Otobüse biniyorsunuz,
Para vermek için çantanızı açıp,elinizi çantanıza daldırıyorsunuz.
Tüm gözlerin size yöneldiğini hissettiğiniz o anda,paranızın olmadığını farkediyorsunuz.
Çantayı tekrar kolaçan edip,bulamamış havası vermek isteseniz de nafile...
Tereddütlü ve korkak bakışlarınız,sizi çoktan ele veriyor.
Mümkün olduğunca sessiz,mahçup bir ifadeyle 'beni ilk durakta indiriverin.Sanırım benim
param yok' diyveriyorsunuz sadece...
Varla yok arasındaki o ince çizgide kayboluyorsunuz.Çok değil,en fazla beş dakika süren
bu halinizi hafsalanızda bir yerlere sığdırmaya çalışıyorsunuz.
Ve;
Aylara,yıllara sığmayacak bir tefekkür denizinde buluyorsunuz kendinizi.
Üzülüyorsunuz bir an.Önce kendiniz için.
Sonra farkediyorsunuz.Asıl üzüldüğünüz,yaşadığınız mahçubiyet değil.
Bu durumu her gün binlerce kez yaşamak zorunda kalan insanlar geliyor aklınıza.
Bir annenin,ekmeği dahi hergün veresiye almak zorunda kaldığı zamanki mahçubiyeti...
Bir babanın,evine ekmek getiremediği,kirayı dahi ödeyemediği zamanki mahçubiyeti...
Ya da bir çocuğun,giyecek spor ayakkabası olmadığı için,her beden eğitimi dersinde yalan
söylemek zorunda kaldığı zamanki mahçubiyeti...
Bakıyorsunuz ki bu mahçubiyetlerin sonu gelmeyecek...
Burdan payınıza düşeni alıyorsunuz hemen.Şahit olduğunuz her mahçubiyetin ardından bir
kez daha şükretmek...
Burası İstanbul...Taşı toprağı altın(!) sözde.
Gel gelelim,ne elinize aldığınız taşı altın yerine sayıyorlar,ne de bastığınız toprak yaranıza
merhem oluyor.Çoğunun 'bir taş alıp versem,kabul eder mi?' gibi akıllara ziyan bir espri
yapma lüksleri dahi yok malesef...
Trajikomik bu durumu daha fazla acınaklı hale getirmeden sorayım size de,
Yaşadığım mahçubiyet gibi mahçubiyetleriniz oldu mu sizin de?