Gönderen Konu: Mebde' ve Me'âd (Başlangıç ve Son) / İmâm-ı Rabbânî Hazretleri (k.s.)  (Okunma sayısı 45544 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

Kalb ve Mertebeleri

Hâce Nakşibend “kaddesAllahü teâlâ sirreh-ül-akdes”, “Meşâyıhdan herbirinin aynasının iki yüzü vardır. Benim aynamın ise altı yüzü vardır” buyurduğu hâlde, zamânımıza kadar bu yolun ve hânedânın büyüklerinden hiçbiri bu öz ve yüksek ma’nâlı sözü açıklamadı. Hattâ işâret ve remz ile dahî bu husûsta bir söz söylemedi. Sermâyesi az olan bu fakîr ve hakîrin ne haddine ki, bu sözü açıklamağa koyulayım ve îzâhında ağzımı açıp, dilimi oynatayım. Ammâ Hak Sübhânehü ve Teâlâ mücerred ihsânıyla bu muammânın sırrını bu fakîre açıp, iç yüzünü olduğu gibi gösterince, hâtırıma geldi ki, bu gizli inciyi [çok kıymetli bilgiyi] kalem ile yazıya döküp, ortaya çıkarayım ve dil ile anlaşılacak bir tarzda beyân edeyim. İstihâre ettikten sonra buna giriştiğimi de yazmadan geçmeyeyim. Allahû Teâlâ’dan ismet ve tevfîk isterim.

Yukarıda bildirilen aynadan murâd, ârifin kalbi olup, rûhla nefs arasında geçittir, vâsıtadır. İki yüzden maksat, rûha ve nefse bakan yüzler kastedilmiştir. İşte meşâyıhın kalb makâmına erişmesi esnâsında, onun iki yüzü görülmekte, kalb makâmına münâsib olan, o iki makâmın ilim ve ma’rifetleri ele geçmektedir. Hazret-i Hâce’nin yolu ise böyle olmayıp, o makâmda, nihâyet başlangıçta mündericdir. Onun yolunda kalb aynasında altı cihet [yön, yüz] ortaya çıkmaktadır. Bunu şöyle açıklarız: Bu yolun büyüklerine göstermişlerdir ki, altı latîfeden insanda olanlar, insanın kalbinde tamâmen vardır. Nefs, kalb, rûh, sır, hafî ve ahfâ altı latîfe olup, altı yüzlü olmaktan bunlar kastedilmiştir. O hâlde, diğer meşâyıhın seyri kalbin zâhirinde ve büyüklerin seyri, kalbin bâtınındadır. Bu seyirle onun bâtınındaki bâtınlara [kalbin içinin içinin içindekilerine] kavuşurlar ve bu altı latîfeye âit ilim ve ma’rifetleri kalb makâmında ortaya koyarlar. Kalb makâmına münâsib olan ilimler bunlardır. Hazret-i Hâce Şâh-ı Nakşibend’in “kuddise sirruh” derin ma’nâlı o sözünün açıklaması budur. Bu fakîre bu makâmda, bu büyüklerin hürmetine ve onların bereketiyle çok çok şeyler verilmiş, tahkîkten sonra tedkîk [hâllendikden sonra hâllerini ve kavuştuklarını incelemek] ihsân edilmiştir. (Rabbinin ni’metlerini dile getir) âyet-i kerîmesi mûcibince, o çokluktan bir remz ve o tedkîkden bir işâret yazıyorum. İsmet ve tevfîk Allahû Teâlâ’dandır.

Kalbin kalbinin de, kalb gibi latîfeleri vardır. Fakat kalbin kalbinde, dâirenin darlığı veyâ bilinmeyen bir sebeple, biraz önce isimlerini bildirdiğimiz altı latîfeden iki latîfe cüz’î bir yolla zâhir olmuyor. Bu iki latîfe, nefs ve ahfâ latîfeleridir. Üçüncü mertebede bulunan kalbde de durum aynıdır; ancak onda hafî de görünmüyor. Dördüncü mertebedeki kalbde de yine böyle olup, onda sır da zâhir olmuyor. Onda sâdece kalb ve rûh görünmektedir. Beşinci mertebede, onda rûh da görünmez. Burada ancak, sâdece ve yalnız sırf kalb kalır. Onda aslâ bir şeyin i’tibârı yoktur.

Sonun sonuna ve nihâyetin nihâyetine varmak için tevessül edilecek ba’zı yüksek ma’rifetleri burada bildireceğim. Allahû Teâlâ’nın tevfîkı ile derim ki, âlem-i kebîrde [kâinâtda] tafsîli [ayrıntılı] olarak zâhir olanlar, âlem-i sagîrde, ya’nî insanda icmâlen [topluca] vardır. Âlem-i sagîr parlatılır ve nûrlandırılırsa, ayna olmak hasebiyle, âlem-i kebîrde tafsîlî olarak zâhir olan her şey onda görünür. Çünki parlamak ve nûrlandırılmakla hacmi genişlemiş, sagirlik hükmü [küçüklüğü] ortadan kalkmıştır. Bunun gibi âlem-i kebîre nisbetle âlem-i sagîrde zâhir olan şeylerin hepsi, âlem-i sagîre nisbetle kalbde de icmâlen ve tafsîlen zâhir olur. Kalb âlemi olan âlem-i esgâr [en küçük âlem] parlatıldığı ve ona gelen zulmet zâil olduğu zamân, ayna olmak özelliği sebebi ile, onda da, âlem-i sagîrde tafsîlen zâhir olan şeylerin hepsi zâhir olur. Bunun gibi kalbe nisbetle kalbin kalbinde de icmâl ve tafsîl olarak aynı hâl görülür. Tafsîlin onda zuhûru, tasfiye ve nûrâniyyet sebebi ile mücmel olmasından sonradır. Üçüncü ve dördüncü mertebedeki kalbler de icmâl ve tafsîl i’tibâriyle buna benzer. Adı geçen mertebelerde tafsîli zuhûr, parlaklık ve nûrâniyyet sebebi iledir. Beşinci mertebede olan kalbin hâli de böyledir. Zîrâ o bütün besâtad, sâdelik ve onda hiçbir şeyin i’tibârının bulunmaması ile birlikte, mükemmel bir tasfiyeden sonra, âlem-i kebîr, âlem-i sagîr ve âlem-i esgârda ve bundan sonraki âlemlerde bulunan her şey onda zuhûr eder. İşte kalb hem çok dar, hem çok geniş, hem sâde, hem çok basîtdir. Hem çok azdır, hem çok çoktur. Bu sıfatları kendinde bulunduran onun gibi bir başka şey yaratılmamıştır ve Allahû Teâlâ’nın, bunun kadar münâsebeti olan bir başka yaratığı yoktur. Bunun için mahlûkâtın hiçbirisinde zâhir olmayan Allahû Teâlâ’nın şaşılacak âyet ve alâmetleri onda zâhir oluyor. İşte bu ma’nâyı izhâr husûsunda hadîs-i kudsîde, Allahû Teâlâ, (Beni yer ve gökler içine almaz, lâkin mü’min kulumun kalbi alır) buyurmaktadır.

Âlem-i kebîr, zuhûr için aynaların en genişi olduğu hâlde, içindekilerin çokluğu ve tafsîlî sebebiyle Allahû Teâlâ ile bir münâsebeti yoktur. Çünki kalbde hiç kesret [çokluk] ve tafsîl yoktur. Allahû Teâlâ ile münâsebete lâyık olan, çok dar ve çok geniş, sâde ve çok basît, en az ve en çok olandır. Nitekim buna işâret olundu. Vaktâ ki ma’rifeti etem [çok tam] ve şühûdu ekmel olan ârif, bu çok azîz, şerefli ve kıymetli makâma ulaşınca, bütün âlemlerin ve zuhûrların kalbi olup, Velâyet-i Muhammedî’ye kavuşur ve Mustafâ’nın da’vet makâmı ile müşerref olur. “Alâ sâhibihassalâtü ves-selâmü vettehıyye.”

Aktâb, evtâd ve ebdâl onun velâyeti dâiresinin altına girmekte, efrâd, ahâd ve sâir evliyâ fırkaları onun hidâyet nûrlarından istifâde etmektedir. O Resûlullah’ın “sallAllahü aleyhi ve sellem” nâib-i menâbidir [vekîlidir] ve Habîbullah’ın “aleyhissalâtü vesselâm” hidâyeti ile hidâyet bulmuştur. Bu kadar kıymetli ve şerefli bir nisbet, murâdlardan bir tâne olanlara mahsûstur. Müridlerin bu kemâlden hiçbir nasîbleri yoktur. Bu kemâl mertebesi büyük nihâyet ve çok az ele geçen bir gâyedir. Onun üstünde bu cinsden bir kemâl yoktur. Bundan yüksek bir ihsân yoktur. Binlerce sene sonra böyle bir ârif vücûda gelse, çok büyük bir ni’met ve ganîmettir. Bereketi uzun yıllar ve zamânlarda görülür. Bu öyle bir ârifdir ki, sözleri devâ, nazarı şifâdır. Bu hayırlı ümmetten Hazret-i Mehdî de bu şerefli nisbete sâhib olacakdır. Bu bir ilâhî ihsândır. Allahû Teâlâ bunu dilediğine verir. O büyük ihsânlar sâhibidir.

Bu uzak devlete erişmek, sülûk ve cezbe yollarını ayrıntılı olarak derece derece tamâmlamağa, tam fenâ ve kâmil bekâ makâmlarını mertebe mertebe ikmâl etmeğe bağlıdır. Bu ise, ancak Peygamberlerin efendisi ve âlemlerin Rabbi’nin Sevgilisine “aleyhi ve alâ âlihi minessalavâti efdeluha ve minet-teslimâti ekmelühâ” tam mütâba’at etmekle [uymakla] mümkündür. Bizi O’na uyanlardan eden Allahû Teâlâ’ya hamd olsun! Allahû Teâlâ’dan bütün isteğim, beni Habîbine “sallAllahü aleyhi ve sellem” tam uyanlardan, bu mütâba’atta sâbit olanlardan ve O’nun “sallAllahü aleyhi ve sellem” şerî’ati üzere istikâmette bulunanlardan eylemesidir. Bu duâma âmîn diyen kula Allahû Teâlâ merhamet eylesin!

Bu ma’rifetler, ince sırlardan ve gizli rümûzlardandır. Evliyânın büyüklerinden hiçbiri bunlardan bahsetmemiş, meşhûr mutasavvıflardan hiçbiri, işâretle dahî olsa bunlardan konuşmamıştır. Allahû Sübhânehü ve Teâlâ bu sırları bu kuluna mahsûs kılıp, Habîbinin “sallAllahü aleyhi ve sellem” sadakası olarak onun diliyle ifşâ eyledi.

Beyt:
Kocakarı kapısına gelirse bir pâdişâh,
Agâm, Sen şaşırıp da çekme gizli gizli âh!

Allahû Teâlâ’nın kabûlü, bir illete, şarta ve sebebe bağlı değildir. Dilediğini yapar ve dilediğini hükmeder. Allahû Teâlâ dilediklerine husûsî rahmet eder, O büyük ihsânlar sâhibidir. Ve sallAllahü Teâlâ alâ Seyyidinâ Muhammedin ve âlihi ve selleme ve bâreke ve alâ cemi’il-enbiyâi vel-mürselîn ve alel-melâiket-il mukarrabîn ve alâ ibâdih-is-sâlihîn. Hidâyet üzere olanlara ve Muhammed Mustafâ’ya “aleyhis-salâtü ves-selâm” tâbi’ bulunanlara selâm olsun!



Mebde' ve Me'âd / İmâm-ı Rabbânî Hazretleri (k.s.)
(Başlangıç ve Son)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Allahû Teâlâya ibtidâ ve intihâda, ya’nî dünyâ ve âhirette, her zamân hamd ederim.
Habîbi Muhammed’e “sallAllahu aleyhi ve sellem” ve O’nun temiz ve yüksek Âline salât ve selâm ederim.
Bundan sonra derim ki, bu şerefli risâle, latîf ve tatlı işâretlerden, ince ve yüksek sırlardan bahseder.
Müellifi, büyüklerin imâmı, ya’nî bütün mahlûkât üzerine Allahû Teâlâ’nın hücceti, aktâb ve evtâdın önderi, ebdâl ve efrâdın gönüllerinin kıblesi, Kur’ân-ı Kerîm'den ibâret olan Seb’ül-Mesânî'nin kâşifi bulunan Müceddid-i elf-i sânî, Üveysi-i Rahmânî, ârif-i Rabbânî, İslâm’ın ve müslümânların şeyhi, şeyhimiz ve imâmımız, mezhebi Hanefî, tarîkati Nakşibendî, nesebi Fârûkî Şeyh Ahmed Hazretleri’nin “kuddise sirruh” eseridir.
Hidâyetinin güneşleri hiç batmasın ve insanlar feyzinden kıyâmete kadar fâidelensin.
Bunun için yalnız Allahû Teâlâ’dan yardım isteriz ve yalnız O’na güveniriz.
 
Seb'ül Mesânî: Huruf-u Mukatta, Fatiha-i Şerif, Kur'an-ı Kerim veya başka bilinmeyen

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."


Gayb perdesi ardında olan güzelliklerin,

Hepsini Senin güzel sûretine koydular

Hayâl kalemi, düşünce sahîfesine ne çizse,

Mütenâsib şeklini ondan güzel yaptılar.

                                  
Abdullah-i Dehlevî “Kuddise Sirruh”


Çevrimdışı gül damlası

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 1
çok güzel bilgiler paylaşmışsınız. Allah razı ve memnun olsun. çok teşekkür ederiz. Biz de bi iki mevzu okuduk. diğerlerini de buradan okumuş oldum...Rabbim Onların yolundan ayırmasın....

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Allah-ü zül-celal vel-Kemal ve Tegaddes hazretleri cümlemizden razı ve memnun olsun.
Cümlemizi Peygamber Efendimizin “aleyhi ve alâ âlihissalavâtü vet-teslimâtü etemmühâ ve ekmelühâ” yolundan, Pîran-ı İzamın “kaddesAllahü teâlâ sirreh-ül-akdes” yolundan, zamanın hakiki sahibinin “kuddise sirruh” yolundan ayırmasın.

Çevrimdışı zamansız

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 6

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
çok güzel bilgiler paylaşmışsınız. Allah razı ve memnun olsun. çok teşekkür ederiz. Biz de bi iki mevzu okuduk. diğerlerini de buradan okumuş oldum...Rabbim Onların yolundan ayırmasın....

Cümlemizden ...