Gönderen Konu: İstanbul Aydınlığı  (Okunma sayısı 4003 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ber-ceste

  • yazar
  • ****
  • İleti: 551
İstanbul Aydınlığı
« : 21 Ekim 2008, 23:04:10 »

Her seher el ayak henüz uykudayken , şehrin telaşına az bir zaman kalmışken başımı pencereden uzatır, apartmanların çatıları üzerinden görünen havaî İstanbul’a bir göz atarım.

İstanbul o gökyüzünden ibarettir. Hergün başka renklerde, başka tonlarda, hergün ayrı rüzgâr, ayrı bir koku. Bir günü diğerine benzemeyen farklılıklar kenti. Fakat İstanbul’un üzerinden geçen bulutların, bu şehre neler kattığını, neler bıraktığını anlamak İstanbul sabahlarının en vazgeçilmez neşesi.

Şehirlerin mevsimlere göre ışığı da değişir. Yaz İstanbul’uyla kış İstanbul’u birbirinden yalnız iklim farkıyle değil, görünüm ve peyzaj olarak da başkadır. İlkbahar’ı gerçi pek kısadır fakat o kısa aralıktaki şehir aydınlığının veya Ekim, Kasım günlerindeki İstanbul aydınlığının  tahlili henüz yapılmamıştır. Mevsimler bir yana, bu şehirde günün değişik saatleri her hangi bir cihetin, manzaranın seyri dahi insana farklı renkler, farklı efsunlar sunar. İstanbul peyzajını sürekli incelemeye vakit ve takat yetiren biri meselâ hava şartları  ne olursa olsun, Avrupa yakasından durup baktığında Topkapı Sarayı ve Sarayburnu’nu daima açık seçik bir aydınlık içinde bulacaktır. Havanın yağışlı, kapalı olduğu zamanlarda bütün İstanbul’u örten kurşuni ağır tavan bu bölgede asla aynı karartıyı vermez.

Akşam saatlerinin kasveti bu kıyıya ulaşamaz. Sebebi, her halde sarayın ardında onu gölgeleyip kapatacak başka bir yükseltinin olmayışı olsa gerek. Belki de bunun ötesinde bir başka hikmetle aydınlanıp durmaktadır, bizler farkında değiliz. Aynı silinemez ışıklı ferahlığı, Saraçhanebaşı’nda da duymak mümkündür. Marmara Denizi’ne doğru ufka bir sonsuzluk duygusu veren şey, gün ışığının herhangi bir engele takılmaksızın denizle alabildiğine doğrudan buluşmasıdır. İstanbul’un soğuk, rutubetli ve rüzgarlı kış demlerinde bu cihet, bütün kurşunîliğiyle Sarayburnu-Yenikapı-Ataköy sahillerini tutsa da aynı sonsuzluk duygusu, açık havalardakini bastıracak ölçüde barizdir, değişmez.


Bulutlara bakarak neşelenen birini daha önce tanımadım. Ama tanımış olsaydım İstanbul semalarının binbir hayat serüvenini, evlerden uğurlanan evlatlar ardından yükselmiş duaların  ılık nefeslerini, uykularından daha yeni yeni uyanmaya başlayan insanların küçüklü büyüklü endişelerinin, rahatsızlıklarının üstüne pamuk dağlarından bir yorgan gibi incitmeden dolanışlarını söze gerek duymadan konuşur, şehirlerüstü lisanın renkleriyle yurdun, dünyanın ahvalini anlayabilirdik.

İstanbul semalarını diğer kentlerinkinden ayıran en belirgin husus tereddüt etmeksizin söylersek, bulutlarıdır. Her şehri aydınlatan gün, burada başka bir tazeliğe, hiç durmadan yenilenen bir renk cümbüşüne dönüyor. Bulut katmanlarına vuran ışık, semadan iniyor inmesine ama şehrin kendinden, tarihi yapılarından , doğal yükseltilerin kubbemsi yumuşaklığından ışığı öylesine hafif bir biçimde kırıyor, öylesine tatlı yansımalarla tepeden tepeye dalgalandırıyor ki bu şehrin semalarına tekrar dönerken, hiçbir yerde göremeyeceğimiz, sadece İstanbul’a has bir sabah pembeliğini Çamlıca yakasından Topkapı’ya kadar her sabah değişen tonlarıyle uzanabildiği her yana inceden inceye resmediyor. Bulutlara gelince, onlar sabah aydınlığının bu ilk pembelenmesini kendi meşreplerince gövdelerinde eritip yine kendi renklerinde başka başka pembelere döndürüyor ve ikinci bir yansıma olarak tekrar şehrin üstüne gönderiyorlar. Gün ışığı o saatlerde şehri en munis kızıllığıyle  karıştırıp sabahın habercisi olarak evlere, binalara, caddelere bırakıyor, tıpkı hergün yepyeni haberlerle kapımıza gelen günlük gazeteler gibi.

İstanbul’un semalarından dökülen sabah ışıkları her semt, her yaka için ayrı bir seyir güzelliği verir. Günbatımı saatlerinde kızıl havaya bürünen Üsküdar, Moda, Adalar, yine aynı saatlerde Avrupa’nın uzak, silik ve küllenerek geceye hazırlanan yakası içine gittikçe çekilir. Bulutların nakışladığı kızıl cibinlik İstanbul’u dört bir yanından sarar her Allahın günü.Her sabah ve her akşam.

Birbirlerine sokulmuş yığınla bulut, İstanbul semalarından geçerken bu  şehre bahşedilmiş gün ışığının fazlalığından, bolluğundan şaşkına dönerler ve bazen parça parça birbirlerinden ayrılarak gidecekleri istikametleri şaşırır, havada öylece asılı kalırlar. Kendilerini sürükleyen rüzgâra itaatle, elimahkum, bu kızıllıktan hepsi nasibini alır. Dünyanın kimbilir hangi ülkelerinin buharından, dumanından, kimbilir hangi toplulukların âhından, niyazından toplanmış gelmişlerse, bütün mevcudiyetleri bu nurlu ışıkta yıkanır, morötesi dalgaların kızıl havasında paklanır, belki de mevlâya öylece pîrüpak ulaşırlar.


Işıkla bulutun İstanbul’a nasıl oyunlar  oynadığını bize Marmara Denizi anlatır. Ve asıl o vakit bu şehri diğer megakentlerden ayıran hususiyetini anlamak mümkün olur.

Gün içinde değişen saatlere göre değişir ışığı şehrin. Bu değişimle beraber Marmara’nın rengi değişir. Yurtdışına çıkmış, başka denizleri görme imkanı bulmuşların pekala teslim edecekleri bir hakikat vardır: Marmara’nın rengi tamamen kendine hastır, ve asla şöyle şöyle bir mavidir denemez. Çünkü kıtaların, denizlerin birbirleriyle buluştuğu düğüm noktası İstanbuldur  ve ne üzerinde havası durgundur, ne içinden geçen denizi durağan. Sürekli bir akış, sürekli sürükleniş, sürekli bir devinim.

Vasfı böyle olunca içinden geçen denize renk biçmek de imkansızdır. Mavi, ama hangi mavidir Marmara? Mavi midir? Maviliğinde kaç rengi barındırmakta, kaç denizin okyanusun canlısını gezdirmekte, derinliklerinde kaç medeniyetin âsârını, tarihini, hayallerini, ümitlerini canlı tutmaktadır. Doğu’nun firuzesini Batı’nın soluk mavisine, uzak bozkırların turkuvazını kuzeyli çakır aydınlıklara katıştırarak  adı henüz konmamış yepyeni bir mavi olur, karşımıza çıkar.

Işıkla bulutun beraberce Marmara’ya döktüğü renk armonisinin sihrini her İstanbullu kendi içinden okur. Kiminin bakışları vapurun camından morarmış sulara dalar kaybolur, kimi oynak dalgalarında kendi heyecanını bulur. Aynı vapurda karşıya geçmeyi bekleyenlerden her biri için ayrı bir İstanbul vardır o sularda. Memleketine dönmeğe karar vermiş inşaat işçisinin o suların ışığında bulduğu, yaşlı konsolosun bulduğundan daha az mı şairanedir? Zar zor bir burs bularak öğrenimini kurtarmanın heyecanıyle dolup taşan üniversitelinin gözünde bu şehir daha mı az şairanedir? İşinden evine dönenlere göre, herhalde gün boyu çıkamadıkları ofislerinden evlerine kadar yaşayabilecekleri yegâne şiiriyettir. 


İstanbul’un en güzel ışığında en güzel vakti akşam saatlerinin daha yeni indiği demlerde saklıdır. Gün henüz kızıl yüzüne nikabı çekmemiştir, vapurların ışıkları yanmış, şehrin elektrik şebekeleri açılmak üzeredir. Lâmba direkleri, Galata’nın heveskar, aceleci aydınlatmaları akşamı karşılarken  parlak kurdeleli saçlarını  ister istemez Marmara’nın sularına bırakırlar ve dalgalanan yüzeyde bir başka İstanbul yüzmeğe başlar. İşte hülyalara bürünmüş hayal  İstanbul.

 
Muhterem Yüceyılmaz
sanatalemi.net
Sükût etmek gibi alemde nadana cevab olmaz..

Çevrimdışı adilcevaz

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 235
  • susukunlugum asaletimdendir.
Ynt: İstanbul Aydınlığı
« Yanıtla #1 : 21 Ekim 2008, 23:07:21 »
ahhhh İstanbul....
paylaşım için tşkkrlr....
Bütün dünyayı verseler gamım bitmez nedendir bu
Taa ezelde gam turabıyla yoğrulmuş bendendir bu
Terk etme insafı makamı imtihandır bu
Gelen gider giden gelmez iki kapılı handır bu!

mazhar

  • Ziyaretçi
İstanbul, Sadece İstanbul Değildir
« Yanıtla #2 : 25 Eylül 2013, 07:49:42 »
İstanbul, Sadece İstanbul Değildir
  İstanbul, efsanelere konu olmuş; efsane olmuş bir şehirdir. Şehirlerin emîri; şehirlerin şahı, padişahı olan bu kent hakkında yüzlerce, binlerce eser kaleme alınmıştır. Tarihin her anında bir cazibe, bir çekim merkezi olan İstanbul, ilk çağlardan bu yana doğulusuyla, batılısıyla, kuzeylisiyle, güneylisiyle insanların meftun olduğu, uğruna canlar feda ettiği zorlu bir sevgili olagelmiştir. Ta ki “Ya ben İstanbul’u alırım; ya İstanbul, beni!” diyen şahinbakışlı Fatih Sultan Mehmet Han’a yâr olana dek!..
 
 İstanbul’un geçmişiyle ilgili yapılan araştırmalarda, her gün yeni bulgular elde edilmektedir. Her defasında da şehrin tarihi sil baştan yazılmaktadır. Ama kesin olan bir şey vardır ki o da, Asya ile Avrupa arasında paylaşılamayan, paha biçilemeyen bir elmas gibi ışığını, parlaklığını hiçbir zaman kaybetmemektedir. Zaman zaman Latin istilâsı vs. gibi talihsizliklerden ötürü kirlense, lekelense de bir ufak rötuşla, bir ipek mendille tekrar eski güzelliğine kavuşmaktadır. Bu rötuşların, ipeğe sarıp-sarmalamaların ilkini 1453’de cennet-mekân Fatih Sultan Mehmet Han eliyle yapmış olan milletimizin nazarında İstanbul, elde edilmiş bir ‘kızıl elma’dır. Sonraki yıllarda eski önemini kaybeder gibi olmuş; hatta 60’lı-70’li yıllarda anarşiye, 80’li-90’lı yıllarda kapkaç bilmem ne türü onca zillete maruz kalmışsa da eski parlak ve şaşaalı günlerine hızla dönmektedir.

 
 İstanbul’u, İstanbul yapan en önemli sebeplerden biri de hiç şüphesiz Son Peygamber’in, Âlemlerin Sevgilisi Hz. Muhammed (sav) Efendimizin hadis-i şeriflerinden birine konu olmasıdır. Bu bile, milletimiz açısından başlı başına bir iftihar vesilesidir. Dahası mazluma Yûnus, zalime Yavuz olmasını bilen necip milletimiz buradan hem Doğu’yu, hem Batı’yı, hem Kuzey’i hem de Güney’i yönetmiştir. Padişahlarımız Doğu’nun halifesi, Batı’nın imparatoru olagelmişlerdir asırlarca.
 
 İstiklal Harbi yıllarının jeopolitiğinin dayattığı gerekçelerle bir süre geri plana düşen İstanbul çok geçmeden bilim, kültür, sanayiî, ticarî vb. birçok alanda ülkemizin lokomotifi olmuş, gizli başkent görevi görmüştür. Zamanın ne göstereceği bilinememekle birlikte, bir gün dünyanın da başkenti olmaya aday olduğu, bu birikimi (potansiyel) taşıdığı aşikârdır.

 
 Boğaza 3. köprü tasarısı (proje) ve Yavuz-Şah mücadelesi ile ilgili olarak bir hususa dikkatinizi çekmek istiyoruz. O da şudur: Biz, mücadeleyi -Avşar’ın, Karahacılısı olmamız hasebiyle- ceddimizin de destek verdiği Türkmen şeyhi Şah İsmail’in değil de, Yavuz Sultan Selim Han’ın kazanmasının, Türk tarihi açısından daha hayırlı olmuş olabileceği ihtimali üzerinde duruyoruz. Neden derseniz, Şah’ın üstünlüğü ile neticelenecek bir mücadelede Avrupa’daki Türk varlığının ve dahi Arnavut, Boşnak gibi diğer Müslüman halkların varlıklarının tehlikeye düşebileceğinin göz ardı edilmemesi gerektiğinin altını çizmek istiyoruz. Yakın tarihte yaşanmış bir Bosna faciasının acı hatıraları hâlâ tazeliğini korurken üstelik. Hatta ve hatta Macarların bile varlıklarını Osmanlı’ya borçlu olduklarını, başta hâlihazırdaki Macaristan Cumhurbaşkanı olmak üzere bizzat Macar tarihçiler ifade etmektedirler. Ha, Yavuz’un kazanmasıyla da Anadolu ve Azerbaycan’ın birleşmesi sekteye uğramıştır o da ayrı mesele… Lâkin bu durum adı üstünde bir sektedir yani gecikme!.. Ve bu gecikme -inşAllah- fazla uzun sürmeyecektir. Duamız da, temennimiz de bu yöndedir. Ortak ordu, ortak ticarî girişimler… diye giden; doğal olarak kardeşliğin de gereği olan bunca çaba, nihayetinde Oğuz (Türkmen) birliğinin kurulmasıyla neticelenecektir. Efsâne lider Ebulfez Elçibey hastane odasında ömrünün son demlerini yaşarken, kendisini ziyarete gelen ünlü sanatçı Fatih Kısaparmak’a aynen şöyle demiştir: “21. asır Türk asrı olacaktır. Ok, yaydan çıktı bir kere!” Allah-û âlem.

 
 İstanbul’a 3. köprü haberlerinin gündemde olduğu bu zaman diliminde, taktik (strateji) açıdan, ondan çok daha önemli olan Kanal İstanbul tasarısı (lâyiha) kamuoyu nezdinde hak ettiği ilgiyi, alâkayı görmemiştir. Oysa bu tasarı ülkemiz açısından çok daha önemli bir hamledir. Bildiğiniz gibi 15. asırda Türk hâkimiyetine geçen İstanbul Boğazı aşama aşama gelen netameli bir sürecin son halkası olan Montrö Anlaşması ile uluslararası bir konuma (statü) tevdi edildiği için savaş hali dışında, Boğazlar üzerinde fazla bir egemenlik hakkımız bulunmamaktadır. Bu noktada, Kanal İstanbul tasarısı ülkemiz için hayati öneme sahip hamlelerden biri olarak kabul edilmelidir. Görünürde kültür varlıklarının korunması, ticarî kazanç, doğal hayata duyarlılık gibi gerekçelerin dillendirildiği kanal tasarısının perde gerisinde Montrö Anlaşmasını geçersiz kılmaya yönelik siyasî bir gayenin yattığı aşikârdır.

 
 İstanbul’a dünyanın en büyük havaalanının yapılacak olması da küçümsenemeyecek bir tasarıdır. Zira Asya-Avrupa-Afrika kıtalarının kesişme noktasında bulunan ülkemiz bu fırsatı iyi değerlendirdiği takdirde, havayolu taşımacılığında dünyanın bakım ve ikmal merkezi olmaya doğru gidecektir. Bu merkez, -şimdilik- Fransa ve İngiltere gibi Batı Avrupa ülkeleri iken, yakın bir gelecekte ağırlık Türkiye’ye kayacaktır. Dahası hava taşımacılığının lideri konumundaki Lufthansa’yı tahtından indirmeyi kafaya koymuş; bu uğurda çılgınca (agresif) bir büyüme hamlesi başlatmış olan Türk Hava Yollarını da yabana atmamalısınız.

 
 “Kadın dediğin İstanbul gibi olmalı; fethi güç, fatihi tek!” diyen şaire; “İstanbul’dan ziyade, İstanbul’u özledim .” diyen ozana ve daha nicelerine hak vermemek elde mi? Zira İstanbul bir Paris -asla- değildir; hele Bürüksel hiç değildir. Üstad Necip Fazıl gibi ‘vatanım da vatanım’ çekenlerin dergâhı; nizâm-ı âlem, i’lâ-yı kelimetullahın kıblegâhıdır. İstanbul, şamanıyla-Müslüman’ıyla Türk’ün madde ve mânâ özlü ruh iksiridir. Onun içindir ki Altay’dan kopup gelen akıncıların yolu bir şekilde hep İstanbul’a düşmüştür. Hunlar, Sabarlar (Sibirler) - Hazarlar, Avarlar, Bulgarlar, Peçenekler, Kumanlar son olarak da Oğuzlar “Mehlika Sultan’a âşık yedi genç” gibi hep bu kutlu sevdaya at sürmüşlerdir. İstanbul, Fatih Sultan Mehmet Han’ın, ordusuyla birlikte harabelerini ziyaret ederek “Bu belde halkının öcünü almak bana nasip oldu.” diye dua ettiği Truva’nın da rövanşıdır. Gâzi Mustafa Kemal Atatürk de Çanakkale ve Dumlupınar zaferlerinin sonrasında sarf ettiği “Truva’nın intikamını aldım.” sözleriyle, en çok hayranlık duyduğu Osmanlı Padişahı olan Fatih Sultan Mehmet Han ile aynı tarih bilincine sahip olduğunu göstermiştir.

 
 Velhâsıl İstanbul, sadece İstanbul değildir.

24 Temmuz 2013, 14:50

Serik-17.07.2013 Çrş.

Aziz Dolu Atabey
Anadoluhaberim.com
« Son Düzenleme: 25 Eylül 2013, 07:52:21 Gönderen: mazhar »

Çevrimdışı garsli36

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 186
Ynt: İstanbul Aydınlığı
« Yanıtla #3 : 26 Eylül 2013, 01:46:20 »
Paylasim ve bilgiler icin tesekkürler...
bu yüzden Istanbulda yasamak yetmez, istanbulu yasamak gerekir...
Yusuf akkaya (garsli36)