Gönderen Konu: İşportacı  (Okunma sayısı 3158 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İşportacı
« : 12 Şubat 2015, 11:12:02 »

İşportacı


Kapılar açıldı, kalabalık vapura doğru ilerlemeye başladı. Recep, kalabalığın tam ortasındaydı. Herkesle birlikte tahta köprüden geçti. Dışarısı soğuktu. Alt kat tenha olduğu için üste çıkmaya karar verdi. ilk gördüğü boşluğa oturdu. Sırtındaki torba artık kucağındaydı. “Amma da ağırmış.” dedi içinden. Koltuklar birer ikişer doluyordu. Kiminin gözlerinden uykusuzluk, kiminin de huysuzluk akıyordu.

içinde heyecanla beraber endişeye de benzeyen bir tuhaflık hissediyordu. Yıllarını verdiği işti bu. Sadece beş sene ara vermiş, tekrar geri dönmüştü, o kadar. Bir rica üzerine, hem de bir seferlik bir dönüştü bu.

Herkesin yerini aldığını görünce, vapurun hareketiyle ayağa kalktı. Vapurların eskitemediği işportacıydı. Eski günlerdeki gibi yaptı. Kucağındaki torbayı salonun orta yerine bıraktı. Siyah torbanın ağzını açarken birkaç yolcunun tedirgin olduğunu fark etmedi bile. Kitapları kucaklamakla meşguldü.
Koltukların arasında sessizce gidip geldi. Her yolcunun yanı başına birer kitap bıraktı. Kimi yolcular umursamadı Recep’i, kimileri yanına bıraktığı kitaba göz ucuyla bir bakış attı. Kimisi de okuduğu gazeteden kafasını kaldırıp gözlük üstünden Recep’in yüzüne, nereden çıktı şimdi bu adam der gibi baktı.

Başladığı yere geri döndü. Bütün yolcuları rahatlıkla görebiliyordu. Vapur Sarayburnu’ndan Kadıköy’e doğru kıvrılmıştı. Sayın yolcular, deyince güvertede martılara simit atanlarla çay içenler hariç bütün gözler Recep’in üstüne yoğunlaştı. Recep’e ilk bakanlar memleketimizin vasat insanlarından birini görür gibi oldular önce. Bazıları temiz kesilmiş saçına dikkat ettiler, bazıları eprimiş ceketine. Kimse gömlek düğmelerinden en alttakinin kopmuş olduğunun farkında değildi.

Recep, herkesin kendisine baktığına emin olunca konuşmaya devam etti: “Elimde görmüş olduğunuz tuğla kalınlığındaki bu kitap, bir roman. Yazarının adını duyanlar vardır. Bazı eleştirmenlerin kendisi için geleceğin Tanpınar’ı dediklerini söylemeliyim. Hikâyelerinden bahseden bazı meşhur yazarların da Türk Edebiyatı’na Halit Ayarcı kalitesinde karakterler kazandırabilecek yegâne insan olarak bu kitabın yazarını takdim ettiklerini söylemeden geçersem haksızlık olur. Geçtiğimiz ay kitap eki veren gazetelerin hepsinde şu yanıbaşınıza bıraktığım kitap hakkında, birer tanıtım yazısı çıktı. Bu kitap için … gazetesinde “Bir ilk kitap şaheseri.”; … dergisinde “Gelecek bu kitabın.” başlıklı yazılar yayımlandı.

Evet, yanlış duymadınız, bu kitap, yazarın ilk kitabıdır. Gelecekte şaheserler yazması muhtemel bir genç yazarın ilk kitabına, sahip olmak istemez misiniz? Piyasa değeri on altı türk lirası olan bu kitabı size sadece on liraya veriyorum. Vapurumuz Kadıköy’e yaklaşmak üzeredir. Yerinizden kalmanıza gerek yok, izdiham olmasın diye yanınıza gelip paraları bizzat toplayacağım.”

Yılların işportacısı bir haftadır çalıştığı propaganda cümlelerini söyledikten sonra izdiham falan olmadı. Paraları da toplayamadı. Sadece kitapları topladı. Birkaç kişinin dışında kitabın kapağını bile açan olmamıştı. Eminönü’nden binerken kaç kiloysa torbası, Kadıköy’e inerken de o kadar kiloydu. iner inmez de telefonuna sarıldı. “Hasan kardeş, olmuyor, bir tane bile satamadım.” Telefonun diğer ucundaki ses “Sahildeyim.” diyordu. “Gel de birer çay içelim.”

işportacı Recep, Hasan’ı kolaylıkla buldu sahilde. “Bu mesleği, kaç sene yaptım ben, böyle yolculuk ilk defa yaşıyorum.” dedi. “Bir kere denerim, olmazsa bir daha uğraşmam demiştim sana. işte kitapların! Benden bu kadar.” Hasan, garsona iki çay işareti yaptı. “Beraber yazdığımız metni ezberlemiştin, okumadın mı peki?” diye sordu işportacıya. Recep kafasını salladı, “Okumaz olur muyum hiç, hem de şiir gibi okudum. Ama işe yaramadı.” “Belki de inandırıcı olmadı.” dedi Hasan. “Gazetelerin kitap eklerini karıştırmasaydık daha iyi olacaktı galiba.

O bölümü çıkaralım, onun yerine kitap alanlara ayraç hediye edeceğimizi söyleyelim olmaz mı?” Çantasından çıkardığı bir kucak ayracı masaya bıraktı. Recep bir daha denemek istemiyordu. işi yokuşa sürmek için kitapları beş liraya vermeyi teklif etti. Hasan’ın cevabı “Ben altı liraya alıyorum, kurtarmaz ağabey.” oldu. “O zaman ikimiz de bir şey kazanamayız. On liraya verirsek, kitap başına iki lira sana iki lira bana düşecek.” Hasan bir kez daha denemeyi teklif etti işportacıya. Bu sefer Karaköy vapuruna binerlerdi hem, belki nasipleri Eminönü vapurunda değildi. Bu fikirle Recep’i ikna etti.
Birlikte bindiler Karaköy vapuruna. Beraber beklediler salonun dolmasını. Vapur burnunu Galata’ya çevirince Recep sabah yaptığı hareketlerin aynısını yapmaya başladı. Sonra da salonun ortasında yine dikildi. “Bu elimde görmüş olduğunuz kitap.” Hasan’ın dediği gibi gazetelerin kitap eklerinden, bu eklerde çıkan tanıtım yazılarından bahsetmedi. Bunun yerine konuşmanın sonuna doğru torbadan çıkarttığı ayraçları yolculara göstererek “Kitap alanlara ayracı bedava!” dedi. Konuşmasını “Bu kitabı size özel olarak bugünlük beş liraya bırakıyorum.” sözleriyle bitirdi. Hasan şaşırmıştı. Bir yandan işportacıya kaşlarını çatıyor, bir yandan da kitaplarının birazdan peynir ekmek gibi satılacağını düşünüyordu. Öyle ya bu fiyata, bu kitabı kapışmayacaklardı da ne yapacaklardı. Böyle olmadı tabi. Kimse kapışmadı. Recep, yine topladı kitapları.

Hasan kızdı bu duruma. içinden neler geçirdiği bilinmez ama sanırım bir kısmı hareketlerine yansıyordu. Sözgelimi torbayı Recep’in sırtına değil kendi sırtına vurdu. Kalabalığı beklemeden yolcuları ittire kaktıra vapurun alt katına indi. Vapurun iskeleye yanaşmasını beklemeden kucağındaki torba ile atladı iskeleye. Bütün yolcular tahta köprünün görevlilerce koyulmasını bekliyorlardı. Bu sırada denizin kenarında torbanın ağzını açan Hasan, bağırmaya başladı: “Ben bu kitabı kaç senede yazdım biliyor musunuz? Yılların emeği var bu yapraklar arasında. Sadece emek değil, genç bir yazarın hayalleri de var. Kendi cebimden para koyup bastırdığımdan kaçınızın haberi var? Zamanında Yemen’den gelen kahveleri denize buradan dökmüşlerdi ama kahveyi engellemiş olmadılar. Ben de harf harf, cümle cümle ördüğüm kitaplarımı buradan denize döküyorum işte. Belki bir gün kıymetini bilen çıkar!”

Görevliler tahta köprüyü vapura koyana kadar izlediler Hasan’ı. Sonra da kapağı açılmış barajdan akan sel gibi aktılar Karaköy’e. Birkaç tanesinin “Ne yapıyor bu adam da böyle?” der gibi bakışlarından başka ilgilenen olmadı Hasan’la. Ertesi gün gazeteleri açanlar, küçük bir kutuda şu cümleleri okudular: “Dün sabah on bir sularında yazar olduğunu iddia eden bir genç, kitap dolu bir torbayı denize dökerken güvenlik güçleri tarafından gözaltına.”


Erhan GENÇ | 02 Şubat 2015 | http://insanvehayat.com/isportaci/