Gönderen Konu: Kitap mı, yanlışlar resm-i geçidi mi?  (Okunma sayısı 3541 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Kitap mı, yanlışlar resm-i geçidi mi?
« : 12 Nisan 2013, 15:41:41 »

Kitap mı, yanlışlar resm-i geçidi mi?

Müteveffâ Muhammed Esed, tefsirî-meal görünümündeki Kur’an Mesajı isimli eserinde, “İslam kendisinden başkasını dışlamayan bir dindir” diyerek, güya İslamı över görünüp Hıristiyanlık ve Yahudiliğin de günümüzde geçerli bir din olduğunu Müslümanların zihnine yerleştirmek istiyor.


Başka bir müteveffa Ali Şeriatî ise, önceki sahifelerde okuduğunuz gibi, Peygamberimiz’e bir defa bile “Hazret” demeden bitirdiği “Muhammed Kimdir” isimli eserinde, Kâinatın Efendisi Sevgili Peygamberimiz sallallâhü aleyhi ve selleme hakaretler ediyor.

Mustafa İslamoğlu ise bu her iki müteveffayı tasvip ve takdir ediyor. Dahası, onları Müslümanlara örnek şahsiyetler olarak sunuyor. Onları tenkit edenlerin aleyhinde de günlerce süren makaleler yazıyor.

Önceki sahifelerde, Esed ve Şeriatî’nin eserlerinden misaller vererek bu iki şahsı tanıtmaya çalışmıştık. Şimdi sıra onların müdafaacısı olan Mustafa İslamoğlu’nun eserlerini tanıtmaya geldi.

İslamoğlu’nu iyi tanıyabilmek için eserlerine bakmamız lâzım. Çünkü, kişinin eseri kendisinin aynısı ve aynasıdır.

“Muhammed Kimdir” isimli kitabın yazarı gibi, Mustafa İslamoğlu da Peygamberimiz’den güya bahsettiği eserine, “Hazret”siz bir isim vermiş: ÜÇ MUHAMMED…

Değerli okuyucu!

Onların kullandığı ifadeyi kullanmak zaten mümkün değil de yazarken bile insanın içi daralıyor. Onların, sevgili Peygamberimiz’den bahsederken, yalın bir şekilde ve hürmetsizce nasıl sadece “Muhammed” diyebildiklerini insanın aklı almıyor…

İslamoğlu’nun kitabının tam ismi şöyle: ÜÇ MUHAMMED. iki tasavvur bir gerçek.

Yazarın, kitabında anlattığına göre, iki tasavvur, bu ümmetin Peygamberimiz hakkındaki yanlış iki tasavvuru imiş. Birinci grup Peygamberimiz’i aşırı yüceltenler, ikinci grup ise Peygamberimiz’e gereken değeri vermeyenler imiş.
Ne münasebet! Bu her iki suçtan da bu ümmet uzaktır.

BU ÜMMET BÖYLE BİR İNANÇTAN UZAKTIR…

Bu ümmetin içinde ne Peygamberimiz’i aşırı yüceltip Hıristiyanlar gibi ilah mertebesine çıkaranlar var, ne de ona gereken değeri vermeyip aşağı görenler. Bahsettiği iki tasavvur, İslamoğlu’nun ümmet-i Muhammed hakkında kendi zihninde taşıdığı yanlış iki tasavvurdur. Yoksa bu ümmetin kalbinde Peygamberimiz ile ilgili böyle bir yanlışlık asla mevcut değil.

İnsanlar için en yüksek makam peygamberlik, peygamberlik makamından sonrası ise ilahlıktır. İslamoğlu, Resûlüllah Efendimiz’i peygamberlik makamından daha üstün tutan bir müslümana mı rastlamıştır? Veya Peygamberimiz’i peygamberlik makamından daha aşağıda gören birilerine mi rastlamıştır ki böyle söylüyor?

Nerede böyle birilerine rastlamışsa buyursun söylesin. Dünya üzerinde böyle kimseler olmadığı halde, kendi zihnindeki iki tasavvuru var gibi gösterip ümmet-i Muhammed’e yamamak ne ile izah edilir?

Kendisi zaten bunun sadece tasavvur olduğunu söylüyor. Adı üzerinde, gerçek değil, tasavvur…

Gerçek olan ise onun da söylediği gibi tabii ki Kur’an’ın anlattığı Peygamber, yani “Kur’an’ın peygamberi.”

Peki, Müslümanlar içinde Kur’an’ın anlattığı Peygambere itiraz eden mi var!
Kur’an’ın anlattığı Peygambere esas itiraz eden, sakın İslamoğlu’nun kendisi olmasın.

Öyle olup olmadığını anlamak için meseleye şimdilik bir cümleyle temas edip aşağıda daha geniş temas edeceğiz zaten.
Meşhur âlim Kadı İyaz Hazretleri, Eş-Şifa bi ta’rîf-i Hukuki’l-Mustafâ isimli eserinde, Hazreti Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimiz’i nasıl övdüğünü anlatıyor, İslamoğlu ise bundan dolayı Kadı İyaz Hazretleri’yle dalga geçiyor.
Söyleyin bakalım, bu durumda Kur’an’ın tarif ettiği peygamberlik makamına itiraz eden kim?

Aşağıda geniş olarak bu hususa da temas edeceğiz.

BU NE BENZERLİK BÖYLE…

Önce bir noktada, Yaşar Nuri Öztürk ile Mustafa İslamoğlu arasındaki benzerliğe dikkatinizi çekmek isterim:

Yaşar Nuri, Kur’an’daki İslam kitabında, Müslümanları gerçek İslamdan sapmış göstererek doğru İslamın kendi kitabında anlatılan İslam olduğunu söylüyor.

İslamoğlu da ÜÇ MUHAMMED kitabında, Müslümanları gerçek Peygamber anlayışından sapmış göstererek, doğru peygamber anlayışının kendi kitabında anlatılan peygamber anlayışı olduğunu söylüyor…

Müthiş bir benzerlik…

Peygamberimiz (s.a.v.) ise, “Ümmetimi suçlamak için boşuna yorulmayın” dercesine, onlara en güzel cevabı şu hadis-i şerifiyle veriyor:
“Benim ümmetim sapıklık üzerinde cem olmaz / toplanmaz.”

Yani ümmet-i Muhammed ne Yaşar Nuri’nin iddia ettiği gibi gerçek islamdan sapmıştır ne de İslamoğlu’nun iddia ettiği gibi gerçek peygamber anlayışından.

Ama çare yok herkes vazifesini yapacak. Öyleyse varsın onlar bu ümmeti suçlamaya devam etsinler.

Fakat, bu millet nasıl Yaşar Nuri’yi anladıysa, -kaçış yok- gün gelip İslamoğlu’nu da anlayacaktır.

İslamoğlu’nun kitabının tam isminin şöyle olduğunu söylemiştik: ÜÇ MUHAMMED. iki tasavvur bir gerçek.

İslamoğlu’na göre iki tasavvur, iki yanlış peygamber anlayışı imiş. Tabii ki doğrusu da onun anlattığı…

Oysa, yukarıda söylediğimiz gibi bu ümmet içinde ne peygamberimizi küçümseyen ne de onu peygamberlik makamından daha yükseğe çıkaran var. Şimdi olmadığı gibi tarihte de hiç olmadı.

İslamoğlu’nun, Müslümanları suçladığı tasavvur, hayâlî bir tasavvurdur, gerçekle alâkası yoktur.

ÜÇ MUHAMMED dedikten sonra iki tasavvur bir gerçek dediğine göre, bir gerçek ile iki tasavvur bu üçün içinde oluyor. Peki, yazar inandığı peygamberi yalın olarak nasıl oluyor da sadece MUHAMMED diye anabiliyor?
Yazarın iddia ettiği; hassas, samimi, gerçek, doğru, dürüst, sahih, sağlam Müslümanlık acaba bu mu?!!...

PEYGAMBERİMİZ’İN İSMİ BAŞAŞAĞI…

Kitabın kapağında üç tane “Muhammed” ismi konulmuş. Biri düz, ikisinden biri yamuk, biri de baş aşağı ters…

Şimdi yazara soralım:
Müslümanlarda olmayan bir vasfı onların aleyhine tasavvur ettiğiniz yanlış imajla bu ümmeti suçlamanız bir tarafa, Peygamberimiz’in isminden ne istediniz!!!

Kitabınızın kapağında Sevgili Peygamberimiz’in ismi niçin baş aşağı?
Bu soruyu seneler öncesinden sorup duruyoruz. Ama cevap yok. Zaten olamaz ki, ne diyecek!…

Yazar, “Önsöz yerine” yazdığı yazıda Müslümanları şöyle suçluyor:
“Müslümanların zihninde oluşan peygamber tasavvurlarını merak edip araştırırsak, birbirine hiç uymayan kaç peygamber tasavvuru çıkardı dersiniz?

Melek peygamber?

Yeryüzünde değil gökyüzünde yaşayan, dolayısıyla iz bırakmayan, iz bırakmadığı için de izlenmeyen, hayattan yüceltme bahanesiyle dışlanmış, dolayısıyla hayata taşınması mümkün olmayan, bir masal kuşu gibi hep “Kaf Dağı”nı mesken tutan, hayatın içinde ve hayata müdahil olmayan bir peygamber.”

İşte müslümanları toptan böyle suçluyor. Suçluyor da, Allah için söyleyiniz, yeryüzünde Peygamberimiz hakkında onun anlattığı gibi böyle bir düşünceye sahip olan bir tek Müslüman var mıdır?

Olmasa da Kaf Dağı’nın arkasından kendisi düşünüyor, kendisi tasavvur ediyor, kendisi suçluyor..

Onun suçlamış olduğu din kardeşlerimize soralım:

ZİHNÎ DÜŞÜNCELERİ ÇÖZEN ÂLET VAR MI?..

Ey Müslümanlar!

Mustafa İslamoğlu yukarıda gördüğünüz gibi sizi, “Müslümanların zihninde oluşan peygamber tasavvurları” diyerek suçluyor. Siz Peygamberimiz hakkında onun anlattığı gibi bir inanca mı sahipsiniz?

İslamoğlu, “Bazı Müslümanlar” demeden “Müslümanların zihninde oluşan…” derken, kendisini İslam toplumunun neresinde görüyor da böyle söylüyor? Oysa kendisi de aynı toplumun içinde.

Soru iki:
“Müslümanların zihninde oluşan…” diyor.
Böyle demek yerine, “Müslümanların peygamber tasavvurları hakkındaki sözlerine bakacak olursak” dese anlayacağız. Ama öyle bir hırsa kapılmış ki ne söylediğinin farkında olmadan, “Zihinde oluşan düşünceyi araştırmaktan” bahsediyor.

İnsan zihnindeki tasavvurları araştıracak bir âlet henüz icat edilmedi ama o nasıl araştırdıysa araştırmış ve yukarıdaki “Melek peygamber?” diye başlayan tesbiti yapmış.

İkinci bir noktaya dikkat!

Müslümanları suçlarken, “Müslüman gözüken bazıları” demiyor da “Müslümanlar” diye bütün Müslümanları muhatap alıyor. Yani doğrudan doğruya İslam topluluğunun tamamını suçluyor.

Güya Müslümanlar Peygamberimiz’i şöyle kabul ediyorlarmış:
“Yeryüzünde değil gökyüzünde yaşayan, dolayısıyla iz bırakmayan, iz bırakmadığı için de izlenmeyen, hayattan yüceltme bahanesiyle dışlanmış, dolayısıyla hayata taşınması mümkün olmayan, bir masal kuşu gibi hep “Kaf Dağı”nı mesken tutan, hayatın içinde ve hayata müdahil olmayan bir peygamber.”

Baştan sona iftira…

Yeryüzünde ne zihninde böyle bir peygamber tasavvuru taşıyan Müslüman mevcut ne de böyle bir inanç taşıdığını söyleyen Müslüman.
Sayın İslamoğlu, böyle bir inancı önce tasavvur ediyor, sonra da var kabul ettiği bu hayâlî topluluğu topa tutuyor. Böyle kimselerin var olup olmadığı ise onun için hiç mühim değil…

KENDİ İKİZİNİ SUÇLUYOR…

Ona göre ikinci bir grubun peygamber inancı da şöyle imiş:
“Kur’an’ı bir ara kablosu hüviyetiyle iletip, müminlerin hayatından usulca geri çekilen bir peygamber…
Bu durumda o, artık tarihin malıdır. Misyonu yaşamıyla sınırlıdır. Dolayısıyla bu misyonun taşınması, yaşanması, üretilmesi, ihya edilmesi, örnek alınması söz konusu değildir.”

Elhak bu söylediği doğru. Ama bu gruba girenler Müslümanlar değil, aksine bütün Müslümanları suçlamakta kendisinin ikizi, ortağı ve benzeri olan Yaşar Nuri ve hempâları…

Birinci grubun, peygamberimizi adeta bir “Melek peygamber?” olarak kabul ederek yücelttiklerini söylerken, farkında olmadan cehlini de ortaya koyuyor. Çünkü, peygamberi melek seviyesinde kabul etmek, onu yüceltmek değil, seviyesini düşürmek olur. Çünkü, İslam i’tikadına göre peygamberler meleklerin peygamberlerinden bile üstündür.

İslamoğlu’nun kendisine soralım:

Sizin inancınıza göre melekler peygamberlerden üstün mü ki peygamberleri melek seviyesinde görmek bir yüceltme olsun?..

Sayın Yazar, “Müslümanlar” olarak andığı her iki grubu kâfirler olarak sıfatlandırmaktan da çekinmiyor. İşte şöyle:

“Birinciler peygamberlerine, Hz. İsa’yı yücelteceğim derken yarı ilah haline getiren Hıristiyanların yaklaşımını sergilerken, ikinciler peygamberlerini taşlayarak öldüren, iftira eden, onları kovalayan ve onlara sıradan biri muamelesi yapan Yahudilerin yaklaşımını sergiliyor.”

Hızını alamıyor ve diyor ki: “Birincisini genellikle peygamber düşmanları yapar.”

Şimdi onun dilinde Müslümanlar oldu mu Peygamber düşmanı…
Çünkü Peygamber düşmanlığı yapanlar kimlerdir değerli okuyucular? Elbette kâfirler…

Bu durumda da Müslümanlar, kâfirler topluluğu olmuş oluyor.
Bu kadar da acımasızlık olmaz yani.

Eveeet! Şimdi ne oldu?

Bizzat kendisinin “Müslümanlar” diye anlattığı tasavvur ettiği birinci hayâlî grup Hıristiyanlar gibi kâfir olurken ikinci grup ise Yahudiler gibi kâfir olup çıktı…

Yazarın birinci grup olarak anlattığı gibi inanan bir Müslüman topluluğu, gerçekte mevcut değil, sadece onun fikrinde, muhayyilesinde ve tasavvurunda var. Onun için hayâlîdir.

ŞİFAYI ZEHİR OLARAK TARİF ETMEK…

Ama yazar aksini iddiada israrlı. Hatta Hazreti Resûlüllah’ı olduğundan üstün gösterme suçu ile suçladığı gruba misal olarak, İslam tarihinden iki büyük âlimin ve onların eserlerinin isimlerini veriyor:

Kadı İyaz ve Eş-Şifa bi ta’rîf-i Hukuki’l-Mustafâ isimli eseri ile İmam Süyûtî ve El-Hasâisu’-Kübrâ isimli eseri…

İslamoğlu, işte bu iki değerli âlimi “peygamber düşmanları” olarak suçladığı birinci gruptan sayıyor.

Peki bu zatlar nasıl kimseler ve eserleri nasıl eser?

İki zattan birincisi Kadı İyaz. Hicrî 5. asırda yaşamış meşhur bir hadis âlimi. Sebte ve Gırnata’da (Endülüs) kadılık yaptı. Sahih-i Müslim’e de bir şerh yazdı. En meşhur eseri Eş-Şifa bi ta’rîf-i Hukuki’l-Mustafâ. Bu kitap 4 bölümden meydana geliyor.

1- Peygamberimiz’e hürmet, Hazreti Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de O’nu övmesi, bütün iyilik ve güzellikleri O’nda toplamış olması, mûcizeleri vs…
2- Peygamberimiz’e iman, O’nun emirlerine boyun eğmek ve sevgi göstermek, O’na salevât getirmenin fazileti.
3- Peygamberimiz hakkında câiz olan ve olmayan şeyler.
4- Peygamberimiz’de noksanlık gören ve ona dil uzatanların cezâları.
Yazıldığı günden bu yana İslam âlimleri bu kitabı el üstünde tutmuşlar ve devamlı okumuşlardır. Hâlâ da okunuyor. Birkaç yayınevi tarafından Türkçeye de tercüme ettirildi. Bu tercümeler piyasada var.
Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlarından 13 ciltlik Sahih-i Buhârî Tecrid-i Sarih Tercümesi’nin 4. ciltten sonraki ciltlerinin tercümesini yapan Prof. Kâmil Miras bu kitap hakkında diyor ki:

“Siyer ilminin en güzel tasnif olunmuş bir kitabı da hiç şüphesiz Kadı İyaz’ın Eş-Şifa bi ta’rîf-i Hukuki’l-Mustafâ’sıdır.”

Mustafa İslamoğlu, işte böyle bir kitabı kaleme alan zata peygamber düşmanı demiş oluyor. Açıktan demiyor ama demeye getiriyor.

Siz söyleyin değerli okuyucular:

Peygamberimiz’in üstünlüklerini anlatan bu güzel kitabı yazan Kadı İyaz mı peygamber düşmanı yoksa ona peygamber düşmanı diyenler mi?
İslamoğlu’nun peygamber düşmanlığıyla suçladığı ikinci âlim ise İmam Süyûtî ve onun El-Hasâisu’l-Kübrâ isimli eseri.

İmam Süyûtî, Hicrî 9. asırda yaşamış bir âlim. Öyle bir âlim ki, 17 yaşında bütün dersleri bitirip ders okutmak için icâzet aldığı o yaşta ilk eserini yazdı. Yani İmam Süyûtî 17 yaşında, parmak ısıttıracak kadar ilmî bir eser yazan bir âlim. Memlükler Devleti’nin son zamanlarında Kâhire’de yetişen ve Arapça üzerine en fazla eser veren âlimlerden biri belki de birincisi. Eserlerinin sayısı 500-600 civarında.

Onun medreselerde okutulan eserleri, İslam âlimlerinin müracaat kitapları içindedir. Kendisi 200.000 hadisi ezbere biliyordu.

Kur’an, hadis, fıkıh, dil-edebiyat ve tarih üzerine sayısız eserler veren Suyûtî’nin kalem oynatmadığı konu hemen hemen yok gibidir. Şu anda da okunmaya devam edilen meşhur Celâleyn tefsirinin yarısını, esas ismi Celâleddin Süyûtî olan âlimimiz yapmıştır. İkinci yarısı ise ismi Celâleddin olan başka bir âlime ait. Celâleyn, “İki Celal” demek.

Mustafa İslamoğlu
, daha önce İmam Süyûtî’yi “Abdestsiz olarak Kur’an’a dokunulabilir” dediğini zannettiği için övüyordu. Bu eserin önceki sahiflerinde buna işaret etmiştik. Şimdi övdüğünü unutmuş da böyle bir âlimi bir de dalga geçerek tenkit ediyor. Hem de ne için? Peygamberimiz’in üstünlüklerini yazdığı için..
Celâleddin Süyûtî’nin eserlerinden birisi de işte Peygamberimiz’in üstünlüklerinden bahseden o El-Hasâisu’l-Kübrâ İsimli eseri.

BİR KUM TANESİNİN, İKİ DAĞI TENKİDİ…

Mustafa İslamoğlu işte böyle iki dev âlime dil uzatıp haddini aşarak onları ağır şekilde tenkit ediyor.

Onun bu iki zatı tenkit etmesinin iki sebebi var:

1- Biliyor ki, bir kimse büyük zatları tenkit ederse, kendisinin de büyük bir âlim olduğu düşünülür.
2- Bu zatların her ikisi de eserlerinde Peygamberimiz’in üstünlüklerini anlatıyor.
İslamoğlu’nun zihnî dengesini bozan acaba hangisi? Yoksa bilhassa bu ikinci husus mu?

Ancak unutulmasın ki, hazretin tenkit ettikleri sadece bu iki zattan ibaret değil. Hâdis âlimleri de, fıkıh âlimleri de, tasavvuf âlimleri de, belki sayıları yüzbinleri bulan âlimler onun tenkidinden nasiplerini alıyorlar.

İşte İslam âlimleriyle dalga geçerek söyledikleri:

“Hadisçilerin hep söz söyleyen, sürekli konuşan peygamber anlayışı.
Fıkıhçıların Hz. Peygamber’in her söz ve davranışına bir hukuk definesi gibi baktıkları kodlamacı ve formel (biçimsel) peygamber anlayışı.
Mistisizmin (tasavvuf) Peygamberi adeta buharlaştırıp bir “enerji bedene” dönüştüren, “Nur-u Muhammedî” felsefesine dayalı irfânî peygamber anlayışı.”

Gördüğünüz gibi İslamoğlu, Peygamberimiz’in mübârek sözlerini bir araya getiren hadis ulemâsını, “Hep söz söyleyen, sürekli konuşan peygamber anlayışı”na inanıyorlar diye tenkit ederek, hadisleri devre dışı bırakmaya çalışıyor.

Oysa Peygamberimiz -hâşâ- dilsiz değildi. Elbette ki konuşacaktı. Mukaddes peygamberlik vazifesi her konuda değil de arada sırada konuşarak mı yerine getirilecekti? Elbette ki her konuda konuşacak müslümanların her meselesini halledecekti..

Fıkıh ulemâsını da, “Hz. Peygamber’in her söz ve davranışına bir hukuk definesi gibi bakmakla” suçluyor…
İnanmayanlar değer vermese de, Peygamberimiz’in her söz ve davranışıyla bizim için elbette bir hukuk definesidir. Bu şuur ve inançta olmayanlar, o mübârek Peygamberin, sadece hukukun değil her güzel şeyin definesi/hazinesi olduğunu anlayamazlar. Bunu anlamak için, ona görünüşte değil gerçekten îman etmiş, edebilmiş olmak şart.

Hadis ve fıkıh ulemâsına dil uzatan bir kimsenin, tasavvufa sıcak bakması da beklenemezdi. Nitekim yazar bu hususta da nasipsizliğini gösteriyor ve tasavvuf büyüklerini, “Peygamberimiz’i “bir “enerji bedene” dönüştüren, “Nur-u Muhammedî” felsefesine dayalı irfânî peygamber anlayışı”na sahip olmakla suçluyor.

Allah aşkına bu suç mudur yoksa bir Müslüman için şeref mi? Tasavvuf erbabı acaba ne yapmalıydı?

Yazar gibi, “Nur-u Muhammedî” anlayışına uzak durup, nursuz-pirsiz mi kalmalıydı? Ve yine yazar gibi, bir tasavvuf erbabı olan muhterem öz babasına, ters mi düşmeliydi?

Değerli okuyucu!

Yazarın yukarıda, “KENDİ İKİZİNİ SUÇLUYOR” başlığı altında bazı kimseleri, “Müminlerin hayatından usulca geri çekilen bir peygamber” inancına sahip olmakla suçladığını okudunuz…
Peki…

Hadis âlimlerini tenkit ederek hadisleri reddetmek,
Fıkıh âlimlerini tenkit ederek İslam fıkhını reddetmek,


Tasavvuf âlimlerini tenkit ederek Peygamberimiz’in bir nur kaynağı olduğunu reddetmek nedir?
“Peygamberimiz’i mü’minlerin hayatından çekmeye çalışmak” değil midir?
Daha açık bir ifadeyle, ap-açık bir Peygamber düşmanlığı değil midir?
Bu tavır Peygamber ve İslam düşmanlığı değilse, düşmanlık başka nasıl olur?
Hadis âlimlerini suçla, fıkıh âlimlerini suçla, tasavvuf âlimlerini suçla. Geriye ne kaldı?

Bu tavır şu demektir:
“Ben müsafir odasını da oturma odasını da, yatak odasını da, mutfağı da sevmem ama evi severim.”
E kardeşim! Senin sevmediklerin ortadan kalkınca, ortada ev diye bir şey kalmıyor ki!

Değerli okuyucu!

Henüz ÜÇ MUHAMMED isimli kitabın ÖNSÖZ’ündeyiz. Daha kitaba başlamadık. İlerideki sahifelerde bir İslam âlimi görünümü sergileyen bu zatın gerçek yüzünü teşhir etmeye devam edeceğiz.


Ali EREN | 12 Nisan 2013 Cuma | www.haberkita.com