Gönderen Konu: Kanser neden beslenir?  (Okunma sayısı 6183 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Miftahulkuluub

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 1959
    • http://www.sadakat.net
Kanser neden beslenir?
« : 10 Temmuz 2012, 16:24:41 »

Her doktor öğrenciliği sırasında Otto Warburg'un buluşunu öğrenir.

1930'lu yıllarda Warburg kanserin en temel biyokimyasal sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi kanser hücresinden ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur. Bu, o kadar önemli bir buluştur ki, Otto Warburg'a Nobel Ödülü kazandırmıştır.

Otto Warburg'a göre kanserin bir temel sebebi vardır. Bu da :

Vücudun normal hücrelerinin oksijenli solunumunun, oksijensiz -anaerobik- hücre solunumuyla yer değiştirmesidir.

Warburg'un buluşu bize başka neleri anlatmaktadır?

Birincisi, kanser, normal hücrelerden çok farklı bir biçimde metabolize olmaktadır. Normal hücreler oksijene ihtiyaç duyar; kanser hücreleri oksijenden kaçınır.
Hiperbarik oksijen terapisi alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanılan bir yöntemdir.

Bu buluşun bize anlattığı başka bir şey de, kanserin bir mayalanma  (fermantasyon) süreciyle metabolize olduğudur.

Kanserin metabolizması normal hücre metabolizmasından 8 kat daha büyüktür.

Yukarıda söylediğimiz her şeyi birleştirirsek ortaya şu tablo çıkıyor:

Vücut, kanseri beslemeye çalışırken mütemadiyen kapasitesinin üstünde çalışır.

Kanser devamlı açlıktan ölmenin eşiğindedir ve vücuttan kendisini beslemesini talep etmektedir. Besin alımı kesilirse kanser açlıktan ölmeye başlar. Tabii kendisini beslemek için vücudun şeker üretmesini sağlayamazsa...  Proteinlerden şeker.

Bu ziyan sendromuna kaşeksia (cachexia) denir.

Kaşeksia vücudun :

proteinlerden (evet, doğru duydunuz, karbonhidratlardan veya yağlardan değil de, proteinlerden) "glükoneogenez" (yeniden glükoz yapımı) işlemiyle, şeker elde etmesidir.

Bu şeker kanseri besler. Vücut sonunda, kanser hücresini beslemeye çalışırken kendisi açlık çeker.
Şimdi, kanserin şekerle beslendiğini öğrenmişken, onu şekerle beslemek mantıklı geliyor mu size?

Yani, karbonhidratlardan zengin bir diyet uygulamak?

Bugün, kansere karşı uygulanan birçok besin terapisi mevcuttur (işe de yaramaktadırlar).

Çünkü günün birinde birisi şeker ve kanser arasındaki bağlantıyı görmüştür.

Bu terapilerde, karbonhidratlar bakımından zengin gıdalara izin verilmez.

Terapilerin hiçbirinde şekere de izin verilmez. Çünkü şeker kanseri beslemektedir.

Peki doktorunuz bu gerçekleri size neden söylemez?

Kim bilir? Belki doktorunuz kanseri tedavi edecek kişinin siz değil, kendisi olduğunu düşünmektedir.
Belki Otto Warburg'un buluşunu duymuştur ama geri kalan parçaları tamamlayamamıştır.

Belki de beslenmeyle ilgili hiçbir şey öğrenmemiştir.

Aslında 1978'e kadar ABD'nin resmi kuruluşlarından biri, beslenmenin kanserle bir ilgisi olmadığını iddia etmekteydi!!!!

Kanser ve şeker bağlantısından haberdar olanlar ise, dikkate değer terapilerle ortaya çıktılar.

Bunlardan biri 'Laetrile'dir.

Kaşeksialı hastaların yüzde 50'den fazlasında glükoneogenez sürecini durduran hidrazin sülfat bunlardan bir diğeridir.

Bugün, Minnesota Üniversitesi kemoterapi alanında bir "akıllı bomba"
üzerinde çalışmaktadır.

Akıllı bomba diyebileceğimiz ilacın üzerinde bir kaplama vardır.

İlaç, vücutta oksijensiz bir bölge ile karşı karşıya geldiğinde bu kaplamayı üzerinden atar.
Kanseri yok etmek için kemoterapiyi serbest bırakır. Çünkü, vücutta oksijensiz tek alan, kanserli bölgedir.

Kanser hücresini aç bırakmaya çalışan besin terapileri de vardır.

Kanserin ne sevdiğini bilen hasta, bunları yemekten kaçınır.

Kanser, çiğ yiyeceklerdense, pişmiş yiyecekleri sever.

Pişirme işlemi, besinlerdeki enzimleri ve vitaminleri yok etmektedir.

Bir de, kanserin şeker sevdiğini aklınızdan çıkarmayın.

Kanserinizi sevmiyorsanız, onu beslemeyin!

Şeker yerine tatlandırıcı kullanmak çözüm değil Şeker yerine tatlandırıcı kullanmayı düşünüyorsanız, başka bir tuzağa düşmüş olursunuz.

Tatlandırıcıların da vücuda ciddi zararları olduğu, yapılan araştırmalarla kanıtlandı.
Örneğin, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sakarin içeren her türlü gıda maddesinin üzerine "Sağlığa zararlıdır.  Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kansere yol açmıştır." ibaresinin konmasını şart koştu.

Aspartam ve sükraloz gibi diğer tatlandırıcılar da yan etkileri nedeniyle uzak durulması gereken gıdalar arasında.

(Editörün notu:  

-Ama maalesef hiç birinin üzerinde böyle bir ibare yok).



Kaynak:

International Wellness Directory. Son iki yüzyıldır şeker tüketimi nasıl arttı?
İngiltere'de 1815'de 5 kg cıvarında olan kişi başına yıllık çay şekeri tüketimi 1970'de 50 kg 'ın üzerine çıkmıştır. 1
970-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat tüketmişlerdir. Türkiye'deki durum da artık çok farklı değildir. Çocuğu ile büyüğü ile çılgınca şeker ve beyaz un kullanılmaktadır.
Bütün bu bilgiler kanserlerin niçin arttığını göz önüne açıkça sermektedir.


Aşağıdaki tedbirlerle kanserlerin en az üçte ikisi önlenebilir;

*Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin.

*Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren 'light' hafif yiyecek ve
   içecek tüketmeyin.
*Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin. Taş devri
   diyetini uygulayın.
*Bol taze sebze ve meyve yiyin.
*Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği, mısır, soya, pamuk ve margarin gibi
   yağları diyetinizden çıkartın.

Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin.
*Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden
   (faydalı mikroplar) zengin gıdalarla beslenin.
*Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin.

-Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının.
-Kutu sütü tüketmeyin.
-Mümkünse manda sütü kullanın.
-Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir) tercih edin.
*Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin.
*Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin.
*Yeşil ve siyah çay tüketin (şekersiz!!!! ).

*Stresten uzak durun.
*İyi uyuyun.
*Çevresel toksinlerden ve sigaradan uzak durun.

*D-vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli bir şekilde
  güneşlenin ya da D vitamini takviyesi alın.
*Yeteri derecede egzersiz yapın!!!!

*Asla alkol kullanmayın.
*İşlenmiş soya ürünü yemeyin.

*Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme) ile pişirin. Turbo fırınlar da kullanılabilir.

*Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar;
  ayrıca kanserojen olabilirler !!!!

*Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin. Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir.

*Teflon ve alüminyumu ise kesinlikle kullanmayın.




Prof. Dr. Ahmet AYDIN
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı




İnsanoğlunun en kötü 3 icadını asla unutmayın :

1. Eroin 2. Atom bombası 3. Şeker..
                                                                              Dr. Ahmet ALTINER

« Son Düzenleme: 10 Temmuz 2012, 22:34:46 Gönderen: Tuğra »
İncemeseleler    Sadakat.Net    İns SadakatForum  Sevadı Azam


" Derviş isen kardeş takvaya çalış.."

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Kanser neden beslenir?
« Yanıtla #1 : 10 Temmuz 2012, 18:07:39 »
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Dr. Yavuz Dizdar pankreas kanserinin tavrı, tarzı, gelişimi ve nedenlerinin geçen 10 yıl içinde değiştiği görüşünde. Pankreas kanserinin klasik nedeninin kronik pankreatit (yani organın daha önceden iltihaplı oluşu) olduğunu belirten Dizdar günümüzde ise bu durumun değiştiğini anlatıyor. “Kronik pankreatit fazla alkol ve sigara tüketimiyle bağlantılı. Ancak günümüzdeki hastalara baktığınızda içlerinde hiç alkol tüketmemiş olanlar var. Artık pankreas kanserinin beslenmemimizle bağlantılı olduğu tartışılıyor. Özellikle mısır şurubunun neden olduğuna dair araştırmalar var. ABD’de 88 bin 802 kadının katılımıyla gerçekleştirilen Nurses’ Health Study’de 18 yıllık takip sonucunda çay şekeri (sükroz) pankreas kanseriyle ilişkili bulunmazken früktozdan (mısır şurubu şekeri) zengin beslenmenin pankreas kanseri olasılığını artırdığı ortaya çıktı. Multiethnic Cohort çalışmasına ise Havai-Los Angeles bölgesinde yaşayan 162 bin 150 kişi katıldı. Sekiz yıl süreyle izleme sonucunda nişasta bazlı şekerde bol miktarda bulunan früktozun pankreas kanseriyle ilişkili olduğu gösterildi. Bu araştırmaya göre kilo fazlası olanlarda nişasta bazlı şeker alımı özellikle daha fazla risk oluşturuyor. Toplam 482 bin 362 kişinin kaydedildiği geçen yıl yayınlanan bir diğer çalışmada da nişasta bazlı şeker yani früktoz, pankreas kanseriyle ilişkili bulundu.”

Yoğurt dediğin 10 günde ekşir

 
     


              İşlenmiş gıdalarında riski artırdığını hatırlatan Dizdar gıdaların mevsiminde tüketilmesi gerektiğinin altını çiziyor: “Gıdalar raf ömürlerinin uzaması için aşırı fiziksel işlemlerden geçiriliyor. Sütler UHF işlemine maruz kalıyor, etlere yüksek basınç uygulanıyor. Marketlerde altı ay raf ömrü olan hazır yemekler bulunuyor. Yoğurtlar bile iki ay ekşimeden kalabiliyor. Oysa yoğurt bir hafta en fazla 10 günde ekşimeli. Mısır gevrekleri de inanılmaz işlemlerden geçiriliyor. Rafine ürünler kesinlikle tüketilmemeli! Evde yapılmış yoğurt, köy yumurtası, baklagiller gibi gıdaları tercih edin. Avokado, kereviz gibi gıdaların tüketilmesi gerektiği söyleniyor ama bunların tümorleri küçülttüğü ya da hastalığı önlediğine dair ilgili elimizde kesin veriler bulunmuyor. “
Mısır şurubu neden zararlı?
 
Bu sefer tatlı yiyip tatlı konuşamayacağız çünkü konumuz mısır şurubu, iddialar ise ürkütücü.
 
Neredeyse yediğimiz her tatlı gıdanın üretiminde kullanılan mısır şurubu, vücudumuzu yağ üreten bir makineye dönüştürüyor.
 
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) gibi, nişasta bazlı sıvı şekerler yani bilinen adıyla “Mısır Şurubu” da gündemimize bomba gibi düştü. Zararlı olup olmadığı hararetle tartışılan mısır şurubuyla ilgili bilmediklerimizi Prof. Dr. Ahmet Aydın’a sorduk; korkmamız gerekenin mısır şurubunun yanı sıra, aslında “ŞEKER” olduğunu öğrendik.
 
Daha tatlı daha ucuz
 

Mısır şurubu, mısır nişastasının işlemden geçirilmesi ile elde ediliyor. Nişasta parçalanarak glikoza, ardından glikoz fruktoza dönüştürülüyor. Mısır şurubu, yüzde 80 oranında fruktoz, yüzde 20 oranında glikozdan oluşuyor. Fruktoz, glikoza göre daha güçlü bir tatlandırıcı olduğu için daha az kullanılması yeterli oluyor ve dolayısıyla üretimde maliyeti düşürüyor. Prof. Dr. Ahmet Aydın, günümüz piyasa koşullarında maliyeti bu kadar düşüren bir seçenek varken, firmaların normal şeker kullanmalarının iflas etmekle aynı anlama geldiğini ifade ediyor.
 
Bunu biliyor muydunuz?
 
Mısır şurubunda yüzde 80 oranında bulunan fruktoz, glikoza göre daha güçlü bir tatlandırıcı… Bu nedenle geçmiş yıllarda daha az kalori ile daha fazla tat sağlandığı ve böylece alınan kalorinin azaltıldığı düşünülüyordu. Hatta bir dönem uzmanlar tarafından diyabet ve şişmanlık tedavisinde kullanılıyordu. Prof. Dr. Ahmet Aydın, bu yöntemin bazı hekimler tarafından hala kullanıldığının da altını çiziyor.
 
Hızla yağa dönüşüyor


Mısır şurubunu diğer şekerlerden daha korkunç hale getiren ise içindeki fruktozun yüzde 80 gibi yüksek bir orana sahip olması. İnce bağırsaktan emilerek karaciğere gelen fruktoz metabolize edilmek için insüline gerek duymuyor. İlk bakışta sanki bu bir avantajmış gibi görünüyor. Fakat değişik metabolik süreçler için vücut çok az fruktoz kullanabiliyor. Geri kalan tüm fruktoz ise trigliseridlere, yani kan yağlarına dönüşüyor. Tüm şekerler arasında en hızlı yağa dönüşen de fruktoz. Fazla fruktoz tüketiminin hayvanlar üzerindeki araştırmalarda diyabet, hipertrigliseridemi, koroner kalp hastalığı, karaciğer yağlanması, hipertansiyon ve kansere yol açtığına dair sonuçlar bulunuyor.

Zararlı olmadığı ispatlanmadı

 
Prof. Dr. Ahmet Aydın, ürün paketlerinde mısır şurubunun yanı sıra, “nişasta bazlı sıvı şeker” ya da “NBŞŞ” tanımlarının yer alabildiğini belirtiyor. Prof. Dr. Aydın’ın “Hangi ürünlerden uzak durmalıyız?” sorusuna verdiği yanıt ise ürkütücü: “Paketlenmiş tüm şekerli hazır gıdalar, meyve suları ve pastane ürünleri…” Yani sanılanın aksine sadece market raflarında değil, pastane vitrinlerindeki göz alıcı tatların da mimarı artık mısır şurubu. GDO’lu mısır ithalatının serbest olduğu ülkemizde mısır şurubunun hangi tür mısırdan elde edildiğini bilmek ise tüketiciler için imkansız. Bu da mısır şurubu ile ilgili soru işaretlerini artıran bir faktör. Ulusal Beslenme Platformu ise geçen ay bir bildiri yayınlayarak “Mısır şurubunun kanser, obezite, diyabet, insülin direnci ve karaciğerde yağlanma gibi hastalıklara neden olduğunun bilimsel olarak ispatlanmadığını” açıkladı. Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın konuyla ilgili yorumu ise şöyle: “Bir ürünün sağlığa zararlı olup olmadığını bilimsel olarak ispatlamak için birkaç aylık çalışma yeterli değildir. Gerekirse 20 yıl denemek gerekir. Mısır şurubunun zararlı olduğu kanıtlanmadı diyenlere soruyu tersten sormak gerekiyor. Peki zararlı olmadığı kanıtlandı mı?”
 
En tehlikelisi, tatlandırıcılar
 
Son yıllarda tatlı ve pasta sektöründe aşırı derecede tatlandırıcı kullanıldığını belirten Prof. Dr. Ahmet Aydın, Türkiye’de aspartamın sağlık sektöründen çok gıda sektöründe kullanıldığını anlatıyor. Çünkü tatlandırıcılar şekerden yüzlerce kat daha tatlı. Örneğin aspartam şekerden 200 kat, asesülfam K 200 kat, sakarin 300 kat, sükraloz 600 kat daha tatlı. Türk Gıda Kodeksi hangi üründe ne kadar yapay tatlandırıcı kullanılacağını belirlemiş olsa da, bazı firmaların bu rakamlara uymadığı yönünde şüpheler var. Diyet ürünlerin neredeyse hiçbirinde, kullanılan tatlandırıcı oranı yazmıyor. Aspartamın içinde yüzde 40 oranında sinirsel bir uyarıcı olan aspartik asit, yüzde 50 oranında fazla alındığında beyin için zararlı fenilalanin ve yüzde 10 oranında metil alkol (ispirto) bulunuyor. İspirto, birçok zararlı etkilerinin yanı sıra kanserojen “formaldehit”e dönüşüyor.
 
“Aspartam şişmanlatıyor”
 
Prof. Dr. Ahmet Aydın, aspartamın şişmanlığa çare olmadığını şöyle açıklıyor: “Aspartamın içindeki aspartik asit ve fenilalanin isimli iki amino asit, insülin salgısını artırıyor. Ortamda şeker olmadığı için insülin kanda açlık şekerini düşürüyor. Doğal olarak karnınız acıkıyor ve daha fazla yiyorsunuz. Ayrıca yüksek miktarda fenilalanin, serotonin gibi sinir ileticilerini azaltıyor. Serotonin azlığı depresyona yol açıyor ve iştahı da açıyor.”
 
Diğer şekerler günahsız mı?
 

Prof. Dr. Ahmet Aydın bu soruya, “Mısır şurubu en zararlı şekerlerden biridir ancak diğer şekerler de masum değil” şeklinde yanıt veriyor. İnsanın dışarıdan şeker almadan yaşayabileceğini, bu şekerlere ihtiyacı olmadığını belirten Prof. Dr. Aydın, buna örnek olarak da sadece balık ile beslenen Eskimoları gösteriyor. Şekerle ilgili ilk belgeler M.Ö. 510 yılına dayanıyor, rafineri şeker üretiminin hızlanması ise 19. yüzyıldaki Sanayi Devrimi ile başlıyor. Bu tarihlerden itibaren insanoğlu Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın tabiri ile yasal bir uyuşturucu olan şekere bağımlı hale geliyor. Rakamlar ortada! ABD’de 1973-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat, 15 kg. daha fazla tatlandırıcı madde ve 30 kg. daha fazla unlu mamul tüketmişler. ABD’de son 35 yılda fruktozdan zengin mısır şurubu tüketimi kişi başına yılda 200 gr.’dan 34 kg.’a yükselmiş. Üstelik bu rakamlara sahip ABD’de mısır şurubu üretim kotası yüzde 2’lerde iken, ülkemizde yüzde 15’e çıkarıldı.
 
Şeker-kanser ilişkisi


Prof. Dr. Ahmet Aydın, her türlü şeker kullanımının insan sağlığına nasıl zarar verdiğini şöyle anlatıyor: “Beyaz un ve rafine şeker bağırsaktan hızla emilerek kana geçiyor. Artan kan şekerini düzenlemek için hızla insülin salgılanıyor. Buna bağlı olarak kan şekeri hızla düşüyor. Fakat insülin bu hıza ayak uyduramıyor ve kanda normalden daha uzun süre yüksek kalıyor. Fazla miktardaki insülin ise birçok doku için zararlı etkilere sahip. Bu nedenle önce karaciğer, daha sonra da kas hücreleri insülin reseptörlerini kapatıyor. Başlangıçta yağ dokusunda direnç olmuyor ve fazla şekerin tamamı yağ olarak depolanıyor. Yani insülin beyaz unu ve diğer hızlı emilen şekerli yiyecekleri hızla yağa çeviren bir makine gibi! Üstelik yüksek insülinin tek kabahati bu değil! Sadece yağ depolamakla kalmıyor, bu yağın daha sonra enerji olarak kullanılmasına da izin vermiyor. İki yemek arasında enerji kazanabilmek için yağ yakmamız gerekiyor. Ancak bu sistemde yağ kullanamayan vücutta kan şekeri düşüyor ve bu sefer yorgunluk, huzursuzluk ve baş ağrısı başlıyor. Kişi, tıpkı bir morfinman gibi ancak şekerli bir şeyler yiyip içtikten sonra kendine geliyor.”
 

 
Her esmer şeker doğal değil



Şekerin doğal hali diye düşünerek tükettiğimiz esmer şekerler konusunda da dikkatli olmak gerekiyor. Kahverengi toz şeker, şeker kamışı veya şeker pancarından elde edilen rafine toz şekerin beyazlatılmamış hali. Ancak bazı hilelerle, rafine edilmiş beyaz toz şeker karamela ile renklendirilerek kahverengi şeker haline getirilebiliyor. Kahverengi kesme şeker ise rafine toz şekerin beyazlatılmamış, ancak kimyasal yapıştırıcılarla şekillendirilmiş hali. Doğal şeker tüketmek için beyaz şekerden daha zararlı bir ürüne, üstelik de daha fazla para ödüyor olabilirsiniz. Prof. Aydın, mutlaka şeker tüketmek isteyenlere halis bal ve köy pekmezi kullanmalarını, kuru ve yaş meyve tüketmelerini öneriyor. Şu sözleri ise çarpıcı: “Raf ömrü uzun olan ü rünleri tüketmek sizin ömrünüzü kısaltır.”

“Şeker, kanser dokusunu besliyor

 
Kanser ve şeker arasındaki ilişkiyi ilk kez Alman tıp adamı Otto Warburg ortaya koydu. 1931 ve 1944 yıllarında iki kez Nobel’i alan Warburg’un çalışmaları, kanser hücrelerinin sağlıklı hücrelerden farklı bir metabolizması olduğunu gösteriyor. Buna göre kanser hücreleri sağlıklı hücrelere göre 3-5 kat daha fazla şeker kullanıyor. Ancak şekerin tek zararı kanser dokusunu beslemesi değil. Aşırı un ve şeker tüketimi insülin direncine (metabolik sendrom) yani hiperinsülizme yol açıyor. Hiperinsülizm, insüline benzer büyüme faktörü (IGF-1) düzeyini artırıyor. Serbest IGF bütün dokularda hücre üremesini kontrolsüz bir şekilde artırarak kansere neden oluyor.
bjj-.tr.com/beslenme ve kanser-ilişkisi üzerine


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Nedir Bu Kanser?
« Yanıtla #3 : 20 Kasım 2014, 12:27:42 »
Nedir Bu Kanser?


Bütün canlılar hücrelerden oluşur ve her hücrenin kendisine ait, onu kontrol eden, insandaki beyin organı gibi düşünebileceğimiz, bir çekirdeği bulunur. Bu çekirdeğin içinde ise bütün canlılarda birbirinden farklı olarak DNA yapısı bulunur. Yeni bir hücrenin oluşumu, bu hücrenin beslenmesi, diğer hücrelerle olan iletişimi, hücreye bir zarar geldiğinde onun onarılması ve tabi ki görevini tamamladığında da her canlı için bir son anlamına gelen hücrenin ölümü, DNA denilen bu yapı tarafından kontrol edilir. Hücrenin bütün canlılığını kontrol eden bu DNA yapısı hasar gördüğünde hücre ya apoptosize (programlı hücre ölümü) gidecektir veya apoptosiz yapabilme kabiliyetini kaybederek kontrolsüz bir şekilde çoğalmaya başlayacaktır.

DNA molekülünün hangi bölgesinin zarar gördüğüne bağlı olarak hücre, canlılığı ve hayatıyla ilgili yeteneğini kaybeder. Örneğin, DNA molekülünün hücrenin beslenmesini idare eden bir kısmı hasar gördüğünde hücre, hayatı için gerekli olan besini alamaz ve hücrenin yöneticisi olan DNA bunu fark ettiğinde apoptosizden sorumlu olan bölgesini aktifleştirerek hücreyi ölüme götürür. Ancak DNA’da oluşan bütün hasarların sonucu ölümle sonuçlanmayabilir. Çünkü hücreyi apoptosize götüren DNA bölgesinde bir zarar meydana geldiğinde hücre ölebilme özelliğini kaybeder ve kontrolsüz bir şekilde çoğalan bir hücre topluluğu haline gelir.

Kanser dediğimiz hastalığın esası da işte bu DNA molekülünün zarar görmesinden kaynaklanan kontrolsüz hücre çoğalmasıdır. Bu kontrolsüzce çoğalan hücre aslında vücuttaki bütün hücrelerden farklı ve yabancı bir yapı haline gelmiş olur. işte bu hücreye “kanser hücresi’’ ya da ‘’bütünör(tümör)” denir. Bütünörler, içinde bulunduğu organ veya sistem için gerekli olan görevini yerine getiremez. Ancak apoptosize de uğramadığı için sürekli bölünerek çoğalır, aktif hücrelerin yerine veya onların etrafına yerleşmeye başlar ve sağlıklı hücrelere zarar verebilir. Kanser hücrelerinin çoğalmasıyla birlikte, ilgili organ veya sistem de yavaş yavaş fonksiyonunu kaybetmeye başlar. Mesela; bir akciğer kanseri hücresi normal bir akciğer hücresinin DNA’sında meydana gelen bir hasar ile oluşur.

Bu akciğer kanseri hücresi yavaş yavaş çoğalarak akciğere yayılır ve bu organın solunum, kanın temizlenmesi gibi görevlerini yerine getirmesine engel olur. Ve bir organın çalışmaması, ölüme sebep olabilir.

DNA hasarı nasıl meydana gelir?

insan vücudunda çeşitli sebeplerle günde yaklaşık 10.000 DNA hasarı meydana gelir. Ancak vücudumuzda ve hücrelerimizde bu DNA hasarını onarıcı mekanizmalar bulunur. DNA hasarına uğrayan hücre “DNA repair system” (DNA onarıcı sistem) ile kendi içinde onarılmaya çalışılır. Onarılamayan hücreler ise immün sistem (bağışıklık sistemi) sayesinde, vücuda yabancı bir hücre olduğu fark edilerek, yok edilir. Ancak nadiren de olsa DNA hasarı onarılamaz veya yok edilemez. Böylece bu hücre, bir kanser hücresine dönüşür.

DNA’ya zarar veren birçok unsur bilimsel çalışmalar ile kanıtlanmıştır. Kimyasal maddeler, X ışınları, ultraviyole ışıklar, virüsler, düzensiz çalışan hormonlar ve stres gibi… Bu etkenlere “karsinojen” adı verilir ve farklı yollarla DNA hasarına yol açar.

DNA hasarına sebep olan kimyasal maddelere “kanserojen maddeler” adı verilir. Kullandığımız eşyaların boyanmasında kullanılan azo-boyar maddeler, bir çeşit besin tatlandırıcısı olan ve şekerden çok daha ucuza mal olduğu için oldukça yaygın olarak kullanılan aspartam, kozmetik sanayisinde kullanılan dioksan, gıda renklendiricisi olarak kullanılan dimetilfenilizoanilin ve sigara bunlardan yalnızca bazılarıdır. Kanserojen maddeler DNA zincirlerinin bağlarını bozarak DNA’nın zarar görmesine ve doğru şekilde çalışamamasına neden olur.

Güneşte veya röntgen çektirirken maruz kaldığımız ultraviyole ve X ışınları, düzensiz çalışan veya dışardan ek olarak alman bazı hormonlar, stresin neden olduğu ve vücuttan salgılanan bazı kimyasallar da kansorejen maddeler gibi DNA yapısında kırıklara yol açmaktadır.

Virüsler de bir DNA ya sahiptirler. Ve hücre içine giren bazı virüsler, DNA’larını, insan DNA’ sı içine entegre eder ve bu yolla insan DNA’sına zarar vererek işlevini kaybetmesine sebep olur.

Kanserden korunmak mümkün müdür?

Kanserden korunmak aslında oldukça zordur. Karsinojen olarak belirttiğimiz etkenlerin çoğuna irademiz dışında maruz kalmaktayız. Ancak kanserden korunmak isteniyorsa kimyasallar, sigara, stres gibi bütün bu etkenlerden mümkün olduğunca uzak kalınmalı, DNA hasar onarıcı mekanizmaların ve immün sisteminin sağlıklı çalışması için sağlıklı beslenmeye dikkat edilmelidir.


Ayşe EMEK | 08 Ekim 2014 | http://insanvehayat.com/nedir-bu-kanser/

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Kanser neden beslenir?
« Yanıtla #4 : 17 Kasım 2015, 16:03:53 »
Bu yazılar çok müthiş, birçok "gizli dünya yönetenlerini" rahatsız ediyor… O kadar ki, örneğin "World Without Cancer", yani "Kansersiz Dünya" isimli kitap, halen (Türkçe dahil) birçok dile çevrilmedi!..

Yani şunu bilin ki, KANSER diye bir hastalık yok!.. Kanser, sadece vitamin B17 eksikliği!...
Başka bir şey değil!..
Kemoterapi, ameliyat veya değişik ağır haplar almanıza gerek yok!..
Düşünün bir zamanlar denizciler, çok sayıda niçin öldüler?
İSKORBÜT denilen hastalığa yakalanıyorlardı...
Çok sayıda insan öldü...
ve bazıları da bundan çok büyük PARA ve gelir elde etti!..
Sonra ne buldular?..
Meğer İskorbüt sadece vitamin C eksikliği imiş!..
Yani hastalık bile değil!...

KANSER de öyle!...
KANSER SANAYİSİ var artık!..
KANSER den milyar milyar milyar kere milyar PARA kazananlar var!...
Bu konu çok uzun. Çok derin!..
KANSER SANAYİSİNIN kökü, ta ikinci dünya savaşına kadar dayanıyor!...
Ne dolaplar dönüyor...
SİZ İNANMAYIN!...
Her gün sadece 15-20 kayısı çekirdeği yemeniz yeterli!..
Kanser olmuşsanız, önce KANSERIN ne olduğunu ANLAMAYA çalısın!..
KORKMAYIN!...
Sakin KEMOTERAPİ filan yaptırmayın!...
ARAŞTIRIN önce!...
Biz bu siteyi bazı "sözde doktorların sayfasına gönderdik, facebook’ ta, 5 dakika bile geçmeden "yorumsuz" olarak sildiler!...
SİZ bu kitabın TÜRKÇEYE ÇEVRİLMESİ için DUA edin!...
ÇOK ÇOK ÖNEMLİ bir eser bu!..
Tekrar edelim:
Günümüzde İskorbüt den ölen var mi artık?...
YOK!...
Çaresi biliniyor...
Peki KANSER?...
SANAYİ haline gelmiş!...
Ancak, çaresi çoktan bulundu:
VİTAMİN B 17 eksikliği!...
Hepsi bu!...
Buğday çimi ekin... Buğday şırası için.
Kanseri engelleyen besinlerin başında atalarımızın Orta Asya`da içtikleri Buğday şırası geliyor. Klasik tedavi yöntemlerini reddeden tüm doktorların ortak iddiası, buğday çimi yenilmesi ve buğday şırası içilmesi. Pakistan`daki Hunzakut Prensliğinde kanserden ölüm yok. Ayrıca Hunzakutlular, acı badem ve kayısı çekirdeğini yiyorlar ve kansere yakalanmıyorlar.
Türkiye`de acı badem ve kayısı tüketilen bölgelerde kanser vakalarının azlığı dikkat çekiyor.
Ödemiş`le Salihli arasında, binbir efsaneye konu olmuş Bozdağ`ın eteklerinde cennet gölcük kıyısında kanseri yenen, bu zaferi kazandıktan sonra mücadelesi herkese örnek olsun diyerek bir de kitap yazan Doktor İlhami Güneral ile sohbetimiz sürüyor. Önemli olan bağışıklık sisteminin güçlendirilmesidir.
Bağışıklık sistemini güçlendirmek çok da zor bir şey değildir.

Buğday müthiş bir kanser ilacıdır. Buğday şırası kanseri önler ve bu önemli bir bitkisel tedavi aracıdır. Buğday çimi, bol klorofil maddesi dışında 100 kadar vitamin, mineral ve besin maddesi içerir. Taze olarak kullanılan Buğday çiminde, aynı ağırlıktaki portakaldan 60 kez daha fazla C vitamini ve aynı ağırlıktaki ıspanaktan 8 kat fazla demir bulunmaktadır.
Buğdayın bir başka özelliği ise kandaki toksinleri nötralize eden maddeler içermesidir.
Sıvı oksijenle dopdolu olan buğday çimi doğanın en güçlü anti kanseri olan `laetril` içermektedir.

Izgara etler ve füme besinlerin kanserojen maddeler taşıdığı kanıtlanmıştır. (Japon Bilim Adamı Nagivara)

Japon Bilim Adamı Nagivara, taze buğday çiminde bu maddeyi etkisiz hale
getiren enzimler ve amino asitler bulmuştur.

- Buğday çimini evde üretebilir miyiz?
- Evde de üretilebilir, küçük bir saksıda bile üretilebilir ve olduğu gibi yenebilir, evde üretemeyenlere tavsiyemiz ise buğday şırası üretmeleri...
- Buğday şırasını herkes üretebilir mi?
- Evet herkes üretebilir.

İsterseniz tarif edelim.
Bir bardak aşurelik buğday, önce tertemiz yıkanarak bir litrelik cam kavanoza konur. Üzerine 3 bardak su klorlu olmamak şartıyla ilave edilir.
Kavanozun ağzı bir tülbentle kapatılarak serin bir yerde 24 saat bekletilir.
Bu ilk su kullanılmaz, dökülür.
Kavanoza yeniden 3 bardak su ilave edilir.
24 saat bekletildikten sonra oluşan yarı gazozlu su içilmek üzere bir kaba aktarılır.
Böylece bir bardak aşurelik buğdaydan kış aylarında günde 5 kez, yazın
ise günde 3 kez şıra alınır. Buğday şırasının lezzeti bazılarına itici gelebilir. O takdirde her şıra bardağına bir C vitamini tableti eklenirse, nefis bir içecek ortaya çıkar.
- Az önce sözünü ettiğimiz `laetril` buğday çiminden başka nelerde bulunur? Çünkü anlaşılıyor ki, `laetril` kanserin tedavisinde en etkin maddelerden biri... Elmanın çekirdeğini de yiyin!
- Evet, Türkiye`de en kolay laetril`e ulaşabileceğimiz yer acı badem ve kayısı çekirdeğidir.
Ayrıca laetril elma çekirdeğinde de vardır. Elmanın çekirdeği yenilirse çok da iyi olur. Amerika`daki ilaç sanayinin maşaları bu `laetril` adlı ilacı yasaklatmayı başarmışlardır ama Meksika`da satılan `laetril` bu ülkeden alınıp kaçak olarak ABD`ye sokulmaktadır.
Laetril, vitamin ve minerallerle verildiğinde çok daha iyi sonuçlar alınmaktadır. `Kanserin Ölümü` adlı kitabında Manner, laetril ile yüzde 90 başarı kazandığını söylemişti.
- Acı badem ve kayısı çekirdeği de laetril içeriyor öyle mi?
- Evet öyle. Türkiye`de acı badem ve kayısı çekirdeğinin sıkça tüketildiği yerlerde resmi bir istatistik yok ama kanser vakalarının az olduğuna inanılıyor. Resmi istatistik yapılan bir ülke var...
Pakistan`a komşu küçük bir prenslik olan Hunzakut`ta şimdiye kadar hiç kanser olayına rastlanmadı.
Hanzakut`un özelliği temel besinleri kayısı ve kayısı çekirdeği...

- Dünyada bugün kullanılmakta olan kemoterapi ve radyoterapi bağışıklık sistemini bozduğunu iddia ediyorsunuz alternatif tedavilerin bir sıralamasını yapsak en öne hangisini koyarsınız?
- Önceliği bağışıklık sistemini güçlendiren tedavilere veririm, daha sonra biyolojik tedaviler ve bitkisel tedaviler gelir.
Bağışıklık sistemi konusunda Alman Doktor Issel`in tüm beden tedavisi bugün bu ülkedeki 60/70 klinikte başarı ile uygulanmaktadır.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Doktorlar Kanserin İncir İle Tedavi Edileceğini Öğrenecekler..."
« Yanıtla #5 : 17 Kasım 2015, 16:05:59 »
"Doktorlar Kanserin İncir İle Tedavi Edileceğini Öğrenecekler..."
Kuru inciri yıkayıp suyunu sızdırın kuşbaşı doğrayıp alabildiği kadar kavanoza zeytinyağı doldurup ağzını kapatın 3-5 gün bekletip sonra sabah akşam yiyin buna devam edin...