Gönderen Konu: İstanbul Elden Gitti!..  (Okunma sayısı 5005 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İstanbul Elden Gitti!..
« : 02 Haziran 2012, 13:30:50 »

İstanbul Elden Gitti!..

İstanbul'un ideal nüfusu en fazla 4-5 milyondur.

Şehir nüfusu şu anda 20 milyonu aşmıştır.

Böyle giderse on yıl içinde 40 milyon olacaktır.

(Rakamlarda mübalağa yoktur...)

Türkiye'yi ve İstanbul'u bir felaketten kurtarmak istiyorsak İstanbul nüfusu derhal dondurulmalı ve bir kişi bile olsa artmasına izin verilmemelidir.

72 milyonluk Türkiye'nin bir şehrinde 20 milyon, daha sonra 40 milyon nüfus toplanması siyasî, sosyal, kültürel, biyolojik depremlere, patlamalara ve yıkımlara yol açar.

İstanbul'un nüfusunu beş milyona indirmek için çok ciddî planlar ve programlar yapılmalıdır.

Nüfus ülke sathına dengeli ve adaletli bir şekilde dağıtılmalıdır.

İstanbul ve civarındaki arazi ve yapılaşma çılgın rantlarına son verilmelidir.

Bütün aydınlar, bütün halk "Türkiyenin bir kısmı niçin böyle boşaltılıyor?" sorusuna cevap aramalıdır.

Büyük İstanbul depremi yaklaşıyor.

Vâli bey: "Bu depremde tahmin edilen ölü sayısını söylemeye dilim varmıyor" diyor.

Ve İstanbul hâlâ çılgınca büyüyor, büyütülüyor.

Depremden kurtulacak vatandaşların çadır kuracağı yeterli alan yok.

Son on sene içinde meydanlara, boş mekanlara, yeşil sahalara binalar dikildi.

Şehrin civarı çepeçevre yüksek bina inşaatı ile dolu. Bunlara insanlar yerleşince, trafik başta olmak üzere her türlü sıkışıklık daha da artacak, hayat çekilmez hale gelecektir.

Boğaz'a üçüncü köprüyü yapmak çare ve çözüm değildir.

Üç değil, on üç köprü yapılsa problemler halledilmez.

Seksen küsur milyonluk Almanya'nın Berlin'i beş milyon.

Altmış milyonluk İtalya'nın Roma'sı dört milyon...

Çin'deki Şahghay'ın büyüklüğü bize ölçü ve örnek olmaz. Çünkü Çin'in nüfusu bir buçuk milyardır...

Beş milyondan fazla nüfusu kaldıramayacak bir şehre, bunun dört misli nüfus koyarsanız orasını biyolojik ve sosyal bir saatli bomba haline getirirsiniz.

Ancak yirmi tavuğu barındıracak bir kümese seksen tavuk doldurursanız hayvanlar birbirine girer ve bir kısmı ölür, kalanları da stresli ve hasta tavuk olur.

İstanbul, yekun olarak trilyon dolarlık bir rantistan haline gelmiştir.

Mega İstanbul'da mafyalar cirit atmaktadır.

İstanbul halkı trafik derdinden dolayı mutsuzdur, huzursuzdur.

Sabah akşam evden işe işten eve gitmek için bir vatandaş üç saat kaybediyorsa, böyle bir kayıp topyekun iş ve iktisat hayatına büyük darbe vurur.

Vatandaşların yeterli miktarda parklara, yeşil alanlara, korulara, küçük sun'î göllere ihtiyacı vardır.

İstanbul'un sağlıklı nefes almaya, temiz havaya ihtiyacı vardır.

Türkiye gibi yüzölçümü geniş bir ülkede göklere yükselen toplu meskenler, rezidanslar yapmak çok yanlıştır.

İnsanlar küçük bahçeli müstakil evlerde mutlu olur.

Ev mal değil yuvadır.

Devleşen şehrin âsâyişini, huzurunu, güvenini korumak çok zordur, hattâ bir sınırdan sonra imkansızdır.

İstanbul'u bekleyen büyük tehlikeler:

1. Büyük deprem...

2. Boğaz'da yanıcı, patlayıcı, parlayıcı madde yüklü iki geminin çarpışması...

3. Ortadoğu'da, Balkanlarda, Kafkasya'da patlak verecek ve Türkiye'ye de sıçrayacak bir savaşta mega kentin ekmeğini, suyunu, kışın yakıtını sağlamak çok zor olacaktır.

Bir teklif: Çürük binalarla dolu geniş mekanlara sağlam rezidanslar yapılacağına, halk uzak yerlere kaydırılmalı, yıkılacak binaların yerine yeşil sahalar, korular, küçük göller yapılmalıdır.

İstanbul'un nüfusunu beş milyona indirmek mümkün müdür?

Böyle bir şey muhal ve mümteni (kesinlikle olmaz) olmadığına göre elbette mümkündür.

Lakin bunun için önce niyet lazımdır.

Sonra plan ve program.

Üçüncü olarak irade.

Dördüncü olarak mâlî imkan.

Gazetelerin, dergilerin, tv'lerin, aydınların, yazarların, düşünürlerin, üniversitelerin dev İstanbul faciası konusu üzerinde niçin yoğunlaşmadıklarına şaşmamak kabil değildir.

Bu konuda olumlu/yapıcı olmak şartıyla alabildiğine tartışılmalıdır.

İstanbul çökerse Türkiye de çöker.

İstanbul iyi olursa Türkiye de iyi olur.

İstanbul'un bugünkünden daha büyük olması millî bir felaket olur.


Mehmet Şevket EYGİ - 2 Haziran 2012 Cumartesi


mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: İstanbul Elden Gitti!..
« Yanıtla #1 : 02 Haziran 2012, 14:25:47 »
Anlıyamadığım bir şey, İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı olduğu zaman İstanbul'a girişlerine vize koyalım diyen Sayın Recep Tayyip Erdoğan(Başbakanımız) şimdi bu konuda neden bir adım atmıyor..!

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: İstanbul Elden Gitti!..
« Yanıtla #2 : 22 Haziran 2012, 21:46:16 »



16 Haziran 2012 Cumartesi 11:17
İstanbul Boğazının Sevda Tepesi imara açıldı
Suudi Arabistan Kralı Abdullah'a müjde... 28 yıldır çivi bile çakamadığı 1982 yılında 27 milyon dolara satın aldığı Boğaz sırtlarındaki Sevda Tepesi imara açıldı.

Sevda Tepesi'ne saray yapamadı ama otel yapacak

Suudi Arabistan Kralı Abdullah'a müjde... 28 yıldır çivi bile çakamadığı 1982 yılında 27 milyon dolara satın aldığı Boğaz sırtlarındaki Sevda Tepesi imara açıldı. Kral 28 Mayıs'ta başvuruda bulunurak otel için izin istedi

Ercan SARIKAYA'nın Haberi

Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın veliaht prensken 27 milyon dolara aldığı Kandilli'deki Sevda Tepesi 28 yıl sonra imara açıldı. Yapı yapılması yasak olan araziye, yeni planla 7.5 metre yüksekliğinde otel yapılabilecek. Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz'in veliaht prensken 27 milyon dolara aldığı Kandilli'deki Sevda Tepesi'ne 28 yıldır çivi bile çakamıyordu. Kral Abdullah, 1984'te Türkiye'de yabancılara sadece yatırım amaçlı değil, özel amaçlı olarak da mülk satın almalarına imkan sağlayan bir yasa çıkartılmasının ardından bu araziyi satın almıştı. Yasa o dönem SHP tarafından Anayasa Mahkemesi'ne götürüldü ve birkaç ay sonra da düzenlemeyi iptal eden karar çıktı.

||| Başvuruya jet yanıt

KRAL Abdullah, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na 28 Mayıs 2012 tarihinde imar izini için başvuruda bulundu. Bakanlık teklif plan hazırlayarak 31 Mayıs 2012'de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na gönderdi. Teklif plan yazısında 'imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde yapılanma hakkı verilmesini' talep edildi. Bakanlık'tan gelen teklif planı hemen İBB Meclis İmar ve Bayındırlık Komisyonu'na gönderildi. Ak Parti ve CHP’lilerden oluşan Komisyon teklifi değerlendirdi ve CHP’nin karşı çıktığı teklif 'Bakanlık ve Boğaziçi Yüksek Koordinasyon Kurulu'ndan onay alınmadan uygulama yapılamaz' şerhiyle kabul edilip karar alınmak üzere Belediye Meclisi'ne gönderildi.

Emlak Pencerem.com


Suudi Kralı Abdullah’ın 1984’te satın aldığı Sevda Tepesi’nin eteklerinde yaşayanlar yeşilin yok edilip kendilerinin alınmayacağı gerekçesiyle imar iznine karşı çıkıyor



Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın 1984’te veliaht prensken 27 milyon dolara aldığı Kandilli’deki Sevda Tepesi’nin imara açılması, çevredeki vatandaşların tepkisine neden oldu. Üsküdar, Kandilli’deki Sevda Tepesi’nin sahibi Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na 28 Mayıs 2012 tarihinde imar izni için başvurmasının ardından “imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde yapılanma hakkı verilmesi” çevrede yaşayanlar tarafından hoş karşılanmadı.




57 dönümlük arazide Kral Abdullah almadan önce düğünlerini yaptıklarını, çocuklarının özgürce koşup oynadığını belirten Kandilli halkı, yapılaşmayla birlikte yeşil alanın yok olacağını ve kendilerinin hiç giremeyeceğini düşünüyor.






Bizi kovacaklar

Milliyet Gazetesi'nden Gökhan Karakaş'ın haberine göre; Tepenin eteklerinde yaşayan ve çoğunluğu Rizeli olan vatandaşlar, yıllar önce girip dolaştıkları yeşil alana bina yapılmasının kendilerine hiçbir katkı sağlamayacağını söylüyor.

vatandaşlar bu alanda küçük bir yapı için bile yüzlerce ağacın kesileceğini düşünüyor. Vatandaşların tepkileri şöyle:




Hürmet Tuna: 17 yaşındayken buraya gelin geldim. Çocuklarım Sevda Tepesi’nden çiçek toplardı. Düğünlerimiz, eğlencelerimiz olurdu. Doğanın ve yeşilin içinde çocuklarımız büyüttük. Şeyh (Kral Abdullah) aldığında farkına varmadık, birkaç yıl daha girebildik. 25 yıldır giremiyoruz. Türk’ün malını neden Arap’a sattılar?




Hakan İstafiloğlu: Havasını kokladığımız yeşil alanda uzaktan bile göremeyeceğimiz kral evi yapılmasının bize ne faydası olur? Herkesin faydalanacağı, annemin piknik yapacağı, ablamın spor yapacağı bir tesis yapılırsa biz memnun oluruz.




Metin Canbakış: Kral Abdullah’ın burada ev yapması buranın gelişmesi için fırsat olabilir. Ama herkesin girebildiği bir alan olursa gelişme olur. Yüksek duvarlarla çevrilip halkın geri çevrildiği bir yeşil alan bizi mutlu etmez.







Yahya Yılmaz: Suudilerin gelmesi ekonomik olarak bizi canlandırabilir. Araplarla ticaret yapabiliriz. Bölgenin değerini artırır ama biz girebilecek miyiz? Turizm alanı derken nasıl bir bina yapılacak? Yüksek duvarlar halka engel olursa hiçbir anlamı olmaz. Eski günlerimizdeki gibi faydalanacağımız bir yeşil alan istiyoruz.




İsmail Yılmaz: Arapların gelmesi bizim gitmemiz demek. Ayrıca bu araziye bina yapmak için büyük yeşil katliamı olur. Bölgenin gelişmesini de çok isterim ama aynı oranda yeşil ve doğa katliamı da olur.




Salıcı: Dava açacağız




CHP İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı şu şekilde konuştu:




Sevda Tepesi ve Esenyurt’taki kaçak konutlarla ilgili olarak hukuki yollara başvuracağız. Kararların iptali için dava açacağız. Bunların yanı sıra, oturumun iptali için de dava açmaya hazırlanıyoruz.




Kanuna rağmen doğa katliamı




Eyüp Muhçu (Mimarlar Odası Genel Başkanı): Sevda Tepesi’nin imara açılması daha önce 2 kere reddedilmişti. Yasaya uygun olmadığı için reddedilirken, şimdi hiçbir şey değişmeden imara açılması katliamdır. Bu alan Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu gereğince koruması gereken ve 1. derecede doğal SİT alanı ve hiçbir yapılaşmanın olmaması gereken bir yerdir. İBB’nin planlama kadroları da daha önceden bu alanın korunması gerektiğine dair kesin raporlar hazırlamışken oy çokluğuyla doğa katliamı yapılması çok üzücü. Rant uğruna İstanbul’a büyük zarar veriliyor.




İstanbul hızla Dubaileşecek


Tayfun Kahraman (Şehir Planlamacıları Odası İstanbul Şube Başkanı): Şimdiye kadar 2960 Sayılı Boğaziçi Kanunu, Sevda Tepesi’ni korudu. Şimdi artık bu kanunun Boğaziçi’ni koruyamayacağını görüyoruz. 1984’ten beri Boğaziçi Kanunu gündeme geldiğinde hemen Kral Abdullah telaffuz ediliyordu. Artık sadece Sevda Tepesi’ni kaybetmeyeceğiz, emsal teşkil edeceği için Boğaziçi ön görünümündeki tüm alanlar tehlikededir. Oysa Sevda Tepesi, dünyaya korumakla söz verdiğimiz 1. derecede SİT alanıdır. Bu kararla Boğaziçi’nin betonlaşmasının önü açılırken, İstanbul da hızla Dubaileştirilecek.

Sevda Tepesi’ne imar izni sağlayan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yetki alanı, 17 Ağustos 2011’de yürürlüğe giren 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile genişletildi. KHK ile Özel Çevre Koruma Kurumu kapatılırken görevleri de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde kurulan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne devredildi. Değişiklikle; Milli Parklar, Tabiat Koruma Alanları, Tabiat Anıtları, Tabiat Varlıkları, Doğal Sitler, Sulak Alanlar ve Özel Çevre Koruma Bölgeleri’nin tespit, tescil ve ilanının tek elden yürütülmesinin önü açıldıı. Buna göre, bir alanda mevcut birden çok statü olsa da tek idareye yetki veriliyor, planları tek elden yapılıyor ve onaylanıyor. Ayrıca Doğal Sitler, Tabiat Varlıkları ve Özel Çevre Koruma Bölgeleri tek elden etkin yönetiliyor.

Daha önce Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sorumluluğunda olan Tabiat Varlıkları ve doğal sitler de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devredildi. KHK ile devlet taşınmazlarına ilişkin her tür ve ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları, imar plan tadilatları ve imar uygulamaları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca yapılıyor ve onaylanarak yürürlüğe konuluyor.


KHK’nın yürürlüğe girmesinin ardından açıklama yapan TMMOB Başkanı Mehmet Soğancı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, yeni KHK’larla sonu gelmez yetkilerle donatılmaya devam edildiğini öne sürerek, “Bakanlar Kurulu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na tüm ülkenin tapusunu istediği gibi kullanma yetkisi verdi” diyerek tepki göstermişti.

Emlak kulisi.com

Yapılan açıklamada, " Hazırlanan teklif planda; planlama alanı içerisindeki peyzaj değeri yüksek nitelikli ağaçların geliştirilerek muhafaza edilmesi, ağaç rölevesinin çıkarılmadan uygulama yapılmaması, Boğaziçi siluetini bozmayacak, çevre ile uyumlu, T.A.K.S.: 0.06 Hmax: 7.50 metreyi geçmeyecek, çekme mesafelerinin Mimari Avan Proje ile belirlenmesi ve bina dışında bodrum kat yapılmaması şartı ile konaklamaya yönelik turizm tesisleri yapılabileceği hükümleri bulunmaktadır" denildi. "Toplamda 57bin470 m2 olan alan, T.A.K.S. (Taban Alanı Kat Sayısı): 0.06 olması halinde, toplamda 3bin448 m2 inşaat alanına tekabül etmektedir.Bunun anlamı da 2 kat ve bodrumsuz bir imardır" denilen açıklamada, "Uygulama Projeleri Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Komisyonu Kararı alınması şartı ile geçerlidir. Genel boyutu ile Turizm ve Konaklama kullanışı (forksiyonu) Boğaziçi bölgesinin en doğal, önemli ve tercihli kullanış kararlarından biridir. Turizm ve Konaklamanın, günübirlik yemek-içmek-eğlenmek-dinlenmek ve konaklamak gibi iki farklı boyutunun Boğaziçinde yer alması gerekmektedir" ifadesi yeraldı.
Emlak kulisi.com



Bir zamanlar Levent Kırca ile Oya Başar ikilisi ortalığı kasıp geçirirdi..

İnsanları ekrana yapıştırırdı..

Her parodinin, her taşlamanın sonunu Grup Gündoğan’la bitirirlerdi..




Niyetimiz kimseyi kırmak değildir

şuradakini buraya koymak değildir

arada bir zülfü yare dokunduk

Tam yerine rast geldi manzara koyduk

olacak olacak olacak o kadar




Meşhur Sevda Tepesi var ya.. Boğaz’ın en yeşil yeri.. Boğaz’ın en güzel yeri..  

Hatırlarsanız, 57 dönümlük araziyi 1984 yılında Turgut Özal, Suudi Kralı Abdullah’a satmıştı..

27 milyon dolara..

Sonrası yılan hikayesi oldu..

İtiş kakış, kavga gürültü, mahkeme muhkeme derken yıllar geçti..

Çivi çakılmadı.. Çaktırılmadı..

Boğaz korundu, Boğaz’a sahip çıkıldı..




Aradan 28 yıl geçti.. Sevda Tepesi imara açıldı..

Peki nasıl açıldı.. KHK ile..

KHK ne demek?

Yürütmenin yasa çıkarması demek.. Yürütmenin yasamayı devre dışı bırakması demek.. Yürütmenin yasamayı yok sayması demek.. Yürütmenin yasamayı kelepçelemesi demek..

Mevzuumuz Sevda Tepesi değil başka..

Aylardır bu memlekette yürütme sorunu yok, yasama sorunu var..  Yasamanın oluşturulma biçimi sakat diye dilimin döndüğünce anlatmaya çalışıyorum..

Biliyorsunuz yeni anayasa yapılıyor ya..

Kimi başkanlık istiyor,

Kimi yarı başkanlık..

Kimi parlamenter sistem..

Ben de diyorum ki önce meclisi meclis gibi yapalım.. Önce meclisi güçlendirelim, hükümeti denetler hale getirelim.. Yürütmenin karşısına dikilecek hale getirelim..

Hükümetlerin boyunduruğundan kurtulalım..




Boğaz’ın en muhteşem tepesi, son ağaçlık alanlarından biri imara açılıyor.. Meclis başkanı dahil tüm milletvekilleri gazeteden öğreniyor..

Çünkü..

Meclis yasama, yetkisini yürütmeye devretti..

Nasıl haberleri olacak ki ..




Levent Kırca ile Oya Başar meclisin kendi kendini devre dışı bırakmasını.. Bu kadar önemli bir kararın kararname ile alınmasını..

Yürütmenin aynı zamanda yasama görevi de görmesini ekrana taşırken..

Sevda Tepesi kararı çıksaydı ne derlerdi..

Tam yerine rast geldi manzara koyduk..



Çamlıca’ya camiye dindarlar karşıymış

Başbakan Çamlıca tepesine, İstanbul’un her yerinden görülecek, Türkiye’nin en büyük camiinin yapılacağını açıklayınca ortalık ayağa kalkar zannettim..

Kalkmadı..

Konu zor.. Çevreci kesim itiraz etse, söyleyecekleri belli...

Bunlar camiye bile karşı..

Lafı cami düşmanlığına, din düşmanlığına getiriyorlar aklı başında tartışma olmuyor..

Bana göre, Çamlıca tepesine camii dikmek anlamlı değil.. Hele teleferikle adam taşıma  projesi fevkalade ayıp..

Gösteriş kokuyor..

Neyse!..

Proje açıklandıktan sonra gözlerimi muhafazakar kesime diktim.. O kesim eskisi gibi değil.. Yanlışı görünce, vicdanı kabul etmeyince artık eskisi gibi susmuyor.. Lafını esirgemiyor..

Geçen gün Zaman’dan Ahmet Turhan Alkan yazdı..

Orada cemaat yok, talep yok bu imaj projesi diyor.. Bakın 10 Haziran’daki yazısında ne demişti:

Ecdâd, günümüzde çokça rastladığımız üzere, cemaatin talebini dikkate almadan şân olsun diye cami yaptırmamış; o türden görgüsüzlükler bizim kuşakların yüzünü kızartan türden hamlıklardır. Her boş ve müsait arsaya cami dikmekle dinimizin ekmel ve hak olduğunu, bu yolla İslâm’a hizmet ettiğimizi zannettik; biraz da geçmiş zamanlardan gelen ezikliklerimizi telâfiye çalıştık.
Muhafazakar kesim imaj camiine karşı mı?

Karşıymış..

Peki neden yüksek sesle karşı çıkmıyorlar? Alkan dün Taraf gazetesine verdiği demeçte bu durumu şöyle açıklıyor:

Bir çok insan benim gibi düşünüyor, belki de ben kötü olmayayım diye karşı çıkmıyor (..) İnsanların beklentisi vardır. Gırtlak dokuz boğum şimdilik susayım, ileride menfaatlerim engellenmesin diye düşünebilirler.
Galiba çağın yeni dini yüzünden susuyorlar..

O ne mi?

Menfaat!..

Emlak kulisi.com



« Son Düzenleme: 30 Haziran 2012, 04:59:52 Gönderen: mazhar »

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: İstanbul Elden Gitti!..
« Yanıtla #3 : 22 Haziran 2012, 22:06:26 »








Sevda Tepesi’nin imara açılmasının ardından yeşil alan olduğu gerekçesiyle Boğaz’da yıllardır bekleyen arsaların da imara açılması bekleniyor. Kutlutaş Holding, 30 yıl önce aldığı 52 dönüm arsada 5 yıldızlı otel yapmak için çalışmalara başladı


Geçtiğimiz yıl Yargıtay’ın aldığı emsal kararın ardından, daha önceki yıllarda ilan edilen binlerce dönümlük yeşil alan sorununda önemli gelişmeler yaşanıyor. İstediği arsayı yeşil alan ilan eden ve burayı yapılaşmaya kapatan belediyeler artık ellerini kollarını sallayarak böyle kararlar alamayacak. Çünkü, bir arsa sahibinin açtığı dava sonucunda geçen yıl Yargıtay belediyeye ‘Ya kamulaştırma bedeli öde ya da arsayı imara aç’ kararı almıştı.




Emsal teşkil eden bu kararın ardından da yıllarca yeşil alan mağduru olan arsa sahipleri de harekete geçerek dava açmaya başlamışlardı. Kamulaştırma bedelleri de belediye bütçelerini çok aşınca bu arsaları imara açmaktan başka bir çare kalmamıştı.




1983’te imara kapandı




İstanbul Boğazı’nda da binlerce dönüm yeşil alan, koru ya da sit alanı olduğu biliniyor. 1983 yılındaki Boğaziçi Kanunu’yla birçok alanın yeşil alan ilan edilmesi arsa sahiplerinin elini kolunu bağlamıştı. Gelinen noktada Yargıtay’ın aldığı emsal karar ise Boğaz’da büyük önem teşkil ediyor. Çünkü belediyelerin Boğaz’daki yeşil alanları kamulaştıracak bütçesi bulunmuyor. Türkiye’nin en pahalı arsalarının bulunduğu İstanbul Boğazı’nda yeşil alan ilan edilen arsaların büyüklüğünün 10 milyar dolarları bulduğu ifade ediliyor.




Yeni çözüm imara açmak




Belediyeler de yüksek bedelleri nedeniyle kamulaştıramayacağı bu arsaları imara açıyor. Fakat, burada düşük yoğunluklu turizm imarı veriliyor. Bu sayede de Boğaz’ın beton yığını olmasının önüne geçilmesine çalışılıyor.
Zaten, İstanbul Boğazı’nda yıllar sonra Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın 1984’te aldığı Sevda Tepesi’ne verilen imar izni de turizm amaçlı oldu. Bunun ardından başlayan süreçte aynı durumdaki diğer yatırımcıların arsaları da imara açılıyor.

İstanbul Boğazı’nda birçok önemli isim ve firmaların aynı durumda arsalarının olduğu biliniyor. Son günlerde gözler Sevda Tepesi’nin ardından bu arsalara çevrilirken, Kutlutaş Holding, 30 yıldır beklettiği 52 dönümlük arsada otel yapmak için Boğaziçi İmar Müdürlüğü’ne başvuruda bulundu ve olumlu cevap aldı.
5 yıldızlı otel yapacak

Yurtiçi ve yurtdışında otoyol, enerji ve fabrika binaları inşa eden Kutlutaş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nurettin Koçak, 1982 yılında satın aldıkları arsa için 30 yıldır beklediklerini ifade ederek, şu bilgileri verdi:




Sarıyer’de Boğaz öngörünümünde bulunan 250 dönüm arsayı aldığımızda üzerinde tuğla fabrikası vardı. Fabrikayı 1987’de yıktık ve bir bölümüne Sedatkent’i yaptık. Orası şimdi cennet gibi… 52 bin metrekarelik yer ise yeşil alan ilan edildi ve 30 yıldır bekliyoruz. Vergisini de veriyoruz. Son dönemde ise Boğaziçi İmar Müdürlüğü Boğaz’ın dokusuna uygun iyi bir turizm projesiyle gelmemiz durumunda imar vereceklerini söylediler. Biz de 5 yıldızlı iyi bir otel yapmak için fizibilite çalışmalarına başladık.




Koçak, arsa için 6 bin metrekare taban alanı üzerinde 3 katlı turizm izni verileceğini belirterek, “Biz sadece mülkiyet hakkımızı kullanmak istiyoruz. İstanbul’a yakışır 150 yataklı 5 yıldızlı bir otel inşa edeceğiz. 20 milyon dolar civarında bir maliyeti olacak ve otel bittiğine işletmeye vereceğiz” dedi.

Ara formül

Gayrimenkul Hukuku Derneği Başkanı Avukat Ali Güvenç Kiraz da, 1983 yılındaki Boğaziçi Kanunu’yla bölgenin imara kapatıldığını belirterek, “Yargıtay arsa sahibi lehine emsal karar verince kamu sıkıntıya girdi. Bu durumda da bazı yerler mecburen imara açıldı” dedi. Boğaz’da ara formül bulunduğunu ifade eden Kiraz, “Davalar açılırsa kamulaştırma bedeli ödenemez. Bu nedenle Boğaz’da turizm ve sağlık imarı veriliyor. Bu düşük yoğunluklu yapılaşma demek” dedi.

Milliyet


mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: İstanbul Elden Gitti!..
« Yanıtla #4 : 02 Eylül 2012, 06:03:22 »




İstanbul ranta yenik düştü


Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul'un siluetini bozan yapılaşmada inşaat sektörü ile birlikte siyasileri de sorumlu tuttu. 'İnşaat ile birlikte siyaset ve ekonomik rant gücü sanıyorum bizim koruma gücümüzü ve yetkimizi aşar' diyen Günay, 'Bu gelinen noktada ben sorumlu değilim. Elimizden geldiğince fren yapıyoruz ama birçok çevreyle de kötü oluyoruz' ifadelerini kullandı

ŞAMİL KUCUR / İSTANBUL

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Yeni Şafak'a İstanbul, kültür, sanat ve müzecilikle ilgili önemli açıklamalarda bulundu. İstanbul'daki çarpık yapılaşma ve eskiden gecekondulara tepki gösterilirken, son yıllarda ise aynı düzensizliğin yüksek katlı binalarda görüldüğünü ve bunun önüne geçmekte yetkisinin yetersiz geldiğinden yakındı. Bakan Günay ayrıca, TBMM'ye bağlı müze sarayların, bakanlığına bağlanmasından, yurt dışından iade edilen tarihi eserlere ve gelen tepkilere ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin talip olduğu Sultanahmet Meydanı'ndaki Defterdarlık Binası'nın Türk İslam Eserleri Müzesi'ne devredilmesine kadar tartışmalı Başkanlık sistemine kadar bir çok soruya açıklık getirdi.

İstanbul'un siluetini bozan yüksek katlı yapılaşmayla ilgili 'İstanbul 200 yıllık bir şehir değil ve bu şehir Manhattan olmayacak' şeklinde tepki gösterdiniz. Bu yapılaşma hala neden sürüyor?

Avrupa yakasından sonra Anadolu yakasında da bu yapı kargaşası yaşanıyor. İstanbullu maalesef, bu rant savaşında maalesef yenik düştü. Haydar Paşa Tren Garı ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi binasının bulunduğu tarihi Haydarpaşa Tıp Okulu'nun bulunduğu Tıbbiye-i Şahane binalarının görüntü ve siluetinin bozulmaması gerekirdi. Ama maalesef bozuldu. İstanbul ranta kurban edilmeyecek bir vatan parçasıdır. 24 saat vicdanımızı rahatsız eden sorunla karşı karşıyayız. Ama asıl tarihi yarımadanın hem Karadeniz tarafından gelirken hem de Marmara yönünden gelirken, Sultanahmet Camii'nin, Ayasofya'nın minarelerinin arkasında ve görüntüyü olumsuz olarak etkileyen bir görüntü ve bu dönem yaşadığımız olumsuz bir durumdur. Tarih önünde bunun hesabının verilmesi çok zordur.

İNŞAAT VE SİYASETİN RANT GÜCÜ YETKİMİZİ AŞIYOR


Peki bu gidişat neden engellenemiyor?

Bunun nedeni ranttır. Biraz ilkeli davranmak gerekir. Ne yazık ki bu inşaat sektörü, inşaat ile birlikte siyaset ve ekonomik rant gücü sanıyorum bizim koruma gücümüzü ve yetkimizi aşar. Bu gelinen noktada ben sorumlu değilim. Elimizden geldiğince fren yapıyoruz ama birçok çevreyle de kötü oluyoruz ve birçok çevrenin husumetini de üzerimize çekiyoruz ama ben göğsümü gere gere şunu söylüyorum. Ben İstanbul'u savunuyorum. Göğsümü gere gere söylüyorum, ben İstanbul'u savunuyorum.

AVRUPA 200 YIL BU COĞRAFYAYI TALAN ETTi


Yurtiçinden yurt dışına kaçırılmış olan eserlerin, Türkiye'ye iade edilen eser sayısında her geçen gün artış yaşanıyor. Siz bunun için neler yapıyorsunuz?

Bu ülkemizden yasadışı yollarla yurt dışına kaçırılmış eserlerin iadesi ve ülkemize getirilmesi için, ciddi bir çaba sarf ediyoruz. Benim görev yaptığım süre içinde, son 5 yıl içinde 3 binden fazla eser geldi Türkiye'ye. Ondan önceki dönemde de bin kadar eser gelmiş. Ondan önceki 10 yıl içinde de binin altında eser gelmiş ülkemize. Yani son yılarda bu konu büyük bir ivme kazandı. Önümüzdeki dönemde de bu konuda daha güzel ve yeni haberler vermeyi sürdüreceğiz. Sinanpaşa Camii'nden çalınan 400 yıllık İznik çinilerinin Londra'dan geri getirilmesinin bunun somut örneği. Daha önce Sayın Başbakanımız Amerika'dan bir heykel yarısı getirmişti. Almanya'dan 100 yıl önce kaçırılmış bir sfenksi getirmiştik. Bütün bu yoğun ve süreklilik içeren çalışmalar sonucunda yurt içinde de, yurt dışında da ciddi şekilde bir kamuoyu oluştu. Geçenlerde bir Avrupalı kültür bakanı ile konuşurken 'Bakın 200 yıl kadar Avrupa, bu coğrafyayı talan etti. Tabii kimse eline geçirdiği bu eserleri elinden çıkarmak ve geri vermek istemiyor' dedi. O sayın bakanın dediği doğru, zor süreçler yaşansa da mücadelemiz haklı ve sürecek.

BATI MEDYASI RAHATSIZ

Bu çalışmalar yurt dışında nasıl karşılanıyor?

Son 5 yıl içinde 3 binden fazla eser geldi. Bir dirençle karşılaşıyoruz tabii. Şu anda yurt dışındaki bazı çevreler ve bazı gazete ve dergiler rahatsız. Bir süredir, bizim aleyhimize dergilerde yazılar yazıyorlar. Ama bunların haklı olmadığını, konuyu yakından takip edenler biliyor. Biz de bunlara gereken cevapları vermeye çalışıyoruz. Sonuç da alıyoruz.

Milli Saraylar bakanlığa devredilsin

TBMM'ne bağlı saray, Dolmabahçe sarayı ile müze ve kasırların bakanlığınıza bağlanmasını neden talep ettiniz?

Eğer uzmanlıklara saygı göstereceksek, TBMM'ne bağlı olan bu saray ve mekanlar da, bakanlığımıza bağlı olması gerekir. Milli Sarayların da yönettiği alanlarda koruma projeleri, restorasyon projeleri, her türlü alınacak fiziki önlemler, bizim koruma kurullarımıza geliyor. Ama uygulamayı başka bir birim ve daire yapıyor. Bu bence işin koordinasyonu açısından bir zaafiyet doğuruyor. Kültür varlıkları ve müze yapmak, yönetmek işi, bir elden koordine edilmelidir. Meclis Başkanımız Sayın Cemil Çiçek ile bir ara bu konuyu paylaştım ben. Meclis Başkanımız bu yaklaşımımıza çok uzak bakmıyor.

Defterdarlık binasını istiyoruz
http://yenisafak.com.tr/Gundem/?t=02.09.2012&i=406468&k=b3

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: İstanbul Elden Gitti!..
« Yanıtla #5 : 07 Ekim 2012, 09:58:12 »
"Şehir tarihi" ve "kentsel dönüşüm"

Şu günlerde Konya'da, "şehir" denilince ilk akla gelen yerlerden biri olan kadim Selçuklu başkentinde, "2. Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi" yapılıyor. Konya Büyükşehir Belediyesi'nin ev sahipliğinde 5 Ekim Cuma sabahı başlayan toplantı, pazar günü sona erecek. 15'i yurtdışından olmak üzere 66 ilim, fikir ve edebiyat adamı şehrin tarihini, edebiyatını, sanatını, maddî ve manevî yapıını (ve elbette bugününü) konuşacak.
Şehir insanlığın ortak yaşama mekânı. Medeniyetler şehirlerde neşv ü nema buldu. "Dünya tarihi şehirlerin tarihinden ibarettir" dense, yanlış olmaz.
Hacı Bayram Veli'nin ifadesiyle, insanoğlu şehirleri inşa ederken taş ve toprak arasında kendi de yapıldı:
Nagehan ol şara vardım
Ol şarı yapılır gördüm
Ben dahi bile yapıldım
Taş ü toprak arasında
Eski türkçede şehir için balık, ordu gibi kelimeler kullandık. Sonra "şehir"de karar kıldık. Arapça "medine" kelimesi, o kutlu şehrin öz adı olarak zihnimizde yer ettiğinden, şehir karşılığı olarak günlük dilimizde yer bulamadı.
Dil devriminden sonra öztürkçecilik iddiasıyla "şehir"i "kent"e değişmek istedik. Peki "kent" gerçekten türkçe asıllı bir kelime mi? "Kend" ipekyolu güzergâhında bir zamanlar yaygın olan dillerden soğdcaya mahsus bir kelime. Farsça üzerinden dilimize geçmiş, fakat bugünkü mânâsıyla değil. Hâlâ Azeriler "kent"i "köy" olarak bilirler. Son yüzyılın türkçe yazan ve en büyük İran şairleri arasında sayılan Şehriyar şöyle söyler:
"Han yorganı, kend içre meseldir, mitil olmaz!"
Kongrenin katılımcılarından, Prof. Dr. Şükrü Karatepe ve Konya Ansiklopedisi hazırlayıcısı Mehmet Ali Uz kelimenin Kayseri ve Konya'da bu anlamıyla kullanıldığını doğruladılar.
Aynı gün, İstanbul'da "Kentsel dönüşüm" resmen ve törenle başlatıldı!
Neyi dönüştürüyoruz? Sanıyorum bunun üzerinde pek düşünülmedi.
Son on yıllarda şehirlerimizi, türkçedeki yerleşik anlamıyla, büyük "kent"lere, kocaman köylere dönüştürdük! Hem milli, hem insanlık mirası şehir örneklerimizi tahrib ettik. Onların arka planındaki yapılış felsefesini anlayarak yeni şehir bölgeleri kurmak yerine yıkarak modernlik iddia ettik. Baltayı ayağımıza vurduk, eski şehirlerimizi yıktık, yenilerini doğru dürüst kuramadık. Şehirlerin "kentleşme"si, binaların yakılmasıyla çözülemeyecek büyük sıkıntılara yol açtı. İnsanların güvenli yaşama mekânı olan şehirler, insan hayatına ve özüne kastedecek bir yapılaşma furyası ile karşı karşıya kaldı.
Şimdi buyurun "Kentsel dönüşüm"e!
Ne demek "Kentsel dönüşüm"? Neyi, neye dönüştürüyoruz?
Şuna düpedüz "şehir ıslahı" desek, herkes anlayacak diye mi korkuyoruz?

"Kentsel dönüşüm" nerelerde yapılıyor? Şehirlerde, büyükşehirlerde.
Şehirle, şehircilikle ilgili kelimeleri bir zamanlar TDK "kent" kelimesinden türetti. CHP bunları tutturamadı, bu partinin zihniyetine karşı olmak iddiasındaki partiler ise yerleştirmek için elinden gelen gayreti esirgemiyor.
Şehirlerde yaşıyoruz, fakat "kent terminolojisi" ile işlerimizi yürütüyoruz. "Kentsel dönüşüm"ü anlamaya çalışırken, şehir kelimesi ile yapılan terimlerin anlaşılabilirliği karşısında kentli terminolojinin muğlaklığı dikkatten kaçırılmamalı.
Doğru bir dil oluşturamazsak, meramımızı dosdoğru ifade edemezsek, yapacağımız işin akıbetinden endişe etmeliyiz.
Evet, şehirlerimizin "Kentsel dönüşüme" değil," ıslah'a ihtiyacı var!
D.Mehmet Doğan.Habervaktim.com