Ruhumuz, bir yer, bir iklim, bir alem tanıyor ve yalnız onu özlüyor.Gerçek vatan da odur; ruhun vatanı... Yine ruhumuzun bir tarafı yalnız burayı görüyor, istiyor, ve saf ruhun hasretine simsiyah bir yokluk diye bakıyor ve çıldırıyor. Bütün ihtilaf da bu yüzden kopuyor.
Burada her şey eksik ve kopuk; orada herşey tama ve yekparedir. Mefkürevi kemal aleminden sanki bir paraşütle buralara düştük ve herşeyi unuttuk. Yalnız içimizde kıvılcım kadar bir şey, bir hatıra, bir ahenk, bir bilgi kaldı. Cihan patlar, feza kül olur, yokluk erir, varlık uçar, fakat bu kıvılcım sönmez. Dava, işte bu kıvılcımı üfleyip onun yangınını, fert ve cemiyet yangınını çıkarabilmekte...
Bu fikirlerden, yine büyükler büyüğü İmam-ı Rabbani hazretlerine geçtim. Onun, bütün cihanı bir hapishane farzeden ve ruha yalnız bu hapishaneden kurtulmak ve asli vatanına layık olmak vazifesini biçen muazzam ölçüsünü hatırladım.
Bense, hapishane içinde hapishanedeyim. Daha doğrusu bu hikmeti ne kadar derinlerden seziyorum...
sayfa:41-42