EDEBİYAT KÖŞESİ > SERBEST KÜRSÜ

Kıldığınız namazların aslında kabul olmaması

(1/2) > >>

ehlib8:
Evet başlıkta da dediğim gibi namazlarınız kabul olmuyor, kıble dediğimiz şey namazda yöneldiğiniz yön yani kabedir ama aslında yöneldiğinizde yönünüz hiç bir zaman kabeye dönmüyor çünkü aslında uzaya doğru yöneliyorsunuz.
Kıble diye döndüğünüzde yere paralel olarak bakıyorsunuz yani sizin olduğunuz yerden başlayan bir doğrusal ok aslında kabeye değil uzaya gidiyor.

Namazlarınızın kabul olmaması dışında bu bulgu, kuranın yazıldığı dönemde dünyanın düz olduğu inancının olmasıyla alakalı değil midir?
Peki Allah her şeyi bilen değil miydi? neden dünyanın yuvarlak olduğunu kurana yazdırmadı/yazmadı?

burnertroll:
Kıbleye yöneliş doğrudan kişinin bulunduğu noktadan Kabe'ye odaklı vektör çizmesi değildir. Allah'a yönelişi temsil eden bir harekettir bu. (Yani ona bakacak olursak Kabe'ye yönelmekle de doğrudan Allah'a yönelmiş olmuyoruz.) Dünya'nın yarıçapına teğet olan bizden çıkan vektör (ok dediğin şeyin gerçek ismi) dediğin gibi uzaya gider, doğrudur; ancak burada izdüşüm olayı var. (Topun üzerine ip sarmak gibi.) Eğer matematiksel açıklama istiyorsan izdüşüm vektörüne göre yöneliyoruz çünkü oluşan vektörün çıkış noktası da varış noktası da Dünya üzerinde iki noktadır. Kısaca bu durum ne dünyanın yuvarlak olmasına aykırıdır ne de kişinin namazının kabul olmasına.

Bir de Kur'an'da Dünya'nın düz olduğundan bahsedilmiyor, aksine dünyanın halk tabiriyle "yuvarlak" olduğuna dair ifadeler var. Örnek olarak: (Aşağıdaki ifade alıntıdır.)

"...ardından yeri düzenlemiştir." (Naziat - 30)

Meali Diyanet İşleri tarafından yapılan bu ayetteki düzenlemiştir kelimesi, farklı meal yazarları tarafından yaydı, yuvarladı, serdi, döşedi ve yerleştirdi şeklinde de ifade edilmiştir. Kuran'da bu kısım Arapça diliyle "Dahv" olarak geçmektedir ki, bu "deve kuşu yumurtası" anlamına gelen udhiyye/udhuvve kökünden türemiştir. Bu ayette de, deve kuşu yumurtasının dünyamızın geoit yani tam düzgün küre olmayan, fakat küremsi, kutuplardan basık olan şeklinden bahsedilmiştir.

(Alıntı kısım bitti.)


O dönemde insanların Dünya'nın şekli ile ilgili bilgisi düz olduğu yönündeydi. Eğer Kur'an'da o dönemde doğrudan Dünya'nın "yuvarlak" olduğuyla ilgili doğrudan bir ifade geçseydi o dönemin şartlarıyla bu durum ispatlanamayacağı için insanlar buna saçmalık gözüyle bakacaktı. Öte yandan bu duruma aykırı olarak Dünya'nın düz olduğuna dair de ifadeler yoktur. Umarım konu anlaşılmıştır.

ehlib8:
O zaman kabenin tersine dönsek bile gene de kabeye yönelmiş oluyoruz izdüşüm ve dünyanın düz olmaması sebebiyle, hatta kıble kullanmadan bile sadece kıble diye rastgele bir yöne yönelsek bile kabul oluyor çıkarım yaptığım kadarıyla.

Mücteba:
Namazın Şartlarından İstikbâli-i Kıble

31- Namazda Kabe'ye doğru yönelmek de bir şarttır. Bilindiği gibi Kabe, Mekke şehrindeki bir binadan ibaret değil, asıl olan bu binanın yeridir. Bu mübarek yerin göklere doğru üst tarafı ve derinliklere doğru alt tarafı hep kıble yönüdür. Bunun için Kabe'nin yanında veya içinde bulunanlar, Kabe'nin herhangi bir tarafına yönelerek namaz kılabilirler. Cemaatle namaz kıldıkları zaman da, imam ile cemaatin bir tarafta bulunması gerekmez. İmam Kabe'nin bir yönüne, cemaat da diğer yönlerine yönelerek namaz kılabilirler. Yeter ki imamın bulunduğu tarafta duran cemaat, imamdan daha ileride bulunmuş olmasın. Diğer yönlerdeki cemaatin, imamdan Kabe'ye daha yakın bulunmaları, imama uymalanna engel olmaz. İmam ile yüz yüze gelmemeleri kafidir.

  Kabe dışında uzakta bulunanların tam kıbleye yönelik olarak namaz kılmaları farz değildir; Kabe tarafına yönelmeleri yeterlidir. Bu kadarı farzdır.

32- Kabe yönü, pusula aleti ile tayin edilir. Mescidlerin ve camilerin mihrabları Kabe yönünü gösterir. Öncekilerden kalma eski bir mihrab varsa, Kabe yönünü araştırmaya gerek kalmaz; çünkü bu mihrablar usulüne uygun olarak yapılmıştır. Doğu ülkelerinde bulunanların kıblesi, batı yönü olur.

33- Namaz için kıbleye yönelince, "döndüm kıbleye" denilmesi gerekmez. Yeter ki kıblenin Kabe olduğu bilinsin. Zayıf bir görüşe göre de, döndüm kıbleye denmesi gerekir.

34- Bir kimse namazda iken bir özür bulunmaksızın göğsünü kıbleden çevirse, namazı ittifakla bozulur. Sadece yüzünü çevirse, hemen kıbleye dönmesi gerekir; bununla namazı bozulmaz. Fakat harama yakın bir kerahet işlemiş olur.

35- Bir kimse hasta olup da kıble tarafına dönemediği ve kendisini kıble tarafına çevirecek kimse bulunmadığı zaman gücü yettiği tarafa doğru namazını kılar. Yine hasta olmadığı halde, bir düşman veya bir yırtıcı hayvan korkusundan dolayı kıbleye yönelemeyen kimse, gücü yettiği tarafa doğru namazını kılar; çünkü yükümlülük güce göre olur.

36- Yerin çamurundan dolayı hayvan üzerinde namaz kılan kimse, arkadaşlarından ayrılmak korkusu bulunmayınca, hayvanını durdurup kıbleye dönerek namazını kılar. Fakat yer çamurlu olmayıp da yalnız ıslanmış bulunsa, hayvan üzerinde farz namaz kılınamaz, yere inilmesi gerekir. Ancak arkadaşlarından uzak kalmak gibi bir tehlike bulunursa, hayvan üzerinde farz namazı kılabilir.

37- Bir kimse, bir özür sebebiyle farz olan bir namazı yere inmeden hayvan üzerinde kıldığı zaman, gücü yettiği tarafa yönelerek namaz kılabilir. Fakat kıbleye doğru yürümekte olan bir hayvan üzerindeki insanın namazı, o hayvanın kıble yönünden bir rükün yerine getirilecek kadar dönmesi ile bozulur.

38- Kıble yönünü bilmeyen ve yanında soracak bir adam bulamayan kimse, araştırma yapar. Bazı işaretlere, güneşe ve yıldızlara bakarak kıble yönünü araştırır da kanaat getirdiği tarafa doğru namazını kılar. Namazını tamamladıktan sonra kıble yönünü belirlemede hata ettiğini anlarsa, artık o namazı iade etmez. Fakat namaz içinde iken kıble yönünü bilecek olsa, o tarafa dönerek namazını tamamlar; yeniden kılması gerekmez. Kıble yönü üzerindeki şüphe, ister şehir içinde, ister kırda, ister karanlık gecede ve gündüz vaktinde olsun, durum aynıdır. Böyle bir kimsenin kapıları çalıp kıbleyi sorması gerekmez.

39- Bir kimse kıble yönünden şüphelense ve yanında kıbleyi bilen bir adam olduğu halde ondan sormayarak kendi araştırmasına göre bir tarafa yönelerek namaz kılsa, eğer gerçekten isabet etmişse namazı sahih olur; fakat isabet etmemişse namazı sahih olmaz. Gözleri görmeyenin durumu da böyledir. Kıble konusunda güvenilir bir kimsenin sözü, insanın kendi kanaatine uymasa bile, onu tutmak gerekir. Çünkü haber verme, araştırmadan daha kuvvetlidir.

40- Kıble yönünden şüphe eden kimse, araştırma yapmaksızın bir tarafa doğru namaz kılmaya başladıktan sonra namaz içinde kıbleye isabet ettiğini anlarsa, namazını iade eder. Tam bir inançla kılacağı geri kalmış rekatları, şüphe ile kılmaya başladığı rekatlar üzerine bina edemez; çünkü kuvvetli, zayıf üzerine bina edilmez. Fakat namazını bitirdikten sonra isabetini anlarsa, namazı iade gerekmez; çünkü rekatların hepsi aynı bir halde kılınmış olur. İmam Ebû Yusuf a göre, her iki halde de iade gerekmez.

41- Kıble yönünden şüpheye düşen kimse, araştırma yaptığı halde "kanaatına aykırı" bir tarafa yönelerek namazını kılsa sahih olmaz. Bu durumda kıbleye isabet etmiş bile olsa, namazını iade etmesi gerekir. İmam Ebû Yusuf'a göre, kıbleye isabet etmişse, namazı iade etmek gerekmez.

42- Kıble yönü üzerinde ihtilafa düşen kimseler, yalnız başına olarak namazlarını kılarlar. İmama uydukları takdirde, imamın kanaatına aykın bulunanların namazı sahih olmaz.

43- Bir gemi içinde namaz kılan kimse gücü yetiyorsa kıbleye doğru kılar; istediği tarafa doğru kılamaz. Gemi her döndükçe, onun da kıbleye doğru dönmesi gerekir.

44- Bir kimse abdestsiz olduğunu sanarak kılmakta olduğu namazdan ayrıldıktan sonra, mescitten çıkmamış olsa bile, abdestli olduğunu hatırlamış olsa, namazı bozulmuş olur. Fakat bir kimse mescitte namaz kılarken kendisinde abdestsizlik hali olduğunu sanarak kıbleden ayrılsa da, mescidden çıkmadan önce kendisinde abdestsizlik hali olmadığını anlasa, İmam Azam'a göre namazı bozulmuş olmaz; mescidden çıktıktan sonra anlarsa, ittifakla namazı bozulur, çünkü bir özür bulunmaksızın yerin değişmesi namazı hükümsüz kılar.

45- Nafile namazlara gelince: Bir kimse, nafile bir namazı şehir dışında, bir özür olmaksızın hayvan üzerinde istediği yöne doğru kılabilir. İmam Ebû Yusuf'a göre, şehir içinde de bu şekilde nafile namaz kerahetsiz kılınabilir. İmam Muhammed'e göre ise, şehir dahilinde böyle nafile namaz kılmak kerahetle caizdir.  Şehir dışından maksad, sefer hükmünün başlamasıyla namazın iki rekat olarak kılınabileceği yer demektir. (Misafir bölümüne bakınız.)

46- Bir kimse, kıbleden başka bir tarafa yönelik olarak, bir rekat namaz kılmış olan bir körü, kıble yönüne çevirip de ona uyacak olsa, bakılır; Eğer kör, kıbleyi soracak bir kimse bulunduğu halde sormadan namaza başlamış ise, ikisininde namazı sahih olmaz. Eğer soracak adam yok ise, körün namazı sahih olur, ona uyan adamınki sahih olmaz.


Müslümanların, namazlarını kılarlarken en eski ve en mukaddes mabed olan Kabe'ye yönelmeleri, aralarındaki birliği canlandırmak, düzeni sağlamak ve gönüllerini müşterek bir ibadet duygusu ile ferahlandırmak, ibadet nuru ile aydınlatmak gibi hikmetlere dayanmaktadır.

Büyük İslam İlmihali | Namaz Kitabı | Kıbleye Yönelmek

Mücteba:

--- Alıntı yapılan: Mücteba - 23 Mart 2013, 17:13:42 ---
Halk İslam’ı Kur’an Tercümelerinden Değil, Muteber Din Kitaplarından Öğrenebilir

Manasını anlamadan Kur’an okumakta sevap var mıdır?.. Elbette vardır…
Manasını öğrense de okusa daha iyi olmaz mı?.. Elbette çok iyi olur ama mana ve mealini doğru öğrenmiş olması gerekir.

Kur’an konusunda en önemli vazifemiz nedir?.. O kutsal Kitab Allahtan bize gönderilmiş bir mesajdır, talimatnamedir. Onun emirlerini, yasaklarını, tavsiyelerini, öğütlerini öğrenmemiz ve bunları hayatımıza geçirmemiz gerekir.

Kur’anın mesajını meal, tercüme ve tefsirlerden mi öğrenebiliriz, yoksa başka kaynaklardan mı?.. Kur’an mesajını en doğru, en iyi, en kolay şekilde Ehl-i Sünnet ve Cemaat ulemasının, fukahasının, imamlarının, müctehidlerinin, mürşidlerinin; Kur’andan ve Sünnetten süzerek hazırlamış oldukları muteber akaid, fıkıh, ilmihal, ahlak, mev’ize kitaplarından öğrenebiliriz.

Niçin doğrudan doğruya meal ve tercümelerden değil?.. Çünkü Kur’an tercüme, meal ve tefsirlerinin bir kısmını  ehliyetsiz, Reformcu, dinde yenilik ve değişim isteyen, Afganici, Fazlurrahmancı, bid’atçi kişiler yazmıştır. Kitaplarında doğrularla yanlışlar karmakarışık şekilde sunulmaktadır.

En büyük Ehl-i Sünnet müfessirinin tefsirini okuyarak iki rekat namazın nasıl kılınacağı öğrenilemez.

Türkiye’de 60 milyon Müslüman yaşadığı farz edilse ve bunların her birine zimmetli olarak birer Kur’an meali verilse bile halk ilmihalini öğrenemez. Dini öğrenmenin en kolay, en sağlam yolu güvenilir/yanlışsız ilmihal, akaid, fıkıh, namaz hocası, ahlak kitaplarını okumaktır.

Sen Kur’an tefsirlerine karşı mısın? Kesinlikle değilim. Bu konuda isteklerim şunlardır:  Tefsir icazeti olmayanlar re’y ve heva ile tefsir yapmasın…  Halk tefsir veya meal kitaplarını okuyarak kendi kafasından dinî hüküm çıkartıp kaos ve anarşiye sebebiyet verilmesin… Din ilmihal kitaplarından öğrenilsin.

Kur’anı kendi re’y ve hevası ile tefsir edenler ne olur? Kafir olur. Bu konuda hadis vardır. Müslümanların Kur’an konusunda cahilce tartışmaları haramdır, yasaktır.

Niçin herkes kendi kafasına göre, re’y ve hevasından  Kur’anı tefsir edemez ve ondan hüküm çıkartamaz?

Muhkemat vardır, müteşabihat vardır… Nâsih mensuh vardır… Tahsis vardır… Din ilimlerini medreselerde okuyup da bunları öğrenmemiş olanlar Kur’an konusunda yanılabilir.

Kur’an Allahın apaçık Kitabıdır ama bir kısım müteşabihatı ancak ilimde rüsuh sahibi olanlar anlayabilir.

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır, biri dışında bu fırkalar cehennemliktir. Kurtulacak olan Fırka-i Naciye benim ve Ashabımın yolundan gidenlerdir buyurmuştur.

Bugün piyasada, peygamberliğini ilan etmiş bir mürteddin tefsiri bile satılmaktadır.

Mezhepsizler, telfik-i mezahib taraftarları, İslamın Allah katında tek hak din olduğunu ayetini inkar edenler,  kaderi inkar edenler, şefaati inkar edenler,  tesettürü inkar edenler, bazı Kemalist İlahiyatçılar, Farmason Afganiyi imam tanıyanlar, Fazlurrahmancılar velhasıl bir sürü bid’atçi Kur’an meali, tercümesi ve tefsiri yazmıştır. Bunları okuyanlar elbette sapıtır.

İcazetli üstad ve hocalardan âli ve ’âli ilimleri okuyup, imtihan verip icazet almamış olan Müslümanlar dinlerini önce ilmihal, akaid, fıkıh ve ahlak kitaplarından öğrensinler, sonra isterlerse Sünnî müfessirlerin yazdıkları tefsir kitaplarını da  (kendi re’y ve hevalarıyla din hükmü çıkartmamak şartıyla) okuyabilirler.


Mehmet Şevket EYGİ | 23 Mart 2013 Cumartesi 00:39

--- Alıntı sonu ---

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

Tam sürüme git
Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek