Gönderen Konu: Maymun Hikayesi  (Okunma sayısı 23913 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Maymun Hikayesi
« Yanıtla #30 : 14 Aralık 2012, 08:51:58 »

Çok güzel,teşekkür.

Çevrimdışı osmanlı

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 379
  • Okula hayır, Açık lise kolejlerine evet.
Ynt: Maymun Hikayesi
« Yanıtla #31 : 14 Aralık 2012, 16:36:17 »
O napolyon bildiğimiz napolyon mu? Bu kadar akıllı olacağını zann etmiyorum. Ama napolyon ibaresini değiştirip anlatbilir güzel bir kıssadan hisse.
Devrimci akıla sahip olanlar, luciferin yeni dünya düzenini yemezler...

Çevrimdışı sons

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 213
Pusula
« Yanıtla #32 : 22 Aralık 2012, 17:14:18 »
Pusula
 
 Hamdi amca, Mücahit’i bir Cuma namazında camide görmüştü. Namazdan sonra yanına yaklaşarak dedi ki:

—Delikanlı senin gibi gençleri camide görmek, beni umutlandırıyor. Aferin sana hep gel camimize olur mu?

—Efendim, aslında ben bu civarda oturuyorum; ama bu camiye gelmiyordum, bir arkadaşımla başka bir camiye gidiyorduk. Arkadaşım artık benden ayrıldı, ben de bu camiye geleyim dedim.

—Ya neden ayrıldı senden?

—Aslında iyi çocuktur Murat. Babası ölünce bocaladı, etrafında onunla ilgilenecek akrabalarından da kimse olmayınca başıboş ne yapacağını bilemez bir halde sağda solda gezmeye başladı. Bu arada bir kız takılmış peşine, bu istemeyip kaçtıkça kız daha ısrarcı olmuş sonunda kafalamış bizimkini. Dershane falan derken, ilgilenen de olmayınca, önce namazı bıraktı, sonra arkadaşlardan uzaklaştı, şu anda kaybolmak üzere…

—Ne demek kaybolmak evladım, yolu bilmiyor mu bu çocuk?

—Amca, bu arkadaşımın bir tanesi. Böyle çok arkadaşım vardı, hepsi şu an yok, senin anlayacağın, kayıplara karıştılar. Kayıp yani.

—Peki, bu kadar kayıp arasında sen nasıl kaybolmuyorsun?

—Amcacığım benim pusulam var, ben kaybolacağımı anladığım zaman o pusulaya bakıp yolumu düzeltiyorum.

—Bahsettiğin nasıl bir pusulaymış acaba, pek merak ettim. Herkese verelim bu pusuladan da, kaybolmasınlar.

—Bu çok hassas bir pusula, herkeste olsa da, çoğu kullanamıyor. Kullanmayınca da, yönünü bulamıyor.

—Neden ki evlat?

— Ailenin ilgisizliği ve çevrenin olumsuz etkileri gibi bazı sebepler varsa da, bu daha çok nasip meselesi amca, nasip meselesi.

—Seni çok sevdim, ara sıra uğrasan da sohbet etsek, ben hep bu camideyim.

—Ben de sizi sevdim, inşAllah tekrar geleceğim, sizinle sohbet etmek çok güzel. Allahaısmarladık.

—Doğrusu, yıllar var, ben de senin gibi akıllı bir delikanlıyla sohbet etmemiştim. Çok sevindim, var git selametle, gene gel sohbet edelim seninle.

Hamdi amca, hakikaten de yıllardır dişe dokunur bir gençle karşılaşmamıştı. Mücahit’in dediklerini düşünüp, (Gençliğinden beklenmeyecek laflar etti, çok şaşırdım doğrusu, demek hâlâ böyle evlatlar yetişiyormuş) demekten kendini alamadı.



Z. ALKAN

Bazen Susmalıyım Diyorum Kendime..
Susmalıyım Ki Gönlümün Sesi Gönüllere Ulaşsın..
Sesimi Duymamak İçin Direnen Kulaklar Bari Gönlümü Dinlesin..
Ben Susmalıyım Ki Tüm Zor Cümleler Gönlümü Dinleyenlere Kalsın..
Dilimle Konuşmak Canımı Çok Acıttı..
... ... Bari Gönlümden Konuşayım Da,
Biraz da ...
Canımı Acıtanların Canları Acısın...


[Mevlâna Celaleddin Rumî]

Çevrimdışı sons

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 213
Hac'da Yaşanmış Bir Öykü
« Yanıtla #33 : 22 Aralık 2012, 17:17:37 »
 

     Kayser Hoca’dan bir dost meclisinde hac hatıraları dinlerken ibretli bulduğum bir olayı sizlere de arzetmek istedim. Söz, sahasında hacca gitme rekoru kıran hocamızın: – Şeytanı taşladık, tuttuğumuz özel otobüsümüze hacıları bindiriyorum. Dışarıda kimsenin kalmadığını anlayınca en son ben biniyorum. Bir de bakıyorum ki, otobüste bir kavga var. Meğer hacının biri yanındaki koltuğu boş tutmuş, buraya bizim için yorulmuş olan hocamız oturacak, demiş. Hiç tanımadığımız bir başka otobüsün hacısı da gelip: – Ben Hoca filan tanımam, özel otobüs ise hiç tanımam. Burada da mı özel otobüs, özel koltuk? Burası Allah’ın ülkesi!. diyerek koltuğa oturmuş. İtiraz edilince de yanındaki hacının ağzına, gözüne yumruğunu insafsızca indirmiş. Bir de baktım ki, bizim hacının yüzü kan revan içinde. Beni istilâ eden öfke ve hiddetimin tesirinden Allah’a sığınarak bizim hacıyı teskin ettim, meçhul hacı ise bu defa yumruğunu bana göstererek:
– Mütevazı rolü oynama bana, cesaretin varsa ben hazırım! diyor, nerdeyse koltuktan kalkıp üzerime atılmaya niyetleniyordu.
Hacıların sabırlı olmaları konusundaki âyetleri hatırladım, hadisleri düşündüm. Mekke’ye gelinceye kadar Rabbi’me sığınarak ayakta bekledim. Harem-i Şerif’in yakınında otobüsten inerken kendimi toparlayıp, hâdisenin şokundan birazcık olsun kurtuldum, tavafa giden mütecâviz hacıya dedim ki:
– Bak, şimdi Harem’e girecek, Allah’ın evinin etrafında tavaf yapacağız. Gel ağzını, burnunu kan içinde bıraktığın hacıyla helallaş, küs gitme. Burası küs gidilecek yer değil.
Ne mümkün. Hacı, ilk andaki hiddet ve şiddetiyle yine ağıza alınmayacak sözler sarfederek Harem-i Şerif’e doğru yürüdü.
Öylesine bir hisse kapıldım ki, ister istemez içimden şu düşünceler geçiyordu:
– Sırtımda şu ihram, karşımda şu Beytullah olmasaydı, ben sana gösterirdim kimin barışması gerektiğini. Ama burası öyle yer değil, hacıyı ikaz eden âyetler, hadisler elimi kolumu bağlıyor.
Ben böyle nefsimle mücadele ederken bir de baktım ki, hacı durakladı. Sanki ayakları yere mıhlanmış gibiydi. Sonra geri döndü, bana doğru düşünceli adımlarla gelmeye başladı. Yaklaşınca baktım, çok değişmişti. İlk sözü şu oldu:
– Barışmaya karar verdim, bir şartla!
– Neymiş o şart, söyle bakayım?
– Hayır, söylemem!
– Söylemediğin şartını nasıl kabul edeyim. Ya yerine getiremeyeceğim bir şart ise?
– Hayır, yerine getirirsin, gücün yeter.
– Peki öyle ise şartını kabul ediyorum.
– Müsaade et, şu mübarek ayaklarından bir öpeyim!
Birkaç saniyelik şaşkınlıktan sonra:
– Ne münasebet, ben ayakları öpülecek kimse değilim, dedim.
O, ısrar etti:
– Hayır, hayır! Sen ayakları öpülecek hocasın. Ben de ayağını öpecek hacı! Senin bu sabrın, bu nefsini yenişin gösteriyor ki, sen ayakları öpülecek insansın. Benim de şu haksızlığım, şu mütecavizliğim gösteriyor ki, ben haksızlık ettiği kimselerin ayaklarına yüzünü sürecek kimseyim. Benim lâyık olduğum da budur! Lütfen sözünde dur ayaklarını öpmeme müsaade et.
* * *
Yaptıklarına derin pişmanlık duyan hacıyı, ayak öpmek üzere yere diz çöktüğü sırada tutup ayağa kaldıran Kayser Hoca, O’nu şefkatle kucaklar, hep birlikte barışırlar, Beytullah’ı tavafa küs olmadan, gönüllerini birleştirmiş olarak giderler.
Böylece bu ibretli olayı tesbit edip tefekkürünüze sunmak da bize düşmüş olur.

alıntı

« Son Düzenleme: 22 Aralık 2012, 19:03:05 Gönderen: Tuğra »
Bazen Susmalıyım Diyorum Kendime..
Susmalıyım Ki Gönlümün Sesi Gönüllere Ulaşsın..
Sesimi Duymamak İçin Direnen Kulaklar Bari Gönlümü Dinlesin..
Ben Susmalıyım Ki Tüm Zor Cümleler Gönlümü Dinleyenlere Kalsın..
Dilimle Konuşmak Canımı Çok Acıttı..
... ... Bari Gönlümden Konuşayım Da,
Biraz da ...
Canımı Acıtanların Canları Acısın...


[Mevlâna Celaleddin Rumî]

Çevrimdışı sons

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 213
Yetiş Ya ResulAllah!
« Yanıtla #34 : 22 Aralık 2012, 17:30:39 »
Yetiş Ya ResulAllah!

Ebû Abdullah Merrakûşî hazretleri, Resûlullah efendimizi vesîle ederek Allahü teâlâdan bir şey istemek, Resûlullah efendimizin yardım ve şefâatlerine kavuşmak husûsunda bir eser yazdığı esnâda başından geçen bir hâdiseyi şöyle nakletti:

"1239 senesinde Sader kalesinden seçkin bir cemâatle berâber çıktık. Yanımızda bize kılavuzluk eden biri vardı. Bir müddet gittikten sonra suyumuz tükendi. Durup su aramaya çıktık. Ben de bu arada ihtiyâcımı görmek için gittim. Bu sırada müthiş bir şekilde uykum geldi. Nasıl olsa giderken beni uyandırırlar deyip, başımı yere koydum. Uyandığımda kendimi çölün ortasında yapayalnız buldum. Arkadaşlarım beni unutup gitmişlerdi. Yalnızlıktan büyük bir korkuya kapıldım. Çölde sağa sola yürümeye başladım. Nerede bulunduğumu, nereye gideceğimi bilemiyordum. Her taraf dümdüz kumdu. Az sonra hava karardı. Yolculuk yaptığımız kâfileden hiçbir iz yoktu. Ben, gece karanlığında yapayalnızdım. Korkum daha da şiddetlendi. Telâşla daha süratli yürümeye başladım. Bir müddet gittikten sonra, çok susamış ve yorulmuş bir hâlde yere düştüm. Artık hayâtımdan ümîdimi kesmiş, ölümümün yaklaştığını hissetmeye başlamıştım. Susuzluk ve yorgunluktan, ızdırap ve elemim son haddine varmıştı. Birden aklıma geldi. Gece karanlığında:

"Yâ ResûlAllah! Yetiş! Senden Allahü teâlânın izniyle yardım etmeni istiyorum!" diye inledim.

Sözümü bitirir bitirmez, birinin bana seslendiğini duydum. Sesin geldiği tarafa baktığımda; gece karanlığında, etrâfına ışıklar saçan, bembeyaz elbiseler giyinmiş, o zamâna kadar hiç görmediğim bir kimsenin beni çağırdığını gördüm. Bana yaklaşıp, elimi tuttu. O ânda bütün yorgunluğum ve susuzluğum kayboldu. Yeniden doğmuş gibi oldum. Ona canım birden ısınıverdi. Elele bir müddet yürüdük. Hayâtımın en tatlı anlarından birini yaşadığımı hissettim. Bir kum tepeciğini aşınca, berâber yolculuk yaptığım kâfilenin ışıklarını görüp, arkadaşlarımın seslerini duydum. Onların yanlarına doğru yaklaştık. Benim bindiğim hayvan en arkada onları tâkib ediyordu. Birden gelip önümde durdu. Bineğimi önümde görünce, sevinç çığlıkları attım. Ben bağırınca, benimle gelen zât elini elimden çekti. Daha sonra elimden tutup bineğime bindirdi.

Sonra da;

"Bizden bir şey isteyeni ve yardım talebinde bulunanı boş çevirmeyiz." diyerek geri dönüp gitti. O zaman onun Resûlullah efendimiz olduğunu anladım. O, geri dönüp giderken, çevresine yaydığı nûrların gece karanlığında göğe doğru yükseldiği görülüyordu. O, gözümden kaybolunca, birden aklım başıma geldi;

"Nasıl olup da ben, Resûlullah efendimizin elini ayağını öpmedim." diye çırpındım. Ama iş işten geçmiş, fırsat elden kaçmıştı.
Bazen Susmalıyım Diyorum Kendime..
Susmalıyım Ki Gönlümün Sesi Gönüllere Ulaşsın..
Sesimi Duymamak İçin Direnen Kulaklar Bari Gönlümü Dinlesin..
Ben Susmalıyım Ki Tüm Zor Cümleler Gönlümü Dinleyenlere Kalsın..
Dilimle Konuşmak Canımı Çok Acıttı..
... ... Bari Gönlümden Konuşayım Da,
Biraz da ...
Canımı Acıtanların Canları Acısın...


[Mevlâna Celaleddin Rumî]