurundadırlar. Peygamberlerin de yaşadıkları toplumlarda doğru sözlülükleriyle tanındıkları, çevrelerindeki insanların onlara hitap şekillerinden anlaşılmaktadır. Kuran'da, atılan bir iftira nedeniyle haksız yere zindanda bulunan Hz. Yusuf'u görmeye gelen bir kişinin ona "…Yusuf, ey doğru (sözlü insan)..." (Yusuf Suresi, 46) şeklinde hitap ettiği bildirilmektedir.

Müminlerin doğru sözlülükleri pek çok konuda ortaya çıkar; hiçbir zaman yalan yere yemin etmezler. Allah bir ayetinde "Onlar, yeminlerini bir siper edinip Allah'ın yolundan alıkoydular. Doğrusu ne kötü şey yapıyorlar." (Münafikun Suresi, 2) sözleriyle inananlara böyle bir ahlak göstermekten sakınmalarını hatırlatmaktadır. Oysa yemin etmek Kuran ahlakından uzak olan insanların birbirlerini yalan yere ikna edebilmek ve doğru söylediklerine kanaat getirtebilmek için en sık başvurdukları yöntemlerden biridir. Bu kişiler birbirlerinin Allah'tan korkmadıklarını açıkça gördükleri ve yeminlerini insanları kandırma aracı olarak kullandıklarını bildikleri halde yine de birbirlerinin sözlerine itimad ederler.

Başka ayetlerde ise Allah yine doğru konuşmayla ilgili olarak, "Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah Katında bir gazab (konusu olması) bakımından büyüdü (büyük bir suç teşkil etti)." (Saf Suresi, 2-3) sözleriyle insanın yapmayacağı şeyi söylemesinin doğru bir davranış olmadığını hatırlatmıştır. Bu nedenle müminler yapmayacakları şeyleri söylemekten kaçınırlar. Bunun Allah Katında kendilerine büyük bir sorumluluk yükleyebileceğinin farkındadırlar. Kuran ahlakından uzak yaşayan insanlar arasında ise bu çok yaygın bir davranıştır. Bu gibi insanlar kimi zaman haksız bir menfaat elde edebilmek, kimi zaman çevrelerindeki kişileri istedikleri gibi yönlendirebilmek kimi zaman da kendi açıklarını örtebilmek amacıyla bu yola başvurabilmektedirler. Müminler ise bir konuda bir söz verdikleri zaman sözlerini bozmazlar. Sözlerinde durmadıkları takdirde sadece karşılarındaki insanlara değil aynı zamanda Allah'a karşı hata işlemiş olacaklarını bilirler. Allah korkuları nedeniyle en zor şartlar altında bile verdikleri sözlere sadık kalmaya çalışırlar. Kuran'da inananların bu özelliklerine "Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar." (Rad Suresi, 20) ayetiyle dikkat çekilmektedir.

Müminlerin doğru sözlülüklerini gösteren bir başka özellikleri ise her zaman için 'şahitliklerinde dürüst davranmaları'dır. Kuran'da müminlerin bu özelliği şöyle ifade edilir:

Ki onlar, yalan şahidlikte bulunmayanlar. (Furkan Suresi, 72)

Şahidliklerinde dosdoğru davrananlardır. (Mearic Suresi, 33)

İnananlar kendilerini ya da yakınlarını zarara uğratacak bile olsa, bildiklerini, gördüklerini ya da duyduklarını sakınmadan ortaya koyarlar. Çünkü Allah'ın "Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır." (Nisa Suresi, 135) ayetiyle iman edenlere adil şahitler olarak hakkı ayakta tutmalarını emrettiğini bilirler.

Peygamber Efendimizin bu konuda iman edenlere olan "Halktan korkup hakkı söylemekten kaçınmayın, bildiğiniz ve gördügünüz hakkı söyleyin." (Kütüb-i Sitte, 1. cilt, Sf. 89) şeklindeki tavsiyesini bilerek hiçbir zaman suçlu ya da hatalı kişileri korumaz, her zaman dürüstlüğün gereğini yaparlar. Tasvip etmedikleri insanlar hakkında bile her zaman tarafsızca sözün doğrusunu söyler, bu kişiler hakkında da en adil şekilde şahitlik yaparlar. "Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır." (Maide Suresi,  ayetiyle bildirildiği gibi, Allah'tan korkup sakınırlar.

Müminlerin bu doğru sözlülükleri onların insanları gerçek olana çağırmalarıyla da ortaya çıkar. Kuran ahlakını benimsememiş olan insanlar ise, hakkında hiçbir geçerli delile sahip olmadıkları halde konuşmalarıyla birbirlerini Allah'ın ve ahiretin varlığından şüpheye düşürerek saptırmaya çalışırlar. Kuran'da bu insanların hiçbir bilgiye dayanmadan yaptıkları bu konuşmalara şöyle dikkat çekilir:

İnsanlardan kimi, Allah hakkında bilgisi olmaksızın tartışır durur ve her azgın-kaypak şeytanın peşine düşer. (Hac Suresi, 3)

Bu kimseler birbirlerini dünya hayatına kapılmaya, Allah'tan korkup sakınmamaya, cahiliye ahlakını yaşamaya teşvik eder ve ahireti unutturmaya çalışırlar. Bunun en sık rastlanan örneklerinden biri, insanların, birbirlerini doğru olmadığını bildikleri davranışlara teşvik ederken öne sürdükleri "günahını ben yüklenirim" mantığıdır. Bu mantığı kullanarak sözgelimi dolandırıcılıkla, hırsızlıkla para kazanmayı uman bir kimse arkadaşını kendisine yardım etmeye ikna edebilir. Oysa Allah "…Hiçbir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz, böylece yaptıklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı bilendir." (Zümer Suresi, 7) ayetiyle böyle bir şeyin Allah Katında kesinlikle mümkün olmadığını açıklamaktadır. Dolayısıyla bu mantıkla insanlara yaklaşan kimseler yalan söylemektedirler.

İnanan bir kimse ise çevresindeki insanları her zaman gerçek ve doğru olana çağırır. Allah'ın gücünü, ahiretin kesin bir gerçek olduğunu ve hesap gününün yakınlığını hatırlatır ve onları Allah'tan korkup sakınmaya çağırır. Kuran'da elçilerin de gönderildikleri topluluklarda hep doğru sözlü olmalarıyla, dürüst ve güvenilir bir üslupla konuşmalarıyla tanındıklarına dikkat çekilir. Onların bu dürüstlüklerine ve doğru sözlülüklerine rağmen anlattıkları gerçeklere inanmayıp yüz çeviren kimseler ise, ahirette gerçeğin kendisiyle bizzat karşılaştıklarında pişmanlıkla "demek ki elçiler doğru söylemiş" diyerek bu gerçeği ağızlarıyla ikrar edeceklerdir:

Sur'a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde) süzülüp-giderler. Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş". (Yasin Suresi, 51-52)

Çevrimdışı seval_1985

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 169
KOnuşma Adabı
« Yanıtla #18 : 09 Mayıs 2006, 18:05:32 »
MÜSLÜMANCA KONUŞMANIN ÖNEMİ

İnsanları tanımada en önemli rolü oynayan konulardan biri kişilerin konuşmalarıdır. Hayata bakış açısı, inançlar, fikir ve düşünceler sözlerle ifade edilir. İnsan kalbinde hissettiklerini, zihninde sakladığı düşüncelerini, isteklerini, ideallerini ya da korkularını, ister istemez konuşmalarına yansıtır. Dolayısıyla bir insanın ruh halinin dengeli olup olmadığı, nasıl bir akla ve vicdana sahip olduğu sarf ettiği sözlerden büyük ölçüde açığa çıkar. Dürüst, samimi, güvenilir ve doğru sözlü mü, yoksa sahtekar, kötü niyetli ve yalan söylemeye müsait bir kimse mi olduğu da konuşmalardan anlaşılır.

Konuşma üslubunun insanları tanıtıcı bir yönü olduğu halk arasında da bilinen bir gerçektir. Birçok konuda, bir kişi hakkında karar verilirken öncelikle o kişinin konuşmalarından edinilen vicdani kanaat esas alınır. Bunun bir örneğini, iş görüşmelerinde yapılan mülakatlarda görürüz. İşverenler, işe başvuranların yazılı olarak verdikleri bilgileri yeterli bulmadıklarından, bu kişilerle birkaç kez yüz yüze görüşüp, farklı konular hakkında onlardan sözlü olarak bilgi alırlar. Bu konuşmaların sonucunda ilgili kişinin karakterine dair bir izlenim edinirler.

Konuşmanın, insanların karakterlerini ortaya koyan önemli özelliklerden biri olduğu, her konuda insanlara en doğru bilgiyi veren Kuran ile bizlere bildirilmiştir. Allah, "Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir." (Muhammed Suresi, 30) ayetiyle, konuşma üslubunun, samimiyetsiz kimseleri tanıtan önemli bir özellik olduğunu belirtmiştir. Konuşma, kötü huylu, art niyetli veya ikiyüzlü insanları deşifre ettiği gibi, güzel ahlaklı, iyi huylu, inançlı insanların tanınmasında da önemli bir ölçüdür. Kalbinde halis imanı yaşayan bir insan doğal olarak, sadece müminlere has olan bir üslupla, yani 'Müslümanca' konuşur. 'Müslümanca konuşmak' insanın samimiyetini, Allah'a olan sevgisini, bağlılığını, saygı dolu korkusunu ortaya koyan önemli mümin alametlerindendir. Dolayısıyla bu üslup farklılığı inananlarla inkar edenleri birbirlerinden ayıran en temel özelliklerden biridir.

Allah, samimiyetlerine karşılık müminlere en güzel, en doğru ve en hikmetli konuşmaları yaptırır. Bu gerçeği bilen bir mümin bu konuda son derece teslimiyetli ve rahattır. İmanı tam olarak yaşamayan kimseler ise, kalplerinde gizledikleri kötülüğün konuşmalarıyla birlikte açığa çıkmasından tedirgin olurlar. Ancak ne kadar ihtimam gösterirlerse göstersinler, konuşmalarının kendilerini ele vermesine engel olamazlar. Çünkü Müslümanca konuşmak teknik bir çalışma ya da dikkat sonucunda değil, ancak samimi iman ile kazanılan bir özelliktir. Bu, Allah'ın bir kanunu ve müminlere sağladığı bir kolaylıktır.

Müslümanca konuşmanın inananlar için bir başka önemi ise şudur; Allah müminleri, yaşadıkları hak dini ve güzel ahlakı başkalarına da anlatmakla sorumlu kılmıştır. Bu nedenle insanlara Allah'ın varlığını, birliğini ve yüceliğini anlatarak, onları Kuran ahlakına çağırmakla görevli olan müminler için konuşma büyük bir ibadettir. Dini yaşayan ve Allah'ın büyüklüğünü kavrayan kimselerin, din ahlakından uzak yaşayan bilgisiz insanlara hissettiklerini ve düşündüklerini samimi bir şekilde ifade edebilmeleri, birçok insanın İslam'a ısınmasına ve kalbinin Allah korkusuyla dolmasına vesile olabilir. Bu ise Allah Katında çok hayırlı olduğu umulan bir ameldir. Bu nedenle iman edenler Allah'tan her zaman akıl, hikmet ve hayır dolu konuşmalar yapabilmeyi isterler. Konuşmalarında Allah'ı zikreder, insanlara sözün en güzelini söyler, onlara din ahlakını tebliğ eder, iyiliği emreder kötülükten men ederler. Dolayısıyla konuşmak müminler için hayatlarının sonuna kadar ecir kazanabilecekleri bir ibadete dönüşür.

"Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?" (Fussilet Suresi, 33) ayetiyle bildirildiği gibi, dünyada en güzel sözle konuşan insan, Kuran'da öğütlenen ahlakı yaşamaya çağıran yani 'Müslümanca konuşan' kimsedir. Müminler Allah'ın razı olacağını umdukları bu konuşma üslubunu kullanarak O'nun rahmetine ve cennetine kavuşabilmeyi umut ederler. Bu nedenle samimi kalple Rabbimiz'e yönelen her mümin, bu bilgiler ışığında düşünerek Müslümanca konuşmanın tüm gereklerini en güzel şekilde hayata geçirmeli ve ömrünün sonuna kadar bu konuda kararlılık göstermelidir.

Çevrimdışı seval_1985

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 169
KOnuşma Adabı
« Yanıtla #19 : 09 Mayıs 2006, 18:07:32 »
SONUÇ

Bu kitabın amacı 'Müslümanca konuşma'nın tanımını yapmak ve insanlara hayatlarının her anında bu şuur ile konuşmalarını hatırlatmaktır. Ama bunun da ötesinde asıl amaç zorlu bir güne karşı 'dikkatli davranmaları ve konuştukları her sözü ahiretteki karşılığını düşünerek dikkatle söylemeleri için onları uyarmak'tır. Çünkü Allah, Kuran'da insanları Rabbimiz'e kavuşmaktan yana kuşkuya kapılmamaları ve Allah'ın her yeri sarıp kuşatmış olduğunu unutmamaları için 'dikkatli davranmaya' (Fussilet Suresi, 54) çağırmaktadır.

İnsan bu Kuran'a uygun dikkati elden bırakacak olursa, şeytan bu durumdan istifade etmeye, Allah'ın zikrini unutturarak kişiyi hüsrana sürüklemeye kalkışır. İşte bu nedenledir ki Allah "Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir." (Mücadele Suresi, 19) ayetiyle insanın, şeytanın bu çabasına karşı açık bir şuur ve dikkat içerisinde olması gerektiğini hatırlatmaktadır.

İnsan, Allah'ın kendisine vermiş olduğu konuşma yeteneğini dilerse imani bir dikkatle, dilerse de şeytani bir gaflet ile kullanabilir. Allah'ın zikrini unutup gaflete dalanlardan olursa, dünya hayatında onca yıl sarf ettiği sözlerin ahirette kendisine azap vesilesi olmaktan başka hiçbir faydası dokunmayacaktır. Ne zaman, nerede ve kime söylediğini bile hatırlamadığı sözlerin Allah Katında saklandığını ve birer birer önüne döküldüğünü görecektir:

(Önlerine) Kitap konulmuştur; artık suçlu-günahkarların, onda olanlardan dolayı dehşetle-korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: "Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp herşeyi sayıp-döküyor?" Yapıp-ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez. (Kehf Suresi, 49)

Dünyadayken ahirete kavuşmaktan kuşku duyanlar, o gün söyledikleri sözleri tevil etmeye, gizlemeye, değiştirmeye çalışacaklarsa da bunun bir faydası olmayacaktır. Allah bu sefer derilerine, işitme ve görme duyularına emir verecek ve onlara dünya hayatında söyledikleri her sözü itiraf ettirecektir:

Kendi derilerine dediler ki: "Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?" Dediler ki: "Herşeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O'na döndürülüyorsunuz."

Siz, işitme, görme (duyularınız) ve derileriniz aleyhinize şahitlik eder diye sakınmıyordunuz. Aksine, yaptıklarınızın birçoğunu Allah'ın bilmeyeceğini sanıyordunuz. (Fussilet Suresi, 21-22)

O zorlu azabı gördükleri gün yine konuşabilecek ama artık pişmanlıktan başka bir şey ifade edemeyeceklerdir:

Ve derler ki: "Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık." Böylece kendi günahlarını itiraf ettiler… (Mülk Suresi, 10-11)

Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimiz'in ayetlerini yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık." (En'am Suresi, 27)

Dünya hayatında Allah'a iman etmeleri ve O'nun ismini anıp yüceltmeleri için bu kimselere yıllar yılı fırsat verilmiş, ama onlar hep inkarı ve isyanı konuşmuşlardır. Defalarca uyarılmış, defalarca hayırlı söz konuşmaya davet edilmiş ama onlar bile bile yüz çevirmişlerdir. O gün artık isteseler de bu imkana sahip olamayacaklardır. Allah'ın rızasını kazanabilecekleri hayırdan yana tek bir söz bile söyleyemeyecek hale geleceklerdir. Allah o gün onlara artık konuşabilecekleri nutku vermeyecektir:

Zulmetmelerine karşılık, söz, kendi aleyhlerine gelmiş bulunmaktadır, artık konuşmazlar. (Neml Suresi, 85)

O gün, yalanlayanların vay haline. Bu, onların konuşamayacakları bir gündür. Ve onlara özür beyan etmeleri için izin verilmez. O gün, yalanlayanların vay haline. (Mürselat Suresi, 34-37)

Şeytana uyup Allah'ın zikrini unutan bu insanlar azapla karşılık görürlerken, imani bir dikkatle konuşan, her söz ve tavrında Allah'ın rızasını kazanmayı hedefleyen Müslümanlar ise ebedi kalacakları cennetlere yerleştirileceklerdir. Onlar ahirette hesap vereceklerini bilerek, hayatları boyunca amel defterlerine hep 'güzel söz' yazılmasını sağlamışlardır.

Güzel söz ise "...Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler..." (İbrahim Suresi, 24-25) ayetleriyle bildirildiği gibi, durmaksızın yemişini vererek insanı nimete kavuşturan bir ağaç gibidir; Allah Katında mutlaka en güzel mükafatlarla karşılık bulur.

Müslümanca konuşanlarla gaflet içindeki insanların üslupları arasında ahirette alacakları karşılık bakımından büyük farklılıklar vardır. Kitabın başından bu yana anlatılanlarla amaçlanan da, konuşmanın insanın sonsuz hayatını ne denli etkileyecek bir konu olduğunu hatırlatmak ve insanları bu konuda dikkatli davranmaya çağırmaktır.

Allah Müslümanca konuşmanın, sözlerin en güzeli ve en makbulü olduğunu Kuran'da şöyle haber vermektedir:

Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?" (Fussilet Suresi, 33)

Çevrimdışı frgg72

  • okur
  • *
  • İleti: 53
KOnuşma Adabı
« Yanıtla #20 : 11 Mayıs 2006, 17:42:55 »
eline saglik
Çaresizseniz; çare , sizsiniz...

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
KOnuşma Adabı
« Yanıtla #21 : 12 Mayıs 2006, 00:25:11 »
tesekkür ellerine dillerine saglik.kardes.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Ynt: Konuşma Adabı *
« Yanıtla #22 : 28 Kasım 2010, 07:05:53 »
Teşekkürler.
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim