Gönderen Konu: Kur´an mense´li cocuk sohbetleri  (Okunma sayısı 6471 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Kur´an mense´li cocuk sohbetleri
« : 26 Şubat 2005, 21:10:44 »

Kur'an kaynaklı çocuk sohbetleri


Çocuklarla daha sağlıklı iletişim kurmanın en kestirme yolu onlarla sohbet etmektir. Sohbet Osmanlı Devleti'ni kuran ümmi (okur-yazar olmayan) önderleri pişirip olgunlaştırarak gerek askerlikte, gerekse siyaset ve diplomaside "kurmay"laştıran en önemli etkendir.
Çocuklarınızla sohbet etmek istediğinizde "Hadi gelin biraz sohbet edelim" diye söze girmeyin; her biri bir köşeye kaçar, sizi dinleyecek kimse kalmaz.
Siz laf arasında meraklı bir konuyu gündeme getirin. Mesela ailenin babası, anneye şöyle bir sual sorabilir:
"Hayatım, düğünümüzü hatırlıyor musun, nasıl da yağmur yağıyordu?"
Anne-babasının evlenme serüveni çocukların genelde ilgi odağıdır. Bir süre o günleri konuşup çocukların dinlediğini garantiledikten sonra, Peygamber kıssalarına geçebilirsiniz?
Bir yerde konuyu unutmuş gibi yaparak, kitaba geçersiniz. Daha önce işaretlediğiniz bölümü açar, çocuklarınızdan birine işaretlediğiniz yerden okuması için verirsiniz. Çocuklar kitabı sırayla okurlar. Anne, ya da baba, zaman zaman okumayı keserek izahlarda bulunur. Sonuçlar çıkarır.
Bendeniz, Peygamber kıssalarının çocukların ufkunu çok açacağına inanıyorum. Çünkü Kur'anî kıssalar, hayat kendini tekrarlamaya başladığında onları hatırlayalım ve ona göre bir "hayat felsefesi" ve hatta "davranış biçimi" geliştirip strateji tespiti yapalım diye indirildi. (Fakat biz de, tıpkı Avrupalılar gibi, o derece sekülerleştik [dünyevileşme] ki, Kur'an'a değil de sebeplere, sonuçlara, gerekçelere, güç dengelerine filan bakmaya başladık)
Kur'an'daki kıssalar, mü'min yüreklerin güç karşısında pes etmemesi, gücün saldırganlığı karşısında hakkı, hukuku savunanların umutsuzluğa düşmemesi; Müslümanların yılmaması, yıkılmaması için bire birdir!
Nemrut karşısında Hz. İbrahim'i, Firavun karşısında Hz. Musa'yı anlatan kıssaları hatırlamanın şimdi tam sırasıdır?
Biliyorsunuz, Nemrut ve Firavun kendi dönemlerinin güç sembolleriydiler. Ordulara, devletlere hükmediyorlardı. Fakat bunlarla (hükümdarlık, servet, şöhret, asker, silah, v.s) yetinemediler, zaman içinde kendilerinde birtakım "manevi güçler" de vehmetmeye ve çevrelerine hissettirmeye başladılar.
Hükümdarın (Nemrut, Firavun, ya da Corç W. Bush, hiç fark etmez) kontrol ettiği gücün çanağını yalamak isteyen karaktersizler, "kraldan daha kralcı" bir tavırla, onlara istediklerini verdiler: Tanrı olduklarını söylediler. Sonra bu tezi kabul ettirmek için, halka eziyete başladılar...
Hatırlayın ki, Hz. İbrahim, Nemrut'un tanrılık tasladığı zulüm diyarında, Nemrut'un dehşetinden annesinin sığındığı karanlık bir mağarada dünyaya geldi. Varlıklardan yola çıkıp el ve gönül yordamıyla Rabbini buldu. Peygamberlikle müjdelendikten sonra ise, Nemrut'un elindeki maddi güce bakmadan ve o güce asla boyun bükmeden varlık sebebine uygun yaşamaya ve tebliğini en canlı biçimde yapmaya başladı.
Bunun üzerine Nemrut büyük bir ateş yaktırıp Hz. İbrahim'i ateşe attırdı...
Ama ateş her şeye hükmü geçenden hüküm alıp "selamete" dönüştü, Hz. İbrahim'i yakmadı.
Allah isterse, ateş gülistana dönüşür de, içindekini selamette tutar?
Nihayet onca güce hükmeden Nemrut, bir sineğin gücüne yenildi. Dünyevi gücüne kapılıp kendisini tanrılaştıracak kadar yozlaşan hükümdar, sonuçta bir minik sineğe mağlup oldu: Burnundan giren güçsüz bir sinek, güç timsalini yere serdi.
Allah isterse, dev güçler sinek misali güçsüzlere yenilir! (Bu kıssadan hayat dersleri çıkarmak ve Kur'an ekseninde çocuğa vermek, çocuğun dünyasında izler bırakır)
Yine hatırlayın ki, Hz. Musa, Firavun'un (rivayete göre İkinci Ramses) emriyle tüm erkek çocukların doğar doğmaz katledildiği bir ortamda dünyaya gelmişti. Zulmün odağında (Firavun'un sarayında) büyümüş, tanrılık taslayan Firavun'u Kızıldeniz'e (Fırat Nehri de olabilirdi) gömmüştü.
Allah isterse, her deniz, hatta nehir, çağlar ötesini yazan bir "Umut Destanı"na dönüşüp Firavunları boğar! Bunda da çocuklar için kalıcı dersler vardır?
Tabii çocuklara kıssalarla "ders" verebilmek için, zamanında "ders" almış olmak gerekiyor. Yani anne-babalar bu konularda en az birkaç kitap okumuş olmalıdırlar?
Halbuki anne-babaların çoğu kitaba küs. Kur'an'ı yıllar boyu yüzünden okuyanlar, bir kez olsun ne dediğini merak etmemiş. Kendileri ve çocukları için ne tür hayat prensipleri çıkarabileceklerini düşünmemişler.
Artık bu kasnağı kırmak gerekiyor!..
Çocuklarımıza bir şeyler anlatabilmenin, onlarla sohbet edebilmenin tek yolu, kendimizi eğitmektir. Kendimizi eğitmezsek çocuklarımıza ulaşamayız?
Ulaşılamayan her çocuk kaybolmaya adaydır.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Cocuklara sevgi ile yaklasmak
« Yanıtla #1 : 03 Mart 2005, 23:51:58 »
Altın renkli kutu


Adam, üç yaşındaki kızını, bir rulo altın renkli kaplama kağıdını ziyan ettiği için cezalandırmıştı.
Çünkü maddi durumları hiç iyi değildi. Bu yüzden küçük kızının, ambalaj kâğıdı olarak sattığı kâğıtlardan bir kısmını israf edip anlamsız bir kutuyu onunla sarmasına çok sinirlenmişti.
Kızı ne kadar küçük olursa olsun böyle bir şey yapmamalıydı. Çünkü ailenin her kâğıt parçasına ihtiyacı vardı. Hele de altın renkli olanlar, en kolay satılanlardı.
Oynamak için daha ucuz bir şey seçebilirdi. Ya da kullanmadan önce kendisine sorabilirdi.
Küçük kız ise ceza olarak kapatıldığı odadan kahkahalar atıyordu. Bu kadar mutlu görünmesi neyin nesiydi?
"Kes sesini!.." diye bağırdı kızını kapattığı odaya doğru, "Yaptığın hatanın cezasını sessizce çekmelisin."
Kız sustu. O susunca her şey susmuş gibi geldi adama. Biraz sert davrandığını için için kabullendi. Ancak altın renkli kâğıtların israf edilmesini bir türlü içine sindiremiyordu.
Ertesi gün, küçük kız babasının çalıştığı yere geldi. Altın renkli kâğıtla sardığı kutuyu sımsıkı tutmuştu. Gülümseyerek babasına yaklaştı ve kutuyu uzattı:
"Al babacığım, sana bir hediye getirdim."
Adam önce ne yapacağını, nasıl davranacağını kestiremedi...
Kızının armağanını reddedemezdi. Ayrıca da merak ediyordu, en kıymetli kâğıtla sardığına göre, acaba içine ne koymuştu?..
Üstelik hiç parası yoktu; peki babasına verdiği armağanı hangi parayla satın almıştı?
"Teşekkür ederim" diyerek altın renkli kâğıda sarılı kutuyu aldı.
Gösterdiği aşırı tepki için kendini suçlu hissetti ama kutunun boş olduğunu görünce, için için sinirlenmekten de kendini alamadı.
"Birine bir hediye verdiğin zaman içinin dolu olması gerektiğini bilmiyor musun?" diye bağırdı kızının yüzüne.
Küçük kız babasına yaşlı gözlerle baktı ve şöyle mırıldandı:
"Ama kutu boş değil ki..."
Adam daha bir dikkatle baktı kutunun içine. Evirdi, çevirdi, salladı.
"İşte boş!.." diye bağırdı sonunda, "Hiçbir şey yok. Bir de utanmadan babana yalan söylüyorsun."
"Asla!.." dedi küçük kız, "Ben asla yalan söylemem. Bakmayı bilirsen, kutunun ağzına kadar dolu olduğunu görürsün."
Adam bir daha baktı. Görünürde hiçbir şey yoktu. Kızına döndü. Tüm öfkesini tek kelimeye doldurup kızının suratına boşalttı: "Yalancı!.."
Küçük kız kendi yüreğine büzüldü. Kutunun içindekileri, babası neden göremiyordu acaba? Açıklamaya çalıştı:
"Babacığım, ben sarı kutunun içine önce sevgi doldurmuş, sonra öpücüklerimi üflemiştim. Hepsi senin içindi babacığım. Göremediğine göre, hata bende olmalı."
Adam birden ayıldı:
"Se.. sevgilerini.. öpücüklerini mi?.." diye mırıldandı.
"Evet" dedi küçük kız mırıl mırıl bir sesle; "Sevgilerimle, öpücüklerimle tepeleme doldurmuştum altın renkli kutuyu."
İçi paramparça oldu adamın...
Atılıp kızına sarıldı. Sımsıkı kucakladı. Öpücüklere boğdu solgun yanaklarını:
"Canım kızım, bitaneciğim."
Gözyaşları sel olmuş akıyordu.
"Ağlama babacığım" dedi küçük kız, "Ben bu kutuyu ağlaman için değil, sevinip mutlu olman için hazırladım."
"Biliyorum kızım" dedi adam gözlerini silerken, "Çok düşüncelisin. Hata bende ki, kutuya doldurduğun sevgilerini ve öpücüklerini görememişim. Lütfen beni bağışla."
Adam altın renkli kutuyu yatağının baş ucuna koydu. Yıllarca sakladı. Her sabah uyanır uyanmaz ona gülümsüyor, cesaretini yitirdiği anlarda ise, kutunun içindeki öpücüklerden birini çıkarıp yanağına konduruyor, kızı tarafından ne kadar sevildiğini düşünerek güç topluyordu...
Kendini mutsuz hissettiği anlarda kutuyu alıp yüreğine bastırıyor, "Kızım beni çok seviyor" diye söylenerek mutlu oluyordu.
¥
Aslında hepimiz, arkadaşlarımız, dostlarımız ve ailemiz tarafından bize sunulan, karşılıksız sevgilerle, öpücüklerle dolu altın renkli kutulara sahibiz.
Ama bunu, sadece hayata doğru bakanlar fark edebilir.

Saygi ve selamlarimla.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Masal ve insan
« Yanıtla #2 : 04 Nisan 2005, 00:02:59 »
Masal ve insan


"Bir varmis, bir yokmus" diye basladiniz mi söze, ele avuca sigmaz afacan, yaramaz çocuklarin üzerinde sanki bir sihirli degnek dolasir, susarlar ve sizi can kulagiyla dinlerler. Çocuklari susturmanin en iyi yolu, galiba onlara masal anlatmaktir.
Dünyada kimi ülkeler kendilerini "masalci nine" yerine koyarak, çocuk hükmünde gördükleri ülkelere masal anlatmayi severler. Hele hele masallarindan zevk alindigini gördüklerinde, uykusuz kalirlar, bütün gece boyu masal anlatir dururlar. Hani, masallarin sonunda iyiler hep kötülere galip gelir ya, dünyada kurgulanan masallar böyledir iste; yenenler hep iyilerdir. Masalin içerisinde ölenler, eza-cefa görenler, sonunda pes edenler kötülerdir. Onlar, insanligin mutlu gelecegi için bu cezayi haketmislerdir. Onlar çikmis kerevetine, biz nereye gidelim?
Zamanimizin vazgeçilmez masal kahramani ABD'dir. Dünya medyasiyla birlikte müstevli ruhlu medya da burda bir olaganüstülük veya sürpriz de yoktur. Her masal kendi kulvarinda yol alir. Fakat dünyada gazete sayfalarinda her gün masal okumaktan, TV'lerde her aksam masal seyretmekten yorgun düsmüs insanlar çogalmaya baslamistir. Ne yazik ki büyük bir çogunluk, daha henüz isin farkinda degildir. Onlar TV karsisinda çekirdeklerini, yani akillarini, tüketmekle mesguller.
Seçeneksiz bir dünya karanlik bir tünelden farksizdir; orada yarasalar ürer. Özgürlügün bir adi da seçenekler ormaninda gezinmek degil midir? Yeryüzünde özgürlügün tek adi vardir: ISLÂM! Çünkü Islâm, nefisten seytana, ruhtan akila birçok seçenekler sunar insana. Isteyen Rahman'in kulu olur, isteyen seytanin.
Evet, bugün de bir "medeniyetler arasi savas" vardir ve bu her zaman olmustur. Belki de bugün her zamankinden çok daha siddetli bir biçimde devam etmektedir. Insanlarimizin heba olup gitmeleri, zenginliklerimizin yagmalanmasi bir tarafa, kiyasiya bir anlam kaybi ile karsi karsiya bulunuyoruz. Tecavüzcüsüne asik olan kadinin karmasik, marazî ruh halinin de ötesinde, tarih ilginç seylere sahne olmaktadir. Insanlara zoraki sevgi dayatilmaktadir. Adam, kalplerden Allah (cc)'i kovmak -hasa- ve onun yerine kendisini ikame etmek için insanliga harp ilân etmistir!
Maddî gücümüze baktigimizda ürkütücü manzara ile karsi karsiyayiz: Dünya Müslümanlarinin tamaminin maddî güçlerini toplarsak, bir Almanya etmiyor! Bagirdikça batiyoruz. Imamesi kopmus tesbih taneleri gibi yeryüzünün en izbe yerlerine savrulup duruyoruz.
"Ne yapalim?"
Bu soruyu sorabildigimiz zaman, tünel bitmis olacaktir. Yeni bastan Müslümanligimizi sorgulamak durumundayiz. Bizler, Müslümanligin neresindeyiz? Kendimize güveniyorsak kapilar açilacak ve Resul Aleyhisselâm'in yurduna gidecegiz. Rasul (sav), gelistirmis oldugu hiçbir harekette kâfirleri örnek almamistir. Gündemini kendi olusturdu ve ona göre hareket etti. Çünkü O, Allah (cc)'a güveniyordu ve bütün gücünü O'ndan aliyordu.
Duyuyoruz: "Gündemimizi olusturacak gücümüz var midir?"
Biz Müslümanlarin en büyük eksikligi, hatta cinayeti, hâlâ Allah (cc)'i en büyük güç olarak görmekte imanimizin netlik kazanmamis olmasidir, diyebilirim. Böyle olunca da ölüm korkusu çepeçevre bizi kusatmistir. Üç tas, bes tuglalik dünyamizin zebûnu, kölesi durumuna düsmüsüz. Perisaniz, izzetimiz, namusumuz, gururumuz, kisiligimiz, kimligimiz, dünyamiz yerle bir edilmistir. Düsünüyorum da, bizi kahreden bu kursunlar, acaba tarihe, insanliga, Islâm'a; yani Allah'a karsi gelistirmis oldugumuz olumsuz tutumun somutlasmis bir biçimi midir?
Kaynaklarimizda anlatilan bir olayi nakletmek istiyorum:
Hz. Ibrahim (as), kâfirlerin yaptiklari karsisinda aciz kalmisti. Onlarin Kâbe'yi putlarla doldurmalarina karsi direniyor, ama güçsüz kaliyordu. Allah-u Teala'ya niyazde bulundu: "Ilâhi! Sen bilirsin, mutlak güç Senin elinde. Bu kâfirler bana galip geldiler, aciz kaldim. Ancak Senden yardim diliyorum." Allah Teala buyurdu:
"Ya Ibrahim! Sen aczini bildinse, biz de kendi kudretimizi senin aczinde zahir ederiz (gösteririz)." Ne muazzam bir durum! Acziyet ve samimi itiraf ve ardindan Allah'in yardimi. Güçsüzlügümüz, henüz acziyetimizi itiraf edemeyisimizde yatmaktadir. Sonra Cebrail (as) geliyor ve Ibrahim (as)'e, "Lailahe illAllah" zikrini telkin ediyor. Ibrahim (as), bu zikre devam ediyor. Bir zaman sonra vücudundan birçok ellerin çikmakta oldugunu hayretle görüyor. Kendisinden çikan bu eller, Mekke-i Mükerreme'de bulunan putlari yerinden söküp atiyor. Hak Teala ona buyurdu: "Ya Ibrahim, gördün mü kudretimi?"
"Masal" mi diyecekler buna? Kâfirler de Kur'an-i Kerim için "eskilerin masallari" dememisler miydi?
Bu yazimi okuyan her Müslümani, kâinati sarsacak bir eyleme davet ediyorum: "Lailahe illAllah"muhammedürrasülüllah. deyiniz.
Masal ve insan hakikatlerini kaybetmis veya örtmüs olanlarin sigindiklari yer masaldir. Hakikatlerini bilen insanlarin ise sigindiklari tek makam Allah (cc)'tir; çünkü insan acizdir, siginma güdüsüyle yaratilmistir.
Yetmez mi bunca yildir masallara sigindigimiz?..
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik