Gönderen Konu: Korktukları İslam Bu mu?  (Okunma sayısı 26132 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #15 : 10 Ocak 2011, 23:38:16 »

                ADALETİN KURALLARINI İSLAM KOYDU



Adalet, evrende, ülkede, ailede ve her ortamda her şeyi yerli yerine koymaktır. Eğer bir şey ait olduğu yerde değilse zulüm başlar. Adalet, mülkün yani devletinde en temel taşıdır. Bir devletin başkanı ile maddi ve manevi bakımdan en zayıf olanlara yapılan muamele ayrıysa orada da zulüm vardır.

Kelimenin tam anlamıyla evrende adaletin kurallarını İslam koymuştur. Denecek olursa; İslam’dan önce kim koymuştu? Deriz ki, İslam Allah katında tek hak dindir. Hz Muhammed Mustafa s.a.v. den önceki peygamberlerin bildirdiği dinlerde zaten İslam’dı. Bu konuda diğer peygamberlerin a.s. dillerinden naklen verilen birçok ayet mevcuttur. Bu hususta ki bir çalışmamızı bu eserin içinde de bulacaksınız.

Adalet Arapça -a -d- l-  kökünden her şeyi yerli yerine koymak manasında bir kelimedir. Bu manayı İnfitar-7. Ayette ”Ey İnsan! Seni yaratan, tesviye eden ve her azanı yerli yerine koyan cömert rabbine karşı hangi sebep aldattı?” şeklinde mükemmel olarak görüyoruz.

Allah’ın c, Esma-i hünsasından biride Adl dir. Bunun manası Adil/adaletli demektir ancak kelime bir mastar olup esas anlamı adaletli olmak olması gerekir. Burada bu kelimenin kullanılmasında ilahi bir incelik saklıdır; Allah’ın her yaptığı ve yaptırdığı mahza adalettir.

Adaletin zıddının zulüm olduğunu biliriz. En büyük zulmünde insanın iman etmeyerek kendisine yaptığı haksızlık olduğunu da biliriz. “Allahın ayetleri kendisine duyurulduktan sonra onları takmayandan daha zalim kim olabilir?”(secde 22) ayeti bu gerçeği en iyi bir şekilde anlatıyor.

Kur’an’ımızda adalet köklü kelimeler 28, Zulüm köklüler ise 326 ayette geçmektedir. Bu rakamlar bile adaletin tesisinin baştakilerde olduğuna zımni bir işarettir.

Adaletin kurallarını cenabı hak c, bizzat koymuşlardır;

1-“Yargının uygulanacağı kişi ana babanız ve ya yakın akrabanız bile olsa hükmü değiştirmeyin”
2- “Adaleti dağıtırken asla fakir ve zengin ayırımı yapmayın”

Nisa 135. Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

3-“ Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin”

Maide 8. Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

4- “ (Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa adil olun”

En’am 152. Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. Biz herkesi ancak gücünün yettiği kadarıyla sorumlu tutarız. (Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa adil olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.

5-Emanetleri ehline verin ki adalet tesis edilebilsin.

Nisa 58. Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

Yeryüzüne adaletin, iyiliğin ve yaşanılır bir ortamın hâkim olması için son peygamber Hz Muhammed Mustafa s.a.v. e vahyedilen kur’anı kerim inananların iki cihanda da mutluluğunu hedefler. İçeriği büyük ölçüde bu amaca matuftur. Büyük bir kısmı da inanmayanlara hidayet yollarını göstermeğe yönelik ayetlerdir.

 Bu ikinci guruba tüm iman yollarını ve imanın gerekliliğini ve iman etmeyenleri ötede nelerin beklediğini ayrıntılarıyla anlatır ve onlara son söz olarak şöyle buyrulur; Tahrim 7 “Ey iman etmeyenler! Ahiret gününde sakın özür beyan etmeyin; o gün ancak yaptıklarınızın karşılığıyla cezalandırılacaksınız”

İslam’ı kendi özgür iradesiyle seçen kişinin artık bazı yükümlülükler altına gireceği muhakkaktır. Mesela; İslam’ın farzlarını yapmak, haramları yapmamak gibi. Allah c, sosyal hayatımızda mutlu ve hoş görülü bir hayat sürdürebilmemiz için başta adalet olmak üzere tüm iyileri emreder tüm kötülükleri de yasaklar.
 
1400 küsur yıldır minberlerden her Cuma hutbesinde Hatiplerin okuduğu, kulaklarımıza küpe olacak şu ayet her şeyi mucizevi bir tarzda özetliyor;

 Nahl 90." Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor."

Adalet; her şeyi ait olduğu yere koymak demiştik. Emaneti ehline vermek ve haksızlıkları ortadan kaldırmak gibi. Kenarda, duvarda olması gereken bir taşı, dikeni yoldan alarak ait olduğu yere koymakta bir adalettir. Efendimiz s.a.v. ne güzel anlatmışlar;

Ravi : Ebu Hüreyre  Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Güneşin doğduğu her yeni günde kişiye, her bir mafsalı için bir sadaka vermesi gerekir. İki kişi arasında adalet yapman bir sadakadır. Kişiye hayvanım yüklerken yardım etmen bir sadakadır. Güzel söz sadakadır, namaza gitmek üzere attığın her adım sadakadır. Yoldan rahatsız edici bir şeyi kaldırıp atman sadakadır. Buhari HadisNo : 187

NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #16 : 12 Ocak 2011, 00:12:24 »
AKRABAYA YOKSULA YOLCUYA HAKKINI VER


Hukuk kelimesi hak kelimesinin çoğuludur. Haklar insanlarda bazen çalma çarpma gibi bir haksızlıkla oluşurken bazen de akraba hakkı, komşu hakkı gibi yaratılıştan geçmektedir. Yaratılıştan gelen haklar genellikle zenginlerde bulunan zayıfların hakkıdır. Bu hakkı devlet adaletle toplar ve yine adaletle dağıtır.

Yaratılıştan gelen haklar her zaman böyle olmaz. Mesela, bir evi vb satacağımızda önce komşulara sormamız onlara karşı bizim bir yükümlülüğümüzdür. Bir şey dağıtırken önce akraba ve komşulardan başlamakta böyledir.

Önce akrabalardan ve komşulardan başlamak aynı zamanda İslami tebligat içinde söz konusudur;

Şüara 214.” (Önce) en yakın akrabanı uyar.”

Bu emirle Rasülüllah s.a.v.  efendimiz en yakın akrabalarından başlamış ve halka halka yayılarak tüm tebligatın Dünya İnsanlarına ulaşması hedeflenmiştir.

Akraba, Yolcu ve Yoksul üçlüsünde farz olan zekât bakımından Akraba, diğer ikisinden ayrılır; akraba eğer fakir değilse zekât verilmez. Yolcu zengin olsa bile yolda mağdur kalıp servetine ulaşamadığı için zekât alabilir. Borçlu zenginde böyledir, dara düşen bir borçluya alacaklılar azami kolaylığı göstermek zorundadırlar. Ayrıca bu borçlu borcunu kapatmak için zekât alabilir. Aşağıdaki ayette mevlamız celle celalühü  zekât ve sadakaların kimlere verilebileceğini şöyle sıralamıştır;

Tevbe 60.”Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Kişinin kazandığı malın bir kısmını bazı insanlara vermesi seçmeli değil mecburidir. Hangi maldan ne miktarda ve kimlere verileceği İlmihalimizde yazılmıştır. Bunun adı zekâttır. Kur’anda Sadaka da çoğu yerde Zekât manasında kullanılır ancak halk arasında fazladan verilen, nafile hayır anlamına kullanılmaktadır.

Aşağıdaki ayette bu tür hayır harcamalarında gözetilecek öncelikler verilmektedir;

Bakara 215. “Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne harcarsanız o, ana-baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. Hayır, olarak ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir.”

Malımızın içinde başkalarının Hakları vardır. Bu haklar yukarıda sayılan (Tevbe 60) sekiz sınıf muhtaçlardır. Aşağıdaki ayeti kerime bu hakkın sekiz sınıf içerisinde ki verilme önceliği hakkında da bir tavsiye içermektedir;

Rum 38. “Öyle ise akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak isteyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”

Muhtaç kişinin manevi kişiliğini rencide etmemek bakımından yaratıcımızın mükelleflere çok önemli bir tavsiyesi daha vardır;

Bakara 271. “Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da keffaret olur. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”

“iyiliğe ancak sevdiğiniz mallardan dağıttığınızda erebilirsiniz”(Aliımran),“ ancak gözünüz yumukken kabul edebileceğiniz kötü malları vermeyin”(Bakara 267) diye iki büyük uyarının Müslümanların gözünü açmaması düşündürücüdür. İyilikler içerisinde en önemli ve “asıl iyiliğin” ne olduğunu alttaki ayetinde açık açık ve çok net bir biçimde biz aciz ve zayıf kullarına Allah c, bakın nasıl bildiriyor;

 Bakara 177. İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.

Mal ve mülkün sahibi Allah’tır. İnsanlar ona ancak mecazi olarak ve vekaleten sahip olabilirler. Ama vakıa hep bunun tersi olmuş ve mal çoğaldıkça gurur ve isyanda artmıştır. Bu hususta “ben bu serveti öz beceri ve ilmimle kazandım” diyen Karun’un feci sonu malının içerisinden kul hakkını çıkarmamakta ısrar edenlere büyük bir ders olmalıdır. Olayı Kasas suresindeki seyrinden takip edelim;

76. Şüphesiz Kârûn, Mûsâ’nın kavmindendi. Onlara karşı azgınlık etti. Biz ona, anahtarlarını (bile taşımak) güçlü bir topluluğa ağır gelecek hazineler verdik. Hani, kavmi kendisine şöyle demişti: “Böbürlenme! Çünkü Allah böbürlenip şımaranları sevmez.” 
77. “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah bozguncuları sevmez.”
78. Kârûn, “Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir” dedi. O, Allah’ın kendinden önceki nesillerden, ondan daha kuvvetli ve daha çok mal biriktirmiş kimseleri helak etmiş olduğunu bilmiyor muydu? Suçlulukları kesinleşmiş olanlara günahları konusunda soru sorulmaz (Çünkü Allah hepsini bilir).
 79. Kârûn, zineti ve görkemi içerisinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzu edenler, “Keşke Kârûn’a verilen (servet) gibi bizim de (servetimiz) olsaydı. Şüphesiz o büyük bir servet sahibidir” dediler.
 80. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, “Yazıklar olsun size! İman edip de iyi işler yapanlara Allah’ın vereceği mükafat daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşturulur” dediler.
 81. Sonunda onu da, sarayını da yerin dibine batırdık. Allah’a karşı ona yardım edebilecek adamları da yoktu. Kendisini savunup kurtarabileceklerden de değildi!
 
82. Daha dün onun yerinde olmayı arzu edenler, “Vay! Demek ki Allah, kullarından dilediği kimselere rızkı bol verir ve (dilediğine) kısarmış. Allah bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki kafirler iflah olmayacak” demeye başladılar.
 83. İşte ahiret yurdu. Biz onu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayanlara has kılarız. Sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır.

Bir kısım insanlarda bir cahiliyet eseri olarak, elindeki malından başkalarına karşılıksız zırnık koklatmayacaklarına dair yemin ederlerdi. İşte bütün cahiliye dönemi adetleri gibi bu da tarihe gömülmüş ve açıkça ayetle yasaklanmıştır; 

 Nur 22.” İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Akrabalara karşı maddi yardım ve destekten başka birde manevi görevlerimiz vardır, o da sılairahim yani belli aralıklarla ziyaret ederek gönüllerini almaktır. Yüce peygamberimize teklif edilen maddi şeylere karşılık efendimiz, tüm peygamberler gibi, “sizden hiçbir şey istemiyorum, benim ücretim Allahın katındadır” buyurmuştur. Ancak Allahın habibi a.s., “, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum” diye eklemiştir. Bu sebeple ehlibeyt yani peygamberimizin hane halkı sevgisi bizlere ona karşı bir borçtur. Peygamberimizi a.s., hanımları annelerimiz, çocukları kardeşlerimizdir.

 Şura 23. İşte bu Allah’ın, inanıp Salih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir. De ki: “Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” Kim güzel bir iş yaparsa, onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.

Her konuda olduğu gibi akrabalara davranışımızı da yönlendirecek, en büyük ahlak sahibinin amcasıyla olan ilginç bir mülakatıyla konumuzu kapatalım;

 Rivayet Eden: İbnu Mes'ud
 Ebu Talib`in ölüm anı gelince, Resulullah (sav) yanına geldi. Başucunda Ebu Cehil ile Abdullah İbnu Ebi Umeyye İbni`l-Muğire`yi buldu. "Ey Amcacığım! Bir kelimelik Lailahe illAllah de! Onunla Allah indinde senin lehine şehadette bulunayım!" dedi. Ebu Cehil ve Abdullah atılarak (Ebu Talib`e): "Sen Abdulmuttalib`in dininden yüz mü çevireceksin?" diye müdahale ettiler. Resulullah (sav), (kelime-i şehadeti) ona arzetmeye devam etti. Onlar da kendi sözlerini aynen tekrara devam ettiler. Öyle ki bu hal Ebu Talib`in son söz olarak, onlara: "Ben Abdulmuttalib`in dini üzereyim!" demesine kadar devam etti. Ebu Talib Lailahe illAllah demekten kaçınmıştı. Resulullah (sav): "Yasaklanmadığı müddetçe senin için istiğfar edeceğim!" dedi. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah şu vahyi indirdi. (Mealen): "akraba bile olsalar, onların cehennemlik oldukları ortaya çıktıktan sonra müşrikler hakkında Allah`tan af dilemek ne Peygmaber`e ve ne de iman edenlere uygun düşmez" (Tevbe 113). Cenab-ı Hak şu ayeti de Ebu Talib hakkında indirmiştir. (Mealen): "Sen, sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir. Doğru yolda olanları en iyi bilen de O`dur" (Kasas 56 ). HadisNo : 4557
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #17 : 15 Ocak 2011, 22:10:05 »
ANA VE BABAYA İYİLİK


Allaha kulluktan sonra gelen ikinci sıradaki görevimiz, ana babaya iyiliktir. Burada saklı olan derin manaları sezebilmemiz için Yoktan var olma kavramını iyi düşünmemiz gerekir. Allah c, bizleri yoktan var etti. Ana babamız ise buna sebep oldular. Yaratma fiili için görünen bir sebep ve malzeme gerekiyordu ve bu malzemeyi de ana baba oluşturmuştu. Her şeyi yoktan var eden rabbimiz  taala, burada maddi malzemeleri kullanarak ilk atamızdan sonra tüm insanları yaratmıştır.

İlk atamız olan Hz Âdemi de yine maddi harçlardan yaratmış ve bu durumun insanlara çalışma ve sebepler hususunda örnek olmasını istemiştir.

Konumuz, 3. Milenyumda batıda oluşmaya başlayan İslam korkusu olunca, batılıların ve İslam’a hala tedirgin ve şüpheyle bakanların her alanda olduğu gibi varlık nedenimiz olan ana babamıza nasıl davranacağımız hakkındaki öğretilerini çok iyi okumaları gerekecektir.
İslam’ın ana babaya davranış konusunda ki nassları (ayet-hadis) aynı zamanda cemiyet hayatımızın çekirdeğini oluşturan aile içi sevgiyi ve sıcak bağları da ortaya koymaktadır. Aile içi sevgi ve muhabbet bağlarındaki güçlü duruş Müslümanlarda “geniş aile” kavramını meydana getirirken hayatta çivi gibi evlatları olduğu halde bu erdemli duruşu yakalayamayan batı toplumlarında yaşlı ana babalar Darülacezeleri doldurmuş haldedirler.

Bu Dünyaya gelirken hiçbir bebeğin ana baba seçme gibi bir imkânı yoktur. Ama bizlerin var olma sebebi olan ana babamıza karşı yapacak yükümlülüklerimiz vardır. Onlar kâfir bile olsalar bizi isyan ve inkâra zorlamadıkları müddetçe itaat etmemiz gerekir. Hatta İslam hukukunda, bir evladın onların izni olmadan nafile hac ve umre yapamayacağı hükmü vardır.

Ana babaya davranış biçimleri hakkında Hz İbrahim, Hz İsa ve Hz Nuh’un a.s.Allahın kelamında geçen son derece örnek hareketleri vardır. Babasını doğmadan anasını ise altı yaşında kaybederek yetim ve öksüz büyüyen kâinatın efendisinin sütanasına gösterdiği saygı ve önem bizlere her bakımdan olduğu gibi en gözde örneklerdendir.

İslam’ın daha önceki peygamberlere vahyedilen sürümlerinde de ana babaya iyi davranmak, onlara iyilikte bulunmak daima Allaha kulluktan sonra vurgulanmıştır. Aşağıda ki ayette Hz Musa’nın kavmi olan İsrailoğulları’na yapılan hatırlatma sık sık Kuranda tekrarlanan bir husustur.

Bakara 83.” Hani, biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz” diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.” 

Peygamberlerin sonuncusu olan cenabı Rasülüllah’a her konuda sorular yöneltiliyordu. Bu sorulardan biride, fazla mülklerin nereye harcanacağı konusuydu. Allah c, bu konuda bizlere şu iki ayeti kerimesinde ana-babadan başlayarak dışa doğru açılan bir dağıtım çizelgesi emir buyurmaktadır; 

Bakara 215. “Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne harcarsanız o, ana-baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. Hayır, olarak ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir.”

Nisa 36. “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez”

Ana-babaya itaatte tek sınır Allahın emir ve yasaklarıyla olan çakışmalardır. Yani, Allaha isyanın olduğu yerde hiçbir kula itaat yoktur.  Büyük bir hekim ve Allah dostu olan, bazı âlimler tarafından Peygamber olduğu da söylenen Hz Lokman’ın çocuğuna öğütlerinden bahseden aynı adlı surede ki ayetler bize bu konuda yol göstermektedir;

   Lokman 14. “İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur.3 (İşte onun için) insana şöyle emrettik: “Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır.”
 15. “Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Onlarla Dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.”

Ancak ana-babanın çocuklarını küfre ve isyana teşvik etmeleri halinde bile onlara kötülük yapmak yasaklanmış ve  “Onlarla Dünyada iyi geçin.” Emri verilmiştir. Hz İbrahim a.s.ile iman etmeyen babası arasındaki diyalog bizlere çok önemli bir örnektir. Peygamberimizde a.s, aynen Hz İbrahim a.s. in yolunu izlemiş ve hayattaki en yakın akrabası olan amcası Ebu talibe ölüm döşeğinde imanı ısrarla telkin etmiştir. Ancak her iki büyük peygamberde Hidayet konusunda ısrarcı olmamaları için uyarılmışlardır.

Hz İbrahim a.s.ile iman etmeyen babası arasındaki Meryem suresinde geçen diyalog;

Meryem 41. Kitapta İbrahim’i de an. Gerçekten o, son derece dürüst bir kimse, bir peygamber idi.
42. Hani babasına şöyle demişti: “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?”
43. “Babacığım! Doğrusu, sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy ki seni doğru yola ileteyim.”
 44. “Babacığım! Şeytana tapma! Çünkü şeytan Rahmân’a isyankâr olmuştur.
45. “Babacığım! Doğrusu ben, sana, çok esirgeyici Rahmân tarafından bir azabın dokunmasından, böylece şeytana bir dost olmandan korkuyorum.”
 46. Babası, “Ey İbrahim! Sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, mutlaka seni taşa tutarım. Uzun bir süre benden uzaklaş!” dedi.
 47. İbrahim şöyle dedi: “Esen kal! Senin için Rabbimden af dileyeceğim. Şüphesiz O, beni nimetleriyle kuşatmıştır.”
Ve ardından Hz İbrahim a.s. hepimizin bildiği ve her namazdan sonra okunan  “rabbenağfirli..”duasını yapıyor; (İbrahim  41.)“Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve inananları bağışla.”

Ana-babaya kötülük yapanlar “isyancı ve zorbadır”

Meryem suresinde Hz İsa ve Hz Yahya anlatılırken onların ana-babaya iyilik tarzını Kur’an ayetleri bakın nasıl anlatıyor;

Meryem 14. (Yahya dünyaya gelip büyüyünce onu peygamber yaptık ve kendisine) “Ey Yahya kitaba sımsıkı sarıl” dedik. Biz ona daha çocuk iken hikmet ve katımızdan kalp yumuşaklığı ve ruh temizliği vermiştik. O, Allah’tan sakınan, anne babasına iyi davranan bir kimse idi. İsyancı bir zorba değildi.
32. “Beni anama saygılı kıldı. Beni azgın bir zorba kılmadı.”

“ONLARA ÜFF BİLE DEMEYİN”

 Ahkaf  15. Biz insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın Salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de sahih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”
 17. Anne ve babasına, “Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, beni tekrar diriltilecek olmakla mı tehdit ediyorsunuz?” diyen kimseye onlar Allah’a sığınarak, “Yazıklar olsun sana! İman et, Allah’ın va’di gerçektir” diyorlar, o da, “Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir” diyordu.
  İsra 23. Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.
 24. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim!, Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.”

Yüce peygamberimiz s.a.v. her konuda olduğu gibi ana-baba konusunda da yaşayan bir İslam’dı. Efendimiz a.s. in ana- baba, sütana-baba, sütkardeşler,  teyze, amca, sılairahim ve ana-baba dostu vb konularda birçok tavsiyesi ve uygulamaları bizlere sahih kaynaklardan ulaşmıştır. Hepsini severek okuyacağımız ve dersler çıkaracağımız konumuzla ilgili bazı hadisi şerifleri kaydedelim;

Ravi : Ebu Hüreyre
Hadis : Bir adam gelerek: "Ey Allah`ın Resulü iyi davranıp hoş sohbette bulunmama en ziyaade kim hak sahibidir?" diye sordu. Hz. Peygamber (sav): "Annen!" diye cevap verdi. Adam: "Sonra kim?" dedi, Resulullah (sav) "Annen!" diye cevap verdi. Adam tekrar: "Sonra kim?" dedi Resulullah (sav) yine: "Annen!" diye cevap verdi. Adam tekrar sordu: "Sonra kim?" Resulullah (sav) bu dördüncüyü: "Baban!" diye cevapladı." HadisNo : 153

Ravi : Küleyb İbnu Menfa`a
Hadis : Ceddi bulunan Küleyb el-Hanefi (ra)`den anlattığına göre, kendisi Resulullah (sav)`a gelerek sormuştur: "Ey Allah`ın Resulü kime karşı iyilik yapayım?" Hz. Peygamber (sav) şu cevabı vermiştir: "Annene, babana, kızkardeşine, oğlan kardeşine, bunu takip eden azadlına. Bu iyiliği de, üzerine vacib olan bir hakkın ödenmesi, yani, sıla-ı rahmin yerine getirilmesi olarak yapacaksın. (Nafile, ihtiyari, hasbi bir davranış tatavvu grubuna giren bir amel olarak değil)". HadisNo : 154

 
Ravi : Behz İbnu Hakim Hadis : Babası tarikiyle dedesi Mu`aviye İbnu Hayde el-Kuşeyri (ra)`den naklediyor. Hz. Peygamber (sav)`e : "Ey Allah`ın Resulü, kime iyilik yapayım? diye sordum. Bana: "Annene" diye cevap verdi. "Sonra kime?" diye tekrar ettim. "Annene" dedi. "Sonra kime?" dedim. "Annene" dedi. "Sonra kime?" dedim, bu dördüncüde "Babana, sonra da tedrici yakınlarına" diye cevap verdi. (Ebu Davud bir rivayette şu ziyadeyi kaydeder: "Haberiniz olsun, kişi azatlısından bir fazlasını istese, azadlı (mevla) bu (ihtiyaç fazlası)na sahib olduğu halde yerine getirmese kıyamet günü vermemiş olduğu bu fazlalık bir engerek yılanı olarak kendisine getirilir.") HadisNo : 155

Ravi : Abdullah İbnu Amr İbnu`l-As
Hadis : Bir adam: "Ey Allah`ın Resulü, benim malım ve bir de çocuğum var. Babam malımı almak istiyor" (ne yapayım?) diye sordu. Resululluh (sav), "Sen ve malın babana aitsiniz. Şunu bilin ki, evladlarınız kazançlarınızın en temizlerindendir. Öyle ise evladlarınızın kazançlarından yiyin" buyurdu. HadisNo : 156

Ravi : Ebu Hüreyre
Hadis : Peygamberimiz (sav) bir gün: "Burnu sürtülsün, burnu sürtülsün, burnu sürtülsün" dedi. "Kimin burnu sürtülsün ey Allah`ın Resulü?" diye sorulunca şu açıklamada bulundu: "Ebeveyninden her ikisinin veya sadece birinin yaşlılığına ulaştığı halde cennete giremeyenin." (Müslim`deki metindir) HadisNo : 157
 
 Ravi : Abdullah İbnu Amr İbni`l-As
Hadis : Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Allah`ın rızası babanın rızasından geçer. Allah`ın memnuniyetsizliği de babanın memnuniyetsizliğinden geçer." (Tirmizi bu hadisi hem Hz. Peygamber (sav)`in sözü (merfu) olarak, hem de sahabi sözü (mevkuf) olarak rivayet eder. Ayrıca mevkuf olarak rivayet eden tarikin sahih olduğunu söyler.)  HadisNo : 159
 
Ravi : Abdullah İbnu Amr İbnu`l-As
Hadis: Bir adam, cihada iştirak etmek için Hz. Peygamber (sav)`den izin istedi. Resulullah (sav): "Annen baban sağlar mı?" diye sordu. Adam: "Evet" deyince: "Onlara (hizmet de cihad sayılır), sen onlara hizmet ederek cihad yap" buyurdu. (Müslim`in bir diğer rivayetinde adam: "...Sana, hicret ve cihad etmek ecrini de Allah`tan istemek şartı üzerine biat ediyorum" der. Resulullah (sav): "Anne ve babandan sağ olan var mı?" diye sorar. Adam: "Evet, her ikisi de sağ" deyince: "Yani sen Allah`tan ecir istiyorsun?" der. Adamın "evet"i üzerine: "Öyleyse valideyn`in yanına dön. Onlara iyi bak, (Allah`ın rızası ondadır)" emreder. Ebu Davud ve Nesai`de gelen bir diğer rivayette adam: "Ağlamakta olan ebeveynimi de geride bıraktım" der. Resulullah (sav): "Öyleyse onların yanına dön. Onları nasıl ağlattı isen öyle güldür, (Allah`ın rızası bundadır)" buyurur. Ebu Davud`un, Ebu Said (ra)`den yaptığı bir başka rivayetinde şöyle denir: Yemen ahalisinden bir adam, Hz Peygamber (sav)`e hicret ederek geldi. Resulullah (sav) ona: "Yemen`de bir kimsen var mı?" diye sordu. Adam: "Ebeveynim var" deyince, "Peki, onlar sana izin verdiler mi?" diye tekrar sordu. "Hayır" cevabı üzerine: "Öyleyse onlara geri don, onlardan izin iste. Şayet izin verirlerse cihada katıl, vermezlerse onlara hizmet et!" emretti.) HadisNo : 160
 
Ravi : Muaviye İbnu Cahime
Hadis : Cahime (ra) Hz. Peygamber (sav)`e gelir ve: "Ey Allah`ın Resulü, ben gazveye (cihad) katılmak istiyorum, bu konuda sizinle istişare etmeye geldim" der. Resulullah (sav): "Annen var mı?" diye sorar. "Evet" deyince, "öyleyse ondan ayrılma, zira cennet onun ayağının altındadır." buyurur. HadisNo : 161
 Ravi : Büreyde

Hadis : Bir kadın: "Ey Allah`ın Resulü, ben anneme bir cariye tasadduk etmiştim. Şimdi annem öldü" dedi. Resulullah (sav): "(Sadaka yapmış olmanın) ecrini mutlaka alacaksın. Miras yoluyla cariye sana geri gelecek (tekrar senin olacak)" buyurdu. Kadın: "Ey Allah`ın Resulü annemin bir aylık oruç borcu vardı, onun yerine tutabilir miyim?" diye sordu. "Annene bedel tut!" dedi. Kadın: "Ey Allah`ın Resulü, annem hiç haccetmedi. Onun yerine hac yapabilir miyim?" diye sordu Resulullah (sav): "Evet, ona bedel haccet" buyurdu." HadisNo : 164
 
 Ravi : Esma Bintu Ebi Bekr
Hadis : Henüz müşrik olan annem yanıma geldi. (Nasıl davranmam gerekeceği hususunda) Hz. Peygamber (aleyhissaldtu vesselam/den sorarak: "Annem yanım geldi, benimle (görüşüp konuşmak) arzu ediyor, anneme iyi davranayım mı?" dedim. "Evet" dedi, ona gereken hürmeti göster" HadisNo :165

Ravi : İbnu Ömer
Hadis : Bir adam Resulullah (sav)`a gelerek: "Ben büyük bir günah işledim, buna tevbe imkanım var mı?" dedi. Hz. Peygamber (sav): "Annen var mı?" diye sordu. Adam: "Hayır yok" dedi. "Peki teyzen de mi yok?" dedi. Adam: "Hayır, var" deyince Resulullah (sav): "Öyle ise ona iyilik yap!" diye emretti." (Tirmizi el-Bera`dan kaydettiği diğer bir hadiste şu ziyadeye yer verir: "Teyze anne makamındadır.") HadisNo : 166
 
Ravi : Ebu Üseyd Malik İbnu Rebi`a es-Saidi
Hadis : Bir adam: "Ey Allah`ın Resulü, anne ve babamın vefatlarından sonra da onlara iyilik yapma imkanı var mı, ne ile onlara iyilik yapabilirim?" diye sordu. Resulullah (sav). "Evet vardır" dedi ve açıkladı: "Onlara dua, onlar için Allah`tan istiğfar (günahlarının affedilmesini) taleb etmek, onlardan sonra vasiyetlerini yerine getirmek, anne ve babasının akrabalarına karşı da sıla-i rahmi ifa etmek, anne ve babanın dostlarına ikramda bulunmak." HadisNo : 167
 
 Ravi : İbnu Ömer
Hadis : Resulullah (sav)`ı işittim, şöyle diyordu: "Kişinin yapacağı en üstün iyiliklerden biri, ölümünden sonra babasının dostlarına sıla-i rahimde bulunmasıdır"  HadisNo : 168

Ravi : Ömer İbnu`s-Saib
Hadis : Şu haber kendisine ulaşmıştır: "Peygamberimiz (sav) bir gün otururken süt babası çıkagelir. Resulullah (sav) hürmeten, onun için, giydiği şeylerden birini serer ve üzerine oturtur. Az sonra süt annesi gelir. Peygamberimiz (sav) bunun için de elbisenin diğer tarafını serer, kadın üzerine oturur. Biraz sonra süt-oğlan kardeşi gelir. Resulullah (sav) kalkarak onu önüne oturtur." HadisNo : 169
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #18 : 20 Ocak 2011, 01:19:25 »
    ASKERLİĞİN KURALLARINI İSLAM KOYDU


Allah c, evreni altı günde yaratıktan sonra burayı en mükemmel bir surette var edeceği insan için hazırladı. Sünnetüllah yani Allahın evrenin düzeni için koyduğu yasalar gereği akıllı yaratılan insan dışında canlı cansız her varlık verilen sevk sayesinde geldiler geçtiler ve gelip geçiyorlar.

Ancak insan öyle olmadı, kendisine verilen aklını Şeytanlar çeldi ve yaratıcısına inanan ve ya inanmayan olarak iki ümmete ayrıldı. Bu iki ümmetten inanmayanlar diğerlerini suçluyor, horluyor ve zulmediyordu. İnananlardan bu konuda en çok zarara ve hakarete uğrayan şüphesiz  insanların içinden Allahın seçtiği Elçiler olmuştur.

Bu, kuvvetlilerin zayıflara olan ezici zulmü hiç durmadan devam etmiş, Allahın seçilmiş elçileride Müminlerle beraber bunlara karşı koymak durumunda kalmışlardır.

Ancak Allahın adalet sıfatı gereği düşman ne yaparsa yapsın İman edenlerin bu savaşlarda bile bazı kurallara uymak zorunda olduklarını peygamberler aracılığıyla iman eden ümmete bildirmiştir. Allah c, bütün barışçı yollar bittikten sonra mazlumları korumak ve hakkı duyurmak maksadıyla savaşa izin vermiştir. Hz rasülüllahın s.a.v. siretini azıcık bir gözden geçirenler bile bunu anlar.
Peygamberimiz a.s.ın Medinede müşriklerin saldırıları üzerine yapmak zorunda kaldığı Bedr, Uhud, Huneyn ve Tebuk  savaşlarını mükemmel sahnelerle anlatan Enfal ve Tevbe surtelerinde geçin  sav aş kurallarını ilahi kelamdan şöyle takip edebiliyoruz;

1-Savaştan ve Askerlikten kaçma

Enfal 15.” Ey iman edenler. Savaş düzeninde iken kafirlerle karşılaştığınız zaman sakın onlara arkanızı dönmeyin (savaştan kaçmayın).”

2-Savaşta düşmandan kalan maddiyatın beşte biri Zekat ehlinin hakkıdır.

41. Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah’a, Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir. Eğer Allah’a; hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün, (yani) iki ordunun (Bedir’de) karşılaştığı gün kulumuza indirdiklerimize11 inandıysanız (bunu böyle bilin). Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.

3-Savaş sırasında çözülmek yok

45. Ey iman edenler! (Savaş için) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.

4-Komutanın emirlerini sorgulayacağız diye iç tartışma yok

46. Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

5-Savaş için en son teknolojiyi mutlaka elde edeceksiniz.

60. Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.

 6-Düşman barış isterse savaşı bırak barışı al

61. Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et. Çünkü o hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
65. Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkar edenlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir kavimdir.
 66. Şimdi ise Allah yükünüzü hafifletti ve sizde muhakkak bir zaaf olduğunu bildi. Eğer içinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.
 
7-Allahın kelimesini yüceltme ve mazlumları koruma amacından sapma

67. Yeryüzünde düşmanı tamamıyla sindirip hakim duruma gelmedikçe hiçbir peygambere esir almak yakışmaz. Siz geçici dünya menfeatini istiyorsunuz, halbuki Allah ahireti (kazanmanızı) istiyor. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

8-Anlaşmalara bağlı kalın ilk bozan siz olmayın

Enfal 56. Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra da her defasında antlaşmalarını hiç çekinmeden bozan kimselerdir.
 57. Eğer onları savaşta yakalarsan, bunlar(a vereceğin ceza) ile arkalarındakileri de dağıt ki ibret alsınlar.
58. (Antlaşma yaptığın) bir kavmin hainlik etmesinden korkarsan, sen de antlaşmayı bozduğunu aynı şekilde onlara bildir. Çünkü Allah hainleri sevmez.

9-Askerliği yapamayacak olanları ayırın

Fetih 17. “Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur. (Bunlar savaşa katılmak zorunda değillerdir.) Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Kim de yüz çevirirse, onu elem dolu bir azaba uğratır.”

 10-Hak dininize dil uzatanların ve Dininize hakaret edenlere arka çıkanların anlaşmalarını bozun

Tevbe 4. Ancak Allah’a ortak koşanlardan, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz, sonra da antlaşmalarında size karşı hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiç kimseye yardım etmemiş olanlar, bu hükmün dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayın. Şüphesiz Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever.
7. Allah’a ortak koşanların Allah katında ve Resûlü yanında bir ahdi nasıl olabilir? Ancak Mescid-i Haram’ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız başkadır. Bunlar size karşı dürüst davrandığı sürece, siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah kendine karşı gelmekten sakınanları sever.

11-Mukaddesatınıza hakaret edenlerle savaşın

12. Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozup dininize dil uzatırlarsa, küfrün ele başlarıyla savaşın. Çünkü onlar yeminlerine riâyet etmeyen kimselerdir. Umulur ki, vazgeçerler.

12-Düşmanınızı hafife almayın Allaha güvenin

25. Andolsun, Allah birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir. Hani, çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat (bu çokluk) size hiçbir yarar sağlamamış, yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihayet (bozularak) gerisin geriye dönüp kaçmıştınız.

13-Seferberlikte olsa bile anayurdunuzu kimsesiz koymayın.

122. (Ne var ki) mü’minlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.

 14-Savaşta öldürülenlere Şehidlik kuralları uygulayın

 Ravi : Muaz İbnu Cebel  Hadis : İçinden samimi şekilde Allah yolunda cihad yapmayı temenni eden bir kimse, bilahare ölse de, öldürülse de şehid sevabı kazanır. Kim de Allah yolunda yara alsa veya Allah yolunda -düşmanın sebep olmadığı- bir musibetle bile yaralansa bu yara, kıyamet günü, en büyük hali içinde rengi zaferin renginde, kokusu da misk kokusunda olarak gelir. Kimin vücudunda, Allah yolunda iken çıkan, iltihab gibi bir yara açılacak olsa bu da onun için şehidlik mührü olur. HadisNo : 991

Ravi : Enes Hadis : Huneyn gününde, Hevazin, Gatafan ve diğerleri çocukları ve develeriyle birlikte (savaş yerine) geldiler. O gün Resulullah (sav)`ın ordusunda da 10 bin kişi vardı. Mekkeli Tuleka`da Resulullah`ın safında idi. (savaş başlar başlamaz) hepsi geri kaçtı. Aleyhissalatu vesselam yalnız kaldı. O gün iki defa nida etti. İkisi arasına bir başka söz karıştırmadı. Şöyle ki: Sağ tarafına yönelip: "Ey Ensar cemaati!" diye bağırdı. O taraftakiler: "Buyurun ey Allah`ın Resulü! Biz seninle beraberiz! Müjde" dediler. Aleyhissalatu vesselam sonra da soluna döndü: "Ey Ensar cemaati!" diye bağırdı. O taraftakiler de: "Buyur ey Allah`ın Resulü! Müjde, biz seninleyiz!" dediler. Aleyhissalatu vesselam beyaz bir katırın üstünde idi. Katırdan indi ve: "Ben Allah`ın kulu ve elçisiyim!" dedi. (Müslümanlar toparlanıp mukabil hücuma geçince) müşrikler hezimete uğradı. Aleyhissalatu vesselam çok ganimet elde etti. Onu Muhacirler ve Tuleka arasında taksim etti. Ondan Ensar`a hiçbir şey vermedi. Bunun üzerine Ensariler (ra) (serzenişte bulunup): "Sıkıntı olunca biz çoğalıyoruz: Ama ganimeti bizden başkasına veriyor!" dediler. Bu sözleri Aleyhissalatu vesselamın kulağına ulaşmıştı, hemen Ensar`ı topladı. "Ey Ensar cemaati! Herkes dünyalıkla dönerken, siz Muhammed (sav)`la dönmekten, evinizde onunla beraber olmaktan razı ve memnun değil misiniz?" dedi. Ensar: "Elbette ey Allah`ın Resulü, razıyız, memnunuz!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "İnsanlar bir vadiye yürüseler, Ensar da bir geçide yürüse, ben Ensar`ın geçidinde giderim" buyurdular. HadisNo : 4290

15-Bayrak Sancak özel Üniforma techizat

Yüce peygamberimiz. s.a.v, ilk savaşlardan itibaren beyaz bayrak, siyah sancak taşıttırmaya başladı. Müslüman askerlerin düşmanla karıştırılmaması için orduyu çeşitli renk ve kıyafetlerle donatırdı. Ayrıca en önemli olarakta orduyu en son silah ve techizatla donatırlar ve başına bir komutan tayin ederlerdi.
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı ggedavett

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 20
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #19 : 20 Ocak 2011, 01:58:27 »
bin sultan paylaşımlar için teşekkürler...

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #20 : 21 Ocak 2011, 00:00:14 »
                 BARIŞA TOPLUCA SARILIN”


Allah c, hikmetinden sorulmayan tek zatı ecelli aladır. “o yaptığından sorulmaz, insanoğlu ise sorulur” (Enbiya-23)ilahi kelamıyla bunu bize kendisi bildirmiştir.  İnsanların yaratıcısı onların Dünyaya geldikten sonra ne yapıp yapmayacaklarını elbette bilir. Onun Alim sıfatı vardır. O Âdemoğlunu kendisine kulluk etsin, tanısın diye yaratmıştır, yeryüzünde fesat çıkararak kan döksün diye değil.

Buna rağmen özgür bir iradeye de sahip olan insanoğlu bu iradesini olumsuzluklara da kullanmış ve yeryüzünde bozgun yapmıştır. Ama yaratıcısı ona mutlak barışın yolunu açarak kan dökülmesini kesinlikle yasaklamıştır. O zatı ecelli ala katında “bir suçsuz insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir.” (Maide-32)

Yeryüzünde barışı bombalayan ilk insanda son insanda Şeytanın izindedir;

Bakara 208. “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam’a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.”

İSLAM BARIŞI SAĞLAMAK İÇİN GELDİ

İslam dini Yeryüzünde barışı sağlamak için Allah  tarafından gönderilmiştir, zira Onu tebliğle görevli olan peygamberimize hitaben:
Enbiya:107. (Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.
şimdi düşünelim, Rahmetle savaş bağdaşır mı?

Arapça da Barış, Selam, silm ve selamet kelimeleriyle bir de Sulh kelimesiyle anlatılır, şimdi bu çerçeve de Kutsal kitabımızı bir dolaşalım;
Selam kelimesi ve türevleri kur'an da 133 yerde geçer. Bunlardan 42 tanesi Selam kelimesidir, bu da doğrudan barış ve esenlik demektir, ayrıca bilindiği gibi, selam tanıdığımız ve tanımadığımız herkese verilmesi gereken ve emredilen bir ibadettir.

Son yıllar da populer bir sanatçımızın şarkısının başında ve sonunda Arapça olarak okunan şu ayet mutlaka dikkatinizi çekmiştir:
Bakara:208. Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam'a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. 

oriji,nalini merak edenler için:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ ءَامَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَافَّةً وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ

Bu konu da Rasülüllahın a.s. şu sözü hepsini tamamlayıcı ve açıklayıcıdır:

MÜSLÜMAN, İNSANLARIN ELİNDEN VE DİLİNDEN ZARAR GÖRMEDİĞİ KİŞİDİR.

Barış isteyene barışla karşılık vermemizi emreden ayet:

Enfal:61. Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et. Çünkü o hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 İslam, barış halinde de savaş halinde de tanınan tanınmayan herkese selam vermeği yani “ben barıştan yanayım ya sen?” demek olan “selamün aleyküm” demeği emreder. (En’am-54)

Selam verenler hakkında ön yargıyla hareket ederek kötü düşünmek ve savaş sırsında bile olsa selam verene kötü davranmak evrenin yaratıcısı ve mükemmel bir düzenle sürdürücüsü  tarafından kelamı kadiminde şöyle yasaklanmıştır;

Nisa:94. Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, "Sen mü'min değilsin" demeyin.  Allah cc katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de  size lütufta bulundu (Müslüman oldunuz). Onun için iyice araştırın. Çünkü  Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. 

İslami kaynakların hiçbirinde Savaşı başlatma emri yoktur, İslam Allahın hak dinine bir hakaret ya da bir zulüm olmadıkça devamlı, savunmayı emretmiştir.

İSLAM; AF VE HOŞGÖRÜYÜ ÖN PLAN DA TUTAR

Hep böyle deriz de bir türlü insanları yanlış saplantılarından alıkoyamıyoruz, İslam’ı, anlaşıldı ki tam anlayamıyor ve anlatamıyoruz. Şimdi af ve hoşgörü ile ilgili yüce kitabımızda kısa bir seyahate çıkalım;
Af=Bağışlama; kökenli kelime sayısı; 35
Safh=Hoşgörü; kökenli kelime sayısı, 8

Bu ayetlerden bazıları;

 Bakara:109. Kitap ehlinden birçoğu, hak kendilerine belirdikten sonra dahi, içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler. Siz şimdilik, onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoşgörün. Şüphesiz, gücü her şeye hakkıyla yetendir. 

Teğabün:14. Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, hoş görüp vazgeçer ve bağışlarsanız şüphe yok ki  Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Nur:22. İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve  yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah'ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz?  Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
 
Zuhruf:89. Şimdilik sen onları hoş gör ve "size selam olsun" de. Yakında bilecekler.
 
Maide:13. İşte, verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir ki onları lanetledik, kalplerini de kaskatı kıldık. Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip) değiştiriyorlar. Akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını da unuttular. (Ey Muhammed!) İçlerinden pek azı hariç, onların daima bir hainliğini görüyorsun. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Çünkü Allah iyilik yapanları sever.

Ali ımran:9. Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah'tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah  tevekkül edenleri sever.

A'raf:199. “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir. “

Bu ayetlerden en İlginci de Bakara suresi 119 da geçen soru ki; “sana insanlara ne verelim diye sorarlar, de ki af verin”
Malın olmayabilir, varlıklı olmayabilirsin ama insanlara verecek bir şeyin mutlaka vardır; güler yüz, hoşgörü, görmezden geliverme, kusurları örtme ve bağışlama gibi.
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #21 : 21 Ocak 2011, 23:17:24 »
Beş duyuyu İlme Kullanmak!


İnsanın İnsana yaraşır işler yapabilmesi için Allah’ımız gerekli donanımları en mükemmel biçimde ona yerleştirmiştir. Bu nedenledir ki “Biz İnsanı en güzel bir kıvamda yarattık” buyurmuştur. Bu donanımların Allahın istediği, onun yaratılış amacına aykırı olmayan yazılımlarla yönlendirmek İman eden her Müminin ilk vazifesidir.

Bu yazılıma İlim denir. İlim nedir? Sorusunun cevabını en kısa ve özet olarak yunus Emre merhum söyler;” ilim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.” Hatta merhum devamında, kendini tanımayanın boşa okuduğunu ifade eder. İlim sınırsız bir okyanustur. Zira ilmin asıl sahibi Allah’tır ve o; sınır, zaman, mekân ve benzeri tüm noksanlık ifade eden özelliklerden uzaktır.
 
 İlmin elde edilebilme sebepleri insanlar için üçtür.

 1-SAĞLAM DUYU ORGANLARI
 2-DOĞRU HABER
 3-AKIL

Sağlam duyu araçları beştir.

1-DUYMAK 2-GÖRMEK 3-KOKLAMAK 4-TATMAK 5-DOKUNMAK

 DOĞRU HABER İKİ ÇEŞİTTİR

1-MÜTEVATİR HABER;

Yalan da birleşmeleri mümkün olmayan kalabalık bir topluluğun dilinden bize ulaşan haberdir. Bu haber zaruri bir ilmi gerektirir; mesela, eski zamanlarda yaşamış krallar ve uzak ülkelerle ilgili ilim gibi...

2-MUCİZE İLE GÜÇLENDİRİLMİŞ PEYGAMBERLERİN HABERİ:

Bu da delile dayanan ilmi gerektirir. Mucize ile teyit edilen Peygamberin haberiyle sabit olan bu ilim, sabitlikte ve gerçeklikte yalan ihtimali olmayan topluluğun dilinden sabit olan zaruri ilme benzemektedir Akıldan açıkça sabit olan bir şey zaruri bir bilgidir; mesela; bir şeyin tamamının, bir kısmından büyük olduğunu bilmek gibi...

Bunlar arasında şüphesiz en önde gelen beş duyu organlarıdır. Onun için bu değerli aza ve donanımlarımızı kendimize, çevremize, dünyamıza ve ahretimize faydalı şeylere yormamız gerekmektedir. Allah c, İnsanları bu konuda son derece veciz kelamıyla şöyle uyarıyor;

İsra 36. “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.”

İlmin o kadar çok dalları budakları vardır ki onların tasnifi için bile yüzlerce eser yazılmıştır. İşte bu ilim dalları arsasından her insanın kendisine en uygun ve gerekli olanı seçerek değerli azalarımızı boşa harcamamalıyız. Bu en fazla bir meslek seçerken öngörülmeli, kişi yaptığı işi en iyi yapmak için o konuda tam bilgi sahibi olmalıdır. Derler ki; her şeyi bildiğini sanan hiçbir şey bilmez.

İnsana lazım olan en önemli bilgi ve ilim nedir? İlimler arasında müspet-menfi, negatif-pozitif, dini-ladini gibi tasnifler yanlış ve kasıtlı tasniflerdir. Bir Müslüman’ın tasnifi ancak önem sırasına göre olur. Bir Müslüman için en önemli bilgi İslam’ı Allahın istediği gibi yaşamasını sağlayacak İlmihal bilgileridir. Ondan sonra seçtiği meslekle ilgili ilim ve beceriler gelir; tıp, eczacılık, ziraat vb.
Dini ilimlerden ilmihal dışında kalan derin ilimler İslam âlimlerinin işidir. İslam âlimi olmak ise her Müslüman’ın görevidir ancak bu mümkün değildir. Müslümanların ne oranda derin bilgi sahibi olacağı şu ayeti kerimede çok mükemmelce açıklanıyor;

Tevbe 122. “Ne var ki) mü’minlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.”

 Bir Müslüman için ilmin önemini şöyle özetleyebiliriz; Müslümanlar dünyada her ilim dalında en âlim kişileri yetiştirmek zorundadırlar, mesela, en ünlü doktorlar, astronomlar, edebiyatçılar, fizikçiler vb Müslümanlardan çıkmalıdır. Dünyanın en iyi okulları, üniversiteleri, laboratuarları,  İslam ülkelerinde olmalıdır. Daha iki yüz yıl öncesine kadar Müslümanlardan aşırdıkları tercüme eserlerle ilim yapan batılılar tarafından Müslümanlar ve Müslüman ülkeler neden geri? Gibi düşük sorularla muhatap olmaya kimsenin hakkı yoktur.

Kur’anı kerimde ilim kelimesi kökenleriyle 750 yerde telaffuz edilmektedir. Anlamak, araştırmak, düşünmek, akletmek ve benzeri ilim ifade eden kavramlar bunun dışındadır. Peygamberimiz a.s. ın “ilim Çin de bile olsa alınız” ve Yaratıcımızın “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”(Zümer 9) sözleri her şeyi anlatmağa yeterlidir.

Allahın c, bir adı da “Alim” dir. Her şeyi kavrayan ve bilen anlamına gelir. İnsanların öğrenebildikleri onun müsaade ettiği kadardır. İlimde beşeriyet ne kadar ileriye giderse gitsin bu bildikleri bilmediklerinin yanında bir damla bile olamaz. Ayrıca insanların ilimde derinleşmesi onun alim olduğunu gösterir. Âlim kişiler ise Allah’ı en iyi tanıdığından dolayı ondan en çok çekinen kişilerdir. Bunu şu ayeti kerime mükemmelen izah ediyor;

Şimdi bilgi ile alakalı olarak en büyük olan Allah c dan bazı kısa emir ve tavsiyelere bakalım;

“AllahTAN EN ÇOK ÂLİMLER ÇEKİNİR”

Fatır 28. İnsanlardan, (yeryüzünde) hareket eden (diğer) canlılardan ve hayvanlardan yine böyle çeşitli renklerde olanlar vardır. Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.

BİLGİYLE  AMEL

Bakara 145. Andolsun, sen kendilerine kitap verilenlere her türlü mucizeyi getirsen de, onlar yine senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, o takdirde sen de mutlaka zalimlerden olursun.

“BİLMEDİĞİN KONUDA TARTIŞMA”

Aliımran 66. İşte siz böyle kimselersiniz! Diyelim ki biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız. Ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz.

“LÜZUMSUZ İLMİN PEŞİNE DÜŞME”

Hüd 46. Allah, “Ey Nûh! O asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O halde hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben sana cahillerden olmamanı öğütlerim” dedi.

“SİZE VERİLEN İLİM ÇOK AZDIR”

İsra 85. Ve sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir.”

İLMİN SAPITTIKLARI

Casiye 23. Nefsinin arzusunu ilah edinen, Allah’ın; (halini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?

TEORİ DEĞİL GERÇEK İLİM

Necm 28. Halbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna uyuyorlar. Şüphesiz zan, hakikat namına hiçbir şey ifade etmez.

“RABBİM İLMİMİ ARTIR”

Taha 114. Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’an’ı okumakta acele etme. “Rabbim! İlmimi arttır” de.
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #22 : 29 Ocak 2011, 00:21:17 »
               BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?


Bilenlerle bilmeyenlerin en büyük ortak yanı bilmediklerinin bildiklerine göre tahmin ve sayılarla belirtilemeyecek kadar çok olmasıdır. Peygamberimiz s.a.v. tarafından “ilmin kapısı” olarak övülen Hz Ali r.a. “bana bir harf öğretene 40 yıl hizmet ederim” buyurarak ilmin başkenti olan Hz Resulü kibriyaya olan aşkını ilan etmiştir.

Osmanlı ecdadımız devlet olarak yıkılmağa yöneldikten sonra okumuş takımı kendilerini münevver/aydın, özellikle okul yokluğundan ve imparatorluğa devamlı asker üretimiyle uğraşmaktan okuyamayan halka ise geri kafalı, örümcek kafalı, yobaz, mutaassıp gibi hakaret içeren adlar takıyorlardı.
Bu tip kendini beğenmiş, halka tepeden bakan bir tayfa başımızdan hiç eksik olmamıştır.
 
Bunlar iki guruba ayrılırlar; 1-Osmanlının son yüz yılında batı hayranlığı seline kapılarak kendisini orada bulan ve tüm kimliğini yitirerek anayurduna dönen ve çıktığı yeri beğenmeyen züppe ve karalama aydınlardır. 2- Yurt içinde kalıp buranın ekmeğini yemelerine rağmen anasını babasını bile beğenmeyen filmlere de konu olduğu gibi Anadolu insanı olmaktan utanarak ne olduğunu gizleyen yeni kent aristokratlarıdır.
 
Şu gerçek iyice sahiplenilmelidir ki münevver; nurlu, aydınlık, nurlanmış demektir. Bu özellikleri Allah Müslümanlara nasip etmiştir.

Nur 35.” Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile, neredeyse aydınlatacak (kadar berrak) tır. Nur üstüne nur. Allah dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah insanlar için misaller verir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir”

Bu ayette görüldüğü gibi yeri ve göğü nurlandıran, aydınlatan Allah’tır.

Aynı kökten gelen nar ve nur kelimelerine bir baktığımızda kuranda ilginç rakamlarla karşılaşıyoruz; nar 145 yerde geçerken nur 45 defa anılmaktadır. Nar’ın aydınlatması biraz yakıcıdır ama tutuşan alevler de neticede etrafı aydınlatır. Nur ise ayette de izlendiği gibi yakmadan cisimlere nüfuz ederek onların aydınlanmasını sağlar. Bu nedenle kuranı kerimde güneşe ısıtan/lamba, aya da nur/aydınlatan denmiştir.(yunus 5)

Nisa 174." Ey insanlar! Size Rabbinizden kesin bir delil (Hz. Muhammed) geldi ve size apaçık bir nur (Kur’an) indirdik."

Bu ayette Allah c, kuranı kerimi nur/aydınlatan olarak anlatmakta çeşitli başka ayetlerinde de esas Tevrat ve İncil içinde aynı kelimeyi (nur) kullanmaktadır. O halde aydınlık, münevverlik ve karanlıklardan uzak olmak Allahın Müslümanlara verdiği bir nimettir. Bu nimetlerden uzak duranların bu kelimeleri şahıslarına asla kullanma hakları yoktur.

Yeryüzünde aydınlık adına zerreden kürreye ne varsa Allahın nurunun bir yansımasıdır. O zatı ecelli ala İslamiyeti de bir nur olarak anlatmakta onun üflemekle sönmeyeceğini edebi bir tarzla beyan etmektedir.

Bu konuda  (saff  de Allahımız buyurmaktadır ki; “ Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.”

Bir tarafta Allah’ı, peygamberlerini, kitaplarını, meleklerini, emir ve yasaklarını tanıyan öbür tarafta da tanımayan iki insan gurubu vardır. Birinci gurup, her şeyin bir hesabı olduğunu, büyük bir mahkemede bunun verileceğini bilir, kimsenin hakkını yemez ve kimseye zulmetmez. Bunlar Allah’ı tanıdıkları için evrenin ve içindekilerin yaratılış amacını bilirler ve ona göre hareket ederler. Allah’ı tanımayan kendisini de, kimseyi de tanımaz o, Dünyanın bir daha gelinmeyecek, tekrarı olmayan bir yaşama yeri ve hayvani bir yarış mahalli olduğunu sanarak ömrünü tüketir. İşte bu iki sınıfın yani bilenlerle bilmeyenlerin bir olamayacağı bildiriliyor ve soruyor Rabbimiz?

Zümer 9. "(Böyle bir kimse mi Allah katında makbuldür,) yoksa gece vakitlerinde, secde halinde ve ayakta, ahiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak itaat ve kulluk eden mi? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar."

Şimdi de bazı hadisi şeriflerle bilenlerle bilmeyenlerin eşit olamayacağını görelim;

    "Allah'ın benimle gönderdiği ilim ve hidayetin misali, bir araziye düşen yağmur gibidir. (Bilindiği üzere), bazı araziler var, tabiatı güzeldir, suyu kabul eder, bol bitki ve ot yetiştirir. Bir kısım arazi var, mümbit değildir, ot bitirmez, ama suyu tutar. Onun tuttuğu su ile Cenabı-ı Hakk insanları yararlandırır: Bu sudan kendileri içerler, hayvanlarını sularlar ve ziraat yaparlar. Diğer bir araziye daha isabet eder ki, bu ne su tutar ne ot bitirir. Bu temsilin biri Allah'ın dininde ilim sahibi kılınana delalet eder, böylesini Allah benimle göndermiş olduğu hidayetten yararlandırır; yani hem öğrenir, hem öğretir. Temsilden biri de, buna iltifat etmeyen Allah'ın benimle gönderdiği hidayeti hiç kabul etmeyen kimseye delalet eder." (kütübü sitte)

Allah c, İlmin çekirdeklerini yer yüzüne atmıştır, eşyanın adlarını Adem atamıza öğretmiştir. Bu çekirdekler mutlaka bitmektedir ve bitecektir. Ama görev evrenin tek akıllı yaratığı olan insana düşmektedir. Kuranı kerimin yüzlerce ayetinde insana aklını işletmesi emrediliyor ve bu günkü tüm bilimsel gelişmelerin ipuçları yani çekirdekleri veriliyor. Sadece bu günkü ilim ve teknik değil tüm gelmişlerin ve geleceklerin çekirdeği ve ipucu kutsal kitabımızda vardır. Bu konuda ayrı bir çalışmamız devam etmektedir ve sizlerle paylaşılacaktır.

Peygamberimiz ve evrene rahmet olarak gönderilen Allahın elçisinin buyurduğu gibi yeryüzüne bir rahmet yağmıştır ama onun yağdığı toprağı işleyenlerin bilinç ve gayretlerine göre mahsul alınabilmektedir. Müslümanlar bu rahmetten en iyi sonucu ve bereketi almak zorundadırlar.
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #23 : 29 Ocak 2011, 21:04:14 »
            İNSAN HAKLARI İSLAMLA YERİNİ BULDU!


İnsan hakları hakkında ki çalışmalar Avrupa ve ABD de henüz 20. y.y. da başladı. Zira bu iki kıtada kölelik ancak 1885 te kaldırılabilmişti. 1948 de ise BM tarafından içinde hiçbir Müslüman temsilcinin olmadığı bir komite kurularak İnsan hakları evrensel beyannamesi hazırlandı. İslam blokunu tamsilen bulunan Hıristiyan üye Charles Malikin hiçbir önerisi de kale alınmadı. Bu açıkça İnsan haklarında bile veto yetkili ülkelerin haklarının azami derecede dikkate alındığını gösteriyor.
 
Bu durum çoğu İslam ülkesi tarafından protesto edilmiş ve Dünya İslam Konseyi kurularak 1981 de İslam insan hakları evrensel beyannamesi 23 maddelik bir bildiri halinde UNESCO nezdinde ilan edilmiştir. Bu beyannamenin maddelerini ayrı bir başlık altında bulacaksınız.

Elbette ki yarattığı kullarının neye, nerede ve nasıl ihtiyaç duyduklarını en iyi bilen Allah c, onların haklarını da kusursuz bir şekilde bildirmiştir. Kuranı kerimin parça parça ve 23 yılda inmesi bu konuda bizlere her şeyi anlatıyor. Ayetler ihtiyaç ve sorunlara göre inmiş ve beşeri ve uhrevi tüm sorunları çözerek bu 23 sene tamamlanmıştır. Putperestlikten Hanifliğe kadar her türlü inanç akımının bulunduğu o günkü Mekke ve Medine de Ehli kitap denen Yahudi ve Hıristiyanlarda aktif haldeydiler. Bütün bu sosyal ve dinsel gurupların meseleleri sorular ve sorunlara göre en mükemmel bir şekilde, bu günkü çağdaş dünyanın bile akıl erdiremediği bir mükemmellikte çözülüyordu.

Medine’ye hicret ettikten sonra birçok unsurun bulunduğu ilk Medine site devleti kurulunca, “Medine Sözleşmesi” olarak ilk Anayasa oluşturuluyor ve bizzat son peygamber Hz Muhammed Mustafa s.a.v. in imza koyduğu bu sözleşme çevredeki her din ve sosyal gurubu bağlayıcı olarak içine alıyordu. Bu metinde ve yasada 47 madde vardır. İnşAllah onu da ayrı bir başlık altında yayınımıza alıyoruz.

 İslam tebligatının son sözlerinin söylendiği “Veda Hutbesi” ile ki bu edebi ve ebedi hutbede gerçek özgürlükler yerini almış, İnsan, adam yerine konmuş, kadınlar en saygın yerine oturtulmuştur. Hakiki din ve vicdan özgürlüğü teminat altına alınmış bu özgürlüğün önündeki tüm engeller kaldırılmıştır. Tüm Dünyaya duyurulması şartıyla 125 000 sahabeye irad edilen bu nebevi hutbe dost düşman herkesi hayrete düşürten bir belagat, fesahat ve muhteva içindedir. İslam’ın bu zamanda ki ilan edilen evrensel insan hakları beyannamesinin de bir özetidir. İnşAllah bunu da kendi başlığıyla okuyacağız.

 Bu iki Hukuki Beyannamede de aşağıdaki altı esas yer almış ve evrensel tüm hak ve özgürlükler garanti altına alınmıştır. Can, Akıl, Şeref, Namus, Din ve Mal.

İslamiyet’in Allahın kelimesi olan Kur’anın mesajını tüm İnsanlığa duyurmak için gerekli gördüğü savaşın adı Allah Yolunda Cihattır. Birde vatan savunması için Cihat vardır ki İslamiyet gerektiğinde bunu da farz kılmış ve devamlı en yeni teknolojiyle bu iki mücadeleye hazır olunmasını emretmişlerdir. Vatan savunması için olan topyekûn mücadeleyi herkes kolayca anlıyor da Allah yolunda İslamiyet’i duyurmak için olan savaşı anlamak istemiyor çoğu insanlar; işte bu da Din ve Vicdan Özgürlüğü için verilen savaş ve mücadelenin adıdır. Allah taala Hz, “dinde zorlama yoktur” (bakara 256) ayetiyle Müslümanlığı kabul etmek istemeyenlerle savaşı yasaklarken, “dininize saldıranlarla savaşın” (tevbe 12) fermanıyla da Din ve Vicdan Özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmamızı emretmektedir.

İnsan hakkı deyince, tüm dünyanın bir araya gelerek 1948 de yayınladığı “insan hakları evrensel beyannamesi” nin tamamı bile aşağıdaki ayetin verdiği mesaja ve insanlık onurunu kurtaran, ayağa kaldıran hükmüne yetişmekte binlerce yıl geride kalmıştır.

Hucurat 13.”Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.”

Düşünün bir kere; bir toplum ki her evde birkaç köle vardır, bir Devlet ve medeniyet ki tüm işlerini kölelere yaptırıyor, bir cemiyet ki siyahları insan saymıyor işte bu ortamda babasını doğmadan anasını altı yaşındayken velilerini de sekiz yaşında kaybeden, okuma yazması olmayan tek sosyal kusuru(!) put hanelerden uzak kalmak olan ve herkesi hayran bırakacak kadar doğruluk ve güvenilirlik üzere bulunan bir insan peygamber olarak seçiliyor ve Allahtan aldığı yukarıda ki ayeti okuyor.

1430 yıl önce Hz Muhammed s.a.v. e karşı duranların, davetini reddedenlerin en büyük korkusu işte bu ayetle siyahlarında onun tarafından İnsan ilan edilmesidir.

İnsanca yaşamanın önüne çıkacak her engeli İslamiyet reddetmiştir. Bu günkü çağdaş medeniyetin aradığı her şey İslamiyet’le 1430 yıl önce gelmiştir. Eğer tenezzül edip roman okudukları kadar birazda İslamiyet’i okusalar bunu derhal anlayacaklardır.
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #24 : 01 Şubat 2011, 05:32:33 »
                    İNSAN HAKLARI İSLAMLA YERİNİ BULDU


            1-MEDİNE SİTE DEVLETİ ANAYASASI

İslam’ın İlk Anayasası olarak değerlendirilen bu vesika Medine’deki Müslümanlarla diğer gayr-i Müslim cemaatlerin münasebetlerini, temel hak ve vazifelerini tespit etmektedir. Resulullah s.a.v, Medine’ye hicret eder etmez Medine’de mevcut, muhtelif dinî ve siyasî grupların temsilcilerini toplayarak bu metni hazırlamış, hepsinin Müslümanlarla ve kendi aralarında cereyan edecek münasebetlerini tanzim etmiştir. Hicretin siyasî ehemmiyetinin en bariz delillerinden biri olan bu vesikanın, Hicret Bölümü’nün giriş kısmında neşrini uygun buluyoruz.(c.16 s.193-197)

Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla

Madde 1-Bu kitap (yazı), Peygamber Muhammed tarafından Kureyşli ve Yesribli mü’minler ve Müslümanlar ve bunlara tabi olanlara sonradan iltihak etmiş olanlar ve onlarla beraber cihad edenler için (olmak üzere tanzim edilmiştir).

Madde 2- İşte bunlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmet (camia) teşkil ederler.

Madde 3- Kureyş’ten olan muhacirler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, kan diyetlerini ödemeye iştirak ederler ve onlar harp esirlerinin kurtulma fidyesini müminler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir.

Madde 4- Benû Avf’lar, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye iştirak edeceklerdir ve (Müslümanların teşkil ettiği) her zümre harp esirlerinin kurtulma fidyesini müminler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.

Madde 5- Benû Haris’ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre harp esirlerinin kurtulma fidyesini müminler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.

Madde 6- Benû Sâide’ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre harp esirlerinin fidye-i necatını mü’miler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.

Madde 7- Benû Cuşem’ler kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her zümre harp esirlerinin fidye-i necatını mü’minler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.

Madde 8- Benu’n-Neccar’lar, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre harp esirlerinin fidye-i necatını mü’minler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.

Madde 9- Benû Amr İbn Avf’lar, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre harp esirlerinin fidye-i necatını mü’minler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.

Madde 10- Benu’n-Nebit’ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre harp esirlerinin fidye-i necatını mü’minler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.

Madde 11- Benû’l-Evs’ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre harp esirlerinin fidye-i necatını mü’minler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.

Madde 12-a) Müminler, aralarında ağır malî mesuliyetler altında bulunan hiç kimseyi (bu halde) bırakmayacaklar, fidye-i necat veya kan diyeti gibi borçlarını iyi ve makul bilinen esaslara göre vereceklerdir.
Madde 12-b) Hiçbir mümin, diğer bir müminin Mevla(kendisi ile akdî kardeşlik rabıtası kurulmuş kimse)sına müracaat edemez. (Diğer okunuşa göre): Hiçbir mümin diğer bir müminin mevlası ile onun aleyhinde olmak üzere bir anlaşma yapmayacaktır.

Madde 13-Takva sahibi müminler, kendi aralarında mütecavize veya haksız bir  şey yapmayı  tasarlayan, yahut bir cürüm yahut bir hakka tecavüz veyahut da müminler arasında bir karışıklık çıkarma kastını taşıyan kimseye karşı olacaklar ve bu kimse onlardan birinin evladı bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır.

Madde 14- Hiçbir mümin bir kâfir için, bir mümini öldüremez ve mümin aleyhine hiçbir kâfire yardım edemez.

adde 15- Allah’ın zimmeti (himaye ve teminatı) bir tektir: (Müminlerin) en ehemmiyetsizlerinden birinin (himayesi) onların hepsi için hüküm ifade eder. Zira müminler diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerininkardeşi durumundadırlar.

Madde 16-Yahudilerden bize tabi olanlar, zulme uğramaksızın ve onlara düşman olanlarla yardımlaşılmaksızın, yardım ve  arka çıkmamıza hak kazanacaklardır.

Madde 17-Sulh, müminler arasında bir ve tektir. Hiçbir mümin Allah yolunda girişilen bir harpte, diğer müminleri hariç tutarak, bir sulh anlaşması akdedemez; bu sulh ancak onlar (mü’minler) arasında umumiyet ve adalet esasları üzere yapılacaktır.

Madde 18- Bizimle beraber harbe iştirak eden bütün (askerî) birlikler, birbirleriyle işlerini koordine/ eşgüdüm edeceklerdir.

Madde 19- Müminler birbirlerinin Allah yolunda (uğrunda) akan kanlarının intikamını alacaklardır.

Madde 20-a) Takva sahibi müminler en iyi ve en doğru yol üzerinde bulunurlar.
Madde 20-b) Hiç bir müşrik, bir Kureyşlinin malını ve canını himayesi altına alamaz ve hiçbir mümine bu hususta engel olamaz. (Yani, Kureyşlilere tecavüz etmesine mani olamaz.)

Madde 21- Herhangi bir kimsenin bir müminin ölümüne sebep olduğu kat’î delillerle sabit olur da, maktulün vesilesi (yani hakkını müdafaa eden) rıza göstermezse, kısas hükümlerine tabi olur; bu halde, bütün müminler ona karşı olurlar. Ancak bunlara sadece (bu kaidenin) tatbiki için hareket etmek helal (doğru) olur.

Madde 22- Bu sahife(yazı)nın muhteviyatını kabul eden, Allah’a ve ahiret gününe inanan bir mü’minin bir katile yardım etmesi ve ona sığınacak bir yer temin etmesi helal (doğru) değildir; ona yardım eden veya sığınacak bir yer gösterene kıyamet günü, Allah’ın lanet ve gadabı nasib olacaktır ki, o zaman artık kendisinden ne bir para tediyesi ne de bir taviz bedeli alınacaktır.

Madde 23- Üzerinde ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey, Allah’a ve Muhammed’e götürülecektir, selam O’na olsun.

Madde 24- Yahudiler, müminler gibi muharebeye devam ettiği müddetçe (kendi harp) masraflarını karşılamak mecburiyetindedirler.

Madde 25-a) Benû Avf Yahudleri müminlerle birlikte bir ümmet (camia) teşkil ederler. Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri kendilerinedir. Buna, gerek mevlaları ve gerekse bizzat kendileri dâhildirler.
Madde 25-b) Yalnız kim ki haksız bir fiil irtikâp eder veya bir cürüm ika eder, o sadece kendine ve aile efradına zarar vermiş olacaktır.

Madde 26- Benû’n-Neccar Yahudileri de Benû Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahip olacaklardır.

Madde 27- Benû’l-Haris yahudileri de Benû Avf yahudileri gibi aynı (haklara) sahip olacaklardır.

Madde 28- Benû Saide Yahudileri de Benû Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahip olacaklardır.

Madde 29- Benû Cuşem Yahudileri de Benu Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahip olacaklardır.

Madde 30- Benû’l-Evs Yahudileri de Benû Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahip olacaklardır.

Madde 31- Benû Sa’lebe Yahudileri de Benû Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahip olacaklardır. Yalnız, kim ki haksız bir fiil irtikap eder veya bir cürüm ika eder, o sadece kendini ve aile efradını  zarara uğratmış  olacaktır.

Madde 32- Cefne (ailesi) Sa’lebe’nin bir koludur; bu bakımdan Sa’lebeler gibi mülahaza olunacaklardır.

Madde 33- Benu’ş-Şuteybe de Benû Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahip olacaklardır. (Kaidelere) muhakkak riayet edilecek, bunlara aykırı hareket olmayacaktır.

Madde 34- Sa’lebenin mevlaları, bizzat Sa’lebeler gibi mülahaza olunacaklardır.

Madde 35- Yahudilere sığınmış olan kimseler (Bitane), bizzat Yahudiler gibi mülahaza olunacaklardır.

Madde 36-a) Bunlardan (Yahudilerden) hiçbir kimse (Müslümanlarla birlikte bir askerî sefere), Muhammed (s.a.v.)’in müsaadesi olmadan çıkmayacaktır.
Madde 36-b) Bir yaralamanın intikamını almak yasak edilmeyecektir. Muhakkak ki bir kimse bir adam öldürecek olursa, neticede kendini ve aile efradını mes’uliyet altına sokar; aksi halde haksızlık olacaktır. “Yani bu kaideye riayet etmeyen bir kimse haksız vaziyette olacaktır.” Allah bu yazıya en iyi riayet edenlerle beraberdir.

Madde 37-a) (Bir harp vukuunda) Yahudilerin masrafları kendi üzerine ve Müslümanların masrafları kendi üzerinedir. Muhakkak ki, bu sahifede (yazıda) gösterilen kimselere harp açanlara karşı, onlar kendi aralarında yardımlaşacaklardır. Onlar arasında hayırhahlık ve iyi davranış bulunacaktır. (Kaidelere) muhakkak riayet edilecek, bunlara aykırı hareketler olmayacaktır.
Madde 37-b) Hiç kimse müttefikine karşı bir cürüm ika edemez. Muhakkak ki zulmedilene yardım edilecektir.

Madde 38- Yahudiler Müslümanlarla birlikte, beraberce harp ettikleri müddetçe masrafta bulunacaklardır.

Madde 39- Bu sahifenin (yazının) gösterdiği kimseler için  Medine ve civarı, mukaddes bir yerdir.

Madde 40- Himaye altındaki kimse (car), bizzat himaye eden kimse gibidir; ne zulmedilir ve ne de (kendisi)  zulmedecektir.

Madde 41- Himaye verme hakkına sahip kimselerin izni müstesna, bir himaye hakkı verilemez.

Madde 42- Bu sahifede (yazıda) gösterilen kimseler, arasında zuhurundan korkulan bütün öldürme yahut münazaa vakalarını Allah’a ve Rasulullah Muhammed (s.a.v.)’e götürmeleri gerekir. Allah, sahifeye (yazıya) en kuvvetli ve en iyi riayet edenlerle beraberdir.

Madde 43- Ne Kureyşliler ve ne de onlara yardım edecek olanlar, himaye altına alınmayacaklardır.

Madde 44- Onlar (yani Müslümanlar ve Yahudiler) arasında,  Medineye hücum edecek kimselere karşı yardımlaşma yapılacaktır.

Madde 45-a) Şayet onlar (Yahudiler), (Müslümanlar tarafından) bir sulh akdetmeye veya bir sulh akdine iştirake davet olunurlarsa, bunu doğrudan doğruya akdedecekler veya ona iştirak edeceklerdir. Şayet onlar (Yahudiler), (Müslümanlara) aynı şeyleri teklif edecek olurlarsa, müminlere karşı aynı haklara sahip olacaklardır; din mevzuunda girişilen harp vakaları  müstesnadır.
Madde 45-b) Her bir zümre (gerek müdafaa ve gerekse sair ihtiyaçlar hususunda) kendilerine ait mıntıkadan sorumludurlar.

Madde 46- Bu sahifede (yazıda) gösterilen kimseler için ihdas edilen şartlar, aynı şekilde Evs Yahudilerine, yani onların mevlalarına ve bizzat kendi şahıslarına, bu sahifede (yazıda) gösterilen kimseler tarafından sıkı ve tam bir muhafazakârlık ile tatbik olunur. (Kaidelere) muhakkak riayet edilecek, bunlara aykırı hareket olmayacaktır. Ve haksız şekilde kazanç temin edenler, sadece kendi nefsine zarar vermiş olurlar. Allah bu sahifede (yazıda) gösterilen maddelere en doğru ve en mükemmel riayet edenlerle beraberdir.

Madde 47- Bu kitap (yazı), bir haksız fiil  oluşturan veya cürüm işleyen (ile ceza) arasına engel olarak giremez. Kim ki, bir harbe çıkar, emniyette olur veya kim ki, Medine’de kalırsa yine emniyet içindedir; haksız bir fiil ve cürüm  oluşturma halleri müstesnadır. Allah ve Resulullah Muhammed (s.a.v.) himayelerini, (bu sahifeyi) tam bir sadakat ve dikkat içinde muhafaza eden kimseler üzerinde tutacaklardır.

(Prof. İbrahim Canan, Kütübü Sitte, Akçağ)
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #25 : 01 Şubat 2011, 21:02:09 »
                                İNSAN HAKLARI İSLAMLA YERİNİ BULDU


                            2-VEDA HUTBESİ


(9 Zilhicce l0 H./8 Mart 632 M. Cuma)
Peygamberimiz Hz. Muhammet (s.a.s.) Vedâ haccında, 9 Zilhicce Cuma günü öğleden sonra Kasvâ adlı devesi üzerinde, Arafat Vadisi’nin ortasında 124 bin Müslüman’ın şahsında bütün insanlığa şöyle hitabetti.

Bismillahirrahmanirrahim

"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım isteriz. Allah kime hidayet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düşürdüğünü de kimse hidayete erdiremez. Şehâdet ederim ki; Allah'dan başka ilâh yoktur. Tektir, eşi, ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine Şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Rasûlüdür. "

Ey Nâs!

Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedî olarak bir daha beraber olamayacağım.

İnsanlar!

Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay, bu şehriniz Mekke nasıl kutsal bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, nâmus ve şerefiniz de öylece mukaddestir; her türlü tecavüzden masundur.
 
Ashabım!

Yarın rabbinize kavuşacaksınız. Bugünkü her hâl ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız. Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsinler. Olabilir ki, bildirilen kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak hıfzetmiş olur.

Ashabım!

Kimin yanında bir emânet varsa, onu sahibine versin. Fâizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Fakat aldığınız borcun aslını ödemek gerekir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle bundan böyle fâizcilik yasaktır. Cahiliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz de Abdülmuttalib'in oğlu amcam Abbas'ın faiz alacağıdır.

Ashabım!

Cahiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası, Abdülmüttalib'in torunu (amcalarımdan Hâris'in oğlu) Rabîanın kan davasıdır.
 
Ey Nâs!

Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu konuda Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emâneti olarak aldınız. Onların namus ve ismetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki haklarınız, âile nâmusu ve şerefinizi kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer onlar sizden izinsiz râzı olmadığınız kimseleri âile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe dövüp korkutabilirsiniz. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları ise, örfe göre her türlü (meşru ihtiyaçlarını), yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

Mü'minler!

Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Bu emânetler, Allah'ın kitabı Kur'ân ve O'nun Peygamberinin sünnetidir.

Ey Nâs!
 
Devamlı dönmekte olan zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü duruma dönmüştür. Bir yıl, l2 aydır. Bunlardan 4'ü Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep hürmetli aylardır.

Ashabım!

Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden nüfûz ve saltanatını kurma gücünü ebedî olarak kaybetmiştir. Fakat size yasakladığım bu şeyler dışında, küçük gördüğünüz şeylerde ona uyarsanız, bu da onu sevindirir. ona cesâret verir. Dininizi korumak için bunlardan da uzak kalınız.
 
Mü'minler!

Sözümü iyi dinleyin, iyi belleyin. Rabbiniz birdir, babanız birdir. Hepiniz Âdem'densiniz, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Hiç kimsenin başkaları üzerinde soy sop üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük, ancak takvâ iledir. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Böylece bütün Müslümanlar kardeştir. Gönül hoşluğu ile kendisi vermedikçe, başkasının hakkına el uzatmak helâl değildir. Ashabım! Nefsinize de zulmetmeyin. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır. Bu nasihatlerimi burada bulunanlar, bulunmayanlara tebliğ etsinler.

Ey Nâs!

Cenâb-ı Hak Kur'an da her hak sahibine hakkını vermiştir. Mirasçı için ayrıca vasiyyet etmeye gerek yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa, ona âittir. Zina eden için ise mahrûmiyet vardır. Babasından başkasına soy (neseb) iddiâsına kalkışan soysuz, yahut efendisinden başkasına intisâba yeltenen nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lânetine ve bütün Müslümanların ilencine uğrasın. Cenâb-ı Hak böylesi insanların ne tevbelerini ne de adâlet ve şahitliklerini kabul eder.

Ashabım!
 
Allah'tan korkun, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, malınızın zekâtını verin, âmirlerinize itaat edin. Böylece Rabbinizin Cennetine girersiniz.

Ey Nâs!

Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz? Ashabı kiram:
Allah'ın dinini tebliğ ettin, vazifeni hakkıyla yaptın, bize nasihat ve vasiyette bulundun, diye şehadet ederiz, dediler.
Rasûlüllah (s.a.s.) mübarek şehâdet parmağını göğe doğru kaldırdı, cemâat üzerine çevirip indirdikten sonra üç defa:

Şâhid ol Yâ Rab! Şâhid ol Yâ Rab! Şâhid ol Yâ Rab! Buyurdu.
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #26 : 04 Şubat 2011, 00:01:16 »
                    İNSAN HAKLARI İSLAMLA YERİNİ BULDU

   

                        3-İSLÂM’DA İNSAN HAK VE HÜRRİYETLERİ BEYANNÂMESİ


İslâm Konferansı Teşkilatı Genel Sekreterliği’nde Dünya İslâm Konseyi, İslâm’da İnsan Hakları Beyânnâmesi hazırlıklarına 1979 yılında başlamış, Muâsır İslâm Hukukçuları, Dünya İslâm Hukuku’nun temel kaynaklarına dayanarak konuyu bütün ayrıntıları ile incelemiş ve 19 Eylül 1981’de “Meşru’-i Vesika-i Hukuk ve Vâcibât’il İhsâniye Fi’l-İslâm” adıyla Arapça, Fransızca ve İngilizce olarak bu beyânnâmeyi yayınlamıştır. Beyânnâme Birleşmiş Milletlerce de kabul edilmiştir. Türkçeye Prof Dr Ahmet Akgündüz kazandırmıştır.


Bismillâhirrahmânirrahîm

Madde 1: HAYAT HAKKI

A-   İnsan hayatı mukaddes ve dokunulmazdır. Hiç kimsenin insan hayatına tecavüzde bulunması caiz değildir. Bu dokunulmazlık ve kutsiyet, ancak şer’i hükümler çerçevesinde ve onların kabul edeceği yollarla kaldırılabilir.
B-   İnsanın maddi ve manevi varlığı, korunmuştur; İslâm Hukuku, hayatında ve ölümünden sonra insanın varlığını korur. İnsan cesedine saygı ve rıfk ile muamele etmek, müminin vazifesidir. İnsanın ayıplarını ve örtülmesi gereken uzuvlarını örtmek bir vecibedir.

Madde 2: HÜRRİYET HAKKI

A-   Hürriyet hakkı, tıpkı insan hayatı gibi dokunulmazdır. İnsanın doğuşu ile birlikte var olan tabii ve ilk hakkıdır. İnsanla beraber kalır ve hayat devam ettikçe devam eder. Kimse hürriyet hakkına tecavüz edemez. Fertlerin hürriyetlerini korumak için yeterli kanuni tedbirlerin alınması icap eder. Şer’i hükümler çerçevesinde ve hukukun kabul ettiği yollar dışında, hürriyetlerin kayıtlanması ve sınırlandırılması caiz değildir.
B-   Hiçbir milletin bir diğer milletin hürriyetine tecavüz etmesi caiz olamaz. Tecavüz eden milletin, bu tecavüzünden hemen vazgeçmesi ve ihlal ettiği hürriyeti mümkün olan bütün yollarla derhal iade etmesi gerekir. Milletlerarası kuruluşlarında, hürriyet için mücadele eden milletlere yardımcı olmaları icap eder. Müslümanların ise, bu vecibeyi yüklenerek bu hususta ihmal göstermemeleri dini bir vazifedir.

Madde 3: EŞİTLİK HAKKI

A-   Bütün insanlar, kanun (şerîat) önünde eşittirler. Hukuk’un fertlere uygulanması açısından aralarında herhangi bir kimsenin imtiyaz hakkı mevcut değildir. Aynı şekilde hukukun fertleri koruması hususunda da herhangi bir imtiyaz mevzu bahis olamaz.
B-   Bütün insanlar insan olmaları itibari ile eşittirler. Aralarındaki üstünlük ancak amellerine göre olabilir. Herhangi bir şahsın bir diğerinin maruz bırakılamayacağı zarar veya tehlike ile karşı karşıya bırakılması asla caiz değildir. Fertler arasında, cinsiyet, ırk renk, dil  yâhut din esasına göre ayırım yapan her fikir nizam ve yasama faaliyeti, İslâm’ın bu zikredilen umumi esası ile tezat teşkil eder.
C-   Her fert fırsat eşitliği çerçevesinde ve diğer fertlere tanınan fırsatlar ve imkânlar dairesinde, kamuya ait maddi kaynaklardan yararlanma hakkına sahiptir. Gösterilen gayret ve emek aynı olduğu ve ücrete hak kazandıran iş kemiyet ve keyfiyet itibari ile farklılık arz etmediği sürece fertler arasında ücret ve emeğin karşılığı açısından ayırım yapılması caz değildir.

Madde 4: ADALETE BAŞBURMA HAKKI

A-   Her fert, şeriat önünde hak arama hürriyetine sahiptir ve sadece İslâm Hukuku hükümlerine göre yargılanmayı talep etme hakkına haizdir.
B-   Her fert, maruz kalacağı zulme karşı kendini müdafaa etme hakkına sahiptir. İmkânları ölçüsünde, başkasının maruz kaldığı zulmü defetmek, her ferdin vecibesidir.

Fertler, haklarını koruyup adaletle muamele edecek ve maruz kalacakları zarar ve zulmü defedecek bir yüksek otoriteye (idare, yasama ve yargı gibi) müracaat etme hakkına da sahiptir. Müslüman devlet reisinin, böyle bir yüksek otoriteyi tesis etmesi ve bu organın bağımsızlığını ve tarafsızlığını temin edecek bütün tedbirleri alması en önemli vazifesidir.

C-   Her ferdin, sırf Allah rızası için ve talebe ihtiyaç duymadan (hisbetenlillah), diğer fertlerin ve cemaatin yani kamunun haklarını müdafaa etmesi, hem hakkı ve hem de görevidir.
D-   Hiçbir gerekçe ile bir ferdin nefsini müdafaa etmesine yani savunma hakkına karşı çıkılamaz ve engellenemez.
E-   Hiç kimse, İslâm Hukuku’na aykırı bir emre itaat etmesi için bir Müslüman’ı zorlayamaz. Böyle bir emir karşısında ve mâsiyetle emredildiği taktirde, emreden makam kim olursa olsun, Müslüman ferdin de “Hayır” demek vazifesidir. Müslüman toplumun ise, ferdin bu reddini ve hatta desteklemesini ve onu korumasını beklemek, Müslüman derdin tabii hakkıdır.

Madde 5: ADİL YARGILANMAYI TALEP ETME HAKKI (Kanuni Yargı Yolu)

A-   İslâm’da asıl olan, ferdin suçsuzluğudur (Beratı zimmet asıldır). Bu hal,  kişinin herhangi bir suçtan dolayı sanık durumuna düştüğünde de devam eder ve sanık adil bir mahkeme önünde yargılanıp suçu sabit görülünceye kadar sürer.
B-   Seri bir nass yani bir kanun metni bulunmadan kimse suçlanamaz. (Zira suçta ve cezada kanunilik esastır). Dinin zaruriyet denilen hükümlerini bilmemek, Müslüman için mazeret teşkil edemez. Ancak bilmemezlik hali sabit görüldüğünde, kanunu bilmemek, sadece had cezalarını düşüren bir şüphe olarak kabul edilir.
C-   Tam kazâ yetkisine sahip bir mahkeme önünde, reddedilemez delillerle suçu işlediği sabit olmadıkça, hiç kimsenin suçlu olduğuna hükmedilemez ve herhangi bir cürümden dolayı cezalandırılamaz.
D-   Hiçbir halde, cezanın, İslâm Hukuku’nun suç için çizdiği sınırı tecavüz etmesi caiz değildir. Had cezalarını bertaraf etmek için, suçun işlendiği şart ve halleri göz önünde bulundurmak, İslâm Hukuku’nun temel esaslarındandır.
E-   İnsan, başkasının suçundan dolayı yargılanamaz. Her insan, kendi fiilinden müstakil olarak sorumludur; yani cezai sorumluluk şahsidir. Hiçbir halde, bir şahsa ait sorumluluğun, onun aile ve yakınlarına yahut çevresi ve arkadaşlarına yüklemesi caiz olamaz.

Madde 6: YÜKSEK OTORİTENİN ZULMÜNDEN KORUNMA HAKKI

Her fert, yürütme, yasama ve yargı gibi yüksek otoritenin tecavüzlerinden korunma hakkına sahiptir. Bu sebeple kendisine isnat edilen kanuna aykırı fiili işlediğine delalet eden kuvvetli karineler bulunmadıkça, kimse yaptığı iler ve içinde bulunduğu hallerin gerekçesini açıklamak mecburiyetinde bulunamaz ve herhangi bir itham da yapılamaz.

Madde 7: İŞKENCEDEN KORUNMA HAKKI

A-   Sanıktan da öte, suçluya dahi işkence yapmak caiz değildir. Nasıl ki, bir şahsı işlemediği suçu itiraf etmeye zorlamak caiz görülmemiştir ve ikrah ve icbar yoluyla elde edilen beyan ve ikrarlar, geçersiz batıldır.
B-   Ferdin işlediği suç ne olursa olsun ve İslâm Hukuku’nun o suça taktir ettiği ceza nasıl olursa olsun, ferdin insaniyeti ve insan olması hasebiyle sahip olduğu şeref ve asaleti, mahfuz kalır.

Madde 8: IRZ VE NAMUSUNU KORUMA HAKKI

Ferdin ırz ve namusu muhteremdir, dokunulmazdır; bunların hurmeti asla çiğnenemez. Kişinin özel hayatının tecessüsü, gizli ve ayıp hallerinin araştırılması, onun şahsiyetine ve özel hayatına izni olmadan müdahale edilmesi haramdır; yani şiddetle yasaklanmıştır.
 
Madde 9: SIĞINMA HAKKI

A-   İşkenceye ve zulme maruz her Müslüman, Dâr’ül İslâm sınırları içerisinde, emin olabileceği bir yere sığınma hakkına sahiptir. İslâmiyet bu hakkı, cinsiyeti, inancı veya rengi ne olursa olsun, her eziyete maruz şahsa tanır ve Müslümanlara da kendilerine sığınacak kimselere emniyet ve güven içinde yaşama hakkını vermeleri görevini yükler.
B-   Mekke-i Mükerreme’de ki, Beytullah’il Haram, (Kâbe’nin bulunduğu mescid), bütün insanlar için emniyet ve emân yeridir; hiçbir Müslüman buradan engellenemez. 

Madde 10: AZINLIK HAKLARI

A-   Azınlıkların dini meselelerinde, Kur’an-ı Kerim’in “dince icbar ve ikrah yoktur” şeklinde özetlenebilecek olan genel prensibi hâkimdir.
B-   Azınlıkların medeni ve şahsi hallerinde ise, eğer Müslüman’ların hukukunun uygulanmasını isterlerse İslâm Hukuku hakim olur. Eğer Müslüman’ların hukukunu hakem kabul etmezlerse, ilahi bir kaynağa dayanmak şartı ile kendi dini hukuklarına göre muamele görürler.

Madde 11: KAMU HİZMETLERİNE KATILMA HAKKI

A-   İslâm Ümmeti’nin her ferdi, amme maslahatı bulunan kamuya ait işlerden haberdar olma ve hayatında cereyan eden bu tür şeyleri bilme hakkına sahiptir. Ayrıca İslâm Hukuku’ndaki şura prensibi gereği, sahip olduğu kabiliyetler ve gücü nispetinde kamu işleri ve hizmetlerine katkıda bulunması da bir vazifesidir. İslâm Ümmeti’nin her ferdi, şer’i şartları bulunması halinde, kamu hizmet ve makamlarına ehil kabul edilir. BU ehliyet vasfı herhangi bir bölge yahut ırka mensup olma gibi sebeplerle sakıt olmaz (düşmez) ve eksilmez.
B-   Şura prensibi, idareci sınıf ile İslâm Ümmeti arasındaki münasebetlerin esasını teşkil eder. Bu esası uygulayarak, hür iradesiyle kendi idarecilerini seçmek İslâm Ümmeti’nin tabii hakkıdır. Ayrıca İslâm Hukuku’na aykırı hareket ettiklerinde, idarecilerini muhasebeye çekip kontrol etmek ve icap ederse azletmek, İslâm Ümmeti’nin meşru hakkıdır.

Madde 12: FİKİR, İNANÇ VE FİKİR AÇIKLAMA HÜRRİYETİ VE HAKKI

A-   Her şahıs İslâm hukukunun kabul ettiği umumi sınırlar çerçevesinde kaldığı sürece, kimsenin müdahale ve engellemesi olmaksızın, fikir, itikat ve bu fikir ve itikadını ifade etme hürriyeti mevcuttur. Ancak batılın tasviri ve neşri caiz olmadığı gibi, İslâm Ümmeti’nin küçük düşürülmesine yahut fuhşiyyata teşvik manasını taşıyan şeylerin neşri de caiz değildir.
B-   Hür düşünce, sadece bir hak değil, aynı zamanda bir görevidir.
C-   Her ferdin, despot bir otorite, zalim bir idareci yahut İslâm’a muhalif bir nizamdan korkmadan, zulmü reddettiğini ve çirkin karşılandığını ilan etmesi ve imkân nispetinde karşı koyması, hem hakkı ve hem de ödevidir. Bu, cihadın en faziletlisidir.
D-   Neşrinde devletin ve toplumun emniyetine zarar verecek unsurlar ihtiva etmediği sürece, doğru hakikat ve bilgilerin neşrinde herhangi bir mahsur yoktur.
E-   Gayr-i Müslim’lerin dini şe’ârine (dinen hürmet edip önem verdikleri şeylere) hürmet etmek, Müslüman’ın ahlakındadır. Bu sebeple başkasının inançlarıyla alay etmek ve toplumu başka dinlerden olanlara karlı tahrik etmek, hiçbir fert için caiz olamaz.

Madde 13: DİN HÜRRİYETİ

Her şahıs, inanç hürriyetine ve itikadına uygun olarak da ibadet hürriyetine sahiptir.

Madde 14: FİKİR AÇIKLAMA HÜRRİYETİ (DAVET VE TEBLİĞ HAKKI)

A-   Her fert, münferiden veya müştereken, dini ictimai, kültürel, siyasi ve benzeri yönlerinde sosyal hayata iştirak etmek hakkına sahiptir; bu hakkını kullanabilmek için zaruri olan esasları inşa etmek ve gerekli vesilelere başvurma hakkı da, söz konusu hakkın tabii bir sonucudur.
B-    Her ferdin, ma’ruf ile emr edip münkerden nehy etmesi, iyilik ve takva üzerine yardımlaşmayı temin gayesiyle, fertlere bu sorumluluğun altından kalkacak fırsatları doğuran müesseseleri tesis etmelerini toplumdan istemesi, hem hakkı ve hem de görevidir.
Madde 15 – İKTİSADİ HAKLAR

A - Tabiat, gerçek anlamda, bütün servetleriyle Allah’ın mülküdür. Tabii servetler, Allah’ın insana atâ ve ihsânıdırlar. Onlardan yararlanmak üzere, insanlara lütfetmiş; bu tabii servetleri yok etmeyi ve ifsâd etmeyi haram kılmıştır. Hiç kimse, kâinattaki rızık kaynaklarından başkasını mahrûm edemez ve başkasının bunlardan intifâ’ına engel olamaz.

B - Her insan, rızık elde etmek üzere, meşru’ yollardan çalışıp helal kazanç elde edebilir.

C - Özel mülkiyet meşru’dur; münferit ve müşterek mülkiyet şeklinde olabilir. Her insan çalışması ve gayretiyle kazandığını iktisâp eder.Kamu mülkiyeti de meşru’dur ve bütün milletin maslahatı için kullanılır.

D - Fakirlerin, zenginlerin mallarında mukarrer bir hakkı mevcuttur ve bunu zekât tanzim etmiştir. Bu öyle bir hakdır ki, idareciler tarafından iptali, engellenmesi ve müsamaha gösterilmesi câiz değildir; hakkın zekât vermeyenlerle savaş etme sonucuna götürse bile, bu hakkı engelliyenler karşı müsâmaha gösterilmeyecektir.

E - Tabiî servet kaynaklarını ve üretim yollarını, İslam ümmetinin maslahatı için yönlendirmek ve tanzim etmek, devletin vazifesidir (vâcibdir-; bunların ihmâl edilmesi yahut tamamen kendi haline bırakılarak bir nevi iptal edilmesi aslâ caiz değildir.
Aynı şekilde,tabiî kaynakların İslam hukukunun haram kıldığı yahut toplumun maslahatına zara veren işlerde kullanmak da caiz değildir.

F - İktisâdî gelişmeyi rayına oturtmak ve muhtemel tehlikeleri bertaraf etmek için İslâmiyet;
1- Bütün şekilleriyle aldatmayı haram kılmıştır
2- Sonu belli olmayan ve aldanma ihtimali bulunan muâmelelerle unsurlarından biri meçhul olan muâmeleleri kısaca garer’i, cehâlet’i ve ilerde çekişmelere anlaşmazlığa yol açacak her şeyi haram kılmıştır.
3- Ölçü ve tartı muâmelelerinde yapılacak hilelerle kâr sağlamayı ve  karşı tarafı aldatmayı da harâm kılmıştır.
4- İhtikâr’ı (kara borsacılığı- ve serbest rekâbet mümkün olmayan ve haksız rekâbete sebep olacak olan her şeyi haram kılmıştır.
5- Ribâ yani faizi ve insanların dara düştükleri halleri istismar eden her çeşit muameleyi şiddetle yasaklamıştır.
6- Yalan ve aldatıcı olan her türlü beyân, iddia ve reklamları da yasaklamıştır.

G - Âmme maslahatını gözetme ve genel İslamî değerlere ehemmiyet vermek gerekir. Bu ikisi, Müslüman toplumlarda, iktisadi gelişmenin temel şartıdır.

Madde 16 – MÜLKİYET HAKKI VE KORUNMASI

Âmme maslahatı bulunmadıkça mülk konusu malın kıymetine denk bir bedel mâlike ödenmedikçe, helal kazanç neticesi el edilen mülkiyet hakkı, kimsenin elinden alınamaz.
Kamu mülkiyetinin dokunulmazlığı daha önemlidir ve kamu mülkiyetine tecâvüzün cezası daha şiddetlidir. Zira kamu mülkiyetine tecâvüz, bütün toplumun hakkına tecâvüzdür ve İslam ümmetinin tamamına hiyânettir.

Madde 17 – İŞÇİNİN HAKKI VE ÖDEVİ

Çalışma, İslâmın Toplum içinde yüce kabul ettiği ve yücelttiği bir semboldür. Çalışmanın vasfı(hakkı-, işi sağlam ve eksiksiz yapmak olunca, işçinin hakkı da şunlar olacaktır.

1-   Eksiksiz ve geciktirmesiz olarak gayret ve emeğine denk bir ücret alacaktır.
2-   İşçiye sarfettiği gayret ve emeğine uygun şerefli bir hayat temin edilmelidir.
3-   Toplumun bütün fertlerinin işçiye layık olduğu değeri vermesi icabeder.
4-   İhmal ve kusuru olmayan hallerde işçinin korunması ve zararlarının tanzim edilmesi gerekir.

Madde 18 – HAYATİ OLAN İHTİYAÇLARI ELDE ETME HAKKI

Her fert, hayatının devamı olan yeme, içme, giyme, mesken ve bedeninin sıhati için gerekli olan şeylerle ruhunun ve aklının sıhhati için lazım olan ilim, ma’rifeti ve kültür gibi şeyleri, İslam milletinin imkanlarının ve kaynaklarının el verdiği ölçüde, elde etme hakkına sahiptir. Bu konuda, ferde yardımcı olmak üzere, İslam ümmeti de sorumludur ve mükellefiyet altındadır.

Madde 19 – AİLE KURMA HAKKI

A - İslami çerçevede evlenme, her insanın hakkıdır. Evlenme, aile yuvasını kurmanın, çocuk elde etmenin ve nefsi iffet içinde muhafaza eylemenin tek meşru’ yoludur.

Karı–kocanın bir biri üzerinde İslam hukukunun tesbit  ve tayin ettiği karşılıklı hak ve ödevleri bulunmaktadır. Baba, çocuklarını, bedeni, ahlaki ve dini açıdan, inancına ve dinine uygun olarak terbiye etmek hakkına sahiptir. Ancak çocukların terbiyesinden ve onların yönlendirilmesinden de kendisi sorumludur.

B - Karı-kocadan her biri, karşılıklı muhabbet ve şefkat havası içinde, karşı tarafın kendisine saygı göstermesini, duygularını ve hayat şartlarını anlayışla karşılamasını beklemek hakkına sahiptir.

C - Koca, karısının ve çocuklarının nafakasını, cimriliğe kaçmadan temin etmekle mükelleftir.

D - Her çocuk ana-babası üzerinde terbiyesini, eğitimini ve te’dibini en güzel şekilde yapılması hakkına sahiptir. Çocukların küçük yaşlarda çalıştırılması, onlara kendilerini sıkıntıya sokacak, yahut gelişmelerini engelliyecek veyahut da çocukların oyun ve öğrenme haklarından alıkoyacak işler yüklemek caiz değildir.

E - Çocuğun ana-babası çocuk üzerindeki sorumluluklarını yerine getirmede aciz duruma düşerlerse, bu sorumluluk topluma intikal eder ve çocuğun nafaka masrafları beytümal yani devlet hazinesi tarafından karşılanır.

F - Ailedeki her ferdin, çocukluğunda, ihtiyarladığında ve acizlik döneminde, ihtiyaç duyduğu maddi yardım, karoma, ilgi ve şefkati bulabilmesi, İslam i ailenin esasını teşkil eder.
Ana-babanın maddi ihtiyaçlarını, bedeni ve ruhi bakımlarını,çocukları üstlenmekle mükellefdirler.

G - Ailede anneliğin özel bir yeri ve hakkı vardır.

H - Aile mes’üliyeti, aile fertleri arasında, herkesin gücüne ve tabiatına göre müşterektir. Aile mes’üliyeti, babalar ve anneler dairesini aşıp bütün yakın hısımları ve zevil-erhamı da kapsayacak şekilde geniş bir muhtevaya sahiptir.

1 - Genç erkek yahut kız, istemediği şahısla evlenmeye zorlanamaz.

Madde 20 – KARININ KOCA ÜZERİNDE SAHİP OLDUĞU HAKLAR

A - Karı, kocasının yaşadığı yerde kocasıyla birlikte yaşayacaktır.

B - Kocası, evlilikleri süresince ve boşama halinde iddet müddeti içinde, karısının nafakasını, ma’rüf ölçüler dairesinde temin edecektir.

C - Karı, bu nafakaya mali durumu ve özel serveti ne olursa olsun her hal ü karda hak kazanır.

D - Karı, kocasından, hul’ yoluyla (boşanması karşılığında iddet nafakası ve mehr-i müecceleinden vazgeçmek gibi belli bir bedel karşılığında- evlilik akdini karşılıklı rıza ile sona erdirilmesini isteyebilir. Aynı şekilde karı, İslam hukukunun hükümleri çerçevesinde, kaza-i boşanma talebinde de bulunabilir.

E - Kar, ana babası, çocukları ve diğer yakın hısımlarına mirasçı olduğu gibi, kocasına da mirasçı olma hakkına sahiptir.

F - Karı kocanın her ikisi de, hayat arkadaşının gıyabında ona ait değerleri korumak, gizli sırlarını ifşa etmemek ve ahlaken yahut hilkaten var olması muhtemel olan gizli ayıplarını ortaya atmamakla mükelleftirler. Bu hak, boşanma sırasında ve sonrasında devam eder ve önem kazanır.

Madde 21 – TERBİYE HAKKI

A - İyilik ve güzel muamelede, babaların çocukların üzerinde bir hakkı olduğu gibi, güzel ve iyi bir terbiye de, çocukların babaları üzerinde sahip oldukları bir haktır.

B - Eğitim, toplumun bütün fertlerinin hakkıdır. İlim taleb etmek ise kadın ve erkek olarak herkese vaciptir (dini bir vecibedir-

C - Toplumun, her ferde, eğitim görüp aydınlanması için eşit ve denk bir fırsat vermesi icap eder. Her fert, kendi kabiliyet ve meyline uygun olan eğitimi seçmekte serbesttir.

Madde 22 – FERDİN GİZLİ SIRLARINI KORUMA HAKKI

İnsanın gizli sırları, sadece onu yaratan Halıkı ile paylaşılır. Bu sebeple, insanın gizli sırları ve hususi hayatı, korunmuştur; bunları araştırmak ve öğrenmeye çalışmak helal değildir.

Madde 23– SEYAHAT VE İKAMET HÜRRİYETİ VE HAKKI

A - Her fert, hiçbir engel ve sıkıntı olmaksızın, bulunduğu yerden dilediği yere seyahat etme, dilediği yerde ikamet etme ve yine dilediği yere göç edip tekrar eski yerine dönme hürriyetine ve hakkına sahiptir.

B - Hiç bir şahıs, vatanını terk etmeye zorlanamaz, şer’i bir sebep olmadan zorla vatanından ihraç olunamaz.

C - Dar’ül-İslam (İslam Ülkesi- tekdir.İslam ülkesi, her Müslüman ın vatanıdır. Müslüman ın İslam ülkesindeki hareketlerini, coğrafi engeller ve siyasi sınırlarla kayıtlamak ve engellemek caiz değildir. Her Müslüman belde, oraya hicret eden ve giriş yapan Müslümanları, kardeşin kardeşini karşıladığı gibi karşılaması gerekir.

Son du’amız Hamd  alemlerin Rabbi olan Allah’a olsun şeklindedir.



Kaynak: Prof Dr Ahmet Akgündüz, İslâm’da İnsan Hakları Beyânnâmesi, Sayfa 88-125 
 
 
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #27 : 12 Şubat 2011, 22:46:37 »
                      İŞTE İSLAMIN ÖZETİ; HUTBE AYETİ


            İslam Dünyasında yüzyıllardır hutbelerde her Cuma günü hatip tarafından okunan bir ayet vardır. Son yıllarda D.İ.B. tarafından alınan yerinde bir kararla Türkçesi de verilen bu ayet Nahl suresi 90. ayettir. Bu ayet aynı zamanda Kur’anı kerimin esas geliş sebebini de açıkça ortaya koymaktadır. Bu sebep; İnsanlığı iki cihanda huzura kavuşturacak tek reçetedir.

         Bu gün ve her zaman dünyanın ve evrenin tek akıllı yaratığı olan İnsanoğlunun ve onun oluşturduğu toplulukların istedikleri her şey bu ayette bir araya gelmiştir. Bu ayette sözü edilen ve ele alınan maddelere ayrıca Kuranı kerimin pek çok yerinde de genişçe yer verilmiştir.

Nahl 90 “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”

Bu ayette emredilen üç şey vardır;

1-Adalet

Adalet uygulayıcı bakımından iki kaynağa sahiptir;

A-Devlet, devleti oluşturan tüm bireyler arasında hiçbir ayırım yapmadan insanca dağıtımı sağlamak bu uygulayıcının görevidir. Sebebi ne olursa olsun yapılacak aykırı bir uygulama zulüm adını alır ve tüm temellerin sarsılmasına yol açar.
Bu türlü adalet için “mülkün temeli” denmesinin devletin ve ülkenin yıkılmaması için ern asgari şart olduğu anlamındadır. Konuyu şu ayet fevkalade izah etmiştir;

Maide 8." Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır."

Evet, adaletin devlet Bazında tecellisi için  “düşmanınız bile olsa kimseye haksızlık adaletsizlik etmeyin” buyrulmasından daha fazla ne aranabilir?

B-Fertler, özel kişilikler himayelerinde ve vesayetleri altında bulunan eş, çocuk ve yetimler arasında istenen eşitliği ve hakkaniyeti kurmak zorundadırlar. Eğer bunu yapmazlar ya da yapamazlarsa devletin müdahale hakkı doğar. Aile içinde sağlanacak adalet için de şu ayeti kerime büyük dersler çıkarılacak manalar taşımaktadır;

129. “Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz. Öyle ise (birine) büsbütün gönül verip ötekini (kocası hem var, hem yok) askıda kalmış kadın gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.”

Bu ayette aile başkanı olarak görülen erkeğe aile içinde adaleti yürütme vazifesi verilirken birden fazla evlenmekteki sakıncalara çok mükemmel olarak işaret edilmiş ve buna teşebbüs edenler ilahi bir ikaza maruz kalmışlardır.

2-İyilik yapmak

İhsan kelimesiyle ifade edilen iyilik yapmak, ne ve kime soruları bakımından 2 türlü yanı vardır;
a-Kimlere iyilik yapılmalı
Bu sorunun cevabını veren birçok ayet nazil olmuştur. Bu ayetlerde ölçü genelde yakından uzağa doğru ve zayıftan kuvvetliye doğru bir gösterge arz etmektedir. Bu ayetlerden en genişi aşağıdakidir;

Nisa 36. Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.

b-İyilik neleri kapsamaktadır?
Tarih boyunca , insanlık var edileli beri peygamberlerin a.s., ve bilge kişilerin özellikle üzerinde durdukları esasların başında iyilik yapmak ve kötülük yapmamak gelir. Aslında iyilik yapmanın altında kötülük yapmamakta dâhildir. Bu bakımdan iyilik kendimiz başta olmak üzere kimseye kötülük yapmamaktır.  İyiliğin en ucuzu güler yüzlü olmak en zoru ise mallarımızın belli ölçülerde tayin edilen zekâtlarını vermektir.

3-Yakınlara yardım etmek
Yardıma muhtaç olanlara yardıma gücü yetenlerin yardım etmesi İslam’ın en büyük emirlerinden birisidir. Burada şu maddelerde kısaca bilgi sahibi olmamız gerekmektedir;
a-Yakınlık nedir ve nasıl sıralanmalıdır?
Yakınlık akrabalıktan başlamakta ve ana babadan dışarı doğru genişleyerek sürmektedir. Birde komşu yakınlığı vardır ki buda ev yakınlığına göre bir kıymet ifade eder.
b-Yardım nedir ve bunu yapmak seçmeli midir?  Zorunlu mudur?
Yardımı İyilikle eşdeğerde de farz edebiliriz, ancak bu sosyal yardımlaşma anlayışımızda en büyük yeri alan zekât kurumu ihmali asla affedilmeyen bir zorunluluktur.

Yasaklananda üç şey vardır;
1-Hayâsızlık
Utanma duyusunun yitmesi anlamındaki bu kelime en basitinden argo konuşmaları, en ağırından ise namus ve ar duygularını zedeleyen davranışları kapsar.

2-Fenalık
Fenalık, iyiliğin tam karşında duran bir kelimedir. Bu yüzden kutsal kitabımızda Müminlerin ahlakı ve özellikleri anlatılırken bu iki kelime “Maruf- Münker” şeklinde sekiz yerde tekrarlanarak emredilmektedir. Bu ayetlerden birisi şöyledir;

Aliımran  104. Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.
 
3-Azgınlık
Azgınlık kelimesi için ayette geçen bağy kelimesinin Türkçedeki en uyumlu karşılığı diyebiliriz. Bu artık kötülüğün zulme dönüşen karşılığıdır. Bundan sonrası da Allaha, Rasülüllaha ve Emirlere toplu isyan ve savaş açma hallerini kapsar.
Azgınlığın bu derecesi için Allah c, en şiddetli cezayı şu ayetiyle emretmiştir;

Hucurat 9. “Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.”
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #28 : 16 Şubat 2011, 17:33:32 »
                 Temiz giy Temiz ye Temiz İç


            İnsanlığa medeniyetin en son noktasını 1430 yıl önce, Allahın insanlara iki cihan mutluluğunu gösteren son mesajı Kur’anı kerim böyle bildiriyor; “Temiz giy Temiz ye Temiz İç”  ama asla gereksiz harcama yapma. Araf suresinde geçen ayette Allah’ımız, “Mabetlere giderken en yeni ve en temiz elbiselerle gidin” buyururken cami ve mescitlerin cemaatine çok önemli mesajlar vererek uyarmaktadır;

Araf(31) Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez.
 
           Yüce yaratıcımız cami cemaatinin insanlara her yönden örnek olmasını isteyerek bir bakıma halleriyle İslam’ı tebliğ etmelerini işaret ve emir buyurmaktadırlar. Hiçbir Müminin ve Müslüman’ın yanlışlar yaparak şahsında taşıdığı İslamiyet imajını zedelemeye hakkı olamaz.  Bu bakımdan her Müslüman cami yolunda ve her zaman en yeniyi, en temizi giymekle yükümlüdür. Eski ve yırtık elbiselerle, kirli ve rengi atmış çoraplarla, ağzında ve üstünde kötü kokularla toplum içine girmemelidir. Sokaklarda sağa sola tüküren, burnunu sümküren, elindeki çöpü ortalık yere atan, eliyle ve diliyle insanları taciz eden bir Müslüman Allaha bunun hesabını verecektir.

              Lüzumsuz harcamaya dinimizde israf dendiğini biliyoruz, ayrı bir konudur ama aynı ayette yer alınca çok önemli bir gerçeği arz edelim; bildiğiniz gibi, denizde, ırmakta bile olsa abdest alırken su israfı söz konusudur. Asrımızda bu konuya değerli İslam âlimleri şu görüşü de ekleyerek israfın ne demek olduğunu daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadırlar; diyorlar ki; “Nur üstüne nur” olması dileğiyle abdest üstüne abdest almaktaki sevap, su israfına neden olan bu ikinci abdestin bu israf nedeniyle getirdiği günahın bedelini asla ödeyemez.

             Furkan suresinde “Rahmanın Kullarının Huyları”nı anlatan ayetlerden birisi şöyledir;

             Furkan(67) "Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır."
 
            Bu ve buna benzer birçok ayette Allah taala c, kullarına her konuda dengeyi ve orta yolu tutmalarını aşırılıklardan kaçmalarını ve lüzumsuz harcamalardan uzaklaşmalarının tavsiye etmektedir.
           Ne yazıktır ki hicretin 1400’lü yıllarında da Müslümanlar bu konularda da gerçek anlamda tebliğci bir numune olmaktan uzaktadırlar. Şurası ayniyle vaki bir hakikattir ki, elinde büyük serveti dolanlarımız bu serveti lüks ve şaşaa dolu bir hayatla harcamayı tercih ederek İslam’a en büyük kötülüğü yapmaktadırlar. Araçlarını her yıl en son modele terfi ettirenler, zekâtlarını yarım yamalak vermekle kendilerini bahtiyar hissedenler, evlerinde daima en son dekorasyonları bulundurmak için her yıl büyük meblağlar harcayanlar, sırtlarına moda ve marka giysiler alacağız diye lüzumsuz paralar sarf edenler bunların hesabını Allaha vermeğe hazır olun.
Yakınlarında bulunan komşu ve akrabalarından yetimlerin ve yoksulların sende alacakları var. Dünyanın dört bir yanında açlıktan kıvranan, üzerlerine sineklerin üşüştüğü bir deri bir kemik çocukların sende alacakları var. Koltuğuna yaslanarak izlediğin felaket ve afetzedelerin sende alacakları var. Belki başında sana Allahın emirlerini illa tutturacak birisi olmadığından rahatsındır ama unutma bunun hesabını vereceksin.

              “ Hesap görücü olarak Allah yeter.”
 
Nisa(6)” Yetimleri deneyin. Evlenme çağına erdiklerinde, eğer Reşit olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (ve mallarını geri alacaklar) diye israf ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin. (Velilerden) kim zengin ise (yetim malından yemeğe) tenezzül etmesin. Kim de fakir ise, aklın ve dinin gereklerine uygun bir biçimde (hizmetinin karşılığı kadar) yesin. Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.”
 
                 “Bir anlayabilseniz!"
 
Şuara(113) "Onların hesaplarını görmek ancak Rabbime aittir. Bir anlayabilseniz!" 

              “ hesap ve ceza gününü yalanlayanların vay haline!  “

Mutaffifın(11) O gün yalanlayanların; hesap ve ceza gününü yalanlayanların vay haline!

                Temiz giy Temiz ye Temiz İç

Bu üç madde ister medeniyet deyin ister uygarlık deyin isterse çağdaşlık deyin hepsinin verebileceği tüm derslerin ilk derste verilmiş ana kurallarıdır.

Bakara(168) “Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. “

 Nisa(2) “Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır.”

Maide(4) “(Ey Muhammed!) Sana, kendilerine nelerin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: "Size temiz ve hoş olan şeyler, bir de Allah'ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helâl kılındı. Onların sizin için tuttuklarından yiyin. Onu (av için) salarken üzerine Allah'ın adını anın (besmele çekin). Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah hesabı çabuk görendir.”

  Maide(100) (Ey Muhammed!) De ki: "Pis ile temiz bir olmaz. Pisin çokluğu hoşuna gitse bile." Ey akıl sahipleri Allah'a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.

  Müminun(51)” Ey peygamberler! temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz. Doğrusu ben, sizin yaptığınız şeyleri tamamen bilirim.”

Bu ve benzer ayetlerde tüm insanlara, Müminlere ve Peygamberlere ilahi emir giydiğimizde de, yediğimizde de, içtiğimizde de temizliği aramamız ve ona son derece dikkat etmemizdir. Bu tam yapıldığı takdirde hiçbir sosyal afetin yaşanmayacağı ilahi garanti altındadır. 

Medeniyetin, uygarlığın ve çağdaşlığın ilk şartı budur ve bunu verende İslam öğretisidir.
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #29 : 21 Şubat 2011, 22:36:24 »
                   AKRABAYA, YOKSULA, YOLDA KALMIŞA YARDIM


İslamiyet neme lazım toplumuna kapalıdır. O bana lazım diyen ve egosunu yıkarak başkaları için yaşayabilen son derece ahlaklı bir cemiyeti hedefler. Tek hak dinin hedef kitlesi olan tüm insanlığa tüm vahyin özeti olan Kur’anın birçok ayetinde yukarıda ki kelimeler tekrarlanarak ısrarla yardım ve yardımlaşma vurgulanır.

1400 yıl önce yani miladdan sonra 600’lü yıllarda beşeriyet kervanlarla sosyal alaka kuruyorlar ve şehirler ve ülkeler dört ayaklı hayvanlar üzerinde gerçekleşen ticaret vb hareketlerle birbirleriyle kaynaşıyorlardı. İşte bu ortamda insanlar yollarda kalıyorlar, eşkıya saldırılarına uğruyorlar ve en zengin olanlar bile en fazla yardıma muhtaç hale gelebiliyorlardı. İşte sadece bu nedenle bile Vatanında zengin olanlar bile İlahi taksimat olan Zekâta muhtaç oluyorlardı. Böyle bir sıkıntıya düşen Müslüman kardeşimize yardım; için, bunun memleketinde hanı var hamamı var katı, yatı, arabası, cipi var gibi basit duygularla karşı gelinebilir mi? Böyle bir niyet ve ya tutum kesinkes Allahın sünnetine ve adetullaha aykırıdır.

Nitekim Zekât ayetinde yoksullarla beraber Yolda kalmışlarda anılmıştır.

Müslümanların hayattaki durumunu anlatan şu hadisi şerifi iyice düşünmemiz gerekir;

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Din nasihatten (hayırhahlıktan) ibarettir!" Yanındakiler sordu: "Kimin için ey Allah'ın Resulü?" "Allah için, kitabı için, Resulü için, Müslümanların imamları ve hepsi için! Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona yardımını kesmez, ona yalan söylemez, ona zulmetmez. Her biriniz, kardeşinin ayinesidir, onda bir rahatsızlık görürse bunu ondan izale etsin."
Rivayet Eden: Ebu Hüreyre, Geçtiği Kaynaklar: Tirmizi, Birr 17,18  Müslim, İman 95,

Yukarıda ki hadiste efendimiz; mümin müminin aynasıdır” buyurmakla her şeyi anlatmışlardır. Kardeşine bakınca adeta kendini göreceksin ve kendinde ne olmasını istersen karşındaki kardeşinde de onun olmasını, neyin olmamasını istiyorsan onunda kardeşinde bulunmamasını arzu edeceksin, İşte İslam kardeşliği budur.

 Aşağıda ki hadisi şerif ise bu ahlakı en sade ve kısa olarak edebi bir tarzla ifade buyurmaktadır;

  "Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmedikleri kimsedir. Muhacir de Allah'ın yasakladığı şeyi terk edendir."
Rivayet Eden: Abdullah İbnu Amr İbni'l-As, Geçtiği Kaynaklar: Buhari, İman 4; Müslim, İman 64, (40) Ebu Davud, Cihad 2, (2481) Nesai, İman 9, (8,105)

Bu hadisteki Muhacir, Göçmen anlamında olup Hicretin sadece bir şehirden diğer şehre taşınmaktan ibaret olmayıp Müslüman’ın her türlü ahlaki ve insani istenmeyenlerden uzak durmasını anlatmaktadır.

Aşağıda ki ayetlerde konumuza başlık olan akrabaya, yoksula, yolda kalmışa yardım etme konusu en ibretlik bir biçimde izah edilmektedir;

İsra  26. “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma.”

Bakara 177.” İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.”

215. “Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne harcarsanız o, ana-baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir.”

Nisa 36. “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.”

 Rum 38. “Öyle ise akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak isteyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”

 Hacc 28. “Gelsinler ki, kendilerine ait bir takım menfaatlere şahit olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.”

Bu ayetlerden çıkan kısa derslerden bazıları;

1-yardım edeceğim diye kendini yardıma muhtaç hale düşürme!
2-Muhtaç olanlara en sevdiğin mallardan ver!
3-Malınla övünme bir gün yokluğuyla dövünebilirsin!
4-Maddi bakımdan altındakilere bak onlara karşı variyetinle kibirlenme!
5-Akrabanın, yoksulun ve yolcunun sende hakkı var, onu ödemeden kurtuluşa eremezsin!
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR