Gönderen Konu: “Kadınlar Günü” ve kadının gerçeği  (Okunma sayısı 4085 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
“Kadınlar Günü” ve kadının gerçeği
« : 14 Mart 2011, 02:16:14 »

Sık sık hatırlattığım gerçeği “Dünya Kadınlar Günü” münasebetiyle bir kez daha hatırlatayım ki, insanlığın yaradılışında “kadın” vardır: Hz. Havva...

İslâm’ın “doğuş”unda yine “kadın” vardır: Hz. Hatice (Efendimiz’in peygamberlik sırrını bir erkeğe değil de bir kadına açması, İslam Dini’nin kadına bakışı hakkında bir fikir verse gerektir)...

Keza, Osmanlı’nın Anadolu’ya gelişinde de “kadın” vardır: Bacıyan-ı Rûm (Anadolu bacıları)...

İnsanlığın oluşunda, İslâm’ın doğuşunda ve Osmanlı’nın hem tarih sahnesine çıkışında, hem de “Vahiy” eksenli “Sünnet Medeniyeti”nin üç kıtaya yayılışında, kadın “ana unsur”dur...

Gerçi Osmanlılar İslâmiyeti Araplardan öğrenmişlerdir, ancak vahiy ekseninden kopmadan yeni yorumlar geliştirerek hem renklendirmişler (Anadolu tasavvufu), hem de Devr-i Saâdet modelini esas alarak sosyalleştirmişlerdir.

Devr-i Saadet kadınının hayatın içinde olduğunu, camiye gelip Efendimiz’le görüştüklerini, sorular sorduklarını, üretime katıldıklarını biliyoruz.

Daha sonra bile bu durum aynen devam etmiş, Hz. Ömer’in “Halife” sıfatıyla okuduğu hutbe esnasında “Kadınlara verilen “mehir”in yüksek olduğunu” söylemesi üzerine, mescitte bulunan kadınlardan biri ayağa kalkarak bu görüşünü eleştirmiş, “Allah’ın bize vermiş olduğu hakkı sen bizden alamazsın, çünkü bu, Kur’an’da bulunan bir hükümdür” diye itiraz etmişti. Bu itiraza Hz. Ömer’in yaklaşımı ilginçtir: “Allah’a şükürler olsun, benim halkımın arasında yanlışımı düzeltecek böyle kadınlar var” demişti.

Yine Hz. Ömer döneminde “Hisbe” denilen görevin, yani çarşı-pazar denetiminin (bir nevi “zabıta” görevi) kadınlara verildiğini biliyoruz. Daha sonra bu anlayış maalesef terk edilmiş, Arap dünyasında kadın yine arka plâna itilmiştir.

Osmanlı’nın kadına bakışı Araplardan daha farklı, daha anlamlı, daha kapsamlı, daha Müslüman’dır: Büyük ölçüde de Devr-i Saâdet eksenlidir. Kadının toplum içindeki yeri bu modele göredir. Bu modelde kadının toplum içinde vazgeçilmez bir yeri vardır...

Türkiye’de yıllarca kalan ve bu süre içinde Osmanlı insanını inceleme fırsatı bulan meşhur Alman Mareşal Moltke, işte bunu fark etmiş, bu fark edişin izdüşümü olarak şöyle bir hüküm vermiştir: “Evin tek hâkimi kadındır...”

Malum: Aileye hâkim olan topluma da hükmeder!

Bu gerçeğe rağmen, Batı, Osmanlı kadınına harem ekseninden bakmış, bu eksende “kafes mahkumu” hikâyeleri uydurmuştur.

Kaldı ki harem, Julia Pardoe, Olivier, Gautier, La Borenne Durand de Fontmagne, Edmondo de Amicis başta olmak üzere, birçok Avrupalı seyyahın (gezgin) yazdığı gibi, bir “mutsuz kadınlar hapishanesi” değil, öncelikle padişahların evidir...

İkincisi: Kadının dikkat, liyâkat ve zekâsına göre yükseldiği bir “Kadın Okulu”dur (Erkeklerinki Enderun’dur).

Yedi-sekiz senelik mecburi bir eğitim sürecinde çeşitli sınavlardan geçtikten sonra, “çırak” çıkarılanlar (birisiyle evlenip haremden ayrılan cariyeler) yerleştikleri semtin öğretmenliğini yapar, o semtin kadınlarına ve kızlarına okuma yazma, edep-erkân, hayır-hasenat, nezaket, görgü, okuma-yazma, Kur’an-ı Kerim, biçki-dikiş, nakış, oya, dantel öğretirlerdi.

“Saraylı Ana”nın konağında haftanın belirli günleri yapılan “kadın kadına” toplantılarda güzel sesli hafızlar Kur’an okuduktan sonra, çeşitli kitaplar okunur ve okunan metin üzerine ciddi tartışmalar gerçekleşirdi.

Böylece “Saraylı Ana”nın konağı bir nevi “Halk Üniversitesi”ne dönüşürdü... Bölgenin kadınları ve kızları da bu “üniversite”nin öğrencileri olur, bu sayede bilgi ve görgülerini artırırlardı.

Zaten kitap okumak, Osmanlı saray kadınının tutkusuydu. Padişah eşlerinin ve kızlarının özel dairelerinde, haremde bulunan genel kütüphanenin dışında mutlaka bir kitaplık bulunurdu.

Çocuklarımızın doğru düzgün yetişmemesinde, sanırım kadının kitaptan kopuşunun büyük rolü var... Bilgisiz ilgi, çocukların geleceğini inşa etmiyor!

Yavuz Bahadıroğlu

Çevrimdışı teksir

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 201
  • O mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler
Ynt: Kadınlar Günü ve kadının gerçeği
« Yanıtla #1 : 14 Mart 2011, 15:11:07 »
teskkrler isra.

avrupali ise erkekle kadini bir tutarak haklari esit tutmakla kadinin elinde olan butun haklarini almistir.
Sonrada islama ve araplara osmanliya utanmadan laf atmaktadir.
Bunada MEDENIYET derler.

Halbuki musluman ve osmanli kadinlar anlatildigi gibi cok kulturludurler.
atilma dur, suhan-i ehl-i hali anlamadan
cevaba etme tasaddi suali anlamadan.
                                                 naci!

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Kadını dışlamanın Batılı kanadı
« Yanıtla #2 : 15 Mart 2011, 08:35:58 »
Önceki yazılarımızda “Dünya Kadınlar Günü”nün oluş gerekçesiyle birlikte, “İslâm’da ve Osmanlı’da kadın gerçeği”ni yerimiz ölçüsünde özetlemeye çalışmıştık...

Sonra ne olduysa oldu bu düzen değişti. “Erkek egemen dünya”da kadınlar suçlanmaya, aşağılanmaya, kullanılmaya, dövülmeye başlandı...
Dinimizde ve töremizde “Kadın düşmanlığı” olmadığına göre, bu anlayış bize nereden geldi dersiniz?

Şu bayıldığımız Batı’dan elbet: Düşünün ki, 16. yüzyıl Avrupa’sında dini çevrelerin yaşadığı en önemli tartışmalardan biri, “Kadınların ruhunun olup olmadığı” ile “Cennet’e gidip gidemeyecekleri” idi. Hattâ bazı üniversite hocaları, “Kadınların insan türünden olmadıklarını” ispat etmek üzere Latince tezler yazıyor, dönemin kraliyet fermanları, “Kadını dövmek için kullanılan âletlerin ucunun keskin demirden olmaması”, kadın bedeninde açılacak yaraların “makul bir cezanın sınırlarını aşmaması için zaruri olduğu” belirtiliyordu.

Kadınlara ilişkin birkaç Fransız “atasözü” de kaydedelim isterseniz...

• “Şeytanın yapamadığını kadın yapar...”
• “Kadın vücudunun üstündeki baş, şeytanın başıdır...”
• “Kadın şeytandan beterdir...”
• “Kadın bir örümcektir...”
• “Karısı olanın arısı var demektir, ne zaman sokacağı belli olmaz...”
• “Kadın zarurî bir baş belâsıdır...”
• “Horozun karşısında tavuk ötmemelidir” (Erkek karşısında, kadın susmalı).
• “Kadın takvim gibidir: Ancak bir yıl işe yarar...”
• “Kadın erkeğin sabunudur” (Kirini temizler anlamında)...
• “Kadın, dili kesilse bile susmaz...”
• “Kadınların hepsi ikiyüzlüdür...”

Özellikle Fransız atasözlerinden derledim ki, bilirsiniz, Fransızlar, kadınlar konusunda en nazik, en anlayışlı, en hoşgörülü toplum olmakla övünürler.

Zaten “Feminizm”, kadını hor gören, aşağılayan, âdeta şeytanla eşdeğer sayan böylesine yanlış bir anlayışa tepki olarak doğmuştur.
“Komşuda pişer, bize de düşer” deyişini doğrularcasına, Batı’da doğan Feminizm bize de ulaştı, bize de bulaştı. Oysa kültür kaynaklarımız kadını cennetle özdeşleştiriyor...

Kadını cennetle özdeşleştiren geleneksel anlayışımızın, “Kadın şeytan mı, insan mı?” tartışması yapan anlayıştan görüş almasına ihtiyacı var mıydı? Feminizm gibi, Batı toplumları için gerekli savunma mekanizmalarının, dindar Müslümanlar arasında yeri olmadığını düşünüyorum...

Tabii bu, İslâmiyet’i nasıl algıladığımız ve ne kadar yaşadığımızla da yakından ilgili bir konudur. İslâmiyet’i tüm unsurlarıyla kavrayabilseydik, erkeğin kadına üstünlük kurması ya da kadının erkekle savaşması gibi absürt eğilimlerimiz olmazdı.

Düşününüz ki, Resul-ü Âlişan Efendimiz (a.s.m.) kendi söküğünü diker, çoraplarını yıkar, yemeğini yapardı; bilmiyorum ama belki bulaşığa bile yardım ederdi.

Şimdi biz bunları yapmaya kalksak, adımız “kılıbık”a çıkar...

Çünkü, Peygamberimizin söz ve davranışlarını belirleyici sayan dindar Müslümanlarımız bile İslâmî değerlerde yaşamak yerine ithal yanlışlarda yaşıyor!

Kâh Hazret-i Âdem’e “Yasak Meyve”yi yemesi için kandırdığı gerekçesiyle Hazret-i Havva eleştiriliyor (ki Kur’an, ikisinin de şeytan tarafından aldatıldığını söyler), kâh ilk Müslüman’ın ve Efendimizin arkasında namaz kılan ilk cemaatin bir “kadın” (Hazret-i Hatice) olduğu görmezden geliniyor, kâh hüküm mevkiinde bulunan Kanuni Sultan Süleyman’ı beraat ettirmek için, oğlunu hayatta tutmaya çalışan Hürrem Sultan mahkûm ediliyor... Ne de olsa tarih ve din kitaplarını erkekler yazıyor!

Bence Resul-i Alişan Efendimizin Veda Hutbesi’nde billurlaşan değerlendirmeleri, bizim için en uygun zemindir: Ey İnsanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim... Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakları vardır...”

Yavuz Bahadıroğlu

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: “Kadınlar Günü” ve kadının gerçeği
« Yanıtla #3 : 08 Mart 2012, 08:19:09 »
İslâm Dîni, kadına en büyük değeri vermiş ve onun namuslu, temiz, vakarlı, haysiyetli ve şerefli bir tarzda yaşamasını sağlamıştır. İslâm nazarında kadın, şefkat, merhamet, hürmet duyulması ve nezâket gösterilmesi gereken asîl ve nezîh bir varlıktır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, kadınların nârin, nâzik ve kibâr olduklarına işâretle, onların hiç kırılmaması ve incitilmemesi gerektiğini tavsiye etmişlerdir. Bir hadîs-i şerîflerinde:

"... Kadınlar hakkında hayırlı olup nezâketle muâmele etmenize dâir vasiyyetime itâat ediniz! Çünkü onlar eğe kemiğinden yaratılmıştır. Eğe kemiğinin en eğri tarafı üst kısmı (ortası) dır. Eğer sen onu doğrultmaya uğraşırsan, kırarsın; kendi hâline bırakırsan, daima eğri kalır. O halde kadınlar hakkında hayır öğüdüme dikkat ediniz!" (1) buyurur.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ilk defâ inanan ve O’na en büyük desteği veren Hz. Hatîce (r.anha) vâlidemizdir. Nitekim Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, Hz. Hatîce (r.anha) vâlidemiz hakkında şöyle buyurur:

"Allâh bana Hatîce’den hayırlı bir kadın vermemiştir. Bütün insanlar beni yalanlarken, O beni tasdîk etmiş; insanlar benden kaçarken, O beni malı ile desteklemiştir. Ve Allâh bana başka hanımlardan değil, O’ndan çocuk ihsân etmiştir." (2)

Kadın, aynı zamanda ilk İslâm şehîdidir. Hz. Ammâr (r.a.)’ın annesi Hz. Sümeyye (r.anha), Mekke’de müslümanlığı ilk kabul edenlerden ve bu yüzden dayanılmaz işkencelere uğrayanlardandı. Kendisine İslâm’dan ayrılması için yapılan her türlü eziyet ve zulme rağmen, hak yoldan dönmedi. Sonunda Sümeyye (r.anha), Ebû Cehl’in süngüsü altında can vermiş ve Allâh yolunda ilk İslâm şehîdi olmak şeref ve mertebesine erişmiştir. (3)

Kur’ân-ı Kerîm’de "en-Nisâ"(Kadınlar) isimli, yüz yetmiş altı âyetlik uzun bir sûre olduğu gibi, ayrıca "Meryem" diye Hz. Îsâ (a.s.)’ın annesine atfedilen doksan sekiz âyetlik müstakil bir sûre daha vardır. Bunlardan başka; "en-Nûr, el-Ahzâb, el-Mümtehine, et-Tahrîm ve et-Talâk" sûreleri de kadınlarla ilgili çeşitli konuları içine almaktadır.

İslâm Dîni’nde kadın, âile ocağında temel eğitimi veren ilk öğretmen ve mükemmel bir eğitimcidir. Çocuğun terbiyesi, yetişmesi, her yönden gelişmesi, daha küçük yaşta iken güzel alışkanlıklar kazanması ve faydalı bilgilerle donatılması husûsunda annenin rolü çok büyüktür. Baba, evin nafakasının temini için ömrünün ekserîsini âilesinden dışarıda geçirmekte, çocuğu ile yeteri kadar meşgul olamamaktadır. Bu durumda, çocuğu asıl yetiştiren ve terbiye eden anne olmaktadır. Nitekim peygamberler, mürşid-i kâmiller, velîler, sultanlar ve daha nice büyük insanlar, hep mümtaz annelerin kucaklarında yetişmişlerdir.

Ahlâk kitaplarımızda; çarşıdan alınan değişik yeni bir şeyi, çocuklara bölüştürürken önce kızlardan başlanarak ikrâm edilmesi tavsiye edilmiş, kız çocukları daha hassas ve nâziktirler, diye düşünülmüştür.

Kız çocuklarının bakımı ve terbiyesi için her türlü fedâkârlıkta bulunan anne ve babaların, büyük fazîlet ve ecir sâhibi olacaklarını Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, şu hadîs-i şerîfleriyle beyân buyurmuşlardır:

"Kim, (iki veya üç) kız çocuğunu erginlik çağına erişinceye kadar besleyip büyütürse, kıyâmet gününde -iki parmağını birleştirerek- onunla şöylece beraber oluruz." (4)

Bu da, yüce dînimizin kadına verdiği üstün değeri gösterir
Molla Cami