Gönderen Konu: İşte Duruluk ve Berraklık  (Okunma sayısı 2312 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
İşte Duruluk ve Berraklık
« : 23 Mart 2010, 05:17:17 »

Ağustos böceği haykırıyordu:

–Bunca işi yapmak mümkün değil!

Karınca gülerek cevapladı:

–Mümkün!

–Sen kafayı yemişsin! Nasıl biter bunca iş?

–Devamlı gayretle.

–Ciğer çatlar, kim dayanır bu kadar gayrete!

–Gayret, yatmaktan daha dinlendiricidir...

–Lâf!

–İraden ne kadar da saf!

–Nedenmiş o?

–Neden olacak, hayatın gerçeğini hayaline kurban ediyorsun!

–Kafam karıştı!

–Hiç karışmasın. Çünkü hayatta en girift görünen meseleler bile karışık değil. Hepsi de billûr gibi.

–Nasıl olur, bana her şey bulanık görünüyor.

–O senin gözünün ve özünün bulanıklığından. Yoksa her şey o kadar duru ki...

Tabiî;

Görmek için billûr bir bakış gerek.

Çözmek için de duru bir vukûfiyet gerek.

Billûrluk ve duruluğu bozduğunuz an, en basit iş bile karmakarışık bir hâle döner. İşin içinden çıkılmaz. Üstüne gittikçe düğümler artar. Telâş gırtlağa dayanır ve nefes aldırmaz. Yapılacak işler, üst üste yığılır. İnsan; işten ziyade onun sadece sıkıntısını yüklenerek zamanı da, hayatı da öldürür.

Talebelik yıllarımda aynı ortamda kaldığımız bir arkadaşımız, kendi nöbet gününden bir gün önce büyük bir telâş içinde bana geldi ve;

“–Ağabey, iki gün sonra çok ağır bir dersten imtihan var. Benim için çok önemli, geçip geçmeyeceğim ona bağlı. Ne olur beni nöbetten muaf tutun.” dedi.

“–Peki!” dedim.

O akşam, erkenden yattı. Sabahleyin de çok geç kalktı. Kahvaltısını yapıp tekrar yattı ve öğleye kadar yine uyudu. Sonra oflaya puflaya okula gitti. Diğer akşamını ve sabahını da aynı şekilde hiç etti.

Şaşırdım. Sessizce seyrettim sadece. Zavallı; ne vazifesini yapmıştı, ne de dersine çalışmıştı. Buna rağmen öyle yorgun ve bitkindi ki, insanın doktora götüresi geliyordu. Belki çalışmış olsa bu kadar yorulmazdı. «Niye böyle acaba?» diye düşünürken şu Arap atasözünü hatırladım:

“Yapman gereken bir şeye niyet edince hemen onu gerçekleştir! Tâ ki boşuna onun sıkıntı ve stres ağırlığını çekmeyesin!”

Çünkü stresinin ağırlığı, o işin ağırlığının on katıdır, eğer yapılması uzarsa bu ağırlık katlana katlana devam eder, yüz olur, bin olur, milyon olur. Bir de insanı, ne yapacağını bilemez hâle sokar ki; bu da ayrıca belâlı bir yük.

Sırf bu gafletten dolayı nice üç kiloluk işler ve vazifeler bazıları için önce üç tonluk bir hâle, sonra da kaldırılamaz bir ağırlığa ve zorluğa dönüşmektedir.

Ondan sonra da gökteki bulutları bile omzunda yük gören bir erinme başlamakta.

Hiç unutmam; küçük yaşlarda iken soğuk kış günleri gelip de sular buz gibi olduğunda bazı yaşıtlarımız, bir dakika sürecek olan abdesti alayım mı almayayım mı diye çeşme başında bir saat harcarlardı. Öyle yorulurlar ve üşürlerdi ki. Abdesti almamazlık da etmezlerdi, ama bir dakika yerine saatler de kendileri de tükenirdi.

Bu hâlin hayattaki yansımaları, hiç şüphesiz daha yorucu ve yıpratıcı.

Lâkin;

Yaptığı ve yapacağı işte duruluk elde edemeyenler, bu gerçeği bir türlü göremezler. Onlar, daima işin rahat ve kolayına kaçtıklarını zannederek daha ağır ve yorucu olan tarafa kayıverirler. Sonunda çözümsüz problemlerin ortasında dirençleri çözülür de çaresizlik yatağına yığılır kalırlar. Kafaları karışık, gönülleri dolambaç, ayakları çarpık, bakışları şaşı bir vaziyette doğru görüş ve davranıştan uzak düşerler. Üstelik, beyinlerinde oluşturdukları sisli atmosferler yüzünden tespit ve teşhisleri de hep yanlış olur. En duru ve billûr işler bile onlara berrak ve duru gelmez. Çünkü özleri de gözleri de duruluk vasfını yitirmiştir.

Fakat;

İşler ne kadar karmaşık ve dağınık da olsa, duruluk ve billûrluk vasfına sahip olanlar için durum farklıdır. Onlara en zor ve sisli işler dahî bir yudum su içercesine kolaylık arz eder. En kördüğümler bir bakışta çözülür. Dağ yığınları hâlindeki problemler bir nefeste aşılır. Ne telâş olur ne eksi endişe...

Bu bakımdan;

Bir iş yapmadan önce mutlaka durulmalı, billûrlaşmalı. Her şeyi net görmeli, bütünü tamamen kavramalı, ondan sonra adım atmalı...

Yani bir mânâda:

Önce duru bir organize, sonra tozu dumana katan bir icraat...

Gerçekten de;

Billûr ve duru bir noktaya gelmeden başarı mümkün değil. Derslerine çalışmaya gayret eden fakat bunu neticeye yansıtamayan bir delikanlı mazeret olarak;

“–Cevapları biliyorum, fakat imtihan esnasında heyecanlanıyorum.” dedi.

Sordum:

“–Hiç seksen veya doksan aldığın ders var mı?”

“–Olmaz mı hocam, var tabiî.”

Tekrar sordum:

“–Peki, o dersin imtihanında seni bu bahsettiğin heyecan sarmadı mı hiç?”

“–Fakat hocam, o dersi çok iyi biliyordum.”

O zaman dedim ki:

“–İşte şimdi heyecan problemin çözüldü.”

“–Nasıl hocam?”

“–Bak, çok iyi bildiğin derste heyecanlanmadığına göre, diğer derslerin imtihanındaki heyecan ve kafa karışıklığın, bilgindeki yetersizlik, yarımlık ve bulanıklıktan görünüyor. Evet biliyorsun, fakat net ve duru bir şekilde değil. Bu durumda tabiî ki cevap vermen mümkün olmuyor. Öyle değil mi?”

“–Öyle hocam.”

“–Öyleyse bilgilerini berrak bir hâle dönüştürmeye bak, o zaman sende heyecan ve başarısızlık nâmına bir şey kalmayacak.”
 
M. Ali EŞMELİ   
Yüzakı Dergisi