Kim Zengin?
Ekseriya Galata’da Tophane taraflarında dolaşan serseri bir Afrikalı zenci var.
İstanbulluların çoğu bunu görmüştür. Gurbete düşmüş bir zürafa, bir devekuşunu andıran uzun boylu bir adam!
Ayakları ıslak taşların çamuru içinde, ağlıyordu
Geçenlerde, bir yağmurlu günde otomobille Galata’dan geçiyordum. Birden, arabanın camları arkasından Afrikalı serseriyi, kaldırım üstünde, yalın ayak, başı kabak dikilmiş gördüm.
Kasvetli bir sonbahar semâsının paçavraları andıran siyah bulutlarından şehir üstüne akan sinirli bir yağmur altında, tunç bir heykel gibi hareketsiz, kırmızı gözleriyle, sanki ceylanların koştuğu güneşli bir Afrika ufkuna dalmış, bekliyordu.
Yağmur suları, kıvırcık saçlı başından, çökük şakaklarından ve bir sefâlet sakalının bittiği çenesinden akıyordu. Ayakları ıslak taşların çamuru içinde, ağlıyordu. Bir güneş çocuğu için ne müthiş bir sefâlet!
Ekmekle doyabildikten sonra, yemeğe ne hâcet!
Şoföre “bu adamın kim olduğunu, bu zavallıya niçin kimsenin merhamet etmediğini” sordum. İyi kalpli bir çocuk olduğu çehresinin temizliğinden anlaşılan şoför, bana şunları anlattı:
- "Bu adam mütâreke senelerinde, Fransız ordusunda askerdi. Sıla derdi onu bu dalgın hâle getirince, üzerinden üniformasını aldılar ve merhametsizce, yabancı bir şehrin sokaklarına attılar. Bu bedbahta bu taraflarda herkes acır, herkes yardım etmek ister; fakat o, ihtiyacını aşan sadakaları kabule tenezzül etmez. En çok sevdiği, sigaradır. Ona bir paket hediye ediniz, bir tek sigara aldıktan sonra size paketi iade eder. Bir lira veriniz, kabul etmez. Beş kuruşu memnuniyetle alır. Bir gün onu lokantaya götürdüm. Yemeğe el dokundurmadı. Yalnız ekmeği alıp gitti. Ekmekle doyabildikten sonra, yemeğe ne hâcet! Acayip bir deli."
Pahalı kürkleri içinde bir türlü ısınamayan, zengin sofralarında bir türlü doyamayan, altın içinde boğulurken “altın” diye ağlayanların sefâleti karşısında bu tok gözlü siyahînin çehresi, makul bir faziletin ışıklı bir timsâli değil miydi?
Ahmet Haşim, İkdam, 11237, 26 Teşrinievvel 1929