Gönderen Konu: İstanbullunun Özellikleri 1  (Okunma sayısı 3544 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İstanbullunun Özellikleri 1
« : 31 Ekim 2012, 03:49:35 »

İstanbullunun Özellikleri 1

Birkaç hafta önce Kubbealtı Vakfında yaptığım konuşmada, İstanbul kültürüne, medeniyetine, görgüsüne, terbiyesine, âdâbına, inceliğine, mürüvvetine ve nezaketine sahip kimselerde 250 kadar hasletin ve meziyetin bulunduğunu söylemiş ve kısmet olursa bunların bir listesini yapacağımı beyan etmiştim. Aşağıda bunlardan 59'unu sıralamış bulunuyorum. Daha sonra diğerlerini de düşünüp arayıp bulup listeyi tamamlamaya çalışacağım. Şu hususu da arz edeyim: İstanbullunun tabakaları; avammı, havassı ve ehassü'l-havassı vardır. Aşağıda saydığım faziletlerin bazısı avama, bazısı havassa, bazısı ehassü'l-havassa ait olabilir. Bu fazilet ve meziyetleri kitaplardan ve gerçek İstanbulluları görüp tanıyarak öğrenmiş bulunuyorum. Bendenizde bu kemalâtın bulunduğunu iddia edecek kadar akılsız ve idraksiz değilim. Çok okuyan, hasbelkader hayli insan tanımış olan değersiz bir vatandaş olarak birikimimi arz ediyorum. İnşAllah birkaç gence faidem dokunur, hizmetim olur. (Bazı maddelere itiraz eden çıkabilir. Lütfen tartışmayalım, fakirin cehaletine versinler.)

1. Terbiyeli, kibar, medenî gerçek bir İstanbullu ben kelimesini çok kullanmaz, onun yerine bendeniz veya fakir der. İstanbul kültür ve âdâb-ı muaşeretinde sık sık ben demek çok ayıptır, büyük bir nakisedir.

2. Benim evim demez, fakirhane der.

3. Sizin eviniz demez, devlethaneleri der.

4. Baban anan nasıl diye sormaz, pederiniz beyefendi, valideniz hanımefendi nasıllar diye sorar.

5. Çeşitli konularda yazılı olarak (mektupla ve mail ile) teşekkür eder. Meselâ: "Dünkü nazik davetiniz ve ikramlarınız için çok teşekkür ediyorum. Sohbet çok faydalı ve zevkli oldu. Hiç unutamayacağım saatler geçirdim..." Davet sahibi de misafirlerine ayrı ayrı "Fakirhaneyi lutf edip teşrifinizden dolayı size minnettar ve müteşekkirim..." mealinde mektup yazar.

6. İstanbullunun en çok kullandığı kelimelerden biri efendim'dir. Nasılsınız efendim?.. Teşekkür ederim efendim... Saat kaç efendim?.. Saat beşe çeyrek var efendim..."

7. İstanbullu, iki öğün yemeği atlamış ve açlıktan başı dönmüş durumda olsa bile, sofraya sakin sakin oturur, sanki hiç aç değilmiş gibi ağır ağır sakin sakin yer. Gözlerini faltaşı, ağzını faraş gibi açıp çılgınca yemez. (İstisna: Bir yerde misafir ise ev sahibine hürmeten istiğnada ölçülü olur.)

8. İstanbullu oturduğu evin caddeye veya sokağa bakan balkonuna çamaşır asmaz. Kadın çamaşırlarını başkalarının göreceği yerde kesinlikle kurutmaz.

9. Genç İstanbullu toplu taşıma vasıtalarında yaşlılara, çocuklu kadınlara yer verir. Onlar ayakta iken kendisi kesinlikle oturarak seyahat etmez.

10. İstanbullu sokakta, meydanda, çarşıda pazarda açıkta yemez ve içmez.

11. Dondurmacıdan bir külah dondurma almış, sokakta herkesin arasında inek gibi yalayarak yiyor... İstanbullu böyle bir kabalık ve mürüvvetsizlik yapmaz.

12. İstanbul terbiyesine sahip kadın ve kızlar sokakta, toplu taşıma vasıtalarında, yabancıların arasında çıngıraklı kahkahalarla gülmez, hattâ dışarıda hiç gülmez.

13. Hakiki İstanbul görgü ve terbiyesinde sokak veya caddedeki kadın ve kızlara adres veya başka bir şey sormak çok ayıptır ve laf atmaktır.

14. Hakikî ve görgülü İstanbullu evde veya dışarıda yediği yemekleri ve tatlıları başkalarına anlatmaz. Çok yakın dostu veya akrabası ise "Evvelki gün çok enteresan bir lokanta keşf ettim, inşAllah birlikte gidelim..." şeklinde bahs edebilir.

15. İstanbullu nasıl telefon eder? İlk defa bir yeri arıyorsa, numarayı çevirir, açılınca hemen, karşı taraf Müslümansa selamün aleyküm, çağdaş ise iyi günler der ve kendini tanıtır "Ben Âbid Yurdunusever, Kazım beyefendi (veya bey) ile görüşmek istemiştim..." der. Numarayı çevirdikten sonra "Ora nere?... Numarayı tekrar edin!.." gibi aptalca sorular yöneltmek kabalık ve bedeviliktir.

16. İstanbullu bir kapının zilini bir kere çalar. Aynı anda birkaç kere zile basmaz. Kapı açılmazsa bir iki dakika bekler, tekrar çalar, yine açılmazsa geri döner. Durmadan zile basmak, kapıyı yumruklamak çok ayıptır.

17. İstanbullu (bu telefon devrinde) randevu almadan ziyarete gitmez.

18. İstanbullu, ziyarete gittiği yerde (binde bir zaruret olmadıkça) tuvalete gitmez, abdest tazelemez. Dindar bir kimse ise, abdestli olarak gider.

19. İstanbul kültürünü ve ruhunu aksettiren iki özellikten biri eski sadaka taşlarıdır. Bir yol kenarında üstünde el sokacak kadar delik bulunan içi oyuk bir taş. Geçenler içine para atarmış. İhtiyacı olan fakir ve yoksul da elini sokar bir miktar alırmış. Tamamını almazmış... Eski taş binalardaki kuş yuvaları da İstanbul kültürünün ve merhametinin bir sembolüdür.

20. İstanbullu bir Müslüman, dindar ve namazlı bir kimse ise başı açık namaz kılmaz, ibadet esnasında başında mutlaka İslamî bir serpuş, takke, imame bulunur. Başı açık olarak namaz kılmak bedevîliktir. Başın örtülü olması sünnet ve edebtir.

21. Bir lokantada yemeğe davet edilen İstanbullu, yemek listesindeki en pahalı yemeği söylemez. En ucuzunu da istemez. En pahalısı olmamak şartıyla iyi yemeklerden birini söyler. Tatlısının üzerine kaymak istemez. Her hâl ü kârda mutedil olur. Yemek esnasında hem ayran, hem şerbet içmez.

22. Ramazanlarda, orucu açıp birkaç lokma aldıktan sonra akşam namazı cemaatle eda edilir, ondan sonra yemek yenir.

23. İstanbullu edebî, yazılı, zengin Türkçe bilir. Konuşurken ve yazarken yanlış yapmaz.

24. İstanbullu faydasız, boş, mâlâyâni konuşmaz. Söylerse hikmetli ve lüzumlu şeyler konuşur ve söyler. Asla zevzeklik ve gevezelik yapmaz.

25. İstanbullu gıybet etmez, nemime yapmaz, insanların gizli ayıp ve günahlarını araştırmaz, istemeden öğrenirse bunları fâş etmez, gizler. O, ayıpları setr eder, başkalarının günahlarına karşı karanlık gece gibi olur.

26. Kibar İstanbullu ulan, yuh, be, aha oha, kral gibi kaba kelimeleri ve ünlemleri kullanmaz.

27. İnce ruhlu ve mürüvvetli bir İstanbullu kendine bir ziyafet çekmek üzere bir halk lokanta ve kebapçısına gitti. Parası var, niyeti karışık bir kebap yemek. İçeriye girdi, boş masa yok. Bir kişinin oturduğu bir masaya geldi, "Afiyet olsun efendim, müsaade eder misiniz?" diyerek izin istedi. "Rica ederim, buyurun" cevabını aldı oturdu. Göz ucuyla o kişinin yediğine bakar, kurufasulya ve pilav... Bizim ince ruhlu İstanbullu, o vatandaşın yanında, lüks sayılabilecek pahalı karışık kebaptan vaz geçer, daha mütevazı ve orta bir şey yer.

28. İstanbullu lâf olsun diye saçma sapan, dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı cinsinden aptalca sorular sormaz. Soruları incelik doludur. Bana bir soru yönelt senin kim olduğunu söyleyeyim... Bir adamda veya kadında İstanbul terbiye ve kültürünün olup olmadığı, konuşmasından ve yönelttiği sorulardan anlaşılır. Bazı soruları sormak çok ayıptır.

29. İstanbul İslam kültür ve edebinde selamı önce küçük büyüğe verir. Hal hatır sormak, nasılsınız demek önceliği büyüğe aittir.

30. Kibar bir İstanbullu ziyarete gittiğinde yer gösterilmeden oturmaz.

31. İstanbullu yapmacık, câli hareket ve sözlerden, aşırılıklardan kaçınır.

(devam edecek)

Mehmet Şevket EYGi - 31 Ekim 2012 Çarşamba


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İstanbullunun Özellikleri 2
« Yanıtla #1 : 01 Kasım 2012, 02:12:07 »
İstanbullunun Özellikleri 2

32. İstanbullu, ailesi veya arkadaşlarıyla pikniğe gider, yemek yer, çay içer, akşam dönmeden önce piknik yaptığı yerdeki bütün çöpleri, kağıtları, naylon poşetleri, şişeleri büyük bir torbaya doldurur, rastladığı ilk çöp bidonuna atar, o mekanı pırıl pırıl tertemiz ışıl ışıl bırakır.

33. İstanbullu sokak kedi ve köpeklerine, kuşlara, ağaçlara, yeşilliklere merhametlidir. Onlara su ve yiyecek verir. Asla merhametsizlik ve gaddarlık etmez.

34. İstanbullu gözünü bağlamadan veya bağlatmadan kurban kesmez. Başka bir hayvanın yanında ona göstererek kurban kesmez. İterek kakarak tekmeleyerek eziyet ederek kurban kesmez. Kestiği kurbanın kanıyla, iç organlarıyla çevreyi kirletmez.

35. Kibar bir İstanbullu balkonunda, dumanı ve kokusu komşularına gidecek şekilde ızgara yapmaz.

36. İstanbullu bir Müslüman çok teşekkür eden bir kimsedir. Çünkü o, "İnsanlara teşekkür etmeyen Allaha şükr etmemiş gibi olur" mealindeki hadîs-i şerifi bilir. Lakin teşekkür derken câli (yapmacık) hareket etmez, teşekkür etmeye alışmıştır, içinden gelir, teşekkür etmesi gerektiğini bilir ve onun için teşekkür eder.

37. İstanbullu, insan olması hasebiyle günah işleyebilir ama o kesinlikle bir fâsık-ı mütecahir olmaz, yani utanıp arlanmadan, hayâ etmeden küstahça açıkta ve açıkça günah işlemez.

38. İstanbullu günahlarıyla övünmez. Miyan-ı güftugûda şecaat olarak sirkatin söyleyen kişi İstanbullu değildir.

39. İstanbullu kişi, dindar veya dindar olmayan bir Müslüman, yahut bir gayr-i Müslim, hattâ ateist olabilir ama şehrin dominant kültürü olan İslama düşmanlık etmez, dini tahkir ve tezyif etmez. Aksine saygılı olur.

40. İstanbullu bir genç, pencereleri açık otomobilini sürerken, vasıtanın teybini sonuna kadar avaz avaz bağırtarak müzik dinlemez, etrafı rahatsız etmez, ses kirliliğine sebebiyet vermez. Böyle bir şey zontalık ve magandalıktır, İstanbulluya yakışmaz.

41. Eskiden İstanbullular Mekke demezler Mekke-i mükerreme, Medine demezler Medine-i münevvere,

Şam-ı şerif, Kuds-i şerif, Haleb-i şahba derlerdi. Beyazıt camiine gittim demezler, Beyazıt cami-i şerifine gittim derlerdi. Bugün İstanbulda oturan bazıları Abdülhamidin sarayı gibi laflar ediyor. Doğrusu "Sultan Abdülhamid'in sarayı"dır. Hattâ, "Merhum cennetmekân Sultan Abdülhamid-i Sânî hazretlerinin sarayı" denilebilir.

42. Merhum Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil üstadımız ziyaretine giden yirmi küsur yaşındaki gençlere beyefendi diye hitab ederdi.

43. İstanbullu Allahü Teala, Peygamber-i Zişan, Kur'an-ı azimüşşan, evrad-ı şerif diyerek saygılı konuşur.

44. Gerçek bir İstanbullu, kendi şeyhine ettiği hürmeti öteki şeyhlere de eder. Ulemadan, fukahadan, meşayihten hiçbirine saygısızlık etmez.

45. İstanbullu bir Müslümanın evinde, zenginse orijinal hatlı ve tezhipli, bütçesi darsa matbaa baskısı bir Hilye-i şerif levhası, başka hatlar (ayetler, hadisler, kelam-ı kibar, hikmetli mısra, beyit ve kıt'alar ) bulunur. Merhume Suna Kıraç hanımefendinin, Atatürkçü ve çağdaş bir Türk hanımı olduğu halde, çalışma odasının bir duvarında on üç adet müzelik harika hat levhası asılıydı, fotoğrafını görmüştüm.

46. İstanbullu hasbe'l-beşeriye darılabilir ama o asla deve gibi kin tutmaz.

47. İstanbul kültüründe paylaşma ve infak fazilet ve hasleti vardır. Eski Ramazanlarda konakların kapıları herkese açık olurmuş.

48. Kadim İstanbullular Saltanat-ı Seniyye-i Osmaniyeye ve Hilafete'an samimi'l-kalb bağlı idiler.

49. Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır. İstanbullu böylesine vefalıdır.

50. İstanbullunun ehassü'l-havassı (en seçkinleri) kötülüğü iyilikle def' ederlerdi.

51. Merhum üstadımız Muallim Mahir İz beyefendi hakiki İstanbul kültür ve edebine sahip kadri yüce bir zat idi. Kendisine 1952'den 1969'a kadar 17 sene mülâzemet ettim, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde okurken bendenize mektuplar göndermek lütfunda bulundu, sayısız kere evine gittim, yemeğini yedim, çayını içtim, sohbetlerine katıldım. Bu müddet zarfında bir kere bile hem baba, hem anne tarafından seyyid olduğunu söylemedi. Onun bu özelliğini ölümünden nice yıllar sonra öğrendim. İstanbullu örnek Müslüman, "Ben Âdem oğlunun seyyidiyim. Bunu fahr etmek için söylemiyorum" buyuran Peygamber-i Zişan sallAllahu aleyhi ve sellem efendimizin ahlak-ı ile mütehallidir.

52. Kültürlü bir İstanbullu Müslüman Kur'an-ı azimüşşanı kendi re'y ve hevası ile tefsir etmez ve Kitabullahtan kafasına göre hüküm çıkartmaz.

53. İstanbullu gerçek bir dindar, firasetlidir, Allahın nuruyla görür. O, bir delikten çıkan akrep tarafından iki defa sokulmaz.

54. İstanbullu Müslüman, mukaddesatı ve vatanı uğrunda askerlikten, savaşmaktan, cihattan kaçmaz. Bu konuda rüşvetle rapor almayı en büyük alçaklık ve rezillik bilir. Birinci dünya savaşında Galatasaray Sultanisi (lisesi) öğrencilerinden bir grup Çanakkale cephesine gönüllü olarak gitmek istemişler. Sizin yaşınız küçüktür, askerlik yapamazsınız denilmesine rağmen okuldan kaçıp gitmişler ve şehid olmuşlar...

55. Ruh asaletine sahip gerçek dindar İstanbullu tuttuğu nafile oruçları, kıldığı nafile namazları, Ramazanda itikafa girmesini, umreye gitmesini, yaptığı hayır hasenatı asla söylemez ve bunların reklamını yapmaz. Çünkü ihlasa aykırıdır. Lakin kıldığı vakit namazlarını, tuttuğu Ramazan orucunu, ödediği zekatı gizlemez.

56. Bir tarikata girmiş, bir şeyhten el almış İstanbullu zaruret veya büyük lüzum olmadıkça bunu söylemez, reklam yapmaz. Tarikata girmenin bir nasip meselesi olduğunu bilir. İstanbullu kesinlikle tarikat ve cemaat holiganlığı, taassubu, militanlığı yapmaz.

57. Olgun İstanbullu bir sekte girmez ve sekter zihniyete sahip olmaz.

58. Gerçek bir İstanbullu olan merhum üstad Muallim Mahir İz beyefendinin, uzun yıllar boyunca öğretmenlik maaşından başka bir geliri olmamıştı, kira evinde oturuyordu. Maaşını alır almaz, kimseye göstermeden hemen kırkta birini tasadduk ederdi. Aldığı maaşın zekatını fıkha göre hemen vermesi gerekmezdi ama mürüvvetli bir insan olduğu için böyle yapardı. Bu durumu, birkaç yakını dışında kimse bilmezdi. Kerim olan Hak Teala ona ve onun gibilere rahmetini sâyeban kılsın.

59. Gerçek İstanbullu maganda ve zonta değildir. Zengin, hattâ çok zengin bile olsa ölçülü yaşar, ölçülü yer içer. Mâkul yaşar, çılgınlıklar yapmaz ve aşırılıklar sergilemez.

60. İstanbul kültürüne sahip kişi, cebinde küçük bir not defteri bulundurur, gerektiğinde kalemle ve düzgün bir yazıyla not alır.

61. İstanbullunun el yazısı estetik olur. Eski İstanbullular düzgün rik'a yazısını bilirlerdi. Sultanî ve idâdilerde Fransızca okudukları için de Latin kaligrafisine vakıf idiler. İstanbul kültürüne sahip olmak isteyen gençler mutlaka kaligrafi=güzel yazı dersleri almalıdır. (Bana beş on satır yaz, senin kim olduğunu, ne mal olduğunu söyleyeyim.)

62. İstanbullu olabilmek için mutlaka edebiyat bilmek gerekir. Divan şiiri edebiyatımızın ana bölümlerinden biridir. Osmanlı divan edebiyatını bilmeyen kişi ne İstanbullu, ne de ziyalı=aydın olabilir. Efendim ben doktorum, ben mühendisim, ben iktisatçıyım; benim divan edebiyatına ne ihtiyacım var demesin kimse. Büyük şâirimiz Mehmed Âkif bey veterinerdi. Bir mecliste bir zat alaylı bir üslupla beyefendi sizin mesleğinizin veterinerlik olduğu işittim, öyle midir diye sormuş. Merhum "Bir yeriniz mi ağrıyor?" cevabını vermiş... Kültürlü İstanbullu, konuşurken yazarken arada bir edebiyatımızın berceste mısra ve beyitlerini zikr eder. Fuzulî'den, Ziya Paşa'dan, Koca Ragıb Paşa'dan ve daha nicelerinden... Yağcıları, yalakaları, pohpohçuları zemmederken "Meşhurdur ki, fısk ile olmaz cihan harap...Eyler anı müdahane-i âliman harap" beytini sözlerinin arasında bir mücevher gibi oturtur. Gerçekten divan edebiyatımız bir hikmetler hazinesidir. Liselerdeki edebiyat derslerinden divan edebiyatı bahsinin kaldırıldığını söylediler. Ne büyük bir kayıp ve eksiklik!

(Bu konuya ileride devam edeceğim)


Mehmet Şevket EYGi - 1 Kasım 2012 Perşembe