Gönderen Konu: Kubbeler - Ârif Nihat ASYA  (Okunma sayısı 3214 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Kubbeler - Ârif Nihat ASYA
« : 17 Ağustos 2011, 14:09:21 »

Kubbeler

Dün başlar seferber, eller seferber,
Kurşun eritildi, mermer çekildi.

Bunlar, bu kubbeler, bu minâreler
Akçayla olacak şeyler değildi.

Böyle bir gemide yendi suyu Nûh.
Ve bu yelkenlerle kanatlandı rûh.

Taşıtıp kalyonla pırlanta, inci
Âbide hâline koydu sevinci.

Gergefle işleyip bir inci sultan
Ki çiçek verirdi saksıya koysan.

Bulabildinse ey yolcu yerini,
Hepsinin altında altından bir ay.
Seyret İstanbul’un câmilerini
Minâre minâre, kubbe kubbe say!

Açılır masmâvi burda gökyüzü
Gümüşten sütunlar üstünde durur...
Kiminin gölgesi dinlenir yerde,
Kiminin beyazı sulara vurur.

Allah’a giden yol buralardadır
Kapılar açılır şerefelerden.
Burdan uğurlanır mübârek aylar,
Bayram burda başlar arefelerden.

Mihraplar, kemerler, kubbeler yapmış,
Sultanı, çerisi, piri, veziri.
Nesilden nesile götürsün diye
Kanatlar üstünde şanlı tekbîri.

Nice başbuğların açtığı yolda
Biri yârdan geçmiş, öteki serden.
Yolcular gidiyor yarına doğru,
Kaafile kaafile bu köprülerden.

Kuşun uçuş, gülün açış saati,
Tanrı’nın fermanı yüce kubbede,
Duyulur, uyanık Fâtih’in “Uyan!"
Dediği uzaktan Sultanahmed’e...

Diken dikmiş, yakan yakmış mumunu,
Şamdanlar, şamdanlar, ulu şamdanlar...
Ki aydınlığıyle asırlar boyu,
Yolunu bulurdu yolda kalanlar.

Burda kubbe, kemer ve mihrap olmuş,
O kıvrak şekil ki serhadde "yay"dı;
Atlas bayraklarin dalgalarında
Rüzgârla öpüşen ince bir "ay"dı.

Kimi yıkanırken şadırvanlarda,
Tekbîr’e hû hû’lar katıyor kimi:
Beyazıt önünde güvercinlerin incidir yemi,
Söyleyin ey nazlı haber kuşları:
Tuna boylarından müjde geldi mi?

Uzaklarda kırık minârelerden
Gökte bir kapıyı vurur leylekler;
Bir gün açılacak o büyük kapı
Ve kanatlar yere inmeyecekler.

Taraf taraf, kol kol şu yamaçlardan
Aktıkça fetihler târihi Türk’ün
Kubbeler erecek bir gün murâda;
Ve minâreler dal verecek bir gün.

Geçersen altından bu loş kemerin
Menekşe menekşe, gül güldür içi...
Kapanmaz kapısı Allah evinin,
Ki beş vakit gürül gürüldür içi.

Çiniler, çiniler, tâze çiniler;
Boyası göz nûru, fırçası kirpik...
Ey sanat, "Kuruyan dallarımıza
Bir yeşil yaprak ver!" demeye geldik.

Biri hattın, biri mermerin, tuncun,
Kurşunun sırrını aramış bulmuş.
Yesârî elinde Lafza-i Celâl,
Sinan’da kubbeyle minâre olmuş.

İşte bu kubbe ki, söyler saati
Yolcu ilk, dalgalar son cemaati,
Mâvidir çinisi, Yeni’dir adı
Mermerini sisler karartamadı.

Şehzâde, Lâleli, Haseki Sultan
Hepsinin üstünde Süleymâniye...
Süleymâniye’den, Ayasofya’dan
Yollar iner dal dal Yeni Câmi’ye
Yelken yelken, seren seren gemiler;
Yamaçta, kıyıda, yolda câmiler.
Bu horasan, mermer, kurşun dağları
Omuzunda taşıdığı çağları
Taşıyacak daha çağlar boyunca
Ve yer çekmeyecek yere koyunca.
Yolları arkada bırakan hızla,
Kanatlarımızla, atlarımızla
Aşarken toprağı, taşı, denizi
Bu kurşun memeler emzirdi bizi.

Böyle bir gemide yendi suyu Nûh.
Ve bu yelkenlerle kanatlandı rûh.




Ârif Nihat ASYA