Gönderen Konu: Zihin Ameliyatı  (Okunma sayısı 2723 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Zihin Ameliyatı
« : 20 Mayıs 2014, 12:51:51 »

Zihin Ameliyatı


Beni nereden tanıdığını geçen akşamların birinde öğrendim. Meğer dergimizin abonesiymiş. Nisan ayında yazdığım hikâyeyi okumuş, kendinden bahsettiğimi görünce de hemen dergiye telefon açıp numaramı istemiş. Bir akşam telefonum çaldı, arayan Yasin Bey’di. Hikâye için tebrik ediyor, müsait bir zamanımda özel muayenehanesine uğrayıp çayını içmem için ısrar ediyordu. içimden “Tam da denk geldin.” dedim. Dün gece gördüğüm rüyanın etkisinden sabahtan beri kurtulamamıştım. Artık namaz kılarken yahut herhangi bir şey için öne eğilirken beynimin akacağını, bol malzemeli bir çorba gibi önüme dökülüvereceğini düşünür olmuştum. Anlayacağınız rüya iyi bir bahane oldu benim için.

Surların dibindeki Zeytinburnu’na uzun zaman sonra işte bu davet ve rüya üzerine bir hafta sonu gittim. 58. Bulvar yine hareketliydi. Sokak ortasına doğru uzanan çay bahçeleri ve sandalyeleri tıpkı bir ahtapotun kollarıymışçasına insan kalabalığını kucaklıyordu. Temiz giyimli gençler yıllardan beri olduğu gibi yine vakfın kapısından girip çıkıyorlardı. Banliyö durağı iyice yaşlanmış bir amca gibi oradaydı. Muayenehanenin yerini bulmam zor olmadı. Daracık bir sokaktaki eski pasajın ikinci katına kolaylıkla ulaştım.

Yasin Bey beni güler yüzüyle karşıladı. Ne beyaz önlüğü vardı üstünde ne de önlüğün cebindeki eşantiyon kalemleri. iki muayenehanesi olduğunu öğrendim. Hafta içi bize yakın olan Eyüp’te, hafta sonu da evine yakın olan Zeytinburnu’nda çalışıyormuş.

içerisi çok sadeydi. Duvarlar sadece beyaz, mobilyalar ise simsiyahtı. Önümdeki sehpanın üzeri dergilerle doluydu. Hızlı hareketlerle mutfak tarafına geçip iki bardak ve bir demlik ile geri dönmüştü. Kendi bardağına şeker atarken kaç şeker kullandığımı sordu, “Aslında üç beyazdan sakınmalı.” diye de ekledi. Bunları söylerken eski bir talebe arkadaşından farksızdı. Sadece talebelik günlerinden açılıp saatlerce süren muhabbetimiz eksikti sanki.

Hasbihalin ardından bir sessizlik olmuştu. Ellerini koyacak yer bulamayışından rüyamı merak ettiğini anlıyordum. Biraz rüyam hakkında ne diyeceğini merak etmekten biraz da sessizliğin daha fazla uzamaması için rüyayı anlatmak istediğimi söyledim. Eliyle o meşhur psikolog koltuğunu işaret etti.

Ben sırt üstü uzanıp anlatmaya başladım, o da cebinden çıkardığı uzun zincirli köstekli saati sallamaya başladı. “Rüyamda hava çok bulutluydu. Hafiften yağmur çiseliyordu. Sabahın erken vaktinde evden çıkmıştım. Başım ağrıyordu. Yozgat’tan bir arkadaşım gelecekti. Onu almak için Eminönü’nden vapura bindim. Küçüklüğümden beri beni araba tutar. Vapur sayesinde ağrıyan başıma bir de bulanan midem eklenmişti. inceden yağan yağmur birden hızlanmıştı. Harem iskelesinde arkadaşımla buluştuk. ismi Hulusi. Her zaman olduğu gibi saçları yine kısaydı. Planımız önce sahil kenarında bir miktar yürümek sonra da Çamlıca Tepesi’nde kahvaltı yapmaktı. Payitaht manzaralı sahilin havası bana iyi gelmişti; ama başım hala ağrıyordu. Çamlıca’ya çıkarken midemin daha iyi olduğunu hissediyordum. Güya kahvaltının ardından gün boyu istanbul’u gezecekmişiz. Tepeye tırmanırken ayağım taşa takıldı ve yere düştüm. Kafamın yere, sert bir şekilde çarpmasıyla kafatasım bir kapak gibi üstten açılıyor ve içindekiler yere dökülüyordu. içinden çıkanları hatırlamıyorum ama ben hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkıp kafatasımın tepesini yerine yerleştiriyormuşum. O dakikadan sonra ne baş ağrısı kalıyormuş, ne yağmur, ne de bulut. Birdenbire dopdolu bir güneş her tarafı aydınlatıyor ve ısıtmaya başlıyormuş.” Benim rüyalarım film gibidir, uzun uzun anlatabilirdim ama psikolog koltuğunun rahatlığından mıdır bilmiyorum; bir uyku bastırdı ki hiç sormayın. Öylece uyuya kalmışım. Şimdi düşünüyorum da en son hatırladığım şey, Yasin Bey’in elinde sallanan zincirin ucundaki saatti.

Uyandığımda Yasin Bey bilgisayarın başında oturuyordu. Etrafında iki genç daha vardı. El kol hareketlerine bakılırsa tartışıyorlardı. Benim kıpırdadığımı gördüklerinde tartışmayı bıraktılar. Gençlerden biri yazıcıdan çıkan kâğıtları alırken Yasin Bey ile diğeri yanıma geldiler. Yasin Bey, beni önce asistanlarıyla tanıştırdı. Biraz önce “zihin ameliyatına” girdiğimi, sonuçları çok merak ettiğini söyledi. Kâğıtlar gelince yuvarlak bir masanın başına geçtik.
Gençlerle birlikte dinliyordum, Yasin Bey konuşuyordu. Zihin ameliyatına beni hipnotize etmekle başladıklarını, ben kendimi kaybettikten sonra ise tabiri caizse Evliya Çelebi’nin bahsettiği beyin ameliyatında ve benim rüyamda olduğu gibi kafatasımı kapağa benzer bir şekilde üstten açtıklarını, bu sayede bilincimde ve bilinçaltımda neler olduğunu öğrendiklerini söyledi.

Elindeki kâğıdı “okur musun” der gibi bana uzattı. Kâğıt baştan aşağıya kadar doluydu. Hipnoz halinde neler anlatmışım neler. Küçükken babamın akşam işten dönmesini pencerenin başında dört gözle beklediğimden, babamın dönüşünün gecikmesi üzerine onun trafik kazası geçirme ihtimalinin beni çok korkuttuğundan, babam hacca gittiği zaman Bursa’daki dedemlerde geçirdiğim o neşeli ve öğretici vakitlerden, alışveriş merkezlerinin renklerinden, indirimlerinden, arabanın ödenen-ödenecek vergilerinden, dizilerin heyecansız ve bir o kadar ağır giden bölümlerinden, yarım bıraktığım tuğla gibi romanlardan, yeşilin yanmak bilmediği kırmızı ışıklardan, günü geçmiş elektrik, doğalgaz ve su faturalarından, uzun ve şarkılı reklâm repliklerinden, internette paylaşılan her türlü malzemeden, bir milyoncudan alınan bir eşyanın en ufak bir harekette tuzla buz olmasının içimi burkmasından, ödünç verilen kitaplarımın geri gelmeyişinin canımı sıkmasından, bir kelimeden diğerine atlarken kamusun sayfalarının arasında kayboluşumdan; kısacası her şeyden bahsetmişim.

Ben bir şey demeden Yasin Bey “şaşırmakta haklısın” dedi. “Çünkü hiçbirini anlattığını hatırlamıyorsun.” Aynen dediği gibiydi. Sadece şaşkındım. “Ne diyorsun peki?” dedim. “Zihninin kirlendiği çok açık.” dedi. Önündeki kâğıda bir şeyler karaladı, bana uzattı. “işte reçeten.”

Bir bardak daha çay içtikten sonra müsaade istedim. Hafta içi öğlen aralarında yine görüşmek üzere sözleştik. Pasajdan çıkınca reçeteye bir daha göz attım. “Televizyonun zihnini kirletmesine müsaade etme, sabahları seher vaktinde kalk ve Allah’ın kelamını çok oku.” Kâğıdı katlayıp göğüs cebime koydum. Kafamın ve gönlümün daha rahat olduğunu hissedebiliyordum.


Erhan GENÇ | 06 Mayıs 2014 | http://insanvehayat.com/zihin-ameliyati/