Gönderen Konu: Mavi Marmara ve Deniz Feneri  (Okunma sayısı 4520 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Mavi Marmara ve Deniz Feneri
« : 10 Eylül 2011, 02:32:24 »

Mavi Marmara ve Deniz Feneri

Öylesine uğultulu bir milliyetçilik propagandası var ki herkes kum fırtınasına yakalanmış deve yavrusu gibi dizlerinin üzerine çöküp gözlerini kapamış vaziyette.

Kafasını kaldırıp konuşabilen pek yok.

Allahtan ki bazı dürüst ve cesur insanlar yaşıyor bu ülkede.

Yıldıray Oğur’un dünkü yazısı olağanüstü dürüst ve cesurdu, kimsenin söylemeye, sormaya cesaret edemediklerini söyleyip soruyordu.

Mavi Marmara gemisinde İsrailli askerlerin dokuz “sivil” insanı öldürmeleri, insanlık adına utanç verici, hiçbir askerin onur duymayacağı alçakça bir cinayetti.

Ama Oğur’un yazısında söylediği gibi, “En büyük silahı haklılık ve sivillik olan bir yardım gemisinden Gazze ablukasını delecek bir firkateyn, askerî olarak en tecrübeli olanı en fazla savaş görmüş aktivistlerden de Arap devletlerinin dize getiremediği İsrail’i yenecek bir direniş örgütü yaratmaya çalışanlar da hesap vermeyecek mi?”


“Gemiye ilk inen üç İsrail askerini döve döve ele geçirip İsrail askerlerine en iyi bildikleri işi yapmaları yani gaddarca adam öldürmeleri için fırsat verenler, bu ölümlerden hiç sorumlu değiller mi?”

Oğur’un büyük bir dürüstlükle bize yol gösterdiği gibi dokuz sivili alçakça öldüren İsrail’i elbette insanlık adına, vicdan adına, adalet adına suçlayacağız ama öldürülen dokuz kişiyi bile bile ölüme gönderenlere de “Neden böyle yaptınız” diye soracağız.

O yolculuğu organize eden örgüt neden “sivil bir eylemi” bir “cihada” çevirdi?

İsrailli askerlerin barbarlığı ortadayken neden sivil insanları gereksiz bir çatışmaya soktu?


Tabii, sadece bu örgüte soru sormayacağız, hükümete de sormamız gerekiyor.

O gemide öldürülen kurbanlardan birinin yolculuğa çıkmadan önce “Şehit olmaya gidiyorum” dediği, yolcuların en azından bir kısmının “barışçı” bir eylemin içinde “savaşçı” bir damar aradığı biliniyor, bunlar bilindiği halde neden hükümet bu eyleme izin verdi?

Neden örgütü uyarmadı?


Gerektiğinde gemiyi durdurabildikleri, ikinci seferin yapılamamasından belli, neden bu inisiyatiflerini ilk seferde kullanmadılar?

Neden o insanların kurban olmasına göz yumdular?

Bir devletin görevi, Gazze’deki insanların yanı sıra kendi insanlarını da korumak değil midir?

Niye korumadılar?


Hükümet, bu meselede kendine yönelik her eleştiriyi “İsrail avukatlığı” diye püskürtmeye çalışıyor, bu, İsrail’in değil “kurbanların” avukatlığı, ölen insanların hesabını öldürenlere sormak hakkımız olduğu kadar, onları ölüme gönderenlere de sormak hakkımız.

Mavi Marmara ile ilgili Birleşmiş Milletler raporu yayımlandıktan sonra da hükümet esip gürlüyor, Doğu Akdeniz’e “savaş gemilerini” göndermekten söz ediliyor.

Bütün ülke, Birleşmiş Milletler tarafından büyük bir haksızlığa uğradığımıza inandırılıyor, Davutoğlu BM Komisyonu’nun “politik mülahazalarla hareket ettiğinden” yakınıyor.

Bugün bizim gazetede cesur ve dürüst bir yazı daha okuyacaksınız, Emekli Büyükelçi Ünal Ünsal, bu rapor meselesinin içyüzünü olduğu gibi anlatıyor, “bu komisyona verilen misyonun zaten politik amaçlı” olduğunun raporda belirtildiğini söylüyor.


“Birleşmiş Milletler Davutoğlu’nu kandırdı mı” diye soruyor.

Ya Birleşmiş Milletler Davutoğlu’nu kandırdı ya da Davutoğlu bizi kandırıyor.

Büyükelçi Ünsal, Birleşmiş Milletler’in bizi kandırmadığına, bu sertliğin iç politikada puan toplamaya yönelik olduğuna inanıyor.

Hükümet son zamanlarda frensiz gidiyor, tehdit etmediği kimse kalmadı gibi, Birleşmiş Milletler’i, Avrupa Birliği’ni, Kürtleri, Yahudileri, Ermenileri, Rumları tehdit ediyor, sanki politikada “sertlik” dışında hiç bir yöntem kalmamış gibi davranıyor.

Bu sertlik hukuk alanına da sirayet etti, Deniz Feneri’ni soruşturan üç savcıya Adalet Bakanı’nın izniyle görevden el çektirildi, Ergenekon savcılarının yaptığı işlemin benzerini yaptıkları için “tahrifatla” suçlandılar.

Savcılar soruşturuluyor ama bir bakanın yakını olduğu söylenen “köstebekler” soruşturulmuyor, savcılar hakkındaki şikâyet on sekiz ay önce ortaya çıktığı halde neden şimdi görevden alındıkları açıklanmıyor, açıklanamıyor.

AKP hükümeti, nedenini tam kavrayamadığımız bir baş dönmesi içinde, Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun çok sevdiği “Osmanlı mirasçılığı” meselesini fazlasıyla ciddiye alıp “sultanlığı” da benimseyerek gerçeklerle bağlarını koparmaya başlamış gibiler, sanki her şeyi yapabileceklerine, kendilerine hesap sorulamayacağına inanıyorlar.


Dostoyevski’nin bir kahramanını tarif ederken, “Onun delirdiğini anlayamadıklarını için kaba biri haline geldiğini düşünüyorlardı” demesini bugünlerde çok sık hatırlıyorum.

İktidarın “sertliği” sandığımız şey başka bir şey mi acaba, diye düşünüyorum.


Ahmet Altan - 9 Eylül 2011 Perşembe


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İç Muhasebe Komisyonu Raporu
« Yanıtla #1 : 10 Eylül 2011, 02:46:10 »
Yıldıray Oğur’un dün (7 Eylül 2011)  yayımlanan “İç muhasebe komisyonu raporu” başlıklı yazısı şöyle:

 
Yeni Zelanda eski Başbakanı Geoffrey Palmer başkanlığındaki BM Mavi Marmara Soruşturma Raporu’nu okuyorum.

Türkiye’nin “yok hükümde” ilan ettiği rapor, en azından dokuz sivilin nasıl öldürüldüğünü anlatırken dürüst.


Öldürülen dokuz sivilden beşinin sırtlarından, dördünün çok yakın mesafeden vurulduğu, İsrailli yetkililerin sivillerin neden ve nasıl öldürüldüğüyle ilgili yeterli bir izahat yapamadığı teslim ediliyor raporda.

19 yaşındaki Furkan Doğan’ın nasıl öldürüldüğünü anlatırken de sansürsüz ve dürüst rapor:

“Öldürülenlerden en azından biri yani Furkan Doğan fazlasıyla yakın mesafeden vurulmuştur. Doğan'ın, yüzünde, kafatasının arkasında, sırtında ve sol bacağında yaralar bulunmaktadır. Bu durum tanıkların da ifade ettiği üzere ölümcül kurşun gelmeden evvel yerde yaralı bir biçimde yattığını gösteriyor.”

Yani beğenmediğimiz, yok saydığımız, “İsrail’in adamı bunlar” dediğimiz Palmer Raporu, en azından 19 yaşındaki yaralı bir çocuğun İsrail askerleri tarafından infaz edildiğini söyleyecek kadar dürüst.

Peki, biz Mavi Marmara konusunda ne kadar dürüstüz?

İsrail’in küstahlığı yüzünden, kol kırılır yen içinde kalır korkusu yüzünden, şimdi zamanı değiller yüzünden bu muhasebeyi yapmaktan daha ne kadar kaçacağız?


Bunu bir “İsrail muhibbi”, AKP dış politikasına “Aman Batı ittifakını ürkütmeyelim”den kategorik olarak karşı biri, laik İsrail’i, dinci Filistinlilere tercih eden bir Kemalist dış politika analisti değil, geçen yıl gazeteye Mavi Marmara için şu satırları yazacak kadar öfkelenmiş biri yazıyor:

“Bu kelimeyi pek sevmesem de Mavi Marmara şehitleri evet. Uzun süredir konfor ve hedonizme batmış insanoğlu içinden iyilik için ölmeyi göze alan kimse çıkmamıştı. Taşıdıkları çocuk parkı için ölenler şehit değilse kim şehit, bu yüzden ölenler cennete gitmeyecekse kim gidecek?”

Mavi Marmara protestolarını laiklik meselesi yapanlara inat, Mavi Marmara yolcularını karşılamak için saatlerce havalimanında beklediğimiz o gece o dokuz ambulansın havalimanının arkasından sessizce çıkışını gördüğüm andan itibaren birinin bu muhasebeyi yapmasını bekliyorum.

O dokuz ambulans sessizce havalimanını terk ederken geminin organizatörlerinin neredeyse Gazze Fatihi muzaffer bir komutan gibi coşkulu kitleyi selamlamasını da, “Bu arkadaşlarımız şehit oldular ama Gazze Ablukası’nı da bitirdiler” pragmatizmini de unutamıyorum. Bununla hesaplaşmadan bu olayda yüzde bir milyon haksız olan İsrail karşısında efelenmeyi ise hiç içime sindiremiyorum.

Evet, İsrail gaddar bir devlet. İsrail’in güvenliği için öldürdüğü binlerce sivil bunun şahidi. Daha beş yıl önce Lübnan’da BM binasına sığınan sivilleri bombalamaktan çekinmemiş, her ay Gazze’de en az bir çocuk öldüren bir devletten bahsediyoruz. Bir askeri için savaş çıkarmış bir devletten bahsediyoruz.

Ama Mavi Marmara yola çıkarken de İsrail gaddar bir devletti.

Hadi çok gecikmiş olsa da, artık kaybettiğimiz insanları geri getiremeyecek olsa da o soruyu soralım:

İsrail’in gaddarlığı ortada iken 19 yaşındaki Furkan Doğan’ın ve diğer öldürülen sivillerin askerî helikopterleri ve taarruz botlarıyla full silahlı İsrail askerlerinin indirme yaptığı bir yardım gemisinin güvertesinde ne işleri vardı?

Mavi Marmara bir yardım gemisi. Yolcuları da tamamen silahsız, aralarında bir bebeğin bile olduğu siviller. Kadınlar, gazeteciler, din adamları. Amaç hem yardım götürmek hem de ahlaksız bir ablukaya dikkat çekmek.

Durum böyleyken göstere göstere gelen tam teşekküllü İsrail askerlerine karşı güverteyi savunmak, gemiyi teslim etmemek fikrinin mantıklı bir açıklaması var mıydı? İsrailli komandolara karşı direnmek için gemiden demir parçalar koparıp sopa yapmak, önceden güverteyi korumak üzere gönüllüler belirleyip, İsrail’e karşı neredeyse küçük bir cihad planı hazırlamak da neyin nesiydi?

Uluslararası suyu bırakın, evinizin yatak odasına tam teçhizatlı İsrail askerlerinin havadan indirme yapacağını bilseniz, abajurunuzu kapıp yatağınızı teslim etmeme planı mı yapardınız? Böylece ailenizin geri kalanını da riske atacağınızı hiç düşünmez miydiniz?

Gemiye ilk inen üç İsrail askerini döve döve ele geçirip İsrail askerine en iyi bildikleri işi yapmaları yani gaddarca adam öldürmeleri için fırsat verenler bu ölümlerden hiç sorumlu değiller midir?

En büyük silahı haklılık ve sivillik olan bir yardım gemisinden, Gazze Ablukası’nı delecek bir firkateyn, askerî olarak en tecrübeli olanı en fazla savaş görmüş olan aktivistlerden de Arap devletlerinin dize getiremediği İsrail’i yenecek bir direniş örgütü yaratmaya çalışanlar da hesap vermeyecek mi?

Raporda Türkiye’nin ve İsrail’in hazırladığı Mavi Marmara raporlarına atıflar ve o raporların geniş özetleri var.

Oradan öğreniyoruz ki Türkiye kendi raporunda Mavi Marmara baskını sırasında gemiye ilk müdahale eden üç İsrail askerinin nasıl ve neden ele geçirildiğini şöyle açıklamış:

Güvertedeki yolcular karşılarında İsrail askerlerini görünce panik yapıp kendilerini savunma güdüsüyle botlara plastik şişe, boş kutular ve sandalye fırlattılar. Gemiye ilk inen üç İsrail askerine de baskın geldiler. Ama bunu yaparken hiçbir silah kullanmadılar.

O üç İsrail askerinin plastik şişelerle, bizzat organizasyon komitesi tarafından Hürriyet’e verilen fotoğraflardaki hale getirilmeyeceği açık.


Demek ki biz de Palmer kadar dürüst değiliz gerçeğe.


Peki, 19 yaşında bir yardım gemisinde acımasız İsrail komandosunun karşısında yaralı halde yerde yatarken bıraktığımız Furkan Doğan’a karşı da mı dürüst olmayacağız?

Mavi Marmara iç muhasebe raporunu bu dünyada hazırlamazsak, öteki dünyada hangi yüzle o rapor önümüze konduğunda hesap vereceğiz?”


Yıldıray Oğur - 7 Eylül 2011 Çarşamba

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Mavi Marmara ve Deniz Feneri
« Yanıtla #2 : 10 Eylül 2011, 10:16:12 »
Alıntı
Hükümet, bu meselede kendine yönelik her eleştiriyi “İsrail avukatlığı” diye püskürtmeye çalışıyor, bu, İsrail’in değil “kurbanların” avukatlığı, ölen insanların hesabını öldürenlere sormak hakkımız olduğu kadar, onları ölüme gönderenlere de sormak hakkımız.



Nasıl'ki terörle mücadelede ihmali olanlar hakkında araştırma yapılıyor.Burada da, varsa ihmali olanlar hesap versin...
« Son Düzenleme: 10 Eylül 2011, 20:21:12 Gönderen: mazhar »

mazhar

  • Ziyaretçi
Söylemez'in vasiyeti açıklandı
« Yanıtla #3 : 03 Ağustos 2014, 10:31:09 »
Mavi Marmara saldırısında yaralandıktan sonra tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitiren Süleyman Uğur Söylemez'in avukatı Cihat Gökdemir, Söylemez'in vasiyetini açıkladı.         İSTANBUL
 Mavi Marmara saldırısında yaralandıktan sonra tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitiren Süleyman Uğur Söylemez'in avukatı Cihat Gökdemir, Söylemez'in vasiyetinde, "Filistin davasına gösterdiğiniz duyarlılığı, yaşadığımız toplumdaki tağuti güçlere karşı da gösterelim. Sorumluluk duygusuyla hareket edip, aramızdaki tevhid ehli gruplar olarak ihtilafları çözüp, tek vücut halinde küfre karşı cemaat bilinciyle hareket edip, Allah'ın dinini hakim kılmak için Allah'tan yardım dileyelim" ifadelerini kullandığını bildirdi.

http://www.aa.com.tr/tr/turkiye/335795--Allahtan-yardim-dileyelim

 AA muhabirine açıklama yapan Gökdemir, normalde vasiyetnamelerin aile ve çocukları ilgilendirdiğini ancak Söylemez'in vasiyetinde ailesine değil İslam dünyasına çağrıda bulunulduğunu kaydetti.
 Gökdemir, "Vasiyet okunduğunda insan gerçekten farklı ruh hallerine bürünüyor. Çünkü Uğur Söylemez, Müslümanların birliği için çağrıda bulunmuş, bütün düşüncelerini İslam birliğine yöneltmiş. Tek derdi Müslümanların birlik ve beraberlik içinde yaşaması" diye konuştu.
 Avukat Gökdemir'in açıkladığı Söylemez'in vasiyetnamesi şöyle:
 "Kardeşlerim, vasiyetimi yazmadan evvel sizleri Allah'ın selamıyla selamlarım. Şu günlerde Allah izin verirse, İHH'nın organize ettiği insani yardım gemisiyle Gazze'ye gitmek üzereyiz. Bu kararımı verirken mazlum Filistin halkının, İsrail zulmüne karşı 'bizler de sizlerin yanındayız' yargısını verip, yardım etmek  üzere yola çıkmak üzereyiz. Kardeşlik sorumluluğumuz bilinciyle hareket ederek, her şeyimizi bırakıp, bu yolda başımıza gelecek her türlü zorluğa karşılık Allah'a dayanarak sabretmeye hazırız. Çünkü yeri gelince davamız uğrunda her şeyimizi Allah için terk etmeliyiz. Çünkü Allah'ın davası İslam, her şeyin üzerindedir. İsrail'in her türlü tahditlerine karşı hazırız. Vururlarsa şehit oluruz. Zaten en büyük idealimiz şehitliktir. Eğer Allah yolumuzu açık ederse, ambargo halinde olan kardeşlerimize yardımlarımızı ulaştırırız ve inşAllah ölene kadar bu hal üzeri yardımlar ulaştırmak için Rabbimizden yardım dileriz.
 Sizlerden ricam, Filistin davasına gösterdiğiniz duyarlılığı, yaşadığımız toplumdaki tağuti güçlere karşı da gösterelim. Sorumluluk duygusuyla hareket edip, aramızdaki tevhid ehli gruplar olarak ihtilafları çözüp, tek vücut halinde küfre karşı cemaat bilinciyle hareket edip, Allah'ın dinini hakim kılmak için Allah'tan yardım dileyelim. Birbirimizi Allah için sevelim. Emin insanlar olalım, çünkü Allah Resulü peygamberlik gelmeden önce emin insandı. Vasiyetimi uzatmadan sizden ricam, kardeş olun, birbirinizi Allah için sevin, ancak müminler kardeştir. Hiçbir zaman tevhid çizgisinden ayrılmayın. Şeytandan Allah'a sığının. Hakkınızı helal etmenizi rica ederim."