arkadaşlar burada tamamı mevcut değil okuturken istifade edebiliriz dua buyurursanız tamamlayınca devamını ekleriz inşaAllah.MENAR
Usulu fıkhın mevzu: ahkâm ı ispat haysiyetinden edile-i şerıyyedir. Deliller dört kısımdır
Kitap
Sünnet
İcma-ı ümmet
Kıyas-ı fukaha
KİTAP: (Kur’an-ı kerim)
Peygamberimiz aleyhisselam üzerine inzal olunan ve ondan tevatüren nakl olunan nazımdır.
“Münzel” kaydı ile manası, tarafı ilahiden, lafzı rasülüllah efendimizden olan hadisi kudsiler, lafzı ve manası Rasülullah efendimizden olan hadisi şerifler tarifden çıkar. Kuranı kerimin lafzı ve manası münzel olduğu için kuranı kerime “vahy-i metlüv” denir. (sünnete vahy-i gayri metlüv denir.)
“tevatüren” kaydı ile meşhur ve ehad tariki ile rivayet olunanlar tarifden çıkar. Haber-i mütevatir: kizb üzerine ittifakları düşünülmeyen kavmin haberine denir ki : karn-ı evvel ricali olan sahabeden, karn-i sani ricali olan tabiine ve karn-i salis ricali olan tebe-i tabiine aynı suretle intikal etmiş bulunmalıdır. Haberi meşhurda ise karn-ı evvelde tevatür yoktur. Tevatür karn-ı sani ve salisde görülür. Haber-i ehad (veya vahid) e gelince mütevatir ve meşhur mertebesine ulaşamayan haberlerdir. Kuranı kerim bize haber-i mütevatir ile vasıl olmuştur.
KUR’AN-I KERİM’İN CEM’ I
(Kitap Haline Getirilmesi)
Peygamber efendimiz kendisine Cebrail aleyhisselam geldiğinde onu dinliyor, vahiy bittiğinde onu kendi öğrettiği şekliyle Cebrail aleyhisselama okuyor, sonra yanında bulunan sahabe-i kirama tebliğ ediyor ve onlardan bunu ezberlemelerini istiyordu. Onlarda onu hemen ezberleyip onu titizlikle koruyorlardı. Peygamber efendimiz bununla yetinmiyor Allahın kitabının kayda geçmesi ve muhafazası konusunda fevkalade ihtimam göstererek, vahyin nüzulü vaktinde birkaç vahiy kâtibi çağırarak gelen vahyi yazmalarını istiyordu. Cebrail aleyhisselam kuranı kerimin sırasına göre ezberlenmesi için, indirilen surenin yerini peygamber efendimize açıklıyordu. Peygamber efendimizde katipleri uyarıyor, hangi surede yer alacağını onlara gösteriyordu. Vahiy katipleri sahabenin ileri gelenleriydi. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Zeyd bin sabit, Abdullah bin mesud ve übeyye bin ka’b (rıdvanüllahi Teala aleyhim ecmain hazaratı)bunlardandır. Bu kâtipler gelen vahyi o zaman yazı malzemesi olarak kullanılan, kâğıt şekline gelmiş hurma dalları, kürek ve eğe kemikleri, düz ve ince taşlar ve diğer deri veya kâğıt parçaları idi. Sonra bu yazılanlar peygamberimizin evine konuyor ve emin bir yerde muhafaza ediliyordu. Ramazan ayında Cebrail aleyhisselam her gece peygamber efendimize gelir. O da kendisine o zamana kadar indirilmiş olan kuranı kerim ayetlerini arz ederdi.”arz” metodu önce Cebrail aleyhisselamın okuması sonra onun okuduklarını peygamberimizin okuması şeklinde cereyan ediyordu. Rasülüllahın hayatının son senesinde kuranı kerim tamamlandıktan sonra iki defa Cebrail aleyhisselama arz edildi. Ve peygamberimiz kuranı kerimin son şeklini aldığı bu arza göre onu birde sahabe-i kirama okudu. Sahabe-i kiramın birçoğu bu tertibe göre ezberledi. zeyd bin sabit, übeyye bin ka’b, Abdullah bin mesud bunlar Arassında bulunuyordu. İşte rasülülüllah efendimiz hayattayken kuranı kerim bu şekli almıştı. Şu kadar var ki vefatı sırasında tek bir Mushaf halinde değildi. Cem işi Hz. Ebu Bekir in halifeliği zamanında gerçekleşti. Şöyle ki yemame harbi adında bir harp yapılmış rivayete göre 500 kadar kuran kerim hafızı şehit edilmişti. Hz. Ömer efendimizin telkinleriyle kuranı kerimin bir kitap haline getirilmesi kararlaştırıldı. Hz. Ebu Bekir, hafızasının güçlü olduğu herkesçe bilinen hafızları topladı. Aralarında Hz. Ali , übeyye b. Ka’b ve Osman b.affan da bulunuyordu. Bu zatlar büyük çalışmalar neticesinde peygamberimizden aldıkları şekil ve tertibe göre kuranı kerimi yazdılar. Bu şekilde hem yazılı hem de sözlü ittisal sağlanmış oldu. Böylece kuranı kerim hem yazılı hem de sözlü olarak mütevatir olmuş bulundu.
Usulu fıkıhta Kuranı kerimle ilgili iki bahis vardır
Mebahis-i hassa (Kuranı kerime mahsus olan bahis)
Mebahis-i müştereke (Kuran ile sünnet arasında müşterek olan bahisler)
Mebahis-i hassa: Menkulun Kuran olmasında tevatür şarttır. Tevatürün şart olmasına binaen şaz rivayetler için gerek meşhur gerek ahat tariki ile olsun Kuran hükmü verilmez. Binaen aleyh, şazları inkâr eden kâfir olmaz, namazda kıraati caiz olmaz, kat’ı hüküm ifade etmez, muhdisin (abdestsizin) dokunması caiz olur cünüp olan okuyabilir. Şazlar iki kısımdır 1) meşhur olan şaz rivayetler: bunlarla amel caizdir. İbni mesud hz.lerinin mushafın da olduğu şekilde kefareti yemin ayetinde ( )
“mütetebiat” kıraeti meşhur olduğundan, yemin kefaretinde üç gün peş peşe oruç tutmak lazımdır.
2) Gayri meşhuru ile amel caiz değildir: übeyye bin ka’b (radıyAllahü anh)ın mushafında olduğu şekilde ramazanı şerifin kazası hakkındaki( )“mütetebiat “kıraatı ahat tarıki ile sabit olduğundan ramazanı şerifin kazasında peş peşe tutmak şart değildir.
Mebahis-i müştereke: nazmüddel alel manadır. ( )
Biz, dini hükümleri Kuranı kerimin mukaddes nazmından ve sünnetlerin mübarek lafızlarından, ibarelerinden anlamak ihtiyacındayız. Bu cihetle, lafızlar hakkındaki bir takım lisan kanunlarını, bilgilerini nazara almaya mecburuz. Dört kısma ayrılan bu lisan kanunlarını (yani )
Vücuhu nazım vaz olunduğu mana bakımından
Vücuhu beyan manaya delaletinin vuzuh (açıklık) ve hafa ( kapalılık) derecesi bakımından
Vücuhu isti’mal kullanıldığı mananın vaz olunduğu mana olup olmaması bakımından
Vücuhu vukuf lafızla manaya vukuf itibarı ile (lafızdan maksadın ne olduğunu anlama)
HAS
alelinfirad (nevileri ve cinsleri bir olan fertler arasında müşareket olamaması, yani efrad mülehazası olmamaktır.) bir manaya vaz olunan lafızdır.
Hassın mevzu olduğu mana isimde ayn olur. Yani asla iştiraki kabul etmeyecek şekilde muayyen ve müşahhas olur. Ali, Veli, Hasan, Hüseyin gibi. Veya hassın medlülü olan mana isimlerde cins olur. Cins: hükümleri bir olmayan birçok fert arasında müşterek bir manaya vaz edilen isimdir. “İnsan” lafzı gibi bu lafzın medlülü olan fertler çok olmakla beraber hükmen muhteliftir. Veya hassın medlülü olan mana isimlerde nev’ı olur nev’: hükümleri bir olan birçok fert arasında müşterek bir manaya vaz edilen isimdir. Racül ve mie(100 ) lafızları gibi. Bunların medlülü olan fertler çok olmakla beraber hükmen birdir. Hulasa: kadın,erkek,insan, on,yüz,bin, gibi lafızların birtakım fertlere şümulu vardır. Fakat bu fertler, bir nevi veya bir cins altında toplanmışlardır. Nev’de veya cinste birdirler.
Hassın hükmü: vaz olunduğu manaya beyana ihtimali olmaksızın kat’ı bir şekilde delalet etmektir. Bu sebepten tarabbus (boşanan kadının iddetini beyan eden ayet) ayetinde “kuru’” lafzı tuhur ile değil hayız ile te’vil edilmiştir. Şöyle ki ( )
“boşanmış kadınlar kendi başlarına (evlenmeden) üç kur’ bekler. “(bakara 228) bir kadın boşandıktan sonra başka biriyle evlenebilmesi için bir müddet beklemesi lazımdır. Ancak bu beklemenin müddetinde ihtilaf olunmuştur. Ayeti kerimede ( ) “ÜÇ KUR’ diye açıktan zikredilse de kur’ lafzı müşterek bir lafız olup hayız ve tuhur manalarına vaz edilmiştir. İmamı Şafii tuhur manasına, ulama i hanefiyye hayız manasına haml etmiştir. Talakın mesnün (sünnete uygun) olanı tuhur esnasında olmaktır. (İçinde talak vakı olan tuhur imamı şafi ındinde üç kur’ dan birincisidir.) tuhur kasdedilince şu iki halden biri meydana gelir 1- talakın vaki olduğu tuhru iddete dahil edersek iki tuhurdan fazla, fakat üç tuhurdan az olacaktır.2- iddete dahil etmezsek, talakın vaki olduğu tuhrun dışında üç tuhur daha bekler ki bu durumda üç tuhurdan fazla beklemiş olur. Böyle olunca “selase” olan has lafzın hükmü bozulmuş olur. Ancak hayız kast edilirse böyle bir sıkıntı olmaz. Emir ve nehiy hassın kısımlarındandır.
EMİR
Bir lafızdır ki: onun vasıtasıyla başkasından bir işin yapılması isti’la tarikiyle(üst mertebeden alt mertebeye olacak şekilde, mütekellimin kendisini muhataptan daha ali görerek ) cezmen (kesin bir şekilde )istenilir. Namaz kıl, borcunu ver ibarelerindeki “ver” ve “kıl” lafızları gibi. Bizim Allaha dua ederken söylediğimiz “affet” ,“rahmet et” gibi lafızlar emir değildir (isti’la olmadığı için )
Emredene “amir” emir olunana “me’mur” emir edilen şeye “me’murun bih” denir.
Emir sıgası vücuba mahsustur. Nedip ve ibahaya geçmez. Vücup dahi sıgaya mahsustur. Fi’li rasül ve takriri rasüle geçmez. Mesela: gel, git, namaz kıl, zekât ver emirlerinden hep bunların vücubu anlaşılır. Yoksa bunların mendup veya mübah oldukları anlaşılmaz. Vücup ancak sıgadan anlaşılır. Bu suretle efali nebeviye yani rasülüllah efendimizin devamlı surette yapmadığı fiiller.kavl-i şerifleri gibi vücup ifade etmez. Fi’li resul eğer sehiv, veya bir fi’li tabii olur yahut peygamber efendimize mahsusu bulunursa vücup ifade etmez. Kuranı kerimdeki bir mücmeli beyan için varit olursa bilittifak ona ittiba vacip olur (mesela başa meshin miktarının ne kadar olduğu peygamberimizin tatbiki ile sabit olmuştur.)
Emrin mucebi (gerekli kıldığı sonuç): vücuptur. İster nehiyden önce olsun ister sonra olsun. Yani cenabı Allah bize bir şeyi emrederse o şeyi yapmak bizim için bir farz olmuş olur. Mesela Allahü Teala hazretleri bize namazı kılın zekatı verin diye emrediyor. Binaen aleyh bizim için namaz kılmak ve zekât vermek bir fariza oluyor.
Allah tarafından evvelce nehyedilmiş olan bir şeyin, daha sonradan yapılması hakkında bir emir sadır olsa bu emrin muktezası da vücup olur. Mesela: sarhoş olanlar hakkında” sarhoş olduğunuz halde namaza yaklaşmayınız” diye bir nehyi ilahi vardır. Bunlar bu halin zevalinden sonra yine namaz kılmakla memurdurlar. (yani önce bunlar namaz kılmakla emrolunmuş sonra yasaklanmış burada emir nehiyden önce )Yine: bir Müslüman ı veya bir zimmîyi öldürmekten Müslümanlar nehyedilmişlerdir. Fakat böyle bir şahsın mürtet olması veya yol kesiciliği takdirinde katledilmesi için de cenabı Allahın emri vardır. İşte bu emirde nehiyden sonra olmakla beraber vücup ifade eder.
Mutlak olan, yani: karine bulunmayan bir emir sığası, tekrar iktiza etmez. Me’murun bih bir kere yapılmakla emre imtisal edilmiş olur. Mesela
“ey iman edenler namaz kılacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın, başınızı mesh edin ve topuklarınızla beraber ayaklarınızı yıkayın” maide 6 bu ayeti kerime namaz kılınacağı zaman abdest alınmasını emretmektedir. Namaz kılmak abdestin sebebini teşkil etmektedir. Her ne zaman bu sebep tekerrür etse abdeste tekerrür eder (yani her namaz kılışımızda abdest almamız emrin tekrar iktiza ettiğinden dolayı değil sebebin tekrarındandır.)
EMİR İLE VACİP OLAN ŞEYLERİN HÜKÜMLERİ
(Eda ve Kaza)
Cenabı Allah ın emrettiği bir şey vacip olunca, bunu yerine getirmek gerekir bu da ya eda veya kaza suretiyle olur. Eda: emirle vacip olan şeyin aynını teslim etmektir. Üç kısımdır 1- eda-i kâmil: meşru kılındığı bütün sıfatları ile yerine getirilen edadır. Cemaat le farz namazı kılmak gibi 2- eda-i kasır: meşru kılındığı sıfatlarda noksan olan edadır. Farz bir namazı cemaatsiz kılmak veya tadili erkâna riayet etmeden kılmak gibi. 3- eda şebih bilkaza(kazaya benzeyen edadır): bir bakımdan kaza gibi görülür. İmam namazı bitirdikten sonra lahıkın fili gibi lahık: imamla beraber başlayıp, vakit devam ettiği için edadır fakat kazaya benzer. İmamla başladığı namazı imamla bitirmesi lazım gelirken kendi başına bitirdiği için. Kaza: emir ile vacip olanın mislini (benzerini) teslim etmektir. Üç kısımdır 1- kaza bimisli makul: kendisindeki mümaselet (benzerlik) anlaşılan kazadır orucun oruçla, namazın namazla kazası gibi 2- kaza bimisli gayri makul : eda ile kaza arasındaki mümaseleti aklın anlamadığı kazadır. Şeyhi faninin (yaşlı kimsenin) tutamadığı oruçlar yerine fidye vermesi gibi. 3- kaza bi manel eda (eda manasındaki kaza): bayram namazında imam rükûda iken yetişip de, zevaid tekbirlerini rükûda almak gibi. Bu kazadır zira tekbirlerin yeri olan kıyam geçmiştir. Edaya benzer, çünkü rükûda insanın yarısı dik olduğu için hakikaten kıyama benzer, imama rükûda yetişen o rekâta yetişmiş olacağından hükmen kıyama benzer
Eda ve kaza mecazen (yani bir karine ile )birbirinin yerine kullanılır. Mesela: falanca borcunu eda etti denilir. Buradaki borç kelimesi kendisinden kaza manasını anlamamıza bir karinedir. Zira borcu eda muhaldir. Yine cenabı Allah ayeti kerimede “Cuma namazı için “kaza” olunduğu zaman buyuruyor. Buradaki namazın Cuma olması kaza kelimesinden eda manasını anlamamıza bir karinedir. Zira cumanın kazası olmaz.
Eda ve kaza birbirinin niyeti ile yerine getirilirler (ancak yine karineye ihtiyaç vardır.) mesela: niyet ettim dünkü öğle namazını edaya veya bu günkü öğle namazını kazaya demek gibi.
Eda ve kaza aynı sebeple vacip olur. Yani edanın vücubiyyetinin sebebi ne ise kazanında odur. (ancak bazı Hanefiler ve bazı şafiler kaza nassı cedid (yeni bir delil) ile vacip olur demişlerdir. Mesela namazın kazası hakkında varid olan “kim bir namazı unutursa, hatırlayınca onu kılsın” hadisi gibi. Namazın edasının sebebi vakittir kazasının sebebi de vakittir. Fakat yukarıdaki zevata göre zikredilen hadisi şeriftir.