Gönderen Konu: Korktukları İslam Bu mu?  (Okunma sayısı 26032 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #30 : 25 Şubat 2011, 21:42:07 »

                 BİR İNSAN ÖLDÜRMEK TÜM İNSANLARI ÖLDÜRMEK GİBİDİR


Kur’anı kerimin; Tevrat ve İncilin doğrulayıcısı, onların destekçisi ve yenileyicisi olduğu birçok yerde izah edilmektedir. Son ilahi mesaj aynı zamanda eski ve yeni ahit olarak bilinen bu iki kitabın neshedicisi (yülürlüğüne son vericisi) olduğu da bilinen bir gerçektir. Yani, Şeriat kuralları ağırlıklı Tevrat’ında, Vaaz ve hikmet dolu İncilinde, ilahi ve nağmelerden oluşan Zebur’unda gerekli yerleri Kur’anı kerimde Allah tarafından korunmuştur.

Oryantalist denen basit bilgi kırıntılarıyla doğuyu araştırmaya ve kendi kimliğiyle onun kültürünü eleştiriye tabi tutan şarkiyatçılar vardır. Kimisi iyi niyetle doğuya yaklaşırken pek çoğu kötü niyetle meseleyi ele alırlar. İşte kötü niyetli çoğu Oryantalistler derler ki zehirli kitaplarında; “Kuranda Tevrat ve İncil’den çok alıntılar var”. Bre cahil adamlar! Dört kitabı da, onları öğreten peygamberleri de gönderen Allah aynı değil mi? Bu doğu bilimcilerin çoğunluğu şu en kolay ilmi ve ilahi gerçeği keşfedememişlerdir; Tek Allahın tüm insanlara bildirdiği ve tebliğ ettirdiği tek din vardır bu dinin adı İslam, bu dine iman edenlerin adı da Müslüman’dır. Tüm peygamberler birbirinin kardeşidir ve tüm Kitaplarda birbirinin tamlayıcısı ve devamıdır.

Nitekim bir ayette son peygamber Hz Muhammed s.a.v. e şu emir verilmiştir;

Maide 48. (Ey Muhammed!) Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp ta onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.
 
49. Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır.

 50. Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?

 Buradan tüm peygamberlerin birbirinin destekçisi olduğu kitaplarında birbirinin devamı olduğu anlaşılıyor. Hz İsa’ya vaaz ve hikmet dolu İmanı sağlamlaştırıcı İncil vahyedilirken Şeriat olarak ta Tevrat’a uyacağı emrediliyordu. Nitekim Hz İsa a.s. “ben yıkmaya değil Tevratı uygulamaya geldim” buyuruyordu.

Kur’anı kerimde de pek çok yerde asıl Tevrat ve İncil’e atıfta bulunulmakta ve bu iki kitabın neshedilmeyen bölümlerinin içinde bulunduğu beyan edilmektedir. İşte alttaki ayeti kerimede Tevrat’taki bir hükmün aynen kuranda da emredilişini görüyoruz;

“BİR İNSAN ÖLDÜRMEK TÜM İNSANLARI ÖLDÜRMEK GİBİDİR”

Maide 32. Bundan dolayı İsrail oğullarına (Kitapta) şunu yazdık: “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resullerimiz apaçık deliller (mucize ve âyetler) getirdiler. Ama onlardan birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir.

Kehf 74. Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklarında adam (hemen) onu öldürdü. Musa, “Bir cana karşılık olmaksızın suçsuz birini mi öldürdün? Andolsun çok kötü bir iş yaptın!” dedi.

Enam 151. (Ey Muhammed!) De ki: “Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri) çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın.36 Meşrû bir hak karşılığı olmadıkça Allah’ın haram (dokunulmaz) kıldığı canı öldürmeyin.37İşte size Allah bunu emretti ki aklınızı kullanasınız.”

Nisa 92. Bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak yanlışlıkla olması başka. Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse bir mümin köleyi azad etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir. (Öldürülen kimse) mü’min olur ve düşmanınız olan bir topluluktan bulunursa, mü’min bir köle azad etmek gerekir. Eğer sizinle kendileri arasında antlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine verilecek bir diyet ve mü’min bir köle azad etmek gerekir. Bunlara imkan bulamayanın, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay ardı ardına oruç tutması gerekir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Mümtehine 12. Ey Peygamber! Mü’min kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek,5 hiçbir iyi işte sana karşı gelmemek konusunda sana biat etmek üzere geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Furkan 68. Onlar, Allah ile beraber başka bir ilaha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıym178. Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır ayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar.

Bu ayetlerde iki önemli husus ortaya çıkmaktadır;

1-HAKLI YERE ADAM ÖLDÜRMEK (YETKİLİLERİN UYGULAYACAĞI KISAS)

Ayetlerde “bir adam öldürmek tüm adamları öldürmeğe” eşit sayılacak kadar büyütülürken ısrarla bir istisnada bulunuyor Şari taala hazretleri, o da, haklı yere adam öldürmektir. Haklı yere adam öldürmek yani bir adamın meşru olarak öldürülebilmesi sadece bir adam öldürene verilen ceza ile kesinleşen kısastır.

Kısasın hayat kaynağı olduğu yine yaratıcımız tarafından bildirilmektedir. Allah c, ailesi ve velisi akjsini istemedikçe katlin cezasında asla bir indirime yer vermemiştir. Zira aşağıda ki ayette de açıkça geçtiği gibi kısasta hayat vardır. Yani öyle bir caydırıcıdır ki bu ceza aklı başında hiçbir insan bu suçu işleyemez.

 Bakara (179)” Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.” 
Kısas ve Ölüm cezası konusunu ayrı bir konuda ele alacağız bu eserde inşAllah.

2-İSLAMA GİRİŞİN ADAM ÖKLDÜRMEME ŞARTINA BAĞLANMASI

 Mümtehine 12. Ey Peygamber! Mü’min kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek,5 hiçbir iyi işte sana karşı gelmemek konusunda sana biat etmek üzere geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Bu ayette Allah c, Son peygamber Hz Muhammed Mustafa s.a.v. e çok önemli bir emir ve tavsiyede bulunuyor ve Yeni İslam’a girecek Müslümanlardan başta Haksız yere adam öldürmek olmak üzere çok önemli şeyleri yapıp yapmama konusunda söz vermelerini (biat) istiyor.

NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #31 : 26 Şubat 2011, 18:10:22 »
                  İDAMI KALDIRMAK EN BÜYÜK İNSAN HAKKI İHLALİDİR!

Maksadımız, Yüce dinimizin her bakımdan insanlar için en mükemmel hayat biçimini sunduğunu anlamaya ve anlatmaya çalışmaktır. İnsan hakları konusunda İslam’ın ve Müslümanların koyduğu kuralları geniş olarak vermeye çalıştık. Dinimiz insanların haklarının ellerinden alınmasına engel olacak her türlü tedbiri de almıştır.

Seyahat, yerleşme, din, vicdan, ticaret vb tüm haklar İslam’da tam anlamıyla yerini bulmuştur. Bütün hakların kullanılabilmesi için ise en önemli bir hak vardır; hayat hakkı. Hayat hakkı konusunda “Bir insanı öldürmek tüm insanları öldürmek gibi fecidir” yazımızda ele almağa çalıştık. Bütün hakları ölülere vermenin bir anlamı olmadığı gibi bir adam, suçundan dolayı ölecek diye binlerce adamın ölmesine sebep olmakta çok feci bir yanlıştır. Bu nedenledir ki Kur’anı kerimde ve tüm ilahi vahi kaynaklarında İnsan öldürmenin cezası ölüm olarak geçmektedir. Bu ayetlerde  Kısas olarak zikredilmektedir.

KISAS NEDİR?

Bir şeyin tam karşılığı manasına gelen kısas, ilahi adaletin tecellisi için büyük bir örnektir. Tüm haklarını, hayatta dâhil öldürülerek kaybeden kişinin geride bıraktığı mağdurlara verilen seçenekli bir devlet eliyle cezalandırma yöntemidir. Bu ceza katilin öldürülmesidir. Seçenek derken kastedilen; bu mağdur kişi isterse kendi hakkını diyet olarak alabilmekte ya da karşılıksız katili affedebilmektedir. Kendi hakkı derken, kamu hukuku, ayrıca katili hapis sürgün ve ıslah gibi bazı şeylere tutabilir demektir.

Kısas, tüm hakların kullanılmasını ortadan kaldıran bir ihlale karşı tedbirdir. En büyük hak hayat hakkıdır ve buna yapılacak kasıt en iyi bir biçimde kısasla önlenir. Kısas kısaca, masum bir canı ortadan kaldıran kişinin idamıdır. Bu cezayı ancak maktulün velisinin katili affetmesi ve ya diyet almasıyla ortadan kalkabilmektedir.

“KISASTA HAYAT VARDIR”!

 179. “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.”
Bu hükme uymayanlar bir sizden bir bizden diye diye hiç bitmeyen kan davalarına yol açmışlardır. Özellikle doğu toplumlarında aşiret ve kabile sistemlerinindi etkisiyle sonu gelmeyen bu fesat ve katil sürüp gitmektedir. Hulasa Allahın emrini bırakanlar hiçbir zaman aradıkları huzuru bulamamışlardır. Aşağıda ki ayette de açıklandığı gibi kısası ve Allahın öngördüğü hükümleri uygulamayan toplumlar hem kendilerine hem de başkalarına karşı büyük bir zulüm yapmaktadırlar.

Maide 45. “Onda (Tevrat’ta) üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için kefaret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.”
İsra 33. “Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın. Çünkü kendisine yardım edilmiştir.”

Kısasta yani adam öldürme suçuna idam cezası uygulamada hayat vardır ancak bunu ancak akıl sahipleri anlar!


KISASI ANCAK MAĞDURUN AFFI DÜŞÜRÜR.

Suça göre caza vermek adaletin ve insan haklarının önemli şartlarındandır. Adam öldürme suçuna Kısasla hükmetmek dört kitabında yazdığı bir hükümdür,  buna rağmen İncil’de ve özellikle kur’anda maktulün velisine af yetkisi verilmesi ve bunu teşvik etmesi çok önemlidir. Aşağıda ki ayetlerde affı ve bunun daha iyi bir yol olduğunun izahı görülmektedir;

Şura 40. “Bir kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır). Ama kim affeder ve arayı düzeltirse onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz O, zalimleri sevmez.”

Bakara 178.” Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır.”

 Affı teşvik ederek taraflar arasında sulhu hedefleyen bir çok uygulamada Resulullah efendimizden sadır olmuştur ki orada da maktulün yakınlarına af önerilmektedir;

Resulullah (sav)'a, kendisine her ne zaman kısas bulunan bir dava getirildiğinde, mutlaka her seferinde affetmeyi emrediyor gördüm. Rivayet Eden: EnesGeçtiği Kaynaklar: Ebu Davud, Diyat 3, (4497) Nesai, Kasame 27
 
Resulullah (sav) Ebu Cehm İbnu Huzeyfe'yi zekat tahsildarı olarak gönderdi. Adamın biri sadaka ödeme meselesinde onunla inatlaştı. Ebu Cehm (ra) de adama vurup başından yaraladı. Hemen Hz. Peygamber (sav)'e gelip: "Ey Allah'ın Resulü, kısas istiyoruz" dediler. Resulullah onlara: "Size şu şu miktar diyet vereyim!" dedi ise de razı olmadılar. Resulullah (sav) miktarını daha da artırarak: "Size şu şu miktar diyet vereyim" dedi. Onlar yine razı olmadı. Hz. Peygamber (daha da artırarak): "Size şu şu kadar diyet vereyim" dedi. Bu sefer razı oldular. Bunun üzerine aleyhissalatu vesselam Efendimiz: "Ben bu akşam halka konuşup, onlara razı olduğunuzu bildireceğim!" dedi. "Pekala" dediler. Resulullah (sav) hitabesinde: "Bu Leysliler bana kısas talebiyle geldiler. Ben onlara (kısasa bedel) şu şu miktar diyet teklif ettim, onlar da razı oldular, siz de razı mısınız?" diye sordu. Fakat berikiler: "Hayır, razı değiliz!" dediler. Muhacirun onlara kızıp üzerlerine yürüdü. Resulullah (sav) onlara dokunmamalarını emretti. Muhacirun da ileri gitmekten vazgeçti. Sonra onları çağırıp, onlara verdiğini artırdı ve sordu: "Razı oldunuz mu?" "Evet" dediler. Resulullah tekrar: "Ben halka hitap edip, razı oldugunuzu bildireceğim" dedi. Onlar: "Pekala?" dediler. Resulullah halkı çağırarak: "Razı mısın?" diye sordu. "Evet razıyız!" dediler." Rivayet Eden: AişeGeçtiği Kaynaklar: Ebu Davud, Diyat 13, (4534) Nesai, Kasame 24

İslam’dan önceki Allahın peygamberlerine iman eden ve onlara nazil olan ilahi vahileri onaylayarak uygulayan Müminlerde On emir olarak geçen ve Adam öldürmenin yasaklanmasını da içeren metne benzer bir ayette son ilahi vahide vardır, aşağıda ki ayeti dikkatle inceleyelim;

En’am 151. (Ey Muhammed!) De ki: “Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri) çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Meşru bir hak karşılığı olmadıkça Allah’ın haram (dokunulmaz) kıldığı canı öldürmeyin. İşte size Allah bunu emretti ki aklınızı kullanasınız.”

TOPLU TERÖR VE EŞKIYALIK SUÇU DA ÖLÜM CEZASINI HAKEDEN SUÇTUR!

İslam, adından da ileri gelen huzur ve esenliği hedefleyen bir ilahi nizam olarak insanlar arasında terör, anarşi, fesatçılık, eşkıyalık, toplu yol kesicilik ve benzer çete suçları içinde en ağır ceza olan İdamı ön görmektedir. Yani yukarıda ki kısası anlatan ayetlerde geçen “bir adamın idamı “için haklı sebepler iki tanedir. Birisi buraya kadar anlatılan kısas diğeri de aşağıda ki ayette anlatılan yeryüzünde fesatçılık, bozgunculuk ve toplu işlenen çete ve terör suçlarıdır;

Maide  (33)” Allah'a ve Resulüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir azap vardır.” 

 Dünya da verilen hukuki cezalar aynı zamanda Ahirette kişinin Allaha suçsuz varmasının da belgeleri olacaktır. Zira Kişi Dünyada gerekli cezayı çekmeden giderse bir şekilde mahşerde, sıratta ve ya cehennemde çektikten sonra ancak aklanabilmiş olacaktır. Bu hususta yüce önderimiz a.s., şöyle buyurmaktadırlar;

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kıyamet günü hak sahiplerine haklarını mutlaka eda edeceksiniz. Öyle ki kabış (boynuzsuz) koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacak, taşa (niye bir başka) taş üzerine yüklenip kaldığından; adamın adamı niye yaraladığından sorulacak." (Ebu Hureyre) der ki: "Biz şunu da işitirdik: "Kıyamet günü, kişiyi tanımadığı birisi yakalar ve der ki: "Sen beni hata ve münker işlerken görüyordun, fakat ondan men etmiyordun!"   Rivayet Eden: Ebu Hureyre Geçtiği Kaynaklar: Müslim, Birr 6, (2582) Tirmizi, Kıyamet 2,

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Mü'minler cehennemden kurtarılıp, cennetle cehennem arasındaki köprüde bir müddet hapsedilirler. Bu sırada, aralarında dünyada geçmiş olan haksızlıklar kısas edilir. Böylece günahlardan temizlenip paklandıktan sonra cennete girmelerine izin verilir. Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, onlardan herbiri, cennetteki evini, dünyadaki evinden daha iyi bilir." Rivayet Eden: Ebu Said Geçtiği Kaynaklar: Buhari, Mezalim 1, Rikak 48
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #32 : 03 Mart 2011, 21:34:23 »
                   İSLAMDA RANDEVU/ÖN İZİN

Evrende tüm yaratıkların hayatını düzenleyen yaratıcımız, Akıllı yaratıklar yani Mükellef canlılar olan İnsanlar ve Cinler için sosyal hayatlarının tüm detaylarını da ilahi esas ve kurallara bağlayarak mutluluklarına halel gelmemesi için gereken emir ve yasakları koymuştur. Cinlerin hayatlarını detaylı olarak bilmediğimizden burada İnsan toplumunun günlük hayatlarında devamlı kullanacakları bir ilahi adabı ele alacağız; İslam’da randevu/ön izin

Hicretin 15. y.yılında da Dünya üzerinde 200 devletten 60 tan fazlası Müslüman’dır. Bu rakam bu yüz yılın sonunda inşAllah üçte bire ulaşacaktır. Bu aynı zamanda dünyadaki Müslüman nüfusla da orantılı hale gelecek, Müslümanların nüfusu genel nüfusun üçte birine ulaşacaktır. Bu günkü nüfus artış oranları ve İslam’ı seçenlerin ve mühtedilerin oranları da bunu göstermektedir.

Bundan tam 1430 yıl önce 10 binlerle ifade edilen bir sahabe topluluğuna nazil olan ayetler artık bu gün Milyarlarla ifade edilen Ümmete en medeni bir biçimde yol ve edep öğretmeye devam etmektedir. Komşuluk, aile, cemiyet ve halk arasındaki sosyal ilişkilere hatta halk ile siyasi otoritenin büroları arasında ki alakaya kesin çözümleri de İslamiyet getirmiştir.

Şunu en başta söylemeliyiz ki, İslamiyet eşittir medeniyettir. Nitekim ilk İslam devletinin kurulduğu Yesrip şehrinin adı evvela Medine olarak değiştirilmiş ve uygar bir toplumun bütün kuralları ve esasları ayetler ve hadislerle tespit edilmiştir. Bu bakımdan şu anda ki dünya medeniyeti hala Medine medeniyetinin çok çok  gerisindedir.

TOPLUM İÇİNDE FISILDAŞMAK

Hiçbir insanın hoş görmediği bu davranışı yüce kitabımız çok edebi bir tarzla yasaklamış ve kimsenin huzursuz olmasına müsaade etmemiştir. Bu konunun İzin ve Randevuyla ilgisine gelince; konuyla alakalı ayetlerin sonuncusunda okuyacağınız gibi, Bir Makam sahibiyle görüşmeden önce izin alınması yani randevu talep edilmesi öngörülüyor ve o makama ulaşmakta zorluk çekenlerin hakkı olarak bir sadaka verilmesi tavsiye ediliyor. Bu durum, görüşme talebinde ancak ihtiyacı olanların bulunabilmesi bakımından önemlidir.

 Mücadele 8. “Gizlice konuşmaktan menedilip de, menedildikleri şeyi işleyen ve günah, düşmanlık ve peygambere isyanı konuşanları görmedin mi? Sana geldiklerinde Allah'ın seni selamlamadığı selamla selamlıyorlar. İçlerinden de, "Söylediklerimizden dolayı Allah bize azap etse ya!" diyorlar. Cehennem onlara yeter! Oraya girecekler. Ne kötü varış yeridir orası!”   

 9. “Ey iman edenler! Siz baş başa gizlice konuştuğunuz zaman, günah, düşmanlık ve peygambere isyanı konuşmayın. İyilik ve takvayı konuşun ve huzuruna toplanacağınız Allah'a karşı gelmekten sakının. “ 

 10. “O kötü fısıltılar iman edenleri üzmek için ancak şeytandan kaynaklanmaktadır. Oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar verebilecek değildir. Öyle ise müminler ancak Allah'a tevekkül etsinler.”

RANDEVUDA ÖNCELİKLİ OLANLAR SADAKA VERMELİDİR!

Gerek dini anlamda gerekse idari anlamda bir büyüğün yanına varılıp bir şey konuşulmak istenince mutlaka önceden izin almalı ve her iki tarafında hazırlıklı olmasına imkan vermelidir. O makama kolay varamayan garibanlara sadaka verilmesi emri de çok manalıdır;

12.” Ey iman edenler! Peygamber ile baş başa konuşacağınız zaman, baş başa konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet (sadaka verecek bir şey) bulamazsanız, bilin ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”   

KALKACAĞAIN YERE OTURMA!

Bir toplantı durumunda meclislerde herkes yaşına başına göre yer almalı ve kimse kalkacağı yere oturmamalıdır. Bu ilahi emir ve tavsiyeler küçükler ve büyükler arasında ki sevgi ve saygının büyük bir dayanışmaya da önayak olması bakımından çok önemli bir sosyal tercihtir.

 11.” Ey iman edenler! Size, "Meclislerde yer açın" denildiği zaman açın ki, Allah da size genişlik versin. Size, "Kalkın", denildiği zaman da kalkın ki, Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”   
 
BİRBİRLERİNİ MAA İLE VE YA YALNIZ ZİYARETLERDE ÖNCEDEN İZİN ALMALI

Nur 27. “Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selam vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor.”   

 28.” Eğer evde kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, "Geri dönün" denirse hemen dönün. Çünkü bu sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.” 
 
Edep ve nezaket dini bulunan İslâm, her hususu bir esasa bağlamış ve bir insana yaraşır tarzda yaşamanın ölçülerini tespit etmiş bulunmaktadır. Bu cümleden olarak içinde oturanlardan izin almadan evlere, mesken hükmünde bulunan otel odalarına, ev yerine kullanılan çadırlara ve kapısı olan her meskûn yere girilemeyeceğini yukarıda ki ayetlerde haber vermiştir. İman ve irfan sahibi bulunan her insanın bu hükümlere saygı ve dikkat göstermesi dinî bir terbiye gereğidir.

Mesken, iptidaîlikten uzak insan topluluklarının gece ve gündüz, fert veya aile olarak barındıkları ve her türlü medenî ihtiyaçlarını gördükleri ev, oda ve obadır.

Buralarda oturan kimseler, her türlü tecavüzden uzak olarak yaşama hürriyetine ve mesken masuniyetine sahip bulunmaktadırlar. Bu hürriyet, Allah Teâlâ'nın her insana eşit olarak bahşettiği bir hak olduğundan, hiçbir şahıs tarafından kısıtlamaya tâbi tutulamaz.
Âyet-i kerimenin ifade ettiği manadan açıkça anlaşılmaktadır ki, başkasının oturduğu her hangi bir kapalı yere girmeden önce haber verilecek, müsait olmadıklarını beyan ederlerse geri dönülecek buyur edilirse de selam vererek girilecektir.

Ayrıca Kapı ziline ev sahibinin telâşlanmasına sebep olacak şekilde basmamalıdır. Bu tarzda bir acelecilik yapmak ve ev sahibini yüksek sesle dışarı çağırmak, dinimizin yasakladığı kabalıklardandır.

"Kapıyı tıklatarak izin istemenin son haddi üç defadır Birinci vuruşta ev halkı (sese) kulak verir. İkincide (evi toplayıp) düzeltirler. Üçüncüde ya izin verir veya (geleni) geri çevirirler"  Kapının önünde ısrarla beklemek, ev sahibini taciz etmek olur. Şayet içerden "Kim o?" denilirse, ev halkının tanıyacakları isim ve lakabını söylemeli, 'Kim o?" sorusuna "Ben" diye cevap vermemelidir. Zira ben demek, kendimizi tanıtmak için yeterli bir ifade değildir. Kapı açılıp ev sahibi çıkacak olursa selâm verip "Girebilir miyim?" diye müsaade istemelidir.

Aile içinde yani daima aynı evin farklı odalarını kullanan en yakın fertler arasında bile birbirlerinin odalarına girmeden önce izin alma talimatını da aşağıdaki ayeti kerime bakın nasıl vermektedir;

Nur 58 "Ey iman edenler! Sağ ellerinizin mâlik olduğu (köle ve câriyeler), bir de sizden olup da henüz büluğ çağına erişmemiş (küçük)ler (şu) üç vakitte; sabah namazından önce, öğle sıcağından elbiselerinizi çıkardığınız zaman, bir de yatsı namazından sonra (odanıza gelecek olurlarsa) sizden izin istesin(ler). (Bu) üç (va-kit), sizin için avret (ve halvet vakitleri)dir Bunlardan sonra ise birbirinizi dolaşmanızda ne sizin üzerinize ne de onların üzerine bir vebal yoktur. Allah, ayetleri size böyle açıklar Allah, (her şeyi) hakkıyla bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.”

Allah’ın son peygamberi olan Hz Muhammed Mustafa a.s., kendisinde tüm insanlık için en güzel yaşanılacak örneklerin ve mükemmel bir ahlakın var olduğu bir resul olarak, insanların birbirleriyle yaşanacak gündelik hallerinde ki davranışlarını yeri geldikçe anlatmış ve yaşamıştır. Aşağıda ki bazı hadisi şeriflerde bu konu son derece veciz bir tarzla izah edilmiştir;

 Bir adam, Resulullah (sa)'ın huzuruna girmek için izin istemişti. Aleyhissalatu vesselam: "Bir aşiretin kardeşi ne kötü!" buyurdu. Ama adam girince ona iyi davrandı, yumuşak sözle hitap etti. Adam gidince: "Ey Allah'ın Resulü! Adamın sesini işitince şöyle şöyle söyledin, Sonra yüzüne karşı mültefit oldun, iyi davrandın" dedim. Şu cevabı verdi: "Ey Aişe! Beni ne zaman kaba buldun? Kıyamet günü, Allah Teala hazretlerinin yanında mevkice insanların en kötüsü, kabalığından korkarak halkın kendini terk ettiği kimsedir." Hz Aişe anlatıyor,  Buhari, Edeb 38, 48

Ravi : Ata İbnu Yesar Hadis : Bir adam Resulullah (sav)`a sordu: "Annemin yanına girerken izin isteyeyim mi?" "Evet iste." "Ama ben evde onunla beraber kalıyorum." "Annenin yanına girerken izin iste!" "Ama ben ona hizmet ediyorum." "Anneden izin iste! Anneni çıplak görmen hoşuna gider mi?" "Hayır!" "Öyleyse ondan izin iste!" Hadis No : 3368

Ravi : Semüre İbnu Cündüb Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Biriniz bir sürüye uğradığınızda, sahibi başında ise izin alsın, izin verirse süt sağıp içsin, sahibi orada yoksa, üç sefer seslensin, cevap verirse izin istesin, cevap vermezse sağsın ve içsin."K. sitte  Hadis No : 3930

Ravi : Rıbi İbnu Hiraş Hadis : Rıbi İbnu Hiraş, Beni Amir`e mensup bir adamdan naklediyor: "Resulullah (sav) bir evde bulunduğu sırada, yanına girmek için: "Girebilir miyim?" diye izin istedi. Aleyhissalatu vesselam hizmetçisine: "Çık, şu gelene isti`zan (izin alma) adabını öğret, bu maksatla ona: "Esselamünaleyküm, girebilir miyim?" demesini söyle!" buyurdu. Adam bunu işitmişti, (hizmetçiyi beklemeden): "Esselamünaleyküm, girebilir miyim?" dedi. Resulullah (sav) da adama izin verdi, o da girdi. K. Sitte Hadis No : 3361

Her makama göre en uygun davranış İslamiyet tarafından emredilmiş, nerede, nasıl konuşulacağı ve kimlere nasıl bir davranılacağı bir bir ifade edilmiştir. Mesela peygamberimizin şahsında büyüklere karşı nasıl hitap edileceği son derece veciz bir biçimde şöyle emredilmektedir;

Hucurat 2. “Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider.”
 
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #33 : 12 Mart 2011, 22:29:54 »
                  İSLAM BORÇLUNUNDA YOLUNU AÇAR


Akıllı bir varlık olarak insan, toplu yaşayan bir yaratıktır ve yaratılaşmışların en kerametlisidir. Birbirleriyle alış verişe dayalı aktivite yapan ve Aralarında hukuk bulunan başka bir canlı yoktur. Bu nedenle insanlar arasında kurulan alakalara göre içten dışa doğru yayılan dalgalar halinde hak gurupları oluşmuştur.

Ana baba, Çocuklar, Komşular, Akrabalar ve tüm İnsanlar. Bu gurupların birbirlerine olan seçmeli ya da mecburi sorumlulukları hakkında ayrı ayrı konular ele alınmıştır.

Bu hak sahiplerinin nicelik ve niteliklerini belirleyen İslam, hakların verilmemesini zulüm saymış ve her türlü yaptırımı getirerek sosyal adaleti Dünyaya tesis etmeyi hedeflemiştir. İslam’da bu hakkın adı farz olarak zekâttır. Zekâtın ilahi bir şekilde takdir edilmesi ve oranları sosyal adaleti kurmaya, hırsızlığı ve arsızlığı kaldırmaya son derece yeterlidir. Eğer yeterli olmaması söz konusu olursa İslam’ın ikinci vergi türü devreye girer ki bu da normal hallerde seçmeli, seferberlik ve zor günlerde de zorunlu olan İnfak/maldan dağıtma yolu devreye girer.
 
Kuranda “zekât ve namazı eda edinceye kadar insanlarla savaşın” diyen ayetler vardır. Kuranda 28 yerde beraber anılan bu ikiz ibadetler İslam’ında, sosyal adaletinde temelidirler. Aşağıda ki ayet bunların biridir ve Müslüman kardeşliğinin şartlarını vermesi bakımından çok önemlidir;

Tevbe 11. “Fakat tövbe edip, namazı kılar ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin din kardeşlerinizdir. Bilen bir kavme âyetleri işte böyle ayrı ayrı açıklarız.”

Bu ayette ve benzeri pek çok ayetlerde İslam birliğinin, kardeşliğinin ve İslam ittifakının gerekli harç ve çimentosunun en başında bu iki unsurun geldiği vurgulanmaktadır.

Peygamberimiz vefat ettikten sonra bazı “dinden çıkma” olaylarının yaşanması üzerine ilk halife Hz Ebubekir r.a., üzerlerine gitmiştir. Mürtetler, namazı kılalım ama zekâtı vermeyiz demişlerdi, işte bunun üzerine halife onlara savaş açarak namazla zekâtın asla ayrılamayacağını ve böyle bir Müslümanlığın kabul edilemeyeceğini ilan etmiştir.

BORÇLUYA KOLAYLIK EMRİ

Bakara 280. “Eğer borçlu darlık içindeyse ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.”

Kuranda ki Zekâtın verileceği kişileri anlatan ayette ki sekiz sınıf arasında borçlularda yer alır.

Tevbe 60. “Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”


BORÇLULUK CEHENNEM AZABI GİBİDİR

Furkan 65.” Onlar, şöyle diyenlerdir: “Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır, gerçekten onun azabı sürekli bir borçluluk gibidir/helaktir!”

Rahmanın kullarının nasıl dua edeceklerinin de örneklerini veren bu ayetler topluluğu gerçekten son derece manalı metinler taşımaktadır. Bu konuda “Rahmanın kullarının huyları” başlıklı yazıya bakınız.

Allah’ın dininin son şekli olan İslamiyet’in canlı bir yaşayan örneği iyi ki önümüzde duruyor. Uzak değil 1400 yıl önce, hemen yakınımızda ve tüm ayrıntılarıyla günlük hayatı bile bizlere aktarılmış bir örnek peygamberimiz var. İşte bu âlemlere rahmet olarak gönderilen Allahın elçisi borçlularla alakalı söz ve davranışlarını beyan eden birkaç hadisi şerif var kütübü siytyeden  önümüzde, şimdi onlara bir bakalım;

BORÇLUYA KOLAYLIK

Ravi : Ebu Katade Hadis : Anlattığına göre, Ebu Katade, bir boçlusunu (para taleb etmek üzere) aramıştı. O, kendisinden gizlendi. Bilahare adamı buldu. Ancak: "Dardayım" dedi. Bunun üzerine: "Allah`a yemin eder misin?" diye sordu. Borçlu: "VAllahi" diye yemin etti. Ebu Katade: "Ben Resulullah (sav)`ın, "Kim Allah`ın kendisini kıyamet gününün sıkıntısından kurtarmasını isterse darda olana nefes aldırsın veya tamamen bağışlayıversin" dediğini işittim" dedi. Hadis No : 1938

Ravi: Ebu Hüreyre : Diğer bir rivayette şöyle gelmiştir: "Resulullah (sav) buyurdular ki: "Bir adam hiç hayır amelde bulunmadı. Ancak halka borç verir ve borcunu toplayan elçisine: "Kolay ödeyecekten (zenginden) al, zor ödeyecekten (fakirden) alma, vazgeç. Ola ki Allah da bizim günahlarımızdan vazgeçer" derdi. Allahu Teala hazretleri bunun üzerine: "Haydi senin günahlarından vazgeçtim" buyurdu."  Kaynak: Buhari, Buyu 18, Enbiya 50; Müslim, Müsakat 31, (1562); Nesai, Buyu 104

BORÇLUNUN CENAZESİ BORCU ÖDENMEDEN KILINMAZ!

Ravi: Ebu Katade : Resulullah (sav)'a namazını kıldırıvermesi için bir adamın cenazesi getirildi. Aleyhissalatu vesselam: "Onun üzerinde borç var, arkadaşınızın namazını siz kılın!" buyurdu. Ben: "(Borç) benim üzerime olsun, ey Allah'ın Resulü" dedim. "Sadakatle mi?" dedi. "Sadakatle!" dedim. Bunun üzerine cenazenin namazını kıldı."  Kaynak: Tirmizi, Cenaiz 69, (1069); Nesai, Cenaiz 67, (4, 65)

Sonuç; Bir içtimai nizamı da beraberinde getiren İslam, borç konusunda sıkıntı yaşayan Müslüman’a da çözümü getirmiştir. Allah ve Resulü adına sosyal bir vergi sistemi olan Zekâtı toplayan devlet ve siyasi otorite borçluya bu fondan onu rahatlatacak gerekli payı ayıracaktır. Beşeri sistemlerde olduğu gibi borçluyu alacaklı ve onun celladı olan kanun adamlarının eline asla bırakmayacaktır.

İlahi sistemin beşeri kapitalist sistemden farkı en iyi burada anlaşılmaktadır ki, Kazandığını haram yollarda harcamamakla beraber iflas eden ve zora giren, elinde de ödeyecek mali bir varlığı olmayan Mümin tacirlerin borcuna yakınlarından ve variyetli Müslümanlardan da bir yaklaşım olmadığı takdirde Allah c, zekat müessesesini onlarında imdadına yetiştirmeyi emretmiştir.
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #34 : 22 Mart 2011, 14:21:02 »
              İSLAMDA AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI


Dinimizde temizlik bütün farz ibadetlerin olmazsa olmazıdır. Bu nedenle de “temizlik imandandır” buyrularak ilk farzın o olduğu vurgulanmıştır. Beden temizliği, ruh temizliği ve elbise temizliği gibi konularda İslam’ın verdiği ölçülere kendi konularında değinmiştik.

Kur’anda temizlik maddi olanlarda taharet kelimesiyle;

 Enfal(11)” Hani (Allah) kendi tarafından bir güvenlik olarak sizi hafif bir uykuya daldırıyor; sizi temizlemek, sizden şeytanın vesvesesini gidermek, kalplerinizi pekiştirmek ve ayaklarınızı sağlam bastırmak için üzerinize gökten yağmur yağdırıyordu.”   

Manevi olanlarda ise tezkiye kelimeleriyle anlatılır.;

Leyl(18) “temizlenmek için malını hayra veren en muttekî (Allah'a karşı gelmekten en çok sakınan) kimse o ateşten uzak tutulacaktır.“

Cuma(2) “O, ümmîlere, içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Halbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”
 
Ta He Ra/temizledi kökünden gelen temizlik normal olduğunda taharet, başkasına da ilişkilendirildiğinde tathir, derinlemesine maddi olarak tüm vücuda uygulandığında ise tatahhür kelimeleriyle anlatılır;

Aşağıda ki iki ayette bu anlamda temizlik vurgulanır ki cenabetten ve ona eş değer manevi pisliklerden arınma şekli emredilmektedir;

Bakara(222) “Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: "O bir ezadır (rahatsızlıktır). Ay halinde kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şüphesiz Allah çok tövbe edenleri sever, çok temizlenenleri sever." 

Maide(6) “Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin). Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat o sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.”

Bu İslam’da ki maddi ve manevi temizlik vecibesi tüm peygamberlerin tebligatında aynıdır, nitekim aşağıda ki ayette Lut aleyhisselamın iman etmeyen kavminin söyledikleri iman eden Müminlerin nasıl temiz olduklarını anlatması bakımından manidardır;

 Araf(82) “Kavminin cevabı ise sadece, "Çıkarın bunları memleketinizden! Güya onlar kendilerini fazla temiz tutan insanlar!..." demek oldu. “

Ağız ve diş sağlığı da İslam’ın en başta gelen önemli temizlik dallarındandır. Yaşanan o çağlarda yapılabilecek en mükemmel ağız ve diş temizliği bütün peygamberler olduğu gibi son peygamber Hz Muhammed Mustafa s.a.v. tarafından da uygulanmış ve uygulatılmıştır. Erak denilen bodur bir çöl bitkisi olan Misvak ağacı bu temizlikte kullanılan en önemli bir ağız ve diş temizlenme fırçasının yapıldığı bir bitkidir. Bu ağacın kahveye benzer meyvesi ve yaprakları da o zamandan beri antiseptik ve antiromatizmal olarak kullanılmaktadır.

20 cm uzunlukta kesilen serçe parmağı kalınlığında ki ağacın filizleri en ucundan beş cm soyularak ıslatıldıktan sonra liflendirilir ve dişler yavaş yavaş ovulur. Bu gün tıbbende keşfedilmiştir ki bu ağacın özünde diş ve dişeti sağlığı için elzem olan Etilamin, Sodyum, Froid, Potasyum, Fosfor, Alkaloid, Kalsiyum ve benzeri her şey bulunmaktadır. Bazı şirketler bilindiği gibi diş macunlarına Misvak özü katarak bunu tescillemişlerdir. Ayrıca Misvak ağacının özünde beyazlatıcılık, kanı durdurma, asit salgılama ve güçlendiricilik özelliğide vardır.
Rasülüllah s.a.v.,misvak’ı her abdest öncesi kullanmış ve tavsiye ederek sünnet kılmıştır. Bütün İslami ibadet ekollerinde Misvak sünnettir. Peygamberimiz a.s., dişleri sararanları uyararak kullanmaya teşvik etmişlerdir. Aşağıda konuyla alakalı bazı hadisi şerifleri görelim;

Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Dört şey vardır, bunlar geçmiş peygamberlerin sünnetlerindendir: Haya, koku sürünme, evlenme, misvak kullanma." Rivayet Eden: Ebu Eyyüb Geçtiği Kaynaklar: Tirmizi, Nikah 1, (1080)

Resulullah (sav)'nın şöyle söylediğini işittim: "Ümmetime zahmet vermeyecek olsam, her namazda misvak kullanmalarını emrederdim ve yatsı namazını da gecenin üçte birine kadar te'hir ederdim." Rivayet Eden: Zeyd İbnu Halil el-Cüheni Geçtiği Kaynaklar: Ebu Davud, Taharet 25, (47) Tirmizi, Taharet 18, (23)

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kına yakma, koku sürünme, misvak kullanma ve evlenme bütün peygamberlerin tabi olageldikleri sünnetlerdendir." Rivayet Eden: Ebu Eyyüb Geçtiği Kaynaklar: Tirmizi, Nikah 1, (1080)

Resulullah (sav) buyurdular ki: "On şey fıtrattandır: Bıyığın kesilmesi, sakalın uzatılması, misvak, istinşak (burna su çekmek), mazmaza (ağza su çekmek), tırnakları kesmek, parmak mafsallarını yıkamak, koltuk altını yolmak, etek traşı olmak,   istinca yani taharetten sonra kuruluktan emin olmak  " Rivayet Eden: Aişe Geçtiği Kaynaklar: Müslim, 56 (261) Ebu Davud, Taharet 29, (53) Tirmizi, Edeb 14, 

Bu gün binlerce yıllık kafatasları incelendiğinde dişlerin bembeyaz olduğunu gören antropologlar hayretler içinde kalmaktadırlar. Bunun en büyük etkeninin hiçbir kimyasal gıda almamaları ve hiçbir kimyasal içermeyen misvak la ağız ve diş temizliği yapmış olmalarıdır.
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #35 : 01 Nisan 2011, 23:55:42 »
                     MÜSLÜMAN HER AN BİR YENİ ÇALIŞMADA OLMALI


Cenabı hak, bütün sıfatlarından bir nebzesini kullarına vermiş ve en üstün bir yaratık olmanın gereklerini yerine getirmelerini sağlamayı hedeflemiştir. Halık, Hallak, Sani, Mükevvin, vb pek çok zatına ait isim ve sıfatları genel olarak yaratmak ve yoktan var etmek anlamına gelir. Ayrıca bu isim ve sıfatların işlevi bitmiş değildir ve devam etmektedir.

İnsanlar, bir miktar çalıştıktan sonra dinlenmek ihtiyacı duyarlar ama Allah asla yorulmaz ve istirahata ihtiyacı olmadan devamlı bir yaratma işindedir. Zatı yüce rabbimiz evreni altı evrede yaratmış bunu altı gün olarak alırsak bir gün boş bırakmıştır. Bu insanlara dinlenilecek haftada bir zaman ayırmaya işaret sayabiliriz ama kendi zatına asla yorulma bulaşmayacağını bizzat beyan etmişlerdir;

Ahkaf (33) “Gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah'ın, ölüleri diriltmeye gücünün yeteceğini görmediler mi? Evet şüphesiz O, her şeye hakkıyla gücü yetendir. “
 
 Zira o zatı ecelli ala, her türlü eksiklik sıfatlarından uzaktır. Evrenin insana hizmet etmeye devam edebilmesi için yaratıcı da daima yeni bir yaratma ve yenileme içindedir. Kâinattaki benzersiz denge ve her ilkbaharda hayatın yeniden inşası gibi örnekler onun her an bir işte olduğunu anlatır. Bunun ayetteki beyanı ise şu ayettir;

Rahman; 29 – “Göklerde ve yerde bulunanlar, O'ndan isterler. O, her gün yeni bir iştedir.“

Yerde ve gökte bulunan canlı, yarı canlı ve cansızlardan oluşan 18 bin âlem onun rahmet sıfatına sığınmış, ondan her an istemektedirler. Canlıların istemesi bir ayrı, cansızların istemesi bir ayrıdır. Canlılardan akıllıların duası ayrı hayvan türlerinin duası başka türlüdür. Yarı canlı diyebileceğimiz bitkilerin duaları ve Rahmandan rahmet istemeleri sürekli sağa sola rüzgârların itmesiyle dönerek sallanarak hu çekmeleridir. İnsandan başka düşünme yetisi olmayan milyonlarca canlı türü ise ilahi bir içgüdü ile sahiplerinden her halleriyle isterler ve istediklerini alınca da eşsiz teşekkür gösterileri yaparlar. Binlerce sığırcık kuşunun belli yer ve saatlerde gökyüzünde saf saf olup büyük bir ahenk içinde dans ettikleri gibi.

Evrenin bilinen tek akıllı yaratığı ve Allahın yeryüzünde diğer canlılar üzerine halife yaptığı İnsanoğlu ise Allaha olan şükür borcunu ifa ettiği müddetçe yaratıcı tarafından en şerefli bir makama çıkarılmıştır. Bu şükür ifası onun Mükellef olması demektir ve belli bir yaşa gelen her Müslüman insanın bazı şeyleri yapmakla, bazılarını da yapmamakla yükümlü olması demektir. Mükellef olmanın tek şartı akıldır. Buda insanda vardır ancak, işte bu yüzden her insan önce imanla mükelleftir. İman eden her Müslüman ise yeni tekliflerle baş başadır. Müslüman’a yapılan bu tekliflerin bir cümlede ifadesi alttaki İnşirah ayetlerinde verilmekte, yoruluncaya kadar çalışmaları, bir işten ayrılınca diğerine sarılmaları ve çalışmalarının meyvesi olarak ister fert ister cemiyet olarak en üstün bir konuma ulaşmaları öngörülmektedir;

İnşirah; 5 – “Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık vardır. 6 - Evet, zorlukla beraber bir kolaylık vardır. 7 - O halde boş kaldın mı, yine kalk (başka bir iş ve ibadetle) yorul.”

Tabiatın ve Allahın kanunlarının gereği şudur; İnsan İslam’ la en üstün bir yaratıktır. Bu üstünlük İslam’dan gelmesi bakımından izafidir. Esas üstünlüklerin ve kemal sıfatlarının tümü Allaha ait olup bu sıfatlardan birer gölge mesabesinde insanlara verilmiş olmasından dolayı Evrenin akıllı yaratığı İnsanda kendisine düşen payeyi Allaha ve onun elçileriyle beraber getirdiklerine inandıkları takdirde üstlenebilmektedir.

“Her an bir yeni çalışma” özelliği İnsanlar içindir. Bunun Allah’ta karşılığı ayette de geçtiği gibi “her an yeni bir yaratma” dır. Kemal sıfatlarının birer zerresinin görüntülendiği İnsanoğlu da bu nedenle bir işten bir işe koşacaktır. Başarı ve İslam’ın şahsında en üstün olmak onun en başta gelen şiarıdır.

Bu gün dünya devletleri arasında 3. Ligde İslam devletlerinin bulunması ve pek azının ancak 2. Lige çıkabilmesi ve hala 1. Lige tırmanarak İslam’ı temsil edememelerinin sorumluluğu çok büyüktür. En gelişmiş ülkeler arasında hiçbir İslam ülkesinin bulunmaması utanç veren bir zillettir. Bunun vebali birinci olarak tüm kutsal emirlere, direktiflere ve tarihi mazimize rağmen basit bir koltuk ve makam uğruna halkın uyanmasına ve İslam’a sarılmasına tahammül edemeyen çağdaş diktatörlerdir. İkinci olarak ise bu vebal, Kur’anı rafa kaldırarak onun sadece namazda okunan dualar için olduğunu sanıp ondaki ilme verilen önemi, Müslümanların her bakımdan en üstün olmaları yönündeki talimatlarını kavrayamayarak kız çocuklarını okula bile göndermekten uzak duran avam’adır.

Müslümanların bu gün en üstün olmamalarında bir sorumlu daha vardır. Onlar bu konuda şu anda bile Allaha hesap veren tarihi şahsiyetlerdir ki dünya çapında İslam devletleri kurarak en üstün olduklarında bu durumlarını koruyarak geleceğe teslim edememişlerdir.  Burada tek soru bile bu sözün doğruluğunu ispata yeterlidir;

Allah c, kur’anda “Düşmanlarınıza karşı en güçlü olmak için en son teknolojileri kullanarak hazırlıklı olun” diye bir emir vermemiş midir?

Enfal (60) “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.“

Kur’an ve İslam’ın esasında var olan bu, çalışarak ve sonucu Allaha havale ederek “her bakımdan en üstün olma” sevdasını çok iyi bilen gayri Müslim ve hatta İslam düşmanı devletler, Müslümanların ve İslam devletlerinin ayağa kalkarak koşmalarına, ön saflarda yer almalarına asla imkân vermemek için ellerinden gelen tüm çabaları harcamaktadırlar.

Müslüman ülkelerin güçlü ülkeler kategorisinde şu ülkeden yana yok bu ülkeden yana gibi zillet ve meskenet kokan sınıflandırmalara tabi tutulmaları en büyük gaflet ve dalalettir. Böyle bir durumda olmak yani Müslümanların AB yanlısı, ABD yanlısı, RUS, ÇİN yanlısı gibi anılmaları İmandan uzaklaşmış olduklarının da en önemli kanıtıdır.

Zira yüzce yaratıcımız bizlere hedefi 1400 yıl önce son mesajında bildirmiştir;

“İNANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZLERSİNİZ”

Aliımran 139. “Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.”

İşte İslam’ı anlamak istemeyenlerin daha doğrusu Allah ve din inancı olmayanların korktukları İslam budur. Ancak korkmaya gerek yoktur zira eğer Allah’a imanın varsa bu onun gereğidir eğer yoksa korkunun da ecele faydası yoktur.
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı bin_sultan

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 341
    • http://www.teslimiyet.com.tr.tc
İslamda Dini Azınlık Hakları
« Yanıtla #36 : 12 Nisan 2011, 20:37:11 »
                 İSLAMDA DİNİ AZINLIK HAKLARI!


İnsanlığa sunulan,  ilahi isteklere uygun hayat tarzında, doğru olmasa da uyanları bulunan diğer din mensuplarının tüm hakları koruma altına alınmıştır.

Mal, can, ırz ve dini için İslâm devleti tarafından güvence verilmiş olan ehl-i kitap. Zimmet ehlinden bir kişi haline gelir. Zimmet; söz, güvence, kefalet, hak, saygı, kendileriyle anlaşma yapılan topluluk anlamlarına gelir. Ehl-i zimmet ise; Hıristiyan, Yahudi ve başkaları gibi ehl-i kitaptan İslâm yurdunda oturanlardan kendileriyle anlaşma yapılanlar demektir.  Bir hukuk terimi olarak zimmet; gayri Müslimlerin cizye verip itaat etmelerine karşılık İslâm topraklarında yerleşmelerine izin verilmesi; mal, can, ırz ve inançlarının korunması ve dış saldırılara karşı İslâm Devleti tarafından savunulmaları demektir.
 
ZİMMİ, Müslüman olmayan dini azınlık demektir. CİZYE ise bu İslam ülkesindeki dini azınlıktan alınan vergidir.

 İslâm devleti bünyesinde yaşayan gayr-i Müslim vatandaşların mükellef olan erkeklerinden can ve mallarını koruma bedeli olarak yılda bir defa alınan vergiye cizye denir. Buna cizye denilmesinin sebebi, zimmî denilen cizye yükümlüsünü ölümden koruduğu içindir. Bir İslâm beldesinde yaşayan gayr-i Müslim, İslâm'a girerse cizyeden kurtulur. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyrulur:

"Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığı şeyleri haram tanımayan, hak dinini din olarak kabul etmeyen kimselere, zelil ve hakir olarak kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşınız. " (et-Tevbe, 9/29).

 Müslümanlar açısından cizye, ilk defa Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından konulmuştur. Hz. Muhammed cizye verecek olanlara yaptığı anlaşmalarda, durumlarına göre cizyenin miktar ve şeklini belirlemiştir. Hz. Peygamber, Necran Hıristiyanlarıyla yaptığı anlaşmada her yıl Safer ayında iki bin ve Recep'te bin takım elbise cizye koymuştur. Tabi bu durum İslam’ı kabul etmemeleri üzerine olan bir şeydir.
 İslam’da Azınlık Hakları

Prof. Dr. Abdûlaziz HATİP bu konuda kaynaklarıyla beraber madde madde sıralayarak azınlık hakları ve onlara davranış biçimleri hususunda şu bilgileri yazmaktadır;

Konuya şöyle bir göz atmak bile, İslâm’ın ne büyük ve insanî bir din olduğunu açıkça görmeye yeter. Bunlar teoride de bırakılmamış, tarih boyunca büyük bir titizlikle gözetilmiştir.

Müslümanlar, üç kıta üzerindeki onlarca halk ve topluluğu yüz yıllarca idare ettikleri halde, herhangi bir hak ihlaline tevessül etmemişlerdir. Orta Doğu, Anadolu, Balkanlar, Kafkaslar ve Kuzey Afrika vs. çok çeşitli gayr-ı Müslim azınlıkların günümüze kadar kimliklerini koruyarak gelmiş olmaları bunun ispatıdır.

l. İslâm yönetimi, bir topluluğu zimmî (gayr-ı müslim azınlık) kabul ettiğinde artık bu akit Müslüman taraf için sonsuza dek bağlayıcıdır. Zimmîlerin mal ve canlarını kendi mal ve canları gibi korumaları farz olur. Onlardan alınacak vergi (cizye) bu güvenceye karşılıktır.

2. Topraklarının mülkiyeti tamamen kendilerine ait olur, üzerinde her türlü tasarruf hakkını korurlar ve bu mülkiyet mirasçılarına intikal eder.
  
3. Buna karşılık verecekleri verginin miktarı, zengin, orta halli ve fakir olmak üzere maddî durumlarına uygun olarak tespit edilir. Herkes tarafından kolaylıkla ödenebilme ilkesi vardır. Hiçbir geliri bulunmayan, cizye ödemekten muaftır. Hz. Ömer cizye miktarını yılda bir kez olmak üzere zengine 48 dirhem, orta halliye 24 dirhem, el emeği ile geçinen çiftçiye 12 dirhem olarak tespit etmiştir (Kitâbu’l-Harâc, 36). Bir koyun yaklaşık 12 dirhemdi.

Cizye sadece savaşa güç yetirenler içindir; kadın, çocuk, deli, kör, mabet hizmetkârları, acizler, hastalıkları bir yıldan fazla devam edenler, cariyeler, köleler vs. cizyeden muaftırlar (Kitâbu’l-Harâc, 50). Cizye tahsilinde zor ve baskı uygulanamaz. Onlara yumuşak davranılır ve güçlerini aşan bir şeyle yükümlü tutulamazlar (Kitâbu’l-Harâc, 82). Cizye tahsili için mülkleri satılamaz. Ancak imkânı olduğu halde vermemekte direten kişi hapsedilebilir.

 4. Zimmînin kanı Müslüman’ınkiyle eşittir. Müslüman bir kimse zimmî birisini öldürecek olsa, bir Müslüman’ı öldürmüş gibi kısas uygulanır. Bu hükmü bizzat Hz. Peygamber uygulamıştır.

5. Aynı suça karşılık zimmîye uygulanan ceza ile Müslüman uygulanan ceza aynıdır (Kitâbu’l-Harâc, 108-109).

6. Bir Müslüman, zimmî bir kimsenin Meselâ şarabına yahut domuzuna zarar verecek olursa, bunun tazminatını öder (ed-Durru’1-Muhtâr, III, 273).

7. Sövmek, hakaret etmek, dövmek, gıybet yapmak vb. bir yolla, aynen Müslüman gibi, zimmîyi de incitmek caiz değildir (ed-Durru’1-Muhtâr, III, 273-274 ).

8. Zimmîlere muamele, onların şahsî hukuk ve kanunlarına göredir. Kendi dininde haram herhangi bir şeyi işlemesi engellenir. Onlar için caiz, fakat İslâm’da haram olan hususlar varsa, kendi bölge sınırları içinde özgürce bunları yapmaları mümkündür.

 9. Baştan beri Müslümanlara ait bölgelerde, mevcut mabetlerine dokunmak caiz değildir. Yıkılacak olursa, yerlerine başkalarını kurmak haklarıdır; ancak yeni mabetler kurmak hakları yoktur (Bedâiü’s-Sanâi’, VII, 114). Bunun dışında kalan yerlerde, buna da müsaade edilir. Yine, Müslümanların terk ettiği ve artık Cuma veya Bayram namazı kılınmayan bölgelerde yeni mabetler kurmaları caizdir.
  Zimmî, askerlikten muaftır. Buna karşılık, can, mal, ırz ve din güvenliği için, sadece askere elverişli ve maddî imkânı yerinde olanlar yılda bir defa olmak üzere cizye denilen bir vergi verir. Hz. Ali, bir tahsildarına şöyle demiştir:
“Vaziyete bak, yazlık veya kışlık bir elbiseyi, yemekte oldukları bir rızkı, iş yaptıkları bir hayvanı satma. Para sebebiyle hiç birisini kırbaçlama, hiç birisini ayakta bekletme. Biz onlardan cizyeyi ancak ihtiyaç fazlası olan şeylerden almakla emrolunduk. Emrime aykırı hareket edecek olursan, Allah beni değil, seni sorumlu tutar. Başka türlü davrandığını duyarsam, seni görevden alırım” (Kitâbu’l-Harâc, 9).

 Fakir, cizyeden muaf tutulduğu gibi, İslâm devlet hazinesinden ona maaş bile bağlanır. Hâlid b. Velîd’in, Hîrelilerle imzaladığı antlaşmada bu husus açıkça yer almaktadır (Kitâbu’l-Harâc, 85).

Hz. Ömer de dilencilik yapan yaşlı bir zimmî görür. Sebebini sorunca, yaşlı adam: “Yaşlılık ve cizye” cevabını verir. Hz. Ömer, hemen vergisini kaldırır, ona maaş bağlanmasını emreder ve şöyle der: “Gençliğinde cizye vermesi, yaşlılığında ise bizim onu ihmal etmemiz adalet değildir” (Kitâbu’I-Harâc, 82).

   Kur’anı kerim beşeri sorumluluğu kabul veya redde bağlı olarak insanları inananlar ve inanmayanlar diye iki gruba ayırır;
"
Kehf 29. De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin.” Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) feryat edip yardım dilediklerinde, maden eriyiği gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su ile kendilerine yardım edilir. O ne kötü bir içecektir! Cehennem ne korkunç bir yaslanacak yerdir".

Bu temel ayırım dışında İslamiyet insanlar arasında ırk, renk, dil ve toprak esasına dayalı başka her hangi bir fark gözetmez.    
Müslüman bir toplumun gayrimüslim toplumlarla ilişkilerinin barış esasına dayandığı ve bu ortamın ancak gayrimüslimlerin düşmanca tavırları sebebiyle bozulabileceği şu ayette ifade edilmektedir:

“Sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik etmekten ve onlara adaletle davranmaktan Allah sizi menetmez. Çünkü Allah adaletli olanları sever. Allah ancak sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardımda bulunanları dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır” (el-Mümtehine 60/8-9).

 Bu ayet aynı zamanda, Müslüman bir devletin gayrimüslim devlet ve toplumlara karşı takip edeceği dış siyasetin de ana çerçevesini belirlemektedir.
 
  İslam hukukçularının büyük bir kısmı, Kur’an ve Sünnet’te belirlenen temel prensipler çerçevesinde Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki uluslararası ilişkilerin barış esasına dayandığı, savaşın ancak onların Müslümanlara karşı düşmanca tavırlara başvurmaları halinde meşru sayılacağı görüşündedir.
 
    İslam’a göre gayrimüslim toplumlarla ilişkilerde barış esas olduğu gibi gayrimüslimler bir İslam toplumu içinde Müslümanlarla birlikte yaşama imkânına da sahiptirler.  

  Gayrimüslimlerin Müslümanlar gibi can ve mal güvenliğine sahip oldukları konusunda hukukçular görüş birliği içindedir. Hz. Peygamber zimmiye zulüm ve haksızlık yapan, ona gücünün üstünde sorumluluk yükleyen ve ondan arzusu dışında bir şey alan kimseye kıyamet günü bizzat kendisinin hasım olacağını söylemiş, bir zimmiyi haksız yere öldüren kimsenin kırk yıllık mesafeden duyulan cennet kokusundan mahrum olacağını belirtmiştir.
 
  Çalışma hürriyeti bakımından gayrimüslimler için herhangi bir sınırlama söz konusu olmayıp iş ve ticaret hayatının her alanında faaliyet gösterebilirlerdi. Öte yandan gayrimüslimler, amme hizmetleri ve sosyal güvenlik imkânlarından Müslümanlar gibi faydalanma hakkına sahiptiler. Hz. Ömer, yoksulluk ve ihtiyarlık sebebiyle dilenen bir zimmiyi gördüğünde ona hazineden maaş bağlanmasını emretmiş, vefatı sırasında da kendisinden sonra gelecek halifeden zimmilerin haklarını korumasını ve onları himaye etmesini istemiştir.

        İslamiyet gayrimüslimleri, inançlarını paylaşmadıkları Müslümanlarla birlikte kendi dindaşlarına karşı savaşmak zorunda bırakmamak amacıyla askerlikten muaf tutmuştur. Bu aynı zamanda onlara tanınan inanç özgürlüğünün de bir gereğidir.
  
İslam ülkesinde bulunan müslim veya gayrimüslim, vatandaş veya yabancı bütün insanlar devletin yargı sistemine ve kanunlarına tabi olmakla birlikte İslam’ın gayrimüslimlere tanıdığı inanç özgürlüğünün bir gereği olarak aile, şahıs, miras ve borçlar hukuku gibi dini inançla yakından ilgili konularda kendilerine adli ve hukuki muhtariyet tanınmış, Hanefi fakihlerinin tabiriyle bu konuda “onları kendi inançlarının gereğiyle baş başa bırakma” ilkesi benimsenmiştir. İslam’ın getirdiği bu hukuki çoğulculuk, dini-kültürel çoğulculuğu koruyarak gayrimüslimlerin asırlar boyunca İslam toplumu içinde varlıklarını sürdürmelerine imkan sağlamıştır.
  
      Sonuç olarak, Müslümanlara karşı düşmanca tavırlar içine girmedikleri, kutsal saydıkları şeylere hakaret etmedikleri ve barış ortamını bozacak hareketlerden kaçındıkları sürece gayrimüslimlerle ilişkilerin Kur’an-ı Kerim’in temel prensipleri ve Hz. Peygamber ile Hulefa-yi Raşidin’in uygulaması çerçevesinde barış ve hoşgörüye dayandığı, gayrimüslimlerin İslam toplumu içinde kendi dini-kültürel kimliklerini koruyarak güven içinde yaşama hakkına sahip oldukları bir gerçektir.
« Son Düzenleme: 12 Nisan 2011, 20:49:24 Gönderen: moderatör »
NANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZDİR

Çevrimdışı ümre yolcusu

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 31
Ynt: Korktukları İslam Bu mu?
« Yanıtla #37 : 22 Ocak 2012, 18:56:44 »
emeginize saglık