Gönderen Konu: Maddenin Ardındaki Sırrın Sırrı  (Okunma sayısı 3574 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı boyaci

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 1
Maddenin Ardındaki Sırrın Sırrı
« : 30 Ocak 2012, 01:10:05 »

Maddenin Ardındaki Sırrın Sırrı

Maddenin ardındaki sır diye açıklanan bir iddia hala ortalarda dolaşmaktadır. Ben bu iddiayı on seneden daha uzun zaman önce bir kitapçıkta okumuştum. Bu kitapçık da, bu iddia da zaten aynı kaynaklardan geliyordu ve hala da aynı kaynaklar tarafından şiddetle savunulmaktadır. Bu konuda birçok multimedya kaynak ve döküman hazırlamışlar ve iddialarının kesin ve tartışılmaz bir gerçek olduğunu söylüyorlar. Anayasanın değiştirilemez maddeleri de pekala değiştirilebilir mantığıyla kendilerinin tartışılmaz ve mutlak doğru dedikleri şeyi tartışacağım ve doğru olup olmadığına bir bakacağım.

Bu iddiaları kendi kaynaklarından ilk okuduğumda anlatmak istediklerini anlamış ve etkilenmiştim. Ama bu meselenin islamdaki yerini tam olarak öğrendikten sonra bu etki hemen kayboldu. İnternette araştırdım, bu konuda bazı tenkidler olsa da teferruatlı bir tenkide rastlayamadım. Belki de ciddiye alınmadığı için cevap verilme zahmetine bile katlanılmamıştır. Ama ciddiye alabilecek müslüman kardeşlerimizin menfi te'sir altında kalmamaları için  bu konuyu ele alma ihtiyacı duydum. Müslümanların çoğunun yeteri derecede islami bilgiye sahip olmadığı bir zamanda islam adına ortaya atılan, biraz bilim biraz din sosu eklenmiş batıl inançlar bazı müslümanlara kabul ettirilebilmektedir. Yaptığınız itirazların bilime karşı mı geliyorsun şeklinde cevaplanması işten bile değildir.

İddiayı özetleyeyim. Malumumuz dünyayı algılamak için tüm hayatımız boyunca beş duyu organımızı kullanıyoruz. Bu duyu organları bildiğimiz tıbba göre beyne bağlı. Görme, işitme, tatma, koklama ve hissetme duyuları ilgili duyu organları aracılığıyla birtakım sinyaller olarak beynimize iletilmektedir. Beyin ise bunları algılayacak şekile dönüştürmektedir veya en azından toplamaktadır. İddiaya göre beynimizde toplanan sinyalleri algılayan beyin değil ruhtur. Biz gözümüz vasıtasıyla rengarenk bir dünyayı zifiri karanlık bir beynin içinde fakat yine rengarenk olarak görmekteyiz ama gören kim sorusuna cevap iddiaya göre gören beyin değil ruhtur. Buraya kadarki iddialara cevabımız şudur: Evet dedikleriniz doğru olabilir, fakat biz ruh hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadığımız için bu konuda fazla açıklama yapmayı doğru bulmuyoruz. (Ve sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir.” İsrâ Sûresi 85. ayet) Asıl iddiaya gelelim. Diyorlar ki gördüğümüz, hissettiğimiz herşey beynimizde oluşan elektrik sinyallerinden ibaret, hatta beynimizin kendisi bile elektrik sinyallerinden ibaret. Dış dünyada gerçek bir maddesel varlık yok, herşey sadece bize hayal gibi sürekli olarak Allah tarafından hissettiriliyor. Sürekli olmasından dolayı biz bunu gerçekmiş zannediyoruz. Nasıl rüyadaki insanın rüyada olduğunu bilmeyip herşeyi gerçek zannettiği gibi insan da uyanıkken bile herşeyi tartışılmaz gerçek zannetmektedir halbuki ruhun algıladığı fakat gerçekte olmayan bir maddesel dünya ile muhataptır. İddialarında biraz daha ileri gidip ahiretin de algılardan ibaret olduğunu, Allah dışında herşeyin algı olduğunu, algı olmayan tek şeyin Allah olduğunu söylüyorlar. İlk tenkidimi yapayım, şimdi Allah'tan başka herşeyin gerçek bir varlığının olmadığını söyleyerek ruhu da hayal ürünü hale getirdiler. Bu durumda bir nevi hayal hayali hayal ediyor. Onların iddialarına göre gel de çık işin içinden. Şimdi biz ruh hakkında ileri geri konuşacak değiliz, bu konuda fazla bilgimiz yok, Allah bilir. Bizim bildiğimiz ruh vardır ve bedenden ayrılınca beden ölür, ruh ise asla ölmez. Ahirette bedenlerimiz yeniden yaratılır ve ruhumuz bedenimize geri iade edilir.

Hiç bilimsel konulara girmeden islam itikadı bu konuda ne söyler onu açıklayalım. Ehli sünnet vel cemaatin en temel inanç maddeleri nesefi akaidi isimli eserde maddeler halinde toplanmıştır. İslamda inanç akla ve aklın ürünleri olan bilime ve felsefeye falan dayanmaz. İslam kurana, sünnete, edille-i şeriyyeye dayanır. Birşeyin islamdaki yerini anlatırken bilimsel teorilerle uğraşılmaz, edille-i şeriyyeye bakılır. Biz de öyle yapıp edille-i şeriyyenin inanç maddelerinin bir kısmının toplandığı nesefi akaidine bir bakalım: "Madde bir: (Ehli sünnet alimleri) derki: Eşyanın hakikatleri sabittir, bunlarla (sabit olmaları ile) alakalı ilim, gerçektir. Bu, felsefecilerin hilafınadır. Madde iki: Mahlukat için ilmin sebebleri (bilgi edinme yolları) üçtür. 1-Sağlam hisler. 2- Doğru haber. 3- Akıl. Hisler beş tanedir: İşitmek-Görmek-Koklamak-Tadmak-Dokunmak. Bunlardan her bir hassa ile, o hassa ne için tayin edilmiş ise o şey üzerine haberdar olunur." (http://www.davetci.com/akaid_nesefiakaidi.htm) Ne kadar önemli bir madde ki en başa konulmuş. Eşyanın yani şeylerin, maddenin hakikati sabittir yani vardır, hayal değildir, sadece algıdan ibaret değildir, bizim dışımızda bir varlığı vardır. Bu felsefecilerin hilafınadır derken sanki bugünleri görüp de söylemişler. Bu sözüme kızarlar belki ama karşımda olsalardı bilim böyle söylüyor derlerdi. Bilimin birşey söylediği yok, siz bilim felsefesi yapıyor ve bunu ban dini bir mesele gibi sunuyorsunuz. Maddenin aslına hislerimiz yoluyla doğrudan ulaşamıyor olmamız onun gerçekte olmadığı manasına gelmez ki. Sebepler alemindeyiz, herşey bir sebebe bağlanmış. Görmek için göz, beyin ve ışık bir sebep olabilir. Aslına ulaşamıyoruz diye aslı yoktur demek ne bilimdir ne dindir. Tüm bunlar islami gibi gösterilen fakat amerikadan ithal yanlış bir felsefi görüşten başka birşey değildir. Şimdi kendi iddialarını kendi anlatımlarıyla gözden geçirelim: "Maddeyi zihin dışında bir varlık sanmak gerçekten de yanılgıdır." "Rüyayı hayal, dünyayı gerçek sanmamızın sebebi sadece alışkanlıklarımız ve önyargılarımızdır." "Beynimize giden sinirleri uzatarak onu kafatasımız dışına çıkarıp gözümüzle göreceğimiz bir yere koyduğumuzu varsayalım. Bu durumda beynimizi de gözümüzle görür, parmağımızla ona dokunabiliriz. Bu şekilde beynimizin de yine görme ve dokunma duyularının oluşturduğu bir algıdan başka birşey olmadığını anlayabiliriz." Hemen burda bir eleştiri daha yapayım. Şimdi adamlar beynin de vehim, hayal olduğunu iddia ettiler. Sonra da ruh beyinde oluşan görüntüleri izliyor diyorlar. Beyin hayalse, beynin izledikleri de hayalse ne gerek var beyne, doğrudan ruh görsün hissetsin yaşasın o zaman. Buna şöyle bir cevap verebilirler, tamam gören bilen ruh ama beynin aracı olması da bir vehimden ibaret. Ben de derim ki madem ruh algılıyor herşeyi, vehim olan beynin varlığını niye vurgulayıp duruyorsunuz, vehim vehmi mi hayal ediyor, ne gerek var vehim olan beyne, herşey ruhta olup bitiyor başka bir gerçeklik yok deyin. Gerçi bundan daha ilerisini de demiştiniz. Ruhun gerçekliğini bile aşmış sadece Allah var demiştiniz. Halbuki Allah alemleri ve mahlukatı yarattığını söylüyor. Ben bunları ruh sahiplerine varmış gibi hissettiriyorum demiyor. Sizin iddianıza göre birşeyin varlığı onu hissedecek bir ruha bağımlı. Ben de diyorum ki Allah şu an varolan herşeyi yaratsaydı fakat hiçbir ruh sahibi canlı olmasaydı sizin iddianıza göre bunu hissedecek bir canlı olmadığı için hiçbir şey olmayacaktı. Siz bir nevi evrenin merkezine kendinizi koyuyor ve başka şeylerin varlığını kendi algılamanızla sınırlandırıyorsunuz. İddialarınıza devam: "Beyni kullanan, gören ve hisseden bu madde ötesi varlık ruh'tur." "Nasıl rüyamızda sahip olduğumuz bedenimizin ve rüyamızda gördüğümüz maddesel dünyanın fiziksel bir gerçekliği yoksa içinde yaşadığımız evrenin ve sahip olduğumuz bedenin de fiziksel bir gerçekliği yoktur. Gerçek olan varlık ruhtur. Madde ise sadece ruha hissettirilen hayallerden ibarettir." Zihin bulandıran iddialarınızı Kuran-ı kerimden ayetlerle süsleyerek bitirmişsiniz. Bir iki ayet belirtmeden olmaz tabii, yoksa müslümanları nasıl ikna edecekler. Ben de diyorum ki bu belirttikleri ayetleri muteber bir tefsir kaynağına da dayandırsınlar. Kuranı kendi anlayışlarına göre, kendi iddialarını destekleyecek biçimde kendi akıllarınca açıklamasınlar. Peygamberimiz bir hadis-i şerifinde buyuruyorlar ki: "Kim Kur'ân hakkında ilme dayanmadan söz ederse ateşteki yerini hazırlasın." Tirmizî.  Kendi cümleleriyle iddalarına devam edelim: "Bazı çevreler ise, bu konuyu körü körüne reddetmekte ve kendilerince bazı mantıklar öne sürerek, bu olağanüstü gerçeği inkar edebilmenin yollarını aramaktadırlar. Oysa, bu konunun reddi bilimsel olarak mümkün değildir." Burada benden bahsediyor işte ama ben bilimsel olarak reddetmeye çalışmıyorum. Bilimi kaynak bile almıyorum. Nasreddin hocanın: dünyanın merkezi burası, inanmıyorsan ölç dediği gibi; iddalarımın tersini ispatla ya da iddialarımı kabul et diyorsun.

İddialarınıza devam edelim: "Bu konuyu reddeden insanın, görüntünün veya seslerin, beyninin içinde oluşmadığını bilimsel olarak ispat etmesi gerekir. Ama gelen itirazların hiçbirinde, hiçbir bilim adamı, nöroloji profesörü, beyin uzmanı, psikolog, psikiyatrist veya biyoloji profesörü olsun, hiç kimse, tüm algılarımızın beynimizde oluştuğunu reddetmemektedir. Çünkü bu, bilimsel olarak kesinliği bilinen bir gerçektir." Yahu kardeşim, görüntüler beyin içinde oluşuyor diye niye dışarıda görüntü yok mu diyorsun. Varlığı doğrudan ispatlanamayan şey yok mudur? Suçsuzluğunu ispatlayamayan herkes suçludur gibi birşey oldu bu. Bir de iddialarını İmam-ı rabbani gibi büyük bir alim ve mutasavvıfa dayandırmışlar. İmam-ı rabbani'nin kesip attığı tırnak olamazsınız. Madem İmam-ı rabbani'yi delil gösteriyorsunuz, onun eserlerini bir bütün olarak inceleyin bari. İmam-ı rabbani tasavvuf ehlidir ve mektubat isimli mektuplarının toplandığı eserde tasavvufi konular işler. Sizin tarikatla tasavvufla ne işiniz, ilginiz var. Bilime bu kadar meraklısınız ve hayatın sırrını bilimden çıkarıyorsunuz ya, sizin tarikata ilginiz ancak şu holywood yıldızlarının üye olduğu scientology tarikatı kadar olur

Neyse, dönelim mektubat isimli esere. İmamı rabbani bu eserde kendinden önceki tasavvuf ehlinin başta vahdet-i vücud olmak üzere bazı hatalarını düzeltir. Çok faydalı bir eserdir. (Buralardan okuyabilirsiniz: http://kitap.mollacami.com/mektubati-rabbani/index.html veya http://www.haznevi.net/Bolum.aspx?BID=5) İnternet sitelerinin en başında uyarmadan başlamıyorlar: "Hatırlatma: Maddenin Ardındaki Sır Konusu Vahdeti Vücut değildir." Doğru bir hatırlatma, vahdeti vücud kısmen doğru kabul edilir, sizinki büsbütün yanlış ve vahdeti vücudla da vahdeti şuhudla da alakası yok. Bakalım İmam-ı rabbani hazretleri bu konularda gerçekte ne diyor: "İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî’nin vahdet-i vücûd ehlinden ve bu düşünceden ayrıldığı temel konu şudur: Vahdet-i vücûd ehline göre âlem Allah’ın isim ve sıfatlarının gölgesidir, ancak bu gölge asıldan farklı  değildir. Ahmed Sirhindî’ye göre de âlem gölgedir. Ancak bu gölge, asıldan farklıdır. Bir şeyin gölgesi onun aslı olamaz. Âlem gölge olmakla birlikte gerçek bir varlığı bulunmaktadır, hayâl ürünü değildir. Bir başka ifâdeyle, vahdet-i vücûd ehli, âlem  (evren) için dört sıfat zikrederler. Onlara göre âlem ‚vehim, ‚hayâl, ‚aynadaki yansımalar, veya ‚gölgelerdir. Nitekim Abdurrahman Câmî bir şiirinde bunu şöyle ifâde etmiştir: ‚Kâinâttaki her şey "vehim" veya "hayâl" veya "aynalardaki akisler" veya "gölgeler"dir. İmâm-ı Rabbânî bu sıfatlardan son ikisini (akis ve gölge) kabul eder. Ancak ilk ikisinin (vehim ve hayâl) kullanılmasına gönlü râzı olmaz. Bunların yanlış anlamaya müsâit olduğunu düşünür. Çünkü‚ hayâl kavramını halk, hiçbir gerçekliği olmayan ve zihnin ürettiği bir şey olarak algılar. Eğer âlem ve insanlar, zihnin ürettiği bir şey ise âhiretteki mükâfaat ve cezâ kime olacaktır? sorusu cevapsız kalacaktır. İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî’ye göre vahdet-i vücûd telakkîsi sekr (mânevî sarhoşluk) ve aşırı muhabbetten doğmaktadır. Tasavvuf  yolunda bu düşüncenin ortaya çıkması normal, hattâ güzeldir ama orada kalmayıp geçmek gerekir. "Ahmed Sirhindî vahdet-i vücûd ehline bazı eleştiriler yöneltmiş ve farklı görüşler bildirmiş ise de, bunlar âlimlerin dışarıdan yaptıkları eleştiriler gibi değil, tasavvuf yolunda tecrübe edilerek yapılmış eleştirilerdir. Öte yandan Sirhindî, vahdet-i vücûda muhâlif olan âlimler ile onu savunan sûfîler arasındaki ihlilâfları gidermek için gayret sarfetmiş, uzlaştırıcı yorumlar yapmıştır. (http://www.tasavvufdergisi.net/Makaleler/2105782302_23.11.pdf)"

Bir de iddialarını pekiştirmek için holywood mahsulü filmlerden bol bol alıntı yapıyorlar. Kendi iddialarına benzer senaryolara sahip sayısız filmden bahsediyorlar. Ben de bu filmlerin bazılarını izlemiş, gerçek hayatta doğru kabul etmeden senaryonun kalitesine bakarak beğenmişimdir. Matrix, Total Recall vesaire... Ne zamandan beri holywood filmleri islamı anlatmak için baş örneklerden kabul edilir oldu. Biz islami örneklerde peygamberimizin, ashabının, evliyaullahın, en azından içimizden birilerinin örnek verilmesini güzel ve yeterli görüyoruz. Holywood film endüstrisine kısa bir gözatalım. Burdaki film şirketlerinin tamamına yakını, yüzde doksandan fazlası, yahudilerin kontrolündedir. Kendi mesajlarını insanlara kabul ettirmek için ürettikleri filmleri de bol bol kullanırlar. İslamın lehine olacak birşeyi bilerek kesinlikle yapmazlar. Şimdi biz bir değil, iki değil onlarca birbirine benzer filmden sözediyoruz ve bu filmler malum grup tarafından kendi iddialarına örnek olarak sunuluyor. Hiç kusura bakmayın, benim dinimin kaynağı yahudi holywood filmleri değildir.

Bir başka dikkat çekici nokta sürekli filozoflardan örnekler verilmesi ve bu filozofların iddialarının savunulması. Dinime dahleden bari müslüman olsa diyorum. İmam gazali bunlarla bin sene önce çok uğraşmıştı. Günümüzde bir İmam gazali eksikliği hissediliyor, İmam gazali gibi biri şu an olsaydı bunlara çoktan haddini bildirirdi. Gayri müslim felsefecileri itikadi bir konuda kendimize rehber edinecek kadar yanlış yolda değiliz elhamdülillah.

http://zeytinburnubakirkoy.blogspot.com/2012/01/maddenin-ardndaki-srrn-srr.html
« Son Düzenleme: 02 Şubat 2012, 07:49:40 Gönderen: boyaci »