Gönderen Konu: Yolculuk Edepleri  (Okunma sayısı 12491 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı mazlum

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 861
  • Allah'a giden tüm yollar.Kalp lerden gecer.
Ynt: Yolculuk Edepleri
« Yanıtla #15 : 04 Temmuz 2011, 22:37:22 »

Mücteba'yaTşk ler .Emeginize sağlık .

Yolculuğun Başlangıcından Sonuna Kadar Gereken Âdâb, Yolculuğa Niyet ve Niyetin Faydaları

1. Yolculuğun Faydaları, Fazileti ve Niyeti

Yolculuk bir nevi hareket ve halka karışmaktır. Seferde faydalar vardır. Aynı zamanda seferin Sohbet ve Uzlet bölümlerinde zikrettiğimiz gibi birtakım âfetleri de vardır. İnsanı sefere çıkmaya zorlayan şeyler, ya birşeyden kaçmak veya birşeyi aramaktan kaynaklanır. Çünkü yolcu bir kimse, ya kendisini ürkütücü bir durumla karşı karşıyadır. Eğer o durum olmasaydı sefere çıkmazdı veya bir maksat ve matlubu vardır. Kendisinden kaçtığı şey ise, ya felâketli bir şeydir; vebâ hastalığı, fitne veyahut husumet veya kıtlık olması gibi... Bu felâket de ya zikrettiğimiz gibi dünyevî bir felaketle karşı karşıya kalıp o memleketten kaçması veya seferi gerektiren şeyin dine zarar verici bir iş olmasıdır. Memleketinde mertebe, mal, kendisini Allah'a vermekten alıkoyan sebeplerin çokluğuyla başa çıkamayan bir kimse gibi... Böyle bir kimse gurbete çıkmayı, nâmını, nişânını kaybetmeyi tercih eder, genişlikten ve mertebeden kaçar ve zorla bir bid'ata çağrılan veyahut da yapması helâl olmayan bir işte idareci olmaya zorlanan bir kimse gibi, çağrıldığı vazifeden kaçmak ister.

Seferden beklenen şeye gelince, bu da ya dünyevî olur mal ve mertebe gibi veya dinî olur. Dinî matlub da ilim veya ameldir. İlim de dinî ilimlerden olur veya tecrübe yoluyla sıfatlarının ve nefsinin ahlâkıyla ilgili ilim olur veya yerin (Allah'ın kuvvet ve kudretine delâlet eden) acaibliklerinin ilmi olur. Yeryüzünde sefere çıkan Zülkarneyn'in seferi gibi... Amel ise, ya ibadet veya ziyarettir. İbadet ise, hac, umre, cihaddır. Ziyaret de, bu saydığımız ibadetler gibi Allah'a yaklaştırcı bir harekettir. Bazen ziyaret ile, Mekke, Medine, Kudüs'ün sınırları gibi bir mekân kastedilir. Çünkü sınırları beklemek de Allah'a yaklaştırıcı bir harekettir. Bazen deevliya ve ulema ziyaret etmek kastedilir. Bu velî ve âlimler ya ölü olurlar ki onların mezarları ziyaret edilir veya diridirler ki onların görülmesiyle insan bereketlenir onların hallerine bakmaktan insan istifade eder. Onlara uymak hususunda teşvik ve tergibin kuvvetine sahip olur. İşte bu saydıklarımız seferlerin çeşitleridir. Bu taksimden birkaç kısım meydana çıkar.

1. İlim İçin Yolculuk Yapmak

Bu tür yolculuk, ya farzdır veya sünnettir. Bu durum, ilmin farz veya sünnet olmasına bağlı bir durumdur. Bu ilim ise ya dinî işlerin ilmi veya kişinin nefsine ait ahlâkının ilmidir veyahut Allah Teâlâ'nın arzındaki kuvvet ve kudretine delâlet eden ayetlerin ilmidir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Evinden, ilim talep etmek için çıkan kimse geri dönünceye kadar Allah yolundadır.1

Kim bir yola sülûk edip o yolda ilim arıyorsa Allah Teâlâ cennete götürücü bir yolu ona müyesser eder.2

Said b. Müseyyeb, bir hadîsi öğrenmek için birkaç günlük sefere çıkıyordu. Şa'bî der ki: 'Eğer bir kişi, Şam'dan Yemen'in en uzak yerine kadar, kendisini hidâyete erdiren veya herhangi bir felâketten alıkoyan bir kelimeyi öğrenmek için yol yürürse, bu kimsenin seferi boşa gitmiş sayılmaz'.3

Cabir b. Abdullah Medine'den on sahabîyle beraber bir aylık yolculuktan sonra kendilerine Abdullah b. Enes el Ensarî'den rivayet edilen bir hadîs için kalkıp Mısır'a gitmiştir. Abdullah, bu hadîsi Hz. Peygamber'den rivayet ediyordu. Bu zevat, işitmedikleri
bu hadîsi Abdullah'tan işitmek için kalkıp tâ Mısır'a gittiler. Kitab'ulİlim'de anılan ve sahabe zamanından günümüze kadar ilim öğrenip âlimlik payesine erişen herkes, ancak yolculuk etmek sûretiyle ilim öğrenmişler ve ilim için seferler düzenlemişlerdir.
Kişinin nefsine ve ahlâkına ait ilme gelince, bu da önemlidir.
Zira ahiret yolu ancak ahlâkın güzelleştirilmesiyle gidilen bir yoldur. İç âlemin sırlarına ve sıfatlarının kötülüklerine muttali ol-mayan bir kimse, kalbini bu kötülüklerden temizlemeye muktedir olamaz. Kişilerin ahlâkını ortaya çıkaran ancak yolculuktur. Allah Teâlâ göklerde ve yerde gizli kalan şeyleri yolculuk sayesinde açığa çıkarır. Ahlâkı açık bir şekilde gösterdiğinden dolayı, yolculuğa açıklık mânâsına gelen 'sefer' ismi verilmiştir. Bu sırra binaendir ki, Hz. Ömer (r.a), nezdinde şahitlik yapan bir zâta şu suali sorar:
- Şahitlik ettiğin kimsenin, iyi ahlâklı olduğuna delâlet eden bir
seferde onunla arkadaşlık ettin mi?
- Hayır!
- O halde senin onu tanıdığını sanmıyorum.
Bişr şöyle derdi: 'Ey kurralar (âlimler) kitlesi! Yeryüzünde seyahat ediniz ki hâliniz hoş olsun! Çünkü su, aktıkça berraklaşır. Bir yerde kaldıkça bozulur'. Kısacası nefis, vatanda sebeplerin zayıflığıyla beraber oldukça sıfatlarının kötülükleri açığa çıkmaz. Çünkü tabiatına uygun olan belli şeylere yakınlık duymaktadır. Ne zaman seferin meşakkatini yüklenirse, mûtad alışkanlıklarından uzaklaştırılırsa, gurbetin zorluklarıyla imtihan edilirse, o zaman tehlikeler başgösterir. Ayıplarına muttali olur. Dolayısıyla o ayıplarını tedavi etmekle meşgul olma imkânı hâsıl olur. Biz Uzlet kitabında, halk ile oturup-kalkmanın faydalarını zikrettik. Sefere çıkmak da bir nevî halkın arasına karışmaktır. Hem de meşguliyet ve zorlukları yüklenmekle beraber ihtilâttır.
Allah'ın yoktan varettiği arzında bulunan ayetlerine gelince, onları görmekte basiret sahibi için birçok faydalar vardır. Orada komşu kıtalar vardır. Dağlar, sahralar, denizler, hayvan çeşitleri, bitkiler mevcuttur. Hiçbir şey yoktur ki, Allah Teâlâ'nın birliğine şahitlik etmesin. Keskin bir dil ile Allah'ı tesbih etmesin. Öyle bir dil ki, ancak kalben hazır olduğu zaman kulağını kabartan bir kimse onu duyabilir. Münkirler, gafiller, dünya ziynetinde olan serabın kıvrak dalgalarına aldanan kimseler ise, onlar ne görürler, ne de duyarlar. Çünkü onlar dinlemekten uzak, yaratıcılarının ayetlerinden de mahcub ve gafildirler, 'Onlar, sadece şu yakın ha-yatın dış yüzünü bilirler. Ahiretten ise hep habersizdirler'(Rum/7)

Kulaktan, zâhir kulağı kasdetmiyorum. Çünkü benim bu sözümle kastettiklerim, zâhir kulaktan mahrum değildirler. Kulaktan, bâtın kulağı kastediyorum. Zira zâhir kulakla ancak sesler işitilir. Hayvanlar da bu özellikte insanlara ortaktırlar.
Bâtın kulağına gelince, onunla dilin konuşmasının ötesinde bulunan hal konuşması idrâk edilir. Bu tıpkı kazık ile duvarın konuşmasını hikâye eden kimsenin sözüne benzer. Duvar kazığa 'Neden beni yardın?' diye sorar. Kazık 'Bunu benden sorma! Beni döven, arkamı bırakmayan ve arkamda bulunan taştan sor!'

Göklerde ve yerde hiçbir zerre yoktur ki, Allah'ın vahdaniyetine dair onun birkaç çeşit şahitliği olmasın. O şahitlikler kendisi için tevhiddir ve şanını takdis etmekte de birkaç çeşit şahitlikleri vardır, onlar da onun için tesbihtir. Fakat bu zerrelerin tesbihlerini (gafiller) bir türlü anlayamazlar. Çünkü onlar zâhirî kulağın daracık sahasından, bâtınî kulağın geniş sahasına bir türlü geçemezler. Kâl dilinin kekemeliğinden, hâl dilinin fesâhatına geçemezler. Eğer herkes böyle bir seyre muktedir olsaydı o zaman Hz. Süleyman'ın kuş dilini anlaması, kendisi için bir özellik olmazdı. Hz. Musa, harfler ve seslerin benzerliğinden takdis edilmesi farz olan Allah kelâmını dinleme özelliğine sahip olamazdı.

Bir kimse bu şahitlikleri ilâhî satırlardan ve sayfalara nakşedilen yazılı satırlardan tedkik etmek için yolculuğa çıkarsa, onun beden ile olan seferi pek uzamaz yerinde durur. Onun kalbi zerrelerin tesbih nağmelerini dinlemekle mütehassıs olmak için boşalır. Onun artık çölde ve sahralarda gezmeye ne ihtiyacı vardır? O, göklerin melekûtunda gezmekten de müstağnidir. Güneş, ay, yıldızlar onun emrindedirler. Bu söylediklerimizin basiret sahiple-rine görünmesi için ayda veya senede birkaç defa yolculuk düzenlerler. Belki bunlar vakitlerin akmasıyla daimî bir harekettedirler. Bu bakımdan Kâbe'yi ziyaret etmesi gereken bir kimsenin teker te-ker mescidleri ziyaret etmek için gezmesi acaiptir. Göklerin ziya-retiyle görevlendirilen bir kimsenin yeryüzünü gezmesi ne acaiptir!

Bu hakikatlerden sonra (bil ki) yolcu, mülk ve şehadet âlemini zâhiri gözle görmeye muhtaç olduğu müddetçe, o yolcu Allah'a doğru giden yolcuların konaklarından daha birinci konakta bulu-nuyor demektir. Allah'ın manevî huzuruna varmak isteyen yolcu-ların ilk noktasındadır. Sanki böyle bir kimse, vatan kapısında kalakalmıştır. Yolculuk bir türlü onu geniş sahraya çıkaramaz. Oysa bu konakta uzun müddet durmak için korku ve kusurdan başka hiçbir sebep yoktur. Bu sırra binaen kalp erbabından biri şöyle demiştir: 'Halk diyor ki, gözlerinizi açınız ki görmüş olasınız!' Ben de derim ki: 'Siz gözlerinizi kapatınız ki görmüş olasınız'. Bu iki söz de haktır. Ancak birinci söz, vatana yakın bulunan ilk konak-tan haber vermektir. İkinci söz vatandan uzak bulunan ve ilk ko-naktan sonra gelen ve ancak nefsim tehlikelere atıp orayı geçen, bazen de senelerce hayret sahasında şaşıp kalan kimsenin halinden haber vermektir.

Böyle bir kimsenin bazı zaman tevfîki ilâhî elinden tutar, kendisini dosdoğru yola irşad eder. Fakat hayretinin içinde helâk olup gidenler, bu yolun yolcularının ekseriyetini teşkil etmektedirler! Lâkin tevfîki ilâhînin nûruyla seyahat edenler, hem nimete ve hem de daimî mülke sahip olmuşlardır. Allah Teâlâ'nın kaderi ezelîsinde onlar için güzellik yazılmıştır. Bu mülkü dünya mülküyle mukayese et. Çünkü halkın çokluğuna rağmen onun talep edicileri pek azdır. Matlub büyüdükçe, yardım edeni ve isteyeni azalır. Sonra bu yolda helâk olan, elde edenden pek fazladır. Aciz ve korkak bir kimse büyük tehlike ve uzun yorgunluk olduğu için mülkün talebine bir türlü cesaret edemez. Nefisler büyük olduğu zaman, onların murad ve hedefinde bedenler yorulur.

Allah Teâlâ, din ve dünyada, izzet ve mülkü ancak tehlike sahasında bırakmıştır. Bazen de korkak kimse, korkaklıkla, kusurluluğa tedbir ve hazer (sakınma) ismini verir. Nitekim şöyle denilmiştir: 'Korkaklar, korkaklığın tedbir olduğunu söylüyorlar. Oysa bu, kötü tabiatın bir aldatışıdır!'

İşte zâhirî yolculuğun hükmü budur. Eğer o yolculuktan Allah'ın yeryüzündeki ayetlerini incelemek suretiyle bâtınî yolculuk irâde edilirse... Bu bakımdan biz burada kastettiğimiz hedefe dönelim ve ikinci kısmı izaha çalışalım.

1) Tirmizî
2) Müslim
3) Hatib
Bir harf yeter inan, varsa o evde bir insan.

Dost Ararsan Kendine Bak
Dostun Ağlasını Bulursun
Düşman Ararsan Yine Kendine Bak
Düşmanında Ağlasını Bulursun .
vesselam .

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Yolculuk Edepleri
« Yanıtla #16 : 04 Kasım 2014, 10:43:50 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

“Ashâb-ı Kiram birbirleriyle karşılaştıklarında musâfaha ederler, seferden döndükleri zaman da kucaklaşırlardı.”
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabü’l-İman)




18
Ekim Cuma 2013

Hicrî: 13 Zilhicce 1434 - Rûmî: 05 Teşrin-i Evvel 1429

Bugün Kurban Bayramının 4. Günü. Kurban Bayramınız mübarek olsun.


Herşeyi İman Etti, Hatta Yüzüğü Bile

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), Muâz bin Cebel’i (r.a.) Yemen’e göndermişti. Hz. Muâz oradan döndüğünde elinde “Muhammedün Resûlullâh” nakışlı bir yüzük vardı. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), “Bu yüzük nedir?” diye sual buyurdular. Hz. Muâz;

– “Yâ Resûlullâh, ben insanlara yazılar yazıyorum. Yazdıklarımın üzerine ilaveler ve noksanlıklar yapılmasın diye böyle mühür olarak kullandığım bir yüzük edindim.” dedi. Resûllullâh Efendimiz (s.a.v.) Hz. Muâz’a sordular.

– “Onun nakşında ne yazıyor?” Hz. Muâz;

– “Muhammedün Resûlullâh” dedi. Resûllullâh Efendimiz (s.a.v.);

– “Muâz’ın herşeyi iman etti, hatta yüzüğü bile” buyurdular. Sonra Resûllullâh Efendimiz (s.a.v.) o yüzüğü alıp mühür olarak kullandılar.


Yolculuk Âdâbından

Bir kimse yolculuğa çıkarken bilhassa hacca giderken ailesine, akraba ve komşularına, kardeşlerine veda edip onlardan duâ ister. Onlarla helâlleşir. Gücü yettiğince kalblerini hoşnud etmeye çalışır ki duâyı ihlasla yapsınlar. Zira Allâh onların duâsını onun hakkında hayırlı kılar. Müsâfirin hayır ehlinden tavsiye talebi de müstehabdır.

Yolcular, uzun yola çıkanlar geride kalanları Allâh’a emânet eder.

Evinden çıkarken “Bismillâhi tevekkeltü alellâh, lâ havle velâ kuvvete illâ billâh.” (Allâh’ın ismiyle çıkıyorum, Allâh’a tevekkül ettim. İsyandan dönmek ve taatde kuvvet ancak Allâhü Teâlâ iledir.) der.

Mümkün oldukça yanına yoldaş bulmaya ve toplulukla yolculuk etmeye çalışır. Bunda dînî ve dünyevî faydalar vardır.

Bir menzilde durduğunda “Rabbi enzilnî münzelen mübâreken ve ente hayru’l-münzilîn.” (Ya Rabbi, beni mübarek bir yere indir ve indirenlerin en hayırlısı sensin. (Mü’minun, 29) der.

Yolda arkadaşlarıyla gâyet geçimli ve güler yüzlü olur. Başkasına yük olmamaya çalışır. Dâimâ abdestli bulunmaya ve abdestli uyumaya çalışır. Dilinden Allâh’ın zikrini eksik etmez. Yolda her makam ve herhale uygun duâları okur.




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Yolculuk Edepleri
« Yanıtla #17 : 04 Kasım 2014, 10:49:01 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym
“Biriniz yolculuğa çıkacağı zaman, din kardeşleriyle (helâlleşip) vedalaşsın. Zira Allâhü Teâlâ, kardeşlerinin duâlarında onun için bereket ihsan eder.”
(Hadîs-i Şerîf, Feyzu’l-Kadîr)




05
Ağustos Pazartesi 2013

Hicrî: 28 Ramazan 1434 - Rûmî: 23 Temmuz 1429

Yolculuk ÂdâbıTurgut Reis'in Ponza Zaferi (1552) • Fransızların Cezayir'de Katliamı (45 bin insan katledildi) (1945)


Yolculuk Âdâbı

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) vedâ haccı için Medîne’den Perşembe günü çıktıklarından yolculuğa Perşembe günü çıkmak müstehab olur.

Resûlullâh Efendimiz hicret için Pazartesi günü çıktıklarından Pazartesi günü de yolculuğa çıkmak müstehabdır.

Yola sabahın erken saatlerinde çıkmalıdır. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) “Allâh’ım, sabahın erken vakitlerini ümmetime mübârek kıl” diye duâ etmişlerdir. Bir yere asker göndereceklerinde de sabahın erken vakitlerinde çıkarırlardı.

Yolculuğa kamerî ayın başında çıkmak daha uygundur. Bir adam ayın son günlerinde Resûlullâh’a gelip sefere çıkacağını söyleyip vedâ etti. Resûlullâh Efendimiz: “Elin boş kalıp satışının az olmasını mı istersin? Sabret ki ay girsin. Sonra Perşembe yahud Pazartesi günlerinden birini tercih et. Zira Hz. Allâh ticâretini bereketli, alış verişini kazançlı kılar.” buyurdular.

Yolculuğa çıkmadan önce ve döndükten sonra malından -en az yedi- fakire bir şeyler sadaka vermek müstehabdır. Bunda yol selâmeti vardır. Hadîs-i şerîfde “Sadaka Rabbin gazabını söndürür ve kötü ölümden kurtarır.” buyuruldu.

Herhangi bir hâceti için de sadaka vermek müstehabdır.

Yolculuğa çıkmadan önce evinde iki rek’at namaz kılar. Hadîs-i şerîfde “Yolculuğa çıkmak isteyen kimse geride kalan âilesine ve çoluk çocuğuna kılacağı iki rek’ât namazdan daha fazîletli hiçbir şey bırakamaz” buyuruldu. Birinci rek’atte Fatiha’dan sonra Kâfirûn sûresini, ikincide de Fâtiha’dan sonra İhlâs sûresini okur. Selâmdan sonra Âyetü’l-kürsî, Kureyş sûrelerini okumak müstehabdır. Zira hadîs-i şerîfte: “Evinden çıkmadan Âyetü’l-kürsîyi okuyana dönünceye kadar hoşuna gitmeyecek bir şey isâbet etmez.” buyuruldu. Yola çıkan, Kureyş sûresini okuması ile her türlü kötülüklerden emin olur.

Namazdan sonra ihlâs ve samimiyet ile Allâh’dan yardım ister.



Sefer Bahsi


Sefer, karada deve ile veya yaya yürüyüşle onsekiz saatlik (bugünkü ölçü ile 90 kilometrelik), denizde ise altmış millik bir mesafeye gitmektir. Bu kadar mesafesi bulunan bir yere yolculuk yapana şer'an "müsâfir" denir. Hangi vasıta ile ve ne kadar kısa zamanda giderse gitsin, niyet edip yola çıkan kimse sefer hükümlerine tâbidir.
 
Müsâfir, köyün veya şehrin evleri hududunu çıkınca seferîdir. Ramazan ayı içinde bulunuyorsa oruç tutmayabilir. Tutamadığı günleri sonra kazâ eder. Bununla beraber sıhhatine zarar vermeyecekse, orucu tutması daha hayırlıdır.
 
Müsâfir dört rek'atli farzları iki kılar. Akşam namazının farzını vitir namazını ve dört rek'atli bütün sünnetleri kısaltmadan, tam olarak kılar.
 
Bir kimse dört rek'atli farzları, Seferî iken dört kılarsa hatâ etmiş olur.Bundan dolayı istiğfar etmesi lâzım gelir. Ayrıca selâmı tehir etmiş olduğundan dolayı sehiv secdesi icâbeder. Ancak seferî iken gittiği yerlerde, mukîm imama uyarsa imamla beraber tam kılar. Şâyet kendisi imam olursa iki rek'at kılar ve selâm verir. Kendisine uyan cemaat seferî ise imamla beraber selâm verir. Eğer cemaat seferî değilse, imam selâm verdikten sonra cemaat kalkar ve namazını tamamlar. Kıyâmda, isterse Fâtiha okur, isterse okumaz. Okumadığı takdirde okuyacak kadar bekledikten sonra rükû'a gider.
 
Yukarıda târif ettiğimiz müsâfir kimse, gittiği şehir veya köyde onbeş gün ikâmete (kalmaya) niyet ederse, müsâfirlikten çıkmış olur ve namazları tam kılar. Onbeş gün ikâmete niyet etmediği halde işinin tamamlanmaması gibi bir sebeple bugün çıkarım, yarın çıkarım diyerek aylarca, hattâ senelerce kalsa yine de sefer hükümlerine tâbidir.
 
Müsâfir kimse, asıl vatanına geldiğinde müsâfirlikten çıkmış olur. Asıl vatanında ne kadar az kalsa, yine de mukim olup, tam kılar.
 
Müsâfir bir kimse, seferde kazâya kalmış olan dört rek'atli farzları seferde veya memleketine döndüğünde iki rek'at olarak kazâ eder. Mukim iken kazâya bırakmış olduğu dört rek'atli namazları ise, seferde iken de dört rek'at olarak kazâ eder.

Vatan üç kısımdır:
Vatan-ı aslî,
Vatan-ı ikâmet,
Vatan-ı süknâ

Vatan-ı aslî: İnsanın doğduğu veya evlendiği yerdir. Orada doğmamış ve evlenmemişse de yaşamaya niyet edip, ayrılmak istemediği yere de vatan-ı aslî, denir.
 
Vatan-ı aslî, ancak diğer bir vatan-ı aslî ile bozulur. Meselâ, insanın doğup büyüdüğü yer asıl vatanı iken, başka bir şehirden evlense ve eşinin doğup büyüdüğü yerde devamlı kalmaya niyet etse, kendi doğduğu yer asıl vatan olmaktan çıkar. Eski asıl vatanında, 15 günden daha az bir müddet için gelip kalacak olsa, 4 rek'atli farzları kısaltır ve 2 rek'at kılar. Nitekim Peygamber Efendimiz, Medine'den, doğup büyüdüğü ve evlendiği Mekke şehrine geldiğinde namazlarını kısaltarak kılmıştır.
 
Bir kimsenin birden fazla zevcesi olsa, bunların herbirini ayrı ayrı şehirlere yerleştirse, o şehirlerin hiçbirinde seferî olmaz. Vatan-ı aslî, Vatan-ı ikâmet ile bozulmaz.
 
Vatan-ı ikâmet: Müsâfirin en az 15 gün kalmaya niyet ettiği ve asıl vatanına en az 90 kilometre mesafede bulunan yerdir. Burada, namazlar kısaltılmadan 4 rek'at kılınır. Vatan-ı ikâmet , diğer bir vatan-ı ikâmet ile ve vatan-ı asliye dönmekle bozulur. Vatan-ı ikâmet, vatan-ı süknâ ile bozulmaz.
 
Vatan-ı süknâ: Müsâfirin 15 günden daha az bir müddet için oturmaya niyet ettiği ve asıl vatanına 90 kilometre veyâ daha fazla bir mesâfede bulunan yerdir. Süknâ vatanında 4 rek'atli farz namazlar iki rek'at kılınır.

Muhtasar İlmihal
Hasan ARIKAN