Gönderen Konu: islamiyet  (Okunma sayısı 6506 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı nimesay

  • panydora
  • okur
  • *
  • İleti: 54
islamiyet
« : 04 Ekim 2012, 18:24:55 »

selamün aleyküm,

İslamiyeti yani müslümanlığı öğrenmeye nereden başlanmalı acaba?
Yumuşak başlıysam sanmaki uysal koyunum,kesmeye gelir ama çekmeye gelmez boynum.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: islamiyet
« Yanıtla #1 : 04 Ekim 2012, 22:52:22 »
selamün aleyküm,

İslamiyeti yani müslümanlığı öğrenmeye nereden başlanmalı acaba?

Vealeyküm selam nimesay;


Bir mü'min hayatı boyunca sırasıyla şu 3 fiili gerçekleştirmelidir.


1- İtikadını Ehl-i Sünnet Vel Cemâ'at İtikadına uydurmalı,

2- İlmihalini öğrenip ihlâsla uygulamalı (ilim, amel, ihlâs),

3- Kamil-i Mükemmil Mürşid olan "Zamanın Hakiki Sahibi"'ni arayıp bulmalı, eteklerine yapışıp ölene kadar bırakmamalıdır.( Hakikisi mi? İstidraç Sahibi Sahtesi mi?)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: islamiyet
« Yanıtla #2 : 04 Ekim 2012, 23:02:29 »
selamün aleyküm
 İslamiyete ilk girmiş insanın sırasıyla öğrenmesi gerekenleri sırasıyla size sorsalar nasıl sıralarsınız?


Sırasıyla şu fiilleri gerçekleştirmelidir:

1- Kelime-i Şehadet,

2- Gusl Abdesti,

3- Tesettür,

4- Namaz Abdesti,

5- Namaz Kılması(ilk etapta Fatiha, İhlas yada Kevser suresini ezberleyerek),

6a- Muhtasar bir ilmihalden ilmihalini öğrenmesi, (Hasan Arıkan Hocaefendinin Muhtasar imihali tavsiye edilir. Sonraki süreçte Ömer Nasuhi Bilmen hocaefendinin Büyük İslam İlmihali.)

6b- Kuran-ı Kerim'i okumayı öğrenmesi. (İlk önce Elif cüz'ünden sonraki süreçte Karabaş tecvidinden tecvidli okumayı öğrenmesi.)

Not: İlim öğrenirken icazetli ehli sünnet alimlerinin eserlerinden ve icazetli ehl-i sünnet hocaefendilerden okuması maddi ve manevi açıdan son derece önemlidir.


Çevrimdışı -meczub-

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 10
Ynt: islamiyet
« Yanıtla #3 : 05 Ekim 2012, 00:51:35 »
mücteba kardeşimin söylediklerine katılıyorum..daha sonra ne yapayım diyorsan..amelin devamını sağlamak için dünyayı kalbinde öldür..öldürebilmek için ahiret ve ölüm ötesi içerikli eserleri oku..eğer dünyayı kalbinde öldüremessen illerleyen zamanlarda dünya senin ayağına gelir islamiyetden kopman için..
...ALTIN ATEŞLE , KADIN ALTINLA , ERKEK KADINLA İMTİHAN EDİLİR...

Çevrimdışı nimesay

  • panydora
  • okur
  • *
  • İleti: 54
Ynt: islamiyet
« Yanıtla #4 : 05 Ekim 2012, 13:55:56 »
Teşekkür ederim...Allah razı olsun.Ama bir şey daha sormak istiyorum. Kalbin temizlenmesi için çekilecek tesbih ne olmalıdır. Yada onlarda da bir sıra var mıdır?

Ve kamil- mükemmil Mürşid denmiş.
Okuduğumuz kitaplarda geçmiş dönemlere baktığımda gerçekten Mevlana Yunus Emre Gazali ve adını sayamadığım Allah dostu kullar gelmiş geçmiş. Ve o dönemde bu insanların çokluğunu da görüyoruz. Fakat ben şimdi çevreme baktığımda bu seviyeye ulaşmış kimseyi bulamıyorum yada duymuyorum. Etrafımızda ve basında bir çok hoca çıkıyor. Ama çoğunun söylediklerinin dinimize ve ehli sünnete uygun olmadığını görüyorum.  
Peki biz kime neye göre tabii olacağız. Ya da kimseye güvenemiyorsak illaki birilerine tabii olamamız mı gerekiyor... Tek başımıza bu sınavdan geçemez miyiz?
« Son Düzenleme: 05 Ekim 2012, 15:38:06 Gönderen: Mücteba »
Yumuşak başlıysam sanmaki uysal koyunum,kesmeye gelir ama çekmeye gelmez boynum.

Çevrimdışı -meczub-

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 10
Ynt: islamiyet
« Yanıtla #5 : 05 Ekim 2012, 15:26:47 »
tek kaldığın zaman şeytana yenilmen olasılığı fazladır..ama imkansız değildir..fakirullah hz. (Allah ondan razı olsun mürşidi olmadan sırf Allah (c.c.) inayetiyle büyük makamlara erişmiştir..kalben samimiysen doğru yoldan sapmaz hak yolda ilerlemen için Allah (c.c.) yardım eder..devamlı okuman ve kendini geliştirmen lazım..devamlı dua ile iç içe olman lazım.
ama bana sorarsan ahir zaman münasebetiyle cemaatlerden tamamen kopuk yaşama, sohbetlerinde bulunduğun bi kaç cemaat olsun..öyle zamanda biriyle tanışırsın ki karşısında erirsin..
...ALTIN ATEŞLE , KADIN ALTINLA , ERKEK KADINLA İMTİHAN EDİLİR...

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: islamiyet
« Yanıtla #6 : 05 Ekim 2012, 15:28:47 »
Teşekkür ederim...Allah razı olsun.Ama bir şey daha sormak istiyorum.Kalbin temizlenmesi için çekilecek tesbih ne olmalıdır. Yada onlarda da bir sıra var mıdır?

Ve kamil- mükemmil Mürşid denmiş.
Okuduğumuz kitaplarda geçmiş dönemlere baktığımda gerçekten Mevlana Yunus Emre Gazali ve adını sayamadığım Allah dostu kullar gelmiş geçmiş. Ve o dönemde bu insanların çokluğunu da görüyoruz. Fakat ben şimdi çevreme baktığımda bu seviyeye ulaşmış kimseyi bulamıyorum yada duymuyorum. Etrafımızda ve basında bir çok hoca çıkıyor. Ama çoğunun söylediklerinin dinimize ve ehli sünnete uygun olmadığını görüyorum.  
Peki biz kime neye göre tabii olacağız. Ya da kimseye güvenemiyorsak illaki birilerine tabii olamamız mı gerekiyor... Tek başımıza bu sınavdan geçemez miyiz?

"Salih zatların (mürşidlerin) peşine takıl!
Kimin Salih kimin münafık olduğunu bilemediğin için gece kalk,
iki rekat namaz kıl ve ardından şöyle dua et:
"Ya Rabbi!
Bana Salih kullarını göster.
Beni sana getirecek klavuzu göster.
Gözümü sana yakınlık nuru ile nurlandırarak mükemmelleştir.
Bana başkalarının gördüklerini anlatan değil, bizzat gördüklerini haber verecek bir klavuzu bildir"
"
[Abdülkadir Geylani (k.s.)]


Ey iman edenler! Allahtan korkun ve ona yaklaşıp vasıl olmak için vesile arayın…”(Maide 35); “Kim ki zamanın sahibini bilmeden ölürse cahiliyet üzerine ölmüştür” h.ş. ve “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” gibi bir çok nass ve delaleti nass, mürşid-i kamile temessükün elzemliğinden bahsetmektedir. Ayette geçen vesileden muradı Fahreddini Razi Hazretleri tefsirinde, “mürşidi kamil” olarak tefsir etmiştir.

Emr-i ilahi olan bu muazzam devlete müracat etmek akıllı bir müminin ilk yapacağı iştir. Yavuz Sultan Selim hazretlerinin de dediği gibi:
Cihana (dünyaya) sahip olmak kuru bir kavgadan ibaretmiş, bir mürşidi kamile bent olmak(onun müridi olmak onun terbiyesi altında yetişerek nefsini tezkiye etmek ) her şeyden evla imiş.

Bu mukayese ve bent olmak aklın tartıp anlayacağı bir şey değildir. Akıl ne kadar zorlarsa zorlasın müritlik mürşitlik rabıta tasavvuf vs. kavramların özünü tartamaz. Başka bir ifade ile maneviyat aklın bittiği yerde başlar.Bu ifadelerle kalbimizi tenevvür ederek  gönlümüzü neş’elendirdikten sonra ibtida-i kelam yapalım;

Yukarıdaki uyarılar hak olunca şer’i emirleri kusursuz bir şekilde yerine getiren her müminin yapmakla yükümlü olduğu husus, zamanın sahibinin emrinde hareket ederek ona mürid olarak nefsini tezkiye etmektir. Fakat hikmet-i ilahidir ki; zamanın sahibi ve mürşidi kamil olan zatları bulmak herkese nasip olmamaktadır.

Hatta bir kimseye nasip olmayınca demir ayakkabı giyerek ve Nuh a.s. kadar yaşayarak bu zatı bulmak için gayret sarfetse bile onu emeline ulaştıramaz. Fakat nasip derken tesadüfen bulunması, ya da şansa bağlı olmak anlamında düşünülmemelidir.

Bu kapıya adım atan her mürid bunu ya akıttığı göz yaşı ırmaklarına ya bir hayır duaya ya ecdadına ya da başka Rıza-i İlahiyi celb eden durumlara borçludur. Madem ki nasip işi, o halde nasibim varsa zaten ulaşırım o zata diye kenarda oturmakta çok yanlış bir harekettir. Zira o uğurda gayret sarf etmek bile ne yüce bir saadettir. Asıl nasipsizlik hiç umursamadan bu zatları arama peşinde olmayan tembel ve cahillerdir.

Her şeyin sahtesi olduğu gibi bu yüce zatları da taklit edip halkı kandıranların olduğu da unutulmamalı ve bu zatların alametlerini çok iyi bilerek hakikisi sahtesinden ayırt edilmelidir. Bu zatlar kimlerdir? Efradını câmî ağyarını mani şekilde nasıl izah edilmelidir?

Zamanın sahibi, aynı zamanda mürşid-i kamillerdir. Malum olduğu gibi Peygamberler hidayeti beşer ile vazifeli olup bu makam kesb ile yani gayretle elde edilen bir makam değildir.Hazreti Allahın tensibi ve takdiri ile ezelden muayyendir.

Hatem-ül Enbiya olan Efendimiz s.a.v’den sonra yüzyıllar geçeceği ve bunun neticesinde de insanların dinden soğuyacakları göz önünde bulundurulduğu zaman, insanları İslamiyet’e tekrar ısındırmak ve zayıflayan dini celili İslamı kıyamete kadar canlı tutacak müceddidler, Peygamber varisleri, zamanın sahipleri, mürşidi kamiller geleceği haber verilmektedir.

Bu makam da kesbi değil vehbidir.Yani bu makamlarda ezelden belirli olup çalışmakla gayretle binlerce kitap yazmakla, gece gündüz ibadet etmekle, zikirle, ulaşılacak makam değildir.Mürşidi kamillerdeki ezelden muayyenlik evsafı, kesbi sonucu velayet yolunda mesafe kat eden evliyaullah ile Mürşid-i kamilleri birbirinden ayırır.Yani mürşidi kamillik ezelden belirli olup kişinin kendi isteği ile ulaşacağı makam değilken evliyalık makamı ise kişinin kendi gayreti ile elde edeceği bir makamdır.

Mesela İmam-ı Gazali hazretleri iman hakikatleri ile ilgili başta olmak üzere yüzlerce mevzuda harika eserleri olmasına rağmen, unutulması mümkün olmayan gönül sultanlarımızın başında olmasına rağmen, bütün ilimleri yutmasına rağmen, tüm bunlar mürşid-i kamil olması için yeterli olmamış ve hiç bir zaman da böyle iddiada bulunmamıştır.Hiç bir zaman ben şu kadar kitap yazdım o halde ben müceddidim dememiştir.

Hatta o müstesna zatları ve müntesiplerini övgü için, velilik ve velayet sırları hakkında  “el munkızu mineddalal” isimli eserinde şu izahatı yapmaktadır:
“Zahiri ilimleri bırakıp, çalışma ve gayretimi tasavvuf üzerine verdim.Yakinen anladım ki, hak  yolunda olanlar ancak tasavvuf erbabı olan sofilerdir.Onların iç alemleri (kalpleri ), yolları ve ahlakları en güzel şekildedir.

Eğer akıl, ilim ve hikmet sahipleri bir araya toplanıpda sofilerin tarikatini değiştirip ondan daha yüksek ve daha güzel bir yol bulalım diye birleşseler, mümkün değil bulamazlar.”
Hatta tasavvufa sonradan da olsa girmesi neticesinde geçmiş hayatı ile ilgili şu itirafları yapmıştır. “Anladım ki hakiki kurtuluş Rasülüllah’ın ruh ceryanına bağlanmaktan ibaretmiş.

Gerisi (binlerce kitap yazmak vs.) hayal ve vehimden ibaret.”
Aynı şekilde amelde mezhep İmamımız İmam-ı Azam hazretleri de mezhep kurmak kadar maddi ve ledünni ilme mazhar olmasına rağmen “(tasavvufa girdiğim) son iki senem de olmasaydı helak olmuştum” diyerek mürşid-i kamillik makamının müstesnalığını ifade etmişlerdir.

Nasıl ki Peygamberler günah işlemekten masumdurlar, bu zatlarda mahfuzdurlar.Bu zatlar o kadar geniş yetkilere sahiptirler ki hadisi şeriflerde de zikredildiği gibi yağmur onlar sebebi ile yağar, yardım olunanlar onlar sebebi ile yardım olunur hatta yeryüzü onlar sayesinde ayakta durur.Yeryüzünün gerçek çivileridir, harcının demirleridir en yüksek tepeleridir.

Mektubat-ı Rabbanide de buyrulduğu gibi;  Onların irşadının ve hidayetinin nurları bütün dünyaya yayılır. Yer küresinin ortasından ta arşa kadar herkese; rüşd hidayet iman ve marifet onların yoluyla gelir.

Bu mübarek zatlar her devirde mutlaka bulunurlar.Sayıları bir, iki en fazla 3 tür.Veliliğin en üst derecesindeki bu zatlara kutbul aktab, gavsül azam ve kutbul üla denir.Bunların en büyüğü de kutb-ul aktabtır.İşte bu zat Peygamber efendimizin tam varisidir.Peygamberimizin tam varisive her biri tasavvuf müntesibi olan bu zatlar bölük bölük parça parça değil bir bütün halinde Hz Ebubekr r.a. dan itibaren kopmadan, tasarrufu sona eren diğerine görevini devrederek bir silsile halinde aynı meşrebten ve aynı menbağdan feyizlenerek, aynı doğrultuda aynı metodlarla görevlerini devam ettirmişlerdir.

İşte bu tasarruf sahibi zatlara silsile-i sadat (seyyidler zinciri) denmektedir.Kendi aralarında derece olan bu zatların en alt derecesindeki makamda olan birisiyle bu silsileden olmayan en büyük evliyanın arasında bile mukayese edilemeyecek kadar fark olduğu büyüklerimizden  haber verilmektedir.

Bulundukları zaman içerisinde tasarruf sahibi olan bu mürşidi kamiller, silsilei sadatın bu müstesna şahsiyetleri, tam varis olmaları hasebiyle zamanlarının sahibidirler.

Tasavvuf hakkında bilgisi olmasına rağmen, o balı anlatmasına rağmen tatmamış, hem hal olmamış, bir mürşidi kamil olarak etrafına feyiz ve nur dağıtma yetkisi kendisine verilmemiş, ya da tasavvuf ehli olsa da sadece bir mürid olarak bu müessesede yer almış,

bu silsilei saadatın devamı şeklinde olarak kendisinden önceki mürşid-i kamilden emaneti teslim almamış, zamanında yapmış olduğu hatalara her ne kadar tövbe etse de “o mürşidi kamiller ki günah işlemekten mahfuzdurlar” kaidesine uymayan bir evliyaya; gösterdiği birkaç keramet ve yazdığı etkileyici kitaplardan esinlenerek; “-bu kadar muhteşem bir zat ancak zamanın sahibidir.” diye sadece aklı kullanarak yorum yapmak, o zata olan bir saygısızlık ve aynı zamanda akılla anlaşılamayacak olan tasavvuf müessesine, zamanın gerçek sahibine, hakiki mürşide, kendisine bu asrın veraset-i tammesi verilmiş zata  karşı olan bir nasipsizliktir.

Çünkü ilim erbabı bir zat bilir ki; denizde yürümek, hava da uçmak, kılık değiştirmek, binlerce kitabı kısa zamanda ezberlemek, zamanındaki alimlerin hepsini mağlup etmek gibi kerameti evliyalar bu manevi yolda çok basit ve oyuncak mesabesindeki hallerdir.İmam-ı Rabbani Hazretlerinin de mektubatta ifade ettiği gibi, bu kerametlere kendisini kaptırmak tıfılların işidir.Asıl keramet müminlerin kalbine nuru ilahiyi tutuşturabilmek ve akıtabilmektir.

O halde;  zamanın sahibine kavuşma yolunda olan bir mümin, her zaman bu nimete mazhar olabilmek için bol bol dua ve iltica etmeli ve Cenab-ı Allaha yalvarmalıdır. Abdülkadir Geylani (k.s.) Hazretleri bir sohbetinde dinleyenlerine şöyle der;

“Salih zatların peşine takıl.Kimin Salih kimin münafık olduğunu bilemediğin için gece kalk; iki rekat namaz kıl ve ardından şöyle dua et:
- Ya Rabbi! Bana Salih kullarını göster.Beni sana getirecek klavuzu göster.Gözümü sana yakınlık nuru ile nurlandırarak mükemmelleştir.Bana başkalarının gördüklerini anlatan değil, bizzat gördüklerini haber verecek bir klavuzu bildir.”


Bu tür halis muhlis bir niyetle, zamanın sahibi zata bağlanıyorum niyetiyle başka birisine intisap etse bile bir kişi, zamanının sahibinden feyz alacağını İmam-ı Rabbani hz’leri Mektubatında  haber vermektedir.

Yeter ki tasarruf sahibi zat incitilmesin.Beyazid-i Bestami hazretlerinin de söylediği gibi “Hakikat yolu aramakla bulunmaz ama bulanlarda arayanlardır” sözünü de unutmayarak bu aşkından şevkinden hiçbir zaman sapmamalıdır.Ne mutlu tasarruf sahibi zatı bulup o devletten istifade edenlere, müjdeler olsun Peygamberimizin sünnetinden zerre miktarı sapmadan İslamı yaşayabilenlere....




Miftahulkuluub
12.03.2006




Üniversiteye gelene kadar dini ve tasavvufi dünyayı kendi içimde yaşamaktaydım. İtikadi anlamda anlatılan her şeyi şeksiz şüphesiz kabul ediyor, huzurlu bir hayat sürdürüyordum. Zaten sistemin getirdiği gereksinim de bunu icap ettiriyordu. Okulun en tenha yerinde masumane bir şekilde kılınan namazı bile magazin malzemesi yapan bir sistemden ne beklenebilirdi?


Ama üniversite dünyası her yönüyle özgürlükler alemi olarak karşımıza çıktığı için hayata ve insanlara bakış açısı da çok değişiyor insanın.Oradaki atmosfer sanki dünyanın özeti gibiydi.Yemekhane koridorlarında sosyalistlerinin afişlerinin olmadığı bir güne rastlamaz idik. Anfiye ders dinlemeye giderken önümüzde 100 kişilik bir grubun "Kahrolsun faşizm!" tempolarıyla yaptıkları eylemler günlük duyduğumuz rütin sesler arasındaydı. Ahlaksızlık örneklerine ise isterseniz hiç girmeyelim.

Böyle bir ortamda da dini gruplar inanılmaz gizli çalışma içindeydi. Hatta  üniversiteye kaydolurken saatlerce yanımda durup bana ilgi alaka gösteren birisinin, muallakta, sahipsiz bir insan olmadığımı anlayınca benimle ilgilenmekten vazgeçtiğini dünkü gibi hatırlarım. Mutlak manada, bu tür çalışmalara menfi yönde bakmıyorum. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, “şeytanın  insan  kurdu  olduğunu,  herkese  pusu  kurduğunu  ve  cemaattan  ayrılan,  tek  başına  kalan  kimseyi  kolayca  yuttuğunu”  haber  veriyor. Ancak işin mukayyed kısmına girdiğimiz zaman, bazılarının ehli sünnet çizgisinden çıkarak su gibi berrak kalpli öğrencileri maddi imkansızlıkları da koz olarak kullanıp kendi taraflarına çekip zehir aşıladıklarını görünce de karşıma çıkan her insana, acaba? gözüyle bakıyor,bana biraz sıcak ilgi gösteren birisinin nereye gelmeye çalıştığını gizliden gizliye süzmeye çalışıyordum..

Böyle bir dünyanın ve arkadaş ortamının içerisine girince, yıllardır kalbimizde saklı olan özel dini hususlar ve sadece kendi taifemizde olduğuna inandığımız ayrıcalıkları arkadaşlarımızla müzakere etme gereksinimi duyar olduk. Bir çok cemaate mensup arkadaşlarım ile samimiyetimize istinaden özel bilgileri de paylaşıverirdik ara ara. Ve yine internette de İslami forumlara olan ilgimin başladığı yıllardı bu yıllar. Orada da kendilerini İslam’ın kurtarıcısı olup başkalarını iraptan mahalsiz sayan gruplara, cemaatlara cevap yetiştireceğiz derken bazen cevap vermede yetersiz kaldığıma kanaat getirdim.  İşte o zaman iç dünyamda daha önce hiç aklıma bile gelmeyen bazı endişeler meydana gelmeye başladı.

Kendimizde olduğu için Mevlamıza sonsuz hamd ettiğimiz bazı özel bilgiler, durumlar, vasıflara; başka meşrepler, gruplar da sahip olduklarını iddia edince kafamda bulanıklıklar meydana geldi. Çünkü zamanın sahibinin kim olduğu, vazıfları, göstermiş olduğu kerametler ile alakalı bilgilerim, onların bilgileri ile çakışıyordu. Hatta gerçek hayattan alınmış bazı romanları (yazarının sağlamlığına güvendiğim) okuyunca, iyice kafam karışmaya başladı. Bir örnek vermek gerekirse; romanın birindeki bir genç çok ciddi bir kaza geçiriyor ve rüyasında AbdülKadir Geylani Hz.leri ve zamanın sahibi olarak takdim edilen kimse onu tedavi ediyordu. Hatta görülen bir rüyada o zat  Efendimiz s.a.v. ile yurt binaları bile  açmaktaydı.

Cemaatlerin özel bilgilerine, işledikleri fiillere ehli sünnete muğayir olmadıktan keri söz söylemek haddime değildi hiçbir zaman. Ama bazıları o kadar iddialı sözler söylüyorlar ve kendilerini o kadar ayrıcalıklı görüyorlardı ki hayretler içerisinde kalıyordum. Çevremdeki dostlarıma bu tür konuları açtığım zaman espri mahiyetinde söyleseler de “seni de kaybettik” diyorlardı. Yapayalnız kalmıştım bu hususta. İçime gömülü şekilde yıllar birbirini kovalıyordu. Neyse ki uzun bir zaman sonra Hz. Allah bana El- İbriz Kitabıyla tanışma fırsatı verdi. Sorularımın cevabını kitabî olarak bulmuştum ya ! Dünyalalar benim olmuştu.


Kitaptaki sorumuzu ilgilendiren hususları kısa kısa aktaralım. A.Debbağ hazretleri şöyle buyuruyor:

"Ümmet-i Muhammedin Allah-ü Teala yanında büyük kıymeti vardır. Bunun için bir ümmet, hiç kimsenin defnediğilmediği bir türbede toplansa, orada büyük bir zatın yattığı kanaat olsa, Cenab-ı Hak süratle icabet eder ve onların duasını kabul eder."

Demek ki, çevremizde duyduğumuz, falanca zat şuraya (alakasız bir yere) gitmişte şifa bulmuş, şurası çok bereketli bir yermiş, şu zattan dua istimdat etmişte hastalığından kurtulmuş gibi söylemlerin uydurma olmayıp, halis niyetlere göre Cenab-ı Hakkın bir lütfu olduğunu anlamış oldum.

Aklıma takılan hususlardan birisi ve en önemlisi ise bir takım insanların hayranlık duyduğu ve benim ise bir türlü bu hayranlığı anlayamadığım şeyhler, üstazlar dini liderlerdi. Zira gerek yapmış olduğu hal hareketler, söylemiş olduğu sözler vb. ahvalden ötürü evliya olması tasavvur bile edilemeyecek, hatta dinden çıkmamış olması bile kendisine verilecek en güzel sıfat olup piyasada dolaşan bir çok  sözde mürşidlere, üstazlara insanların tabi olması, hatta tabi oldukları halde manevi anlamda istifade etmeleri yıllardır çok garibime giden ve cevabını veremediğim hususlardandı. Yine bazıları vardı ki hakikatte evliyaydı belki ama zamanın sahibi yakıştırmasının yapılması çok ağırıma gidiyordu.

Abdülaziz eddebbağ hazretleri bu hususu ise şöyle izah ediyor:

"Bir kimsenin halk indinde veliliği meşhur olsa bu diri veliyle Allah'a tevessül edenin  Allah ihtiyaçlarını yerine getirir. Halbuki o kimsenin velayetten hiç nasibi olmasa bile.
O dua eden halktan kişinin haceti, zamanın kutbu olan, tasarruf ehli olan veliler, o veli olmayan kimseyi veli suretine ikame ederler.

Sebebi de bütün zulmet ehli onun etrafına toplansın, duaları kabul ediliyor diye ibadet ve dua etsinler, kurtulsunlar diye. Misali  şu ki: O kimseyi yani veli olmayan kimseyi tasarruf ehli veliler korkuluk kabul ederler.
Bir bostan tarlasındaki korkuluktan kaçan kargalar gibi, hakikatte bostan sahibinin yaptığı fiilden kaçtıkları gibi, tasarruf sahibi velilerde veli olmayan kimseyi korkuluk gibi oraya dikmişler ve zulmet ehlini oraya toplarlar.
Orada tasarruf edeni, halk o kimse zannederler, esası bilmezler. Onlara bunun esası bildirilemez, çünkü takat getiremezler."


Ve bütün şifrelerin çözüldüğü andı...Arkadaşlarımın anlatmış olduğu ve yalan olmadığına inandığım ama inandığım zamanda benim içimdeki bilgilerle çelişen durumları, romanlarda anlatılan yaşanmış esrarengiz hadiseleri yukarıdaki anlatılan şablona oturtuvermiştim.
Aklıma şu da geldi. Tasavvufta zamanın mürşidi kamiline temessük etme hadisesi bir nasipten ibaretti. Şimdi bu nimet kendisine nasip olmamışların da başıboş dolaşmasındansa en azından bir yere bağlı olmaları ve böylece dini daha derli toplu yaşamaları açısından bostan korkulukları çok güzel bir fırsat değil miydi? Ve çevremde duyduğum o esrarengiz rüyaların, kerametlerin, mazhariyetlerin hepsinin asıl kaynağı sahibüzzaman değil miydi?

İzahın devamında şu misali veriyordu, Debbağ Hazretleri:


"Böyle hakiki kıymeti olmayan bir kimseyi şeyh edinen bir kimse geldi. Gece kendisine tuzak kurulan bir yerden geçmek istiyordu. Şeyhine dedi ki:(Ey efendim, Rasülüllah s.a.v. efendimizin yüce makamı hürmetine sana yöneliyorm. Bu yoldaki tehlikeden beni kurtar. Beni kurtarırsan  sana bir hediye de yapmayı vaad ediyorum.
Bu adamın bu yalvarmasını bazı tasavvuf ehli veliler işittiler. Rasülüllah s.a.v. efendimizin ismi şerifine tazim ettiler. Tasarruf sahibi veli o adamla bizzat gitti ve o adamın kalbine ünsiyet verdi, o yolu beraber kateddiler. Adam o tasarruf sahibi veliyi görmüyordu. O eşkiyaların da kalbine Allah korku ve uyku verdi. Ona bir şey yapamadılar. Bu hal üzerine müridin şüphesi kalmadı ki onu kurtaran şeyhi (sahte şeyh) zannetti. Vaktaki yoldan döndü ve şeyhine vaad ettiği dört miskal altını da hediye etti... "


Ne mutlu Peygamberimiz (s.a.v.) ' in ve Ashabı Kiramın yoluna  milimi milimine, hüvesi hüvesine  tabi olanlara.

Müjdeler olsun sahibüzzamana kavuşup onun yoluna köle olma nimetine mazhar olanlara...

---------------------------------------------------------------------------------------

Not: Yazıda hiç bir cemaat, tarikat ya da grubun reklamı yapılmamıştır. Olağan tasavvufi bilgiler hikaye tarzında aktarılarak bir iç dünya muhasebesi yapılmıştır. Yorumlarda da aynı hassasiyeti göstermeniz temennisiyle..



Miftahulkuluub
12.01.2008


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: islamiyet
« Yanıtla #7 : 05 Ekim 2012, 15:51:42 »
Teşekkür ederim...Allah razı olsun.Ama bir şey daha sormak istiyorum. Kalbin temizlenmesi için çekilecek tesbih ne olmalıdır. Yada onlarda da bir sıra var mıdır?

Kalbi temizlemenin en doğru, en kolay, en hızlı yolu zikr-i kalbidir.

1- Helal lokma YE !!!

Manevi kariyer yolcusunun pusulası manevi kalbidir. Manevi kalbin gıdası da füyuzat-ı ilahi(feyiz ve nur-u ilahi)dir. Füyuzat-ı ilahi geldikçe manevi kalb doğru istikamet(sırat-ı müstakim)’i gösterir. İnsan vücuduna şüpheli bir lokmanın girmesi füyuzatın kesilmesine; füyuzatın kesilmesi kalb(letaif”kalb, ruh, sır, hafi, ve ahfa”)’in durmasına, kalbin durması da manevi hastalığa sebeb olur. Vücuduna şüpheli lokma giren mümin; pusulası yanlış istikameti gösteren, yolda kalmış hasta bir yolcuya benzer.

Manevi kariyer yolcusunun bu halin başına gelmemesi için haram lokma yemekten kaçınması icabettiği gibi şüpheli şeylerden de kaçınması icabeder. Bilhassa bu kadar çok şüpheli gıdanın var olduğu zamanımızda kendisinin yaptığı veya çok iyi bildiği kimselerin yaptığını yemesinden başka çare yoktur.

Şâh-ı Nakşibendî (k.s.) Hazretleri, buyurdular ki:
"Yenilecek bir gıda, bir yiyecek, her ne olursa olsun gaflet içinde, gadapla veya istemeyerek hazırlansa, tedarik edilse, onda hayır ve bereket yoktur. Zira ona nefs ve şeytan karışmıştır. Böyle bir yiyeceği yiyen kimsede, mutlaka çirkin ve hoş olmayan netice meydana gelir. Gaflete dalmadan hazırlanan ve Allâhü Teâlâ'yı düşünerek yenen helâl ve temiz yiyeceklerden hayır meydana gelir. İnsanların sâlih ameller işlemeye muvaffak olamamalarının sebebi; yemede ve içmede bu husûsa dikkat etmediklerinden ve ihtiyatsızlıktandır. Her ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huşû' ve hudû' halinde bulunmak, zevkle ve gözyaşı dökerek namaz kılabilmek; helâl lokma yemeye, Allâhü Teâlâ'yı hatırlayarak yemeği pişirmek ve yemeği Allah (c.c.)'ın huzûrunda imiş gibi yemeğe bağlıdır. Vücûduna haram lokma karışmış olan kimse, namazdan tat alamaz."

2- Namazlarını cemaatle KIL !!!

Cemâate devâmlılık, manevi kariyer yolcusunun doğru istikamette olduğunun alâmetidir.

3- Günlük ve haftalık vazifelerine dikkat ET !!!

- Sohbetler,
- Hatm-i Şerifler,
   - İhlâs-ı Şerif Hatimleri (Hatmi Hacegânı Nakşi ve Hatmi Hacegânı Kadiri)
   - Yasin-i Şerif Hatmi,
   - Ayet’ül Kürsi Hatmi,
   - Salevât-ı Şerif Hatimleri (Nariye, Terficiye …)
- Rabıta-ı Şerife,
- Zikr-i Kalbi.

4- Bir elini hizmetlerde BULUNDUR !!!

5- Aylık olarak Piran-ı İzamın Kabr-i Şerifini ziyaret ET !!!

Manevi kariyer yolcusunu bir anda derece yada dereceler atlatan Kabr-i Şerif ziyaretlerdir. Manevi kariyer yolcusu, Piran-ı İzam’ın kabirlerini ziyaret ettiğinde, kabirdeki büyüğün sıfat ve hâllerinden ne anlamış ve ne sebeple kendisine yönelmiş ise o derecede füyuzat-ı ilahiden istifade eder. (Kabının derinliği ve genişliği nispetinde ...)

İmam-ı Rabbani hazretleri, 291. mektubunda buyuruyor ki:
“Delhi şehrinde, bayram günü, hocam Muhammed Baki Billah’ın mezar-ı şerifini ziyarete gitmiştim. Mübarek mezarına teveccüh ettiğim zaman, mukaddes ruhaniyeti ile iltifat buyurdu. Bu garibi öyle okşadı ki, Hace Ubeydullah-i Ahrar’dan kendisine gelmiş olan feyzleri ihsan eyledi. Bu nisbete kavuşunca, Tevhid marifetlerinin hakikati hâsıl oldu.”


Çevrimdışı nimesay

  • panydora
  • okur
  • *
  • İleti: 54
Ynt: islamiyet
« Yanıtla #8 : 05 Ekim 2012, 18:39:25 »
Teşekkür ederim. Allah razı olsun...
Yumuşak başlıysam sanmaki uysal koyunum,kesmeye gelir ama çekmeye gelmez boynum.