İSLAMDA DİNİ AZINLIK HAKLARI!
İnsanlığa sunulan, ilahi isteklere uygun hayat tarzında, doğru olmasa da uyanları bulunan diğer din mensuplarının tüm hakları koruma altına alınmıştır.
Mal, can, ırz ve dini için İslâm devleti tarafından güvence verilmiş olan ehl-i kitap. Zimmet ehlinden bir kişi haline gelir. Zimmet; söz, güvence, kefalet, hak, saygı, kendileriyle anlaşma yapılan topluluk anlamlarına gelir. Ehl-i zimmet ise; Hıristiyan, Yahudi ve başkaları gibi ehl-i kitaptan İslâm yurdunda oturanlardan kendileriyle anlaşma yapılanlar demektir. Bir hukuk terimi olarak zimmet; gayri Müslimlerin cizye verip itaat etmelerine karşılık İslâm topraklarında yerleşmelerine izin verilmesi; mal, can, ırz ve inançlarının korunması ve dış saldırılara karşı İslâm Devleti tarafından savunulmaları demektir.
ZİMMİ, Müslüman olmayan dini azınlık demektir. CİZYE ise bu İslam ülkesindeki dini azınlıktan alınan vergidir.
İslâm devleti bünyesinde yaşayan gayr-i Müslim vatandaşların mükellef olan erkeklerinden can ve mallarını koruma bedeli olarak yılda bir defa alınan vergiye cizye denir. Buna cizye denilmesinin sebebi, zimmî denilen cizye yükümlüsünü ölümden koruduğu içindir. Bir İslâm beldesinde yaşayan gayr-i Müslim, İslâm'a girerse cizyeden kurtulur. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyrulur:
"Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığı şeyleri haram tanımayan, hak dinini din olarak kabul etmeyen kimselere, zelil ve hakir olarak kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşınız. " (et-Tevbe, 9/29).
Müslümanlar açısından cizye, ilk defa Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından konulmuştur. Hz. Muhammed cizye verecek olanlara yaptığı anlaşmalarda, durumlarına göre cizyenin miktar ve şeklini belirlemiştir. Hz. Peygamber, Necran Hıristiyanlarıyla yaptığı anlaşmada her yıl Safer ayında iki bin ve Recep'te bin takım elbise cizye koymuştur. Tabi bu durum İslam’ı kabul etmemeleri üzerine olan bir şeydir.
İslam’da Azınlık Hakları
Prof. Dr. Abdûlaziz HATİP bu konuda kaynaklarıyla beraber madde madde sıralayarak azınlık hakları ve onlara davranış biçimleri hususunda şu bilgileri yazmaktadır;
Konuya şöyle bir göz atmak bile, İslâm’ın ne büyük ve insanî bir din olduğunu açıkça görmeye yeter. Bunlar teoride de bırakılmamış, tarih boyunca büyük bir titizlikle gözetilmiştir.
Müslümanlar, üç kıta üzerindeki onlarca halk ve topluluğu yüz yıllarca idare ettikleri halde, herhangi bir hak ihlaline tevessül etmemişlerdir. Orta Doğu, Anadolu, Balkanlar, Kafkaslar ve Kuzey Afrika vs. çok çeşitli gayr-ı Müslim azınlıkların günümüze kadar kimliklerini koruyarak gelmiş olmaları bunun ispatıdır.
l. İslâm yönetimi, bir topluluğu zimmî (gayr-ı müslim azınlık) kabul ettiğinde artık bu akit Müslüman taraf için sonsuza dek bağlayıcıdır. Zimmîlerin mal ve canlarını kendi mal ve canları gibi korumaları farz olur. Onlardan alınacak vergi (cizye) bu güvenceye karşılıktır.
2. Topraklarının mülkiyeti tamamen kendilerine ait olur, üzerinde her türlü tasarruf hakkını korurlar ve bu mülkiyet mirasçılarına intikal eder.
3. Buna karşılık verecekleri verginin miktarı, zengin, orta halli ve fakir olmak üzere maddî durumlarına uygun olarak tespit edilir. Herkes tarafından kolaylıkla ödenebilme ilkesi vardır. Hiçbir geliri bulunmayan, cizye ödemekten muaftır. Hz. Ömer cizye miktarını yılda bir kez olmak üzere zengine 48 dirhem, orta halliye 24 dirhem, el emeği ile geçinen çiftçiye 12 dirhem olarak tespit etmiştir (Kitâbu’l-Harâc, 36). Bir koyun yaklaşık 12 dirhemdi.
Cizye sadece savaşa güç yetirenler içindir; kadın, çocuk, deli, kör, mabet hizmetkârları, acizler, hastalıkları bir yıldan fazla devam edenler, cariyeler, köleler vs. cizyeden muaftırlar (Kitâbu’l-Harâc, 50). Cizye tahsilinde zor ve baskı uygulanamaz. Onlara yumuşak davranılır ve güçlerini aşan bir şeyle yükümlü tutulamazlar (Kitâbu’l-Harâc, 82). Cizye tahsili için mülkleri satılamaz. Ancak imkânı olduğu halde vermemekte direten kişi hapsedilebilir.
4. Zimmînin kanı Müslüman’ınkiyle eşittir. Müslüman bir kimse zimmî birisini öldürecek olsa, bir Müslüman’ı öldürmüş gibi kısas uygulanır. Bu hükmü bizzat Hz. Peygamber uygulamıştır.
5. Aynı suça karşılık zimmîye uygulanan ceza ile Müslüman uygulanan ceza aynıdır (Kitâbu’l-Harâc, 108-109).
6. Bir Müslüman, zimmî bir kimsenin Meselâ şarabına yahut domuzuna zarar verecek olursa, bunun tazminatını öder (ed-Durru’1-Muhtâr, III, 273).
7. Sövmek, hakaret etmek, dövmek, gıybet yapmak vb. bir yolla, aynen Müslüman gibi, zimmîyi de incitmek caiz değildir (ed-Durru’1-Muhtâr, III, 273-274 ).
8. Zimmîlere muamele, onların şahsî hukuk ve kanunlarına göredir. Kendi dininde haram herhangi bir şeyi işlemesi engellenir. Onlar için caiz, fakat İslâm’da haram olan hususlar varsa, kendi bölge sınırları içinde özgürce bunları yapmaları mümkündür.
9. Baştan beri Müslümanlara ait bölgelerde, mevcut mabetlerine dokunmak caiz değildir. Yıkılacak olursa, yerlerine başkalarını kurmak haklarıdır; ancak yeni mabetler kurmak hakları yoktur (Bedâiü’s-Sanâi’, VII, 114). Bunun dışında kalan yerlerde, buna da müsaade edilir. Yine, Müslümanların terk ettiği ve artık Cuma veya Bayram namazı kılınmayan bölgelerde yeni mabetler kurmaları caizdir.
Zimmî, askerlikten muaftır. Buna karşılık, can, mal, ırz ve din güvenliği için, sadece askere elverişli ve maddî imkânı yerinde olanlar yılda bir defa olmak üzere cizye denilen bir vergi verir. Hz. Ali, bir tahsildarına şöyle demiştir:
“Vaziyete bak, yazlık veya kışlık bir elbiseyi, yemekte oldukları bir rızkı, iş yaptıkları bir hayvanı satma. Para sebebiyle hiç birisini kırbaçlama, hiç birisini ayakta bekletme. Biz onlardan cizyeyi ancak ihtiyaç fazlası olan şeylerden almakla emrolunduk. Emrime aykırı hareket edecek olursan, Allah beni değil, seni sorumlu tutar. Başka türlü davrandığını duyarsam, seni görevden alırım” (Kitâbu’l-Harâc, 9).
Fakir, cizyeden muaf tutulduğu gibi, İslâm devlet hazinesinden ona maaş bile bağlanır. Hâlid b. Velîd’in, Hîrelilerle imzaladığı antlaşmada bu husus açıkça yer almaktadır (Kitâbu’l-Harâc, 85).
Hz. Ömer de dilencilik yapan yaşlı bir zimmî görür. Sebebini sorunca, yaşlı adam: “Yaşlılık ve cizye” cevabını verir. Hz. Ömer, hemen vergisini kaldırır, ona maaş bağlanmasını emreder ve şöyle der: “Gençliğinde cizye vermesi, yaşlılığında ise bizim onu ihmal etmemiz adalet değildir” (Kitâbu’I-Harâc, 82).
Kur’anı kerim beşeri sorumluluğu kabul veya redde bağlı olarak insanları inananlar ve inanmayanlar diye iki gruba ayırır;
"
Kehf 29. De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin.” Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) feryat edip yardım dilediklerinde, maden eriyiği gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su ile kendilerine yardım edilir. O ne kötü bir içecektir! Cehennem ne korkunç bir yaslanacak yerdir".
Bu temel ayırım dışında İslamiyet insanlar arasında ırk, renk, dil ve toprak esasına dayalı başka her hangi bir fark gözetmez.
Müslüman bir toplumun gayrimüslim toplumlarla ilişkilerinin barış esasına dayandığı ve bu ortamın ancak gayrimüslimlerin düşmanca tavırları sebebiyle bozulabileceği şu ayette ifade edilmektedir:
“Sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik etmekten ve onlara adaletle davranmaktan Allah sizi menetmez. Çünkü Allah adaletli olanları sever. Allah ancak sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardımda bulunanları dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır” (el-Mümtehine 60/8-9).
Bu ayet aynı zamanda, Müslüman bir devletin gayrimüslim devlet ve toplumlara karşı takip edeceği dış siyasetin de ana çerçevesini belirlemektedir.
İslam hukukçularının büyük bir kısmı, Kur’an ve Sünnet’te belirlenen temel prensipler çerçevesinde Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki uluslararası ilişkilerin barış esasına dayandığı, savaşın ancak onların Müslümanlara karşı düşmanca tavırlara başvurmaları halinde meşru sayılacağı görüşündedir.
İslam’a göre gayrimüslim toplumlarla ilişkilerde barış esas olduğu gibi gayrimüslimler bir İslam toplumu içinde Müslümanlarla birlikte yaşama imkânına da sahiptirler.
Gayrimüslimlerin Müslümanlar gibi can ve mal güvenliğine sahip oldukları konusunda hukukçular görüş birliği içindedir. Hz. Peygamber zimmiye zulüm ve haksızlık yapan, ona gücünün üstünde sorumluluk yükleyen ve ondan arzusu dışında bir şey alan kimseye kıyamet günü bizzat kendisinin hasım olacağını söylemiş, bir zimmiyi haksız yere öldüren kimsenin kırk yıllık mesafeden duyulan cennet kokusundan mahrum olacağını belirtmiştir.
Çalışma hürriyeti bakımından gayrimüslimler için herhangi bir sınırlama söz konusu olmayıp iş ve ticaret hayatının her alanında faaliyet gösterebilirlerdi. Öte yandan gayrimüslimler, amme hizmetleri ve sosyal güvenlik imkânlarından Müslümanlar gibi faydalanma hakkına sahiptiler. Hz. Ömer, yoksulluk ve ihtiyarlık sebebiyle dilenen bir zimmiyi gördüğünde ona hazineden maaş bağlanmasını emretmiş, vefatı sırasında da kendisinden sonra gelecek halifeden zimmilerin haklarını korumasını ve onları himaye etmesini istemiştir.
İslamiyet gayrimüslimleri, inançlarını paylaşmadıkları Müslümanlarla birlikte kendi dindaşlarına karşı savaşmak zorunda bırakmamak amacıyla askerlikten muaf tutmuştur. Bu aynı zamanda onlara tanınan inanç özgürlüğünün de bir gereğidir.
İslam ülkesinde bulunan müslim veya gayrimüslim, vatandaş veya yabancı bütün insanlar devletin yargı sistemine ve kanunlarına tabi olmakla birlikte İslam’ın gayrimüslimlere tanıdığı inanç özgürlüğünün bir gereği olarak aile, şahıs, miras ve borçlar hukuku gibi dini inançla yakından ilgili konularda kendilerine adli ve hukuki muhtariyet tanınmış, Hanefi fakihlerinin tabiriyle bu konuda “onları kendi inançlarının gereğiyle baş başa bırakma” ilkesi benimsenmiştir. İslam’ın getirdiği bu hukuki çoğulculuk, dini-kültürel çoğulculuğu koruyarak gayrimüslimlerin asırlar boyunca İslam toplumu içinde varlıklarını sürdürmelerine imkan sağlamıştır.
Sonuç olarak, Müslümanlara karşı düşmanca tavırlar içine girmedikleri, kutsal saydıkları şeylere hakaret etmedikleri ve barış ortamını bozacak hareketlerden kaçındıkları sürece gayrimüslimlerle ilişkilerin Kur’an-ı Kerim’in temel prensipleri ve Hz. Peygamber ile Hulefa-yi Raşidin’in uygulaması çerçevesinde barış ve hoşgörüye dayandığı, gayrimüslimlerin İslam toplumu içinde kendi dini-kültürel kimliklerini koruyarak güven içinde yaşama hakkına sahip oldukları bir gerçektir.