Sırat Üzerinde Kavurma Çömleği
Boşnakzade İbrahim Efendi namında zarif bir vaiz, Kurban bayramına yakın bir gün, Molla Gürani Camii'nde vaaz ederken, biri üzerinde şu yazı bulunan bir kağıt verir:
"Validem için keseceğim kurbandan kimseye hisse vermeyip cümlesini kavurma yapıp bir çömleğe koymak ve seneden seneye kendine nafaka ittihaz etmek niyetindeyim. Caiz midir, değil midir, beyan buyurula."
İbrahim Efendi, bunu alenen okuduktan sonra kâğıdı veren adama şöyle der:
— Yarın Cennet ehli, kurbanlarına binip sırat köprüsünden geçerken, bu kadının da kavurma çömleğine binmesi lazım gelir. Git, sor, razı olursa, öyle yap!..
Cahiller Nasıl Güdülür?
Bir cahil, yolda giderken, elinde birtakım yular götüren bir adama rasgelir:
— Sen kimsin? Bu elindekiler nedir? Diye sorar. Adam,
— Şeytanım, elimdekiler de yulardır!...Cevabını verir. Herif,
— Bunları neye kullanıyorsun? Diye sorunca şeytan,
— Hak yolundan çıkarmak istediğim adamların boyunlarına takıp dalalet semtine çekerim...
Der. Adam,
— Aman, rica ederim, benim yularım hangisidir, göster!
— Deyince de şu karşılığı verir:
— Senin gibi cahiller için yulara hacet yok. Parmağımla işaret ederek kullanırım!...
Hekimin Tesellisi
Bir hekime, dikkatsizlik veya tecrübesizlik eseri olarak vefatına sebeb olduğu hastalardan dolayı hasıl olan vicdan azabına ve manevi mesuliyete karşı neyle müteselli olabildiğini sormuşlar. Şöyle demiş:
- Ölü yıkayıcı, kefen satıcı, mezar kazıcı gibi birçok duacılar kazanmış olmakla!...
Bir Türlü İyi Olmayan Sandalye
Tabiplerden biri, ahir ömründe bunamış. Oturduğu sandalyenin hasta olduğunu tevehhüm ederek ikide bir sandalyenin kollarını tutar nabzına bakar, bazan arkadaşlarını çağırarak onlarla istişare edermiş. Bir gün, arkadaşlarından birine,
— Niçin beni evvelki gibi hastaya çağırmıyorlar? Diye sormuş.
— Hazakatiniz sayesinde hiç hasta kalmadı.
Cevabını alınca, önce memnun olmakla birlikte sonra dönüp meyusane şöyle demiş:
— Ah, ne fayda! Âlemi iyi ettim de bir türlü şu sandalyeyi iyi edemedim!...
Bir Taşla İki Hasta
Tabibin biri epeyce uzak bir yere çağrılmış. Kendisini çağıran kadının,
— Sizi bu kadar uzak yere çağırışımdan dolayı canınız sıkılmıştır.
Demesi üzerine hekim şöyle demiş:
— Yok efendim! Zaten bu semtte ağırca bir hastam daha var; bir taşla iki kuş vurmuş olurum!...
Yorgun Dil
Pek geveze bir adam hastalanır. Doktor getirirler. Doktor nabzını yoklar, hastalık eseri göremez. Adam:
—Bir de dilime bakınız... Diye dilini çıkarır. Hekim muayene ettikten sonra şöyle der:
—Evet, hastalık dilinizde. İstirahata muhtaç, pek yorgun görünüyor!
Hasta Eşek Yemedi İse
Hem attarlık, hem de tabiplik eden bir adam varmış. Bunun bir de hizmetkarı olup nereye giderse, götürmüş. Bir gün, yine uşak yanında olduğu halde bir hastaya gider. Hastanın nabzına baktıktan sonra adamlarına,
-Siz buna lahana yedirmişsiniz!
Der. Önce inkar etmeye kalkışırlarsa da tabibin ısrarı üzerine itirafa mecbur olurlar. Daha sonra uşak, efendisine hastaya lahana yedirdiklerini neden bildiğini sorar. Tabip,
— Bir hastanın evine gidildiği vakit etrafına göz gezdirmeli. Meydanda yiyeceğe müteallik birşey olup olmadığına dikkat etmeli. Bu, bir kaidedir. Ben de eve girer girmez etrafa bakıp lahana kabuklarını gördüm. Anladım ki hastaya lahana yedirmişler. Çünkü İstanbul'da adettir: Evde ne pişirirlerse, "şifa niyetine" diye mutlaka hastaya yedirirler.
Der. Bir gün, bunu bir taraftan daha çağırırlar. Uşak, gelen adama efendinin evde olmadığını, kendisi de tabiplik yapmaya izinli bulunduğundan efendinin yerine gidebileceğini söyler. Gelen adam muvafakatle bunu alıp götürür. Haneden içeri girdiği zaman etrafını bir kere gözden geçirir. Bu sırada avluda anbar üzerinde bulunan boş bir semer gözüne ilişir. Yukarı çıkarlar. Herif hastanın nabzını eline alıp,
— Siz buna eşek yedirmişsiniz!
Der. Herkes manalı manalı birbirinin yüzüne bakarak,
— Ay oğul! Hiç hastaya eşek yedirilir mi? Derler. Şu karşılığı verir:
— Yedirmedinizse, aşağıda ambar üzerinde o boş semer ne geziyor!
Buyurun Cenaze Namazına Ağalar
Sultan Dördüncü Murad Han, tütünü yasak edip içenleri idam, içilen kahvehaneleri tahrib ettiği esnada, kıyıda bucakta tütün içmeye mahsus yerler bulunduğunu, ezcümle Üskadar'da Miskinler Tekkesi civarında birbiri içinden geçilir iki bölmeli bir mahalli tiryakiler isticar ile caddeye gelen cihetini adi kahvehane haline ifrağ ve iç tarafını tütün içmeye tahsis eylediklerini haber alır.
Bir gün, derviş kıyafetine girip Üsküdar'a geçer, orayı bulur, içeri girer. Kahveci ne bilsin, adi bir derviş sanıp,
— Dede Sultan! Ne içersiniz?
Der. Bu "Ne içersiniz?" sözü artık şüpheye mahal bırakır mı? Padişah,
— Kahve.
Der. Kahveci yavaşça,
— Tütün de içer misiniz?
Diye sorar. Padişah, "Hayır!" deyince, herifin o saat aklı başına gelip böyle tanımadığı bir adama, neticesi idama varacak bir sırrı ifşa ettiğinden dolayı pişman olur ve bazan padişahın tebdili kıyafet gezdiğini de hatırlayarak korku ve heyecana kapılır. Kahveyi getirip sunduktan sonra sorar:
— Dede Sultan! İsm-i şerifiniz?
Padişah, "Murad" deyince biçarenin derhal benzi atar, eli ayağı titremeye başlar. Tıkana likana tekrar sorar:
— Efendim! Han'lığınız da var mı?
Padişah, "Evet!" der demez, içeride keyif çatan tiryakilere,
— Ağalar! Hazır olun cenaze namazına!...
Diyerek düşer bayılır. Herifin bu hali Padişah'ın gayet şuna gitmiş, cümlesini affetmiş.
Zarif Hırsız
İmam Şâfiî Hazretleri (r.h.), bir gün camide ders okuturken bir hırsız pabuçlarını aşırır. Sonra İmam'ın evine gider.
— Efendi'nin pabuçlarını camide çalmışlar. Başka pabuç göndersinler, diyor.
Diye haber verir. Evden başka pabuç tedarik edip gönderirler. İmam hazretleri dersi bitirdikten sonra pabuçlarını yerinde bulamayınca, "Yalın ayak nasıl giderim?" diye düşünürken hizmetçi evden gönderilen pabuçları getirir. İmam,
— Pabuçlarımın aşırıldığını size kim haber verdi?
Diye sorar. Hizmetçi:
— Bilmediğimiz bir adam geldi, haber verdi.
Cevabını verir. Hırsızın bu zarafeti İmam'ın pek ziyade hoşuna gitmiş, sırası geldikçe anlatarak gülermiş.
Kurnaz Ev Sahibesi
Zengin bir dul kadının evine bir gece hırsızlar girer. Üst katta bir odada yatan kadın, bunların aşağıda gezindiklerini duyunca yavaşça sofaya, merdiven başına birer şamdan koyduktan sonra sanki evin içinde birçok adam varmış gibi,
- Hu! Ahmet Ağa! İsmail Efendi! Süleyman Bey! Hurşid!... Kılıçlarınızı, tabancalarınızı alınız da geliniz! Eve hırsız girmiş!
Diye bağırınca, hırsızlar birbirini iterek çıkıp giderler.
Şifa Niyetine Ölmek
Adam hasta yatıyormuş. Bir akşam ailesi sofraya dolma getirir. Hasta dolmayı severmiş. Annesi dolmayı görünce evladını hatırlayarak bir tabağa bir tane dolma koyup "Şifa niyetine!" diye zorla yedirir. Arkasından karısı da bir tane getirip "Şifa niyetine!" diye zorla yedirir. Peşinden oğlu, kızı da birer tane yedirirler. Elhasıl, hastaya dört tane dolmayı yedirirler. Derken hasta fenalaşır. Doktor getirirler. Doktor hastanın kıvrandığını görünce:
-Ne oluyorsun? Der. Hasta şu karşılığı verir:
-Ne olacak, şifa niyetine ölüyorum.
Buraya kadar tashih yapılmıştır.
Bir Çarığa Müthiş Plan
Şu garip fıkra, vaktiyle Bağdat'ta neşrolunan Zevra gazetesinde okunmuştu:
Bu tuhaf hırsızlık, Bağdat Mevlevihane Camii'nde bir bedevi Arapla iki yankesici arasında vuku bulur:
Arap, çarşıdan yeni satın aldığı bir çift kırmızı yemeniyi ayağına giymiş ve ayağından çıkarmaksızın caminin bir köşesinde uyumak için uzanmış; fakat tamamiyle uykuya dalmamış ve havassı muattal olmamıştı. Yankesiciler Arabın yemeniyi aldığını görmüş olduklarından belli etmeksizin arkasından camiye kadar gelmişler. Arap, camide ve yanıbaşında iki adam bulunduğunu hissetmekte ve konuşmalarını dinlemektedir. Yankesiciler, buna duyuracak biçimde aralarında konuşurlar:
— Şu para çıkınını yarma kadar bu caminin bir köşesine saklamak istiyorum. Ama münasib bir mahal bulamıyorum.
— Uyuyan şu Arabın yanı başındaki yere gömsek, izini kaybetmemek için üzerini toprakla örtsek fena olmaz.
(Arabın yüreğinde bir meserret çarpıntısı...)
—Pek münasib, ama Arap sözlerimizi dinliyorsa!... (Arap horlamaya başlar.)
— Ne söylüyorsun! İşte Arap uykuda. Hem de horluyor. .
— Öyle ama sahiben uyuyup uyamadığını anlamalıyız.
— Nasıl?
— Ayaklarındaki yemenilerin birini sen çıkar, birini de ben çıkarayım.
(Arap horultusunu artırır.)
Yankesicilerin ikisi birden Arabın ayağından yemenileri çıkardıktan ve Arapta bir hareket olmadığını gördükten sonra, filhakika o dedikleri şeyi gömerler ve üzerini toprakla örtüp giderler.
Arap bir çıkın paraya nail olmak hırsıyla yemenilerin gittiğine bakmayarak çıkının bulunduğu çukura gider, çıkını bulursa da eline birçok taş kırıntılarından başka birşey geçmez.
Bir İpte İki Cambaz
Kibara mahsus lokantalardan birine, kibarvari giyinmiş bir yankesici gelip herkesle beraber masada yemek yerken usulca gümüş kaşıklardan birini çizmesinin koncuna yerleştirir. Karşısında oturan ve yine o niyetle gelmiş olan gayet mahir bir yankesici münasip bir zamanda ayağa kalkarak oradakilere,
— Efendiler! Şu sofra başı alemine revnak ve şetaret vermek için bazı zevat tarafından latif fıkralar, güzel sözler söylendi. Ben de bir el çabukluğu göstermekle haddim olmayarak yemek arkadaşlarımı eğlendireceğim. Faraza, şu kaşığını gözünüzün önünde paltomun cebine koydum. (Yemek yediği kaşığı cebine koyar.) Şimdi bunu karşımda oturan efendinin çizmesinden çıkaracağım.
Deyip öteki yankesicinin çizmesinden kaşığı çıkarır, masanın üstüne koyar. Herkes hayret içinde iken, kendi aldığı kaşık cebinde olduğu halde oradan savuşur.
Cesur Hırsız
Yankesicinin biri, müşteri tavrıyla bir dükkana girip bazı şeyler çarpıp savuşmuş. Aradan birkaç gün geçtikten sonra tebdili kıyafetle yine gelmiş. İçeride yalnız çırak varmış. Herif bunu lakırdıya tutmak için,
— Ustan nereye gitti?
Diye sorunca, çırak zeki ve kurnaz olduğundan yankesiciyi tanıyarak şu cevabı vermiş:
— Geçen gün dükkandan eşya çarpan herif yine geldi diye zabıtaya haber vermeye gitti!...
Dünkü Yemek Tekmil Edilsin De!
Bir hasisi düğüne davet ederler. Herif, oğlunu da beraber götürür. Çocuk, nefis yemekleri görünce, lokmanın birini ağzına, öbürünü eline, üçüncüsünü de göz hapsine alarak yemeğe başlar. Babası,
— Oğlum! Göreyim seni! Yarınki, öbür günkü yiyeceğini de ye!
Der. Çocuk dönüp şu karşılığı verir:
— Aman baba! Dur, acele etme! Dünkü, evvelki günkü yemeği tekmil edeyim de sonra onlara da nöbet gelsin!...
İş Tava İle Yağda
Hasis bir adamın evine bir misafir gelir. Herif, uşağına gizlice, "Benim evde olmadığımı söyle!" der. Uşak, misafire bir kahve pişiriverdikten sonra der ki:
— Efendi bağda, bağımız dağda, sana bir yumurta pişirirdim ama iş tava ile yağda!...
Hasis Nasıl Terletilir?
Hasis biri hastalanır. Terletmek iktiza eder. Ama her ne ilaç edildiyse asla tesiri olmaz. Hastayı iyadete gelenlerden biri, hastanın adamlarına der ki:
— Bir tabla mükemmel yemek yaptırıp karşısında yiyiniz, bakınız nasıl terler!...
Vermeye Alışmamış
Bir hasis denize düşmüş. Halk toplanıp herif suyun yüzüne çıktıkça,
— Ver elini!
Derlermiş. Herif bir türlü elini vermezmiş. Tanıyanlardan biri,
— Canım! Öyle demeyiniz. "Al elimizi!" deyiniz ki, elini uzatsın. Zira herif ömründe vermeye alışmamıştır!
Demiş. Dediği gibi yapmışlar, hemen elini uzatıvermiş
Tekzib edenlerin vay haline
Bir gün dalkavuklarından Çavuşzade Şemsi Molla ile otururken bedestende eski zaman işi bir dürbün görüp aldığını ve şimdiye kadar böyle iyi ve kuvvetli bir dürbün görmediğini söyleyerek ağasına emredip dürbünü getirtir. Büyük bir ihtimamla kılıfından çıkarır, gözüne uydurur, adalar tarafına çevirerek Şemsi Molla'ya,
— Aman Yarabbi! Adaları adeta pencerenin önüne kadar yaklaştırdı! Hele, adanın ta tepesinde yeni yapılmış bir köşk görünüyor. Ne güzel de köşk. Kuş kafesi gibi. Bu cihete nazır odalarından birinde güzel yazılı bir de levha var, ama rüzgar muttasıl kımıldattığından bir türlü okuyamıyorum. Bak sen okuyabilir misin?
Diyerek dürbünü uzatır. Şemsi Molla dürbünü eline alır, gözüne tutar, adalara doğru bakar. Ama çıplak gözle nasıl görüyorsa, yine öyle görür. Dikkat eder, anlar ki dürbünün camları yok! Vaziyetini hiç bozmaksızın der ki:
— Evet, evet, köşkü gördüm. Hakikaten pek dilnişin şey! Levhayı da okudum efendim.
— Veli Efendizade,
— Ne yazılı?
Diye sorunca, şu cevabı verir:
— "Veylün yevmeizin lil mükezzibin" (O gün yalanlayanların vay haline! Mürselat, 77/40)
Osmanlı Ölüsünden Kaçırılırsa!
Çelebi Sultan Mehmed Hazretlerinin, biraderi Musa Çelebi'yi istisal için Edirne'ye gitmesini fırsat addeden Karamanoğlu gelip Bursa'yı muhasara etmişti. Bu sırada Musa Çelebi şehid olduğundan, cenazesi Edirne'den Bursa'ya getiriliyordu. Karamanoğlu keyfiyetten haberdar olunca, bunu bir hileye hamlederek hemen askerini çekip kaçmaya başlar.
Karamanoğlu'nun "Harman Danası" derler iri, şişman bir nedimi varmış. Zavallı adamın koşmaya değil, yürümeye bile vücudu mütehammil olmadığından beş-on adım gittikten sonra tab ü tüvanı kesilerek can acısıyla efendisine şöyle demiş:
— Behey hane-harab! Osmanoğlu'nun ölüsünden böyle kaçıyorsun, ya dirisini görsen ne halt edeceksin!...
İçlerinde Bir Aksakallı Olsaydi!
840 (1436) senesindeki Varna çenginde Sultan İkinci Murad Hazretleri, öğleden sonra, maktulleri seyr için harp meydanını gezdiği sırada, düşman askerinin hep genç olduğunu görünce, emirlerinden Azab Bey'e
— Azab! Garib değil mi, bu kadar ölü içinde hiçbir aksakallı göremedim! Hepsi genç, hepsi taze!
Deyince Azab Bey şöyle demiş:
― Padişahım! Eğer içlerinde bir aksakallı olsaydı, başlarına bu felaket gelir miydi?
Hırsızın Hiç mi Suçu Yok!
Bir sipahinin atını çalmışlar. Arkadaşlarından kimi,
— Suç senin! Muhafazasına dikkat etmemişsin! Kimi de,
— Kabahat seyisindir! Ahırı açık bırakmıştır!
Oiye kusuru sipahi ile seyisine bulmuşlar. Sipahi dinlemiş, dinlemiş de şöyle demiş:
— SübhanAllah! Hep suç bizim de atı çalan hırsızın hiç suçu yok mu?
Uykuyu Korkutan Yeniçeri
Bir ordugahta nöbet bekleyen iki yeniçeriden birinin yatıp uykuya vardığını refiki görmekle, dürterek demiş ki:
— Ne yatıyorsun?
— Yatmıyorum, uzun oturuyorum!
— Ya neden sesin çıkmıyor?
— Etrafı dinliyorum!
— Gözlerini neden kapadın?
— Eskimesin diye!
— Ama horluyordun!
— Uykuyu korkutuyordum!...
Babayiğit Sipahi
Yaşını başını almış olduğu halde, hala babayiğitlik tasla¬yan bir sipahiye sormuşlar, o da cevap vermiş:
— Saçın neden ağardı?
— Nezleden!
— Niçin belin iki kat olmuş!
— Gezmeden!
— Dizlerin neden titriyor?
— Çizmeden!
Asker Kafası
Bir muharebede zabitin biri cenazelerin nakl ve defnine memur olur. Maktule, mecruha bakmayarak meydanda kimi görürse arabaya koydurur. Neferin biri yanına sokularak,
- Efendim! Ben bunların bir çoğunda hayat eseri hissediyorum. Bir kere yoklanılsa!
Deyince zabit şu karşılığı verir:
— Sen onlara kulak asma! Hiç biri "öldüm" demez!
Çin’deki Kimin Ayağı?
Fransa Harbiye Nazırı, Tungen'den Fransa'ya nakledilen yaralı askerlerin bulunduğu hastaneyi ziyaret ettiği sırada yaralılara,
— Kahramanlarım! Gösterdiğiniz cansiperane hizmetleriniz hiçbir vakit unutulmayacaktır; zira ancak sizin fedakarlığınız sayesindedir ki, bugün Fransa'nın bir ayağı Çin'de bulunuyor!...
Demesiyle, bir ayağını gülleye kaptırmış olan bir nefer şu karşılığı verir:
— Aman nazır efendi, o ayak benimdir!...
Telef Olanların Taklidi
Fransa'da icra olunan askeri manevralar sırasında bir gün, iki nefer yorularak bölüklerinden savuşurlar, talimgahın yakınında bir ağaç altına uzanıp yatarlar. Bölüğün zabiti bunla¬rı görünce yanlarına gelip,
— Burada ne yapıyorsunuz?
Diye tekdir edince, neferin biri şöyle demiş:
— Efendim, arkadaşlarımızın hepsi muharebede cenk edenlerin taklidini yapıyorlar. Biz de burada telef olanların taklidini yapıyoruz!
İkimizden Biri Çıldırmış Olmalı
Prusya Kralı I. Frederik, hassa askeri içinde yeni bir nefer gördüğü zaman, şu üç suali irad etmeyi âdet edinmiş: Kaç yaşındasın. Kaç seneden beri maiyyetimdesin? Maaşın, tayının veriliyor mu?
Bir Fransız delikanlısı, kendi arzusuyla, zikrolunan hassa alayına girmiş. Almanca bilmiyormuş. Zabiti, kralın sualleriyle verilmesi lazım gelen cevaplan Almanca yazıp kendisine ezberletmiş. Kral, nefere rasgelmiş; suallerini irada başlamış. Fakat nasılsa bu sefer suallerinin sırasını değiştirdiğinden aralarında şu tuhaf muhavere cereyan etmiş:
— Hizmetime gireli kaç sene oldu?
— Yirmi!
— Acayib! Sen kendin ancak yirmi yaşında varsın! Sen
doğalı kaç sene oldu?
— Bir!.
— İkimizden biri çıldımış olmalı, ama hangisi?
— İkisi de!...
Oralar Parmakla Alınacak Olsaydı!
Hükümet ricalinden biri, Napolyon Bonapart'ın bir muharebede hatalı davrandığını göstermeye kalkışarak ve parmağını harita üzerinde gezdirerek,
— İbtida şurasını almalıydınız. Sonra şuradan geçerek burasını fethetmeliydiniz!
Deyince, Bonapart şu karşılığı vermiş:
— Evet, oraları parmakla alınabilseydi, öyle yapardım!..
Kaynak:Sadakat forum