Gönderen Konu: Kur’an’da Rastladın mı?  (Okunma sayısı 7277 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Kur’an’da Rastladın mı?
« : 02 Nisan 2012, 19:59:25 »

İslâm’ın yalnızca Kur’an-ı Kerim’den öğrenilmesi gerektiğini dillendiren, böylelikle Kur’an merkezli bir din ortaya koyma iddiası içerisinde olan söylemlerle zaman zaman karşılaşıyoruz. Sünnet’i geri plana itip sadece Kur’an’ı referans almaya çağıran bir oluşum bu.

Gün geçmiyor ki dinî bir mevzuda delil olarak getirilen hadise karşılık, orada bulunanlar tarafından “Bize hadis okuma ayet getir!”, “Bu konuda ayet var mı?” gibi tepkilerle karşılaşılmasın. Bu tür tepkiler, dinî olmaktan çok siyasî karakter taşıyan “Kur’an merkezli din” iddiasının halk arasındaki tezahürü sadece.

Söz konusu oluşumun temel iddiası “Kur’an müslümanlığı”, “Kur’an İslâm’ına dönüş” gibi çeşitli kavramlarla müslümanları Kur’an etrafında birleştirmek, sahih bir din anlayışı kazandırmak...

Ancak “Kur’an İslâm’ı” tabiri ilk bakışta ne kadar kulağa hoş gelse de, işin detayına inildiğinde hiç de böyle olmadığı anlaşılıyor. Çünkü gerçekte Kur’an’ı merkeze aldığını söyleyen bu akım aslında sünnetleri tasfiye etmek suretiyle dini adeta kuşa çevirme eğiliminde.

Sömürgecilerin ektiği tohum

Bu tür marjinal yaklaşımları daha çok yabancı devletlerin fiilî yahut kültürel sömürüsüne maruz kalmış İslâm ülkelerinde görmek mümkün. Sömürgeci devletler, İslâm ülkelerindeki ilahiyat fakültelerine yerleştirmiş oldukları oryantalist zihniyet üzerinden özellikle Sünnet’in ümmet içindeki itibarını ve konumunu zayıflatmak, hatta saf dışı bırakma neticesine yönelik faaliyetlerin öncülüğünü yapmışlardır.

Hindistan buna önemli bir örnek teşkil eder. Çünkü bilindiği gibi bu bölge 1858’de resmen İngiliz hakimiyetine geçmiş, buna paralel olarak bölgede Hıristiyan propagandasıyla beraber Oryantalistlerin İslâm’a yönelik art niyetli çalışmaları da hız kazanmıştır. İlginçtir, sömürgeleştirilen Hindistan’a bağlı Delhi şehrinde kurulan İslâmî İlimler Fakültesi’nin başına, İngiliz Doğu Hint Şirketi sponsorluğunda, Avusturya asıllı İngiliz bir oryantalist olan Dr. Alois Sprenger getirilmiştir. Sprenger, ilk kez hadislerin büyük bir kısmının “uydurma” olduğunu iddia eden, Sünnet’in kaynak oluşuna yönelik eleştirel makaleler kaleme alan, böylece sünneti saf dışı bırakmayı hedefleyen biridir. İşte bu fitne sebebiyle İslâm dünyasında Sünnet’i toptan inkâr etme hareketi de ilk olarak Hindistan müslümanları arasında baş göstermiştir.

İçimizdeki aldanmışlar

Kur’an merkezli İslâm iddiasını sadece yabancı unsurlarda aramak elbette yanlış olur. Bunda yüzü ve gönlü Batı’ya dönük müslüman ilim adamlarının da büyük rolü var. Onlar, 19. asrın sonlarından itibaren içinde bulundukları yenilmişlikten müslümanları kurtarmak için dinde köklü bir değişimin gerekliliğine inanmış, böylece Sünnet ve geleneksel mezheplerin toptan inkârına giderek, Kur’an merkezli/selefî bir din anlayışını tesis etmeyi önermişlerdir.

Gerçekten “Kur’an İslâm’ı” söylemini hayata geçirmek mümkün müdür? Sünnetleri saf dışı bırakmak suretiyle yalnızca Kur’an’ı esas alan bir din inşası ilahi maksadı ne ölçüde doğru yansıtabilir?

Peşinen şunu ifade edelim ki Sünnet olmadan Kur’an-ı Kerim’i ne doğru ve sahih bir şekilde anlamak ne de uygulamak mümkündür. Çünkü Kur’an ancak beyan edilerek/açıklanarak anlaşılabilir. Onun beyanı Hz. Peygamber s.a.v.’e, dolayısıyla Sünnet’e aittir. Bunu bizzat Kur’an-ı Kerim’in kendisi şöyle ifade buyuruyor: “Biz o peygamberleri mucizelerle ve kitaplarla gönderdik. Ey Peygamber! Sana da Kur’an’ı indirdik ki, insanlara vahyedileni açıklayasın. Belki onlar da düşünürler.” (Nahl, 44)

Başka bir ayet-i kerimede Rabbimiz yeminle buyuruyor ki; “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisâ, 65)

Pekala Sünnet Kur’an-ı Kerim’i beyan etmeseydi ne olurdu?

Sünnet, Kur’an-ı Kerim’i beyan edip açıklamasaydı Kur’an’ın açıklanmamış hükümleri murad-ı ilahiye uygun bir şekilde anlaşılamaz; anlaşılamayacağı için de üzerine hüküm bina edilemezdi. Dolayısıyla ne namaz, ne zekât, ne oruç, ne hac gibi ibadetlerden, ne de muamelat ve ukubata dair diğer hükümlerden bu denli geniş ve teferruatlı bir şekilde söz edilebilirdi.

Bu itibarla Sünnet, Kur’an-ı Kerim’in anahtarı gibidir. Sünnet olmadan Kur’an doğru bir şekilde anlaşılamaz. Kur’an anlaşılmayınca da din, murad-ı ilahiye uygun olarak tesis edilmiş olmaz. Yani Sünnet olmazsa din de olmaz. Şu halde Sünnet’i göz ardı ederek sadece Kur’an’ı esas alan bir din oluşturma eğilimi, haddizatında dini ortadan kaldırmakla aynı anlamdadır.

Aslında bu tür eğilimler İslâm’ın ilk asrından beri olagelmiştir. Sahabeden İmran b. Husayn r.a.’ın meclisinde meydana gelen tartışma buna örnektir. Olay şöyle:

Bir gün İmran b. Husayn r.a. mescitte otururken, yanında şefaatten konu açılır. İmran b. Husayn r.a. konuyla ilgili hadislerden delil getirirken, orada bulunanlardan biri:

– Siz bize hadisler anlatıyorsunuz. Oysa biz bunlarla ilgili Kur’an’da bir delil bulamıyoruz, der. Hz. İmran r.a. adama çıkışarak şöyle sorar:

– Sen Kur’an’ı okudun mu?

– Evet

– Peki, orada (farzları itibariyle) yatsı namazının dört, akşamın üç, sabahın iki, öğle ile ikindinin dört rekât olduğuna rastladın mı?

– Hayır.

– Peki, bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de Rasulullah s.a.v.’den öğrenmedik mi? Yine (Kur’an’da) kırk dirheme bir dirhem, kırk koyuna bir koyun, şu kadar deveye şu kadar zekât düştüğüne rastladın mı?

– Hayır.

– O halde bu bilgileri kimden aldınız? Biz Rasulullah s.a.v.’den, siz de bizden aldınız. Keza Kur’an-ı Kerim’de “Beyt-i Atîk’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler.” (Hac, 29) ayetini gördünüz. Pekala, “Kâbe’yi yedi defa tavaf edin”, “Makam’ın arkasında iki rekât namaz kılın” diye bir ifadeye denk geldiniz mi? Kur’an’da buna rastladınız mı? Öyleyse bu bilgiyi kimden aldınız? Biz Rasulullah s.a.v.’den, siz de bizden almadınız mı?

– Evet.

– Peki İslâm’da celeb(1), ceneb(2) ve şiğâr(3) ın olmadığına dair Kur’an’da bir delile rastladınız mı?

– Hayır.

– Oysa ben Allah Rasulü s.a.v.’in “İslâm’da celeb, ceneb ve şiğar yoktur” (Ebû Dâvûd, Zekat, 9) dediğini işittim. Öte yandan Allah Tealâ’nın Kur’an-ı Kerim’de “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasak etdiyse ondan da sakının.” (Haşr, 7) diye emrettiğini de duymuşsunuzdur. (Beyhakî, Delâilu’n-Nübüvve, 1/25, 26)

Görülüyor ki, din adına Kur’an’ın tek referans kabul edilmesi söylemi dün de gündeme getiriliyordu, bugün de getiriliyor. Bu tip iddiaların kimi kasıtsız olsa da büyük çoğunluğu siyasi ve kasdî olup, hedefte Sünnet’i ve Ehl-i Sünnet anlayışını saf dışı bırakma fikri yatıyor. Bu itibarla samimi müslümanların bu tür söylemlere aldanmamaları, Sünnet’ten yüz çevrilerek inşa edilen müslümanlığının Kur’an’la ve İslâm’la alakasının olmadığını unutmamaları gerekir.

(1) Celeb: Zekât memurunun bir yerde konaklayıp zekât verecek durumdaki mal sahiplerini oraya çağırıp toplaması ve zekâtları o yerde alması.

(2) Ceneb: At yarışına katılan kimsenin yanında bir de yedek at bulundurması ve koşu esnasında bindiği hayvan iyice yorulunca onu bırakıp yedekte olana binmesi, yani hile yapması.

(3) Şiğâr: Mehir alıp vermemek için iki kişinin birbirinin yakınlarından birer kadınla evlenmeleridir.

Kürşat Salih YAMAN

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Kur’an’da Rastladın mı?
« Yanıtla #1 : 03 Nisan 2012, 00:24:37 »
“Kur’an Müslümanlığı”, müsteşrikler ve mezhepsizler

İnsanı yeryüzünde halîfe olarak yaratan Hz. Allah, lûtuf ve kerem hazînesinden, beşere dünya ve ukbâ saâdetini kazandıracak ilâhi mesajlarını ve bu mesajları; sözleri, fiileri, hal ve hareketleriyle, kısacası hayatıyla tefsîr eden peygamberleri (aleyhimüsselâm) göndermiştir.

Kur’ân-ı Kerim ve Resûlüllah (s.a.v.) ile bu ilâhi tenezzülât kemâl noktasına ulaşmış... En son ve en mükemmel din olan İslâm, kıyâmete kadar aslî hüviyetini muhafaza edecektir. Bunu Rabbimiz (c.c.) kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de taahhüt etmektedir.

Son birkaç asırdır elde ettiği teknolojik muvaffakiyetlerle sarhoş olan Batı insanı, huzuru dinden ve fıtratten alabildiğine kaçışta bulacağını sanıyordu. Fakat aradığı huzuru bulamadı.

Batı’nın teknolojik başarısı karşısında âdeta şok olan İslâm âlemi, onun bu huzursuzluğunu görmekte ve yavaş-yavaş kendine gelerek ilâhi menbaa/kaynağa doğru koşmaktadır. Haddizatında dünyanın her tarafında islâm’a koşan insanlar, gün geçtikçe artmaktadır.
 
Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmakta onlara hâkim olan Batı dünyası, oryantalistler (müsteşrikler)le İslâmiyeti aslî hüviyetinden saptırmak, bu ilâhî kaynağı bulandırmak için her geçen gün artan bir tempoyla çalışmaktadır. Maalesef memleketimizde de onların bu oyununa gelenler vardır. Müsteşriklerin İslâmiyeti tahrip etmek için neşrettikleri zehirlerin pazarlayıcılığını yapmaktadırlar. Bilerek veya bilmeyerek bir takım Müslümanlar da bunların tesirinde kalmaktadır. Müdâfaasını yaptıkları temel düşünce şudur:

“Size düşen Kur’an’a sarılmaktır. Onun helâl dediğini helâl, haram dediğini haram saydığınızda kurtuluşa erersiniz. Zaten hadislerin çoğu uydurmadır.”

“Kur’ân’a sarılalım” mâsum kılıfıyla sünneti, dolayısiyle Peygamberimizi (s.a.v.) devreden çıkarmak istemekte ve bunu da Kur’an adına yaptıklarını iddia etmektedirler. Halbuki Kur’an, onların bu hezeyanını yüzlerine çarparak Resûle ittibâyı emretmektedir:

“(Habîbim), de ki:Allah’ı seviyorsanız bana ittibâ edin ki, Allah da sizi sevsin; günahlarınızı mağfiret etsin. Şüphesiz ki Allah, Gafûr ve Rahîm’dir.”(1)
 
“Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerle seni hakem tayin edip sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duyladan tamamen kabul etmedikçe, iman etmiş olamazlar.”(2)

“Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.”(3)
 
Görüldüğü üzere Allah Teala peygambere itaatı kendisine itaat olarak kabul etmiştir. Peygambere itaat de ancak onun sünnetini yaşamakla mümkündür. Peygamberimizin (s.a.v.) sünnetinden yüz çevirenlere Kur’an, “Onun (peygamberin) emrine muhalefet edenler, başlarnına bir belânın gelmesinde veya can yakıcı bir azâba uğramaktan sakınsınlar.”(4) diye ikaz ve ihtarda bulunmaktadır.
 
***
 
YAKIN BİR GELECEKTE NELER OLACAK?
 
Kıyâmete kadar olacak şeyleri ümmetine haber veren Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.), bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

“Biliniz ki bana Kur’ân ve beraberinde bir misli daha verilmiştir. Haberiniz olsun ki yakın bir gelecekte mal ve mülk ile mağrûr olan bir kimse çıkıp koltuğuna yaslanarak şöyle diyecek: ‘Size düşen Kur’an’a sarılmaktır. Onun helâl dediğini helâl, haram dediğini de haram sayınız.’ Bilin ki; ehl-î merkeplerin etleri, azı dişli vahşi hayvanların etleri, kendi rızâsıyla bıraktığı dışında zimmînin kaybettiği mal da helâl değildir.”(5)

“Yakında koltuğuna yaslanmış benim hadîsim okunduğunda, ‘Bizimle sizin aranızda sadece Allah’ın kitabı vardır. Onda bulduğumuz helâli helâl, haramı da haram kabul ederiz’ diyen bir kimse çıkacak. Dikkat edin!Şüphesiz ki Resûlüllah’ın haram ettiği, Allah’ın haram kıldığı gibidir.”(6)

Resûl-i Ekrem (s.a.v.) bu hadîsleriyle sünnetin şerîatteki yerini istikbâle ait bir mu’cize olarak beyan etmiştir. Bu mu’cize daha ilk devirlerde tahakkuk etmiştir. Hâricîler Kur’an’ın zâhirine yapışıp sünneti kabul etmemişlerdir.

Hattâbi, “Bana kitap ve beraberinde bir misil verilmiştir” ifadesinin iki manaya geldiğini söyler.

Birincisi, zâhirî metlüv ile birlikte gayr-i metlüv olan bir bâtınî vahiy de verilmiştir.
 
İkincisi, Kur’an Resûlüllah’a (s.a.v.) okunan bir vahiy olarak verilmiş, ounun açıklaması olarak da bir misil daha verilmiştir. Yani Resûlüllah Efendimiz’e Kitâb’ı açıklama salâhiyeti has ifâdeleri tamîm, umumî olanları tahsis, mücmel olanları tavzîh ederek zâid hükümler getirmiştir. Böylece sünnetin kabûlü ve kendisiyle amel etmemiz mecbûriyeti, aynen tilâvet edilen Kur’an gibi olmaktadır.(7)

Allah Teala, “Biz sana Kur’an’ı indirdik. Ta ki insanlara ne indirildiğini anlatasın ve onlar da düşünüp anlasınlar.”(8) buyurmaktadır.
 
***
 
KUR’AN SÜNNETLE TEFSİR OLUNMUŞTUR
 
Resûl-İ Ekrem Efendimiz (s.a.v.) Kur’ân ayetlerini bazan sözleriyle, bazan davranışlarıyla, bazan her ikisiyle birlikte, bazan da takririyle/tasvibiyle îzah ederdi...

Mesela Kur’ân-ı Kerim’de bir çok yerde namaz kılınması emredilmektedir... Ancak namazın mâhiyeti, nasıl kılınacağı, rek’ât sayıları, kimlere farz olduğu gibi hususlar açıklanmamıştır. Bunları sünnet îzah etmiştir.

Aynı şekilde Kur’ân’da zekât verilmesi emredilmekle birlikte zekâtın mâhiyeti, hangi mallardan ne miktarda verilmesi gerektiği, farziyet şartlarının neler olduğu belirtilmemiş... Bütün bunlar Rasûlüllah Efendimiz’in sünnetiyle tespit edilmiştir.

Kezâ, “Ey insanlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz, şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki felah bulasınız.”(9) ayetiyle içki haram kılınmış, fakat içene verilecek ceza İslâm hukukunda sünnetle tespit edilmiştir.

Ayet-i Kerîmede, “Erkek hırsız ve kadın hırsızın yaptıklarından dolayı ibret verici bir cezâ olarak ellerini kesin. Allah Âzîzdir, Hâkim’dir.”(10) buyrulmaktadır. Fakat cezayı gerektirecek hırsızlığın ne olduğu, ellerin nereden nereye kadar kesileceği müphem bırakılmış, bütün bunları sünnet açığa kavuşturmuştur.
 

Yine Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “İman edip imanlarına zulüm karıştırmayanlar, işte onlar hidayete ermiş gerçek emniyete nâil olmuş kimselerdir.”(11) Cenâb-ı Hakk’ın, hidayet ve emniyete nâil olmak için ‘îmâna karıştırılmamasını’ şart koştuğu zulümden murâd nedir? Zulmün bütün çeşitleri midir? Yoksa herhangi bir zulüm müdür? Ayet-i kerîmede bu soruların cevabı olmadığı için ashâb-ı kirâma çok ağır geldi. “Hangimiz var ki, nefsine zulmetmemiş olsun?” diyorlardı. Allah Resûlü( s.a.v.) onlara, “Sizin zannettiğiniz gibi değil. Buradaki zulümden maksat, Lokman’ın dediğidir. O “Ey oğulcuğum, Allah’a şirk koşma. Muhakkak ki şirk en büyük zulümdür(12)diyerek, zulümden maksadın şirk olduğunu bildirmiştir.”(13)
 
Bütün misâllerde görüldüğü üzere, Resûlüllah’ın sünneti olmadan Kur’ân’ı anlamak mümkün değildir.
 
***
 
SÜNNETTE OLAN KUR’AN’DA DA VARDIR

İmam Şâfiî hazretleri bir gün Mescid-i Haram’da oturmuş sohbet ediyordu. “Bana soracağınız her şeyin cevabını Kur’an’dan verebilirim” dedi. Orada bulunanlardan birisi, “İhramda iken eşek arısı öldürmenin hükmü nedir?” diye sordu. Hz. İmam, “Bir şey gerekmez” diye cevap verince, soruyu soran, “Bu Allah’ın kitabının neresinde var?” dedi. İmam Şâfiî, “Resûl size ne getirmişse onu alın. Neden de yasakladıysa, ondan sakının” ayetini, peşinden de mevzu ile alâkalı hadis-i şerifi senediyle birlikte okuyarak mes’eleyi çok güzel bir şekilde açıkladı.(14) Sünnet-i seniyyenin tesbitinde kılı kırk yaran bir hassâsiyetle hareket edilmiş, hadis diye uydurulmak istenenler ortaya çıkarılmıştır. Sırf bu hususla alâkalı müstakil eserler yazılmıştır. Bu itibarla endişeye, kafaları ve gönülleri bulandırmaya mahal yoktur.
 
Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) bizzat kendileri sünnet-i seniyyelerine ittibâ edilmesinin üzerinde durarak şöyle buyurmuşlardır:

“Size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı sıkıya sarıldıkça dalâlete düşmezsiniz. Bunlar, Allah’ın kitabı ve sünnetimdir.”(15) “Benim sünnetime, Râşid Halifelerim’in sünnetine temessük edin (tutunup sarılın), azı dişlerinizle sımsıkı yapışın.”(16)
 

Rabbimiz celle şânühû, âlemlere rahmet olarak gönderdiği Resûl-i Kibriyâsı’nın ve onun Râşid Halifeler’inin sünnetine sımsıkı yapışıp yaşamaya ve yaşatmaya bizleri muvaffak kılsın.
 
Halis Ece.com
DİPNOTLAR
 1 Kur’ân-ı Kerim, Âl-i İmrân, 3/31.
 2 Kur’ân-ı Kerim, Nisâ, 65.
 3 Kur’ân-ı Kerim, Nisâ, 63.
 4 Kur’ân-ı Kerim, Nûr, 63.
 5 Ebû Dâvud, Sünen, Sünnet, 5.
 6 İbn Mâce, Mukaddime 2.
 7 Sünnet Müdâfaası, Muhammed Ebû Şerbe (Terc.), 1, 54.
 8 Kur’ân-ı Kerim, Nahl, 44.
 9 Kur’ân-ı Kerim, Mâide, 90.
 10 Kur’ân-ı Kerim, Mâide, 28.
 11 Kur’ân-ı Kerim, En’âm, 82.
 12 Kur’ân-ı Kerim, Lokman, 13.
 13 Buhârî, Sahîh, Tefsîr 60-71.
 14 Sünnet Müdâfaası, 1, 51.
 15 Feyzu’l-Kadîr, 3, 240.
 16 Sünenü Ebî Dâvud, Sünnet.