Gönderen Konu: İstikâmet Üzere Olmak  (Okunma sayısı 7898 defa)

0 Üye ve 3 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İstikâmet Üzere Olmak
« : 02 Temmuz 2016, 06:04:41 »

İstikâmet Üzere Olmak

Doğruluk demek olan istikâmet; Ehli Sünnete göre, Cenab-ı Hakkın "Elestü birabbiküm" yani "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" Bizlerde "Bela(evet) Sen bizim rabbimizsin", demek suretiyle verdiğimiz sözlerin tamamına vefa göstererek, "itikatta, amelde, yemede, içmede, halde, sözde ve dini dünyevi bütün hareketlerde ifrat ve tefritten sakınıp  Nebiler, Sıddıklar, Şehitler ve Salihlerin yolunda yürümeye itina göstermektir", diye tarif edilmiştir.

Cenab-ı Hak Hud sûresinde :Peygamber Efendimize hitaben “Emrolunduğun gibi dosdoğru olmaya devam et” (Hud suresi. Âyet: 112) buyurmaktadır. Emrolunan sınırlar içerisinde, emrolunan şekilde dürüst bir yaşayış sürdürmek takdir edileceği gibi büyük bir ciddiyet, hassasiyet ve gayret ister. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) "Sure-i hûd beni ihtiyarlattı" buyurmuşlardı.

Ebu Ali Essenusî Hazretleri rüyasında Peygamber Efendimiz'i görür ve "Ya Rasülellah (s.a.v) siz, Sûre-i Hud beni ihtiyarlattı buyurmuşsunuz?"
Peygamber Efendimiz "Evet" buyururlar.
"Peki Ya Rasülellah, Sizi ihtiyarlatan bu surede zikr edilen Peygamberlerin kıssaları ve ümmetlerinin helaki mi?"
Peygamber Efendimiz "Hayır bilakis "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" emri Celilidir" buyurmuşlardır.

Hakka vasıl olmak için istikâmetten başka yol olmadığı gibi her husus da kemâli istikâmet kadar yüksek bir makam ve onun kadar  zor hiçbir emir yoktur. Şunu  da ifade etmek lazımdır ki, bu ayette Peygamber Efendimize "Beni ihtiyarlattı" dedirtecek kadar zor gelen cihet, emri istikâmetin asıl kendisine  taalluk eden kısmından ziyade Ümmetine taalluk eden kısmıdır.

Zira âyetin devamında Cenab-ı Hak "Seninle beraber tevbe edenlerde yani şirkden tevbe edip de imanda sana iştirak ederek maıyyetinde bulunan,  Müslüman olan her kimse de senin gibi müstekım olsun ve azmayın yani Allah’ın tayin ettiği huduttan çıkmayın-aşırı gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir" buyurmaktadır.

Ebu Amr Süfyan ibni Abdullah (r.a) şöyle anlatıyor:
"Ya ResülAllah! Bana İslam'ı öylesine tanıt ki onu bir daha başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim", dedim.
Rasülullah (S.A.V) “Allaha inandım de,sonrada dosdoğru ol!”  buyurdular.

Hz. Allah'a hakkıyla inanan sonrada bu inanca münasip olarak dosdoğru yaşayan söz ve hareketinde dürüst davranan hiçbir zaman hilekarlığa kaçmayan müminleri nail olacakları nimetleri Mevlamız bir âyet-i kerimesinde şöyle beyan buyuruyor: “Rabbimiz Allah tır deyip  sonrada dosdoğru yaşayanlara melekler gelerek: Korkmayın,üzülmeyin size vaat edilen cennetle sevinin. Biz Dünya hayatında da ahirette de sizlere dostuz. Esirgeyen bağışlayan Allah’ın ikramı olarak(cennette)canınızın çektiği ve dilediğiniz her şey sizindir. derler.”

Zira başka bir ayeti kerimede de beyan edildiği üzre “Allah’ın dostları için ne korku nede hüzün vardır.” buyrulmaktadır.

Ebu'l Faruk Hazretleri ise “İstikâmet; Tevhîd demektir.
Tevhıd’in iki manası vardır:
1- Tevhîd-i Sûri:  Bu insanı Galata Köprüsünden bile geçiremez çünkü o yalnız dildedir
2- Tevhîd-i Hakiki: ki o kalpte olur. İnsanı hem dünyada hem ahirette en ulvî makamlara kavuşturur. İşte buna tevhîd-i ihlas derler”
buyurmaktadır.
         
Doğrulukta kalbin ve dilin dürüstlüğü pek büyük ehemmiyet arz etmektedir. Kalp, beden ülkesindeki tüm organların reisidir. Hz. Allah’a iman edip dürüstlüğü benimseyen bir kalp diğer âzalara hükmeder. Dil, kalbin tercümanıdır. Onun doğruluğu ve eğriliği de diğer âzaların doğruluğu ve eğriliği demektir.

Nitekim bir Hadis-i Şerifte “Her sabah bütün âzaların dile hitaben; bizim hakkımızda Allah dan kork. Biz sana bağlıyız. Sen doğru olursan bizde doğru oluruz. Sen eğri olursan bizde eğriliriz" dedikleri bildirilmiştir.

Bu, doğru sözlü olmanın ne kadar mühim olduğunu göstermektedir. Hatta bir başka Hadis-i Şerif'te Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Kalbi dürüst olmadıkça kulun imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça kalbi de doğru olmaz.” O halde özüyle sözüyle dosdoğru olmak icabetmektedir.

Yine bu hususla alakalı Ebu'l Faruk Hazretleri;
*Allah yolunda ol, dosdoğru ol, verdiğin sözün eri ol. Evladım, ağzın laf ediyorsa, dilinle doğru ol, sözünle doğru ol. Sana inanan kişilere karşı sözünden cayma. Eğer sözünü tutarsan ‘söz’ olur ve seni cennete götürür, tutmazsan ‘köz’ olur.

* Elinle doğru ol. Kolunu muzırda değil, yardım işinde kullan. Tartıyla iş yapıyorsan terazinde, ölçüyle iş yapıyorsan metrende ve litrende doğru ol. Doğrunun doğruluğu bütün sülalesine aks eder, hepsini hayra götürür."
buyurmaktadır.

İstikâmet üzere yaşamak, fevkalade dikkat ve gayret ister. Yine de tam olarak başarılamayabilir. Nitekim bir âyet-i Kerimede “Hepiniz Allah’a giden doğru yolu tutun. Ondan bağışlanmak dileyin.” buradaki mağfiret isteme tavsiyesi istikâmetteki kusurlarla alakalıdır.

Peygamber Efendimiz “Tam manasıyla başaramazsınız ya, siz(yinede) dosdoğru olun.” buyurmak suretiyle doğruluğun ne kadar zor olduğunu beyan buyurmuş, buna rağmen dürüstlükten asla vazgeçilmemesi icap ettiğini bildirmiştir. Zira meşhur kaidedir; Tamamı elde edilemeyenin tamamı da terk edilmez. Çünkü İman ve İstikâmet ebedi mutluluktur.


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İlim Tahsilinde İstikâmet
« Yanıtla #1 : 02 Temmuz 2016, 06:09:29 »
İlim Tahsilinde İstikâmet

İlim yolunda istikamet üzere olmanın en önde gelen şartı, “ilmiyle âmil olmak”tır. Yaşanmayan ve insanlığın istifadesine sunulmayan ilim ve o ilim sahibinin vaziyeti, Kur‘an-ı Kerim'de, sırtına kitap yüklenmiş bir merkebin hâline benzetilerek şöyle beyan olunmaktadır:
“Kendilerine Tevrat yükletilip (yani öğretilip, mûcibiyle de âmil olmaları teklif edilip) de  sonra onu taşımayanların (onunla amel ederek faydalanmayanların) hâli, (onlardan faydalanamaması bakımından) koca koca kitaplar taşıyan merkebin hâli gibidir.” (S. Cum‘a, 5)

O bakımdan, on bilip bir yaşamak yerine, bir bilip bir yaşamak daha sâlim bir yoldur. Ashâb-ı kiram (r. anhüm) hazerâtı, ekseriyetle bu esas üzere hareket etmiş ve nâzil olan âyetleri ezberleyip, hayatlarına tatbik etmeden bir diğerine geçmemişlerdir. Bu gözetilen maslahat, “bilip öğrenilen şeyleri yaşama” usûliyle hareket etme gayretidir.

Tahsil edilen ilim hem yaşanır, hem başkalarına anlatılır, hem de bütün insanlığın istifadesine arz olunabilecek bir eser olarak ortaya konulabilirse... Ve bu yolla tek hedef olarak da rızâ-i İlâhî esas alınırsa, ilimde istikamet ruhu yakalanmış demektir.
İlimde istikamet üzere olan bir kişi, daima acziyetini müdriktir. Hiçbir zaman bildim-biliyorum havasına girmez-giremez. Kur‘ân-ı Kerim'in bize beyan ettiği tarzda,
“Allâh'ım! Seni noksan sıfatlardan tenzîh eder, kemâl sıfatlar ile tavsîf ederiz ki, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan sensin”  (S. Bakara, 32) diyerek, tevâzuu elden bırakmaz. Bu hâl ise, ilimde istenen istikametin beklenen meyvesidir.

GÂYE VE VÂSITADA İSTİKAMET

İnsanın gâye ve mefkûre (ideal) hâline getirdiği hak dâvâsında, hak vesîlelerle yolunu hiç değiştirmeden mesafe kat‘edebilmesi, takdîre şâyan bir durumdur.
Başlangıç itibariyle maksadı ve gâyesi Allâh'ın rızâsı; ama, netice itibariyle bir takım çıkar ve menfaat kavgalarına yenik düşmüş nice hizmet ve faâliyetler vardır ki, arkasında yığın yığın insanı da mahzun ve me'yus bir halde bırakmıştır. Ancak şurası da muhakkaktır ki, İslâm başka Müslüman başkadır; Müslüman'ın hatasını İslâm'a yükleyemeyiz. Mensuplarının hataları dîne bir halel getirmez. Ölçü İslâm'dır, istikametimizi ona göre tâyin ve tesbit etmemiz gerekir. Binaenaleyh belli bir gâyeye yöneldikten sonra, yollarda başka hedeflere takılıp kalmadan, karınca misâli, “Ulaşıp kavuşamasam da yolunda ölürüm ya!” niyet ve dü-şüncesiyle, maksada vâsıl olabilmek için sırât-ı müstakîmi (dosdoğru olan yolu) tâkip etmek lâzımdır. Sakîm (yanlış) yolla müstakîm (doğru) neticeler elde etmenin imkânı yoktur. Cenâb-ı Hakk Kur‘ân-ı Kerim'de, “Muhakkak ki (emrettiğim) bu (yol), benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. (Başka aykırı) yollara tâbi olmayın; sonra sizi onun (Allâh'ın) yolundan ayı-rır. İşte (Allah) size bunları emretti ki, (yanlış yollara sapmaktan sakınıp) müttakîlerden olasınız” (S. En‘âm, 153) buyuruyor.

İşte, gâye ve vâsıtaların neticesinin uhrevî saâdet, cennet-i a‘lâ; hepsinin de ötesinde “rızâ-i İlâhî-cemâl-i İlâhî” olabilmesi için, mü'minin hayatında, istikamet'in zıddına bir niyet, amel, hâl ve hareket tarzının yer almaması gerekmektedir. Maksat ve gâyeye ulaşabilmenin en emin yolu, istikametten ayrılmamaktır.
İstikamet, mükellef bulunduğumuz ömrün bütününü ihâta eden bir hayat tarzı olmalıdır. İşinde, mesleğinde, evinde, mektebinde... Hâsılı, maddî–mânevî bütün meselelerde istikamet şuur ve idrâkine ulaşabilmek, varılacak neticelerin en güzelidir. Bu şuuru kaybeden kimseler, burada muvakkaten başarılı gözükseler bile, âlemlerin Rabbi olan Mevlâ-yi zû'l-Celâl ve'l-Kemâl Hazretleri'nin huzurunda mahcup ve perişan olmaya mahkûmdurlar.

Fazilet Takvimi