Mânevi Yolda Yükseliş ve İniş Mertebeleri
Bu fakîrin kalbine bu yolun hevesi düşünce, Allahû Teâlâ’nın inâyet ve ihsânı onu, Nakşibendî Hâcelerinin “kaddesAllahü esrârehüm” hânedânının halîfelerinden birinin sohbetine eriştirdi. Ondan bu büyükler yolunu alıp, o azîzin sohbetine devâm etti. Ondan hiç ayrılmadı. O büyüğün [Hâce Muhammed Bâkibillah Hazretleri’nin] teveccühünün bereketi ile, istihlâk bakımından kayyûmluk sıfatına erişen hâcegânın yüksek cezbesi kendisinde hâsıl oldu. Ayrıca, bidâyetinde nihâyetin hâlleri münderic olan yoldan da bir parça nasîbi oldu. Bu cezbe ile hâllendikten sonra, işi ve mu’âmelesi sülûkde karar kıldı. Bu yolu hazret-i Alî’nin “kerremAllahü vecheh” rûhâniyyetlerinin terbiyesi ile sonuna kadar kat’ etti. Ya’nî Onun Rabbi olan ismin yardımı ile gitti. O isimden kâbiliyyet-i ûlâ [ilk kâbiliyyet] -ki, buna Hakîkat-i Muhammediyye denir- “alâ sâhibihessalâtü vesse-lâmü vettehıyye” hazret-i Hâce Nakşibend’in “kaddesAllahü teâlâ sirreh” rûhâniyyetinin yardımı ile yükseldi. Oradan, hazret-i Fârûkun “radıyAllahü anh” rûhâniyyetlerinin vâsıtası ile, o kâbiliyyetin üstüne çıkmak ele geçti. Oradan da, o kâbiliyyetin üzerinde bulunan ve onun tafsîli gibi bulunan makâma -ki O makâm aktâb-ı Muhammediyye makâmıdır-Resûl-i ekrem “sallAllahü aleyhi ve sellem” Hazretleri’nin rûhâniyyetlerinin terbiyesi ile ulaştı. Bu makâma kavuşma zamânında, Hâce Nakşibend Hazretleri’nin “kaddesAllahü teâlâ esrârehümâ” halîfesi olup, irşâd kutbu bulunan Alâed-dîn Attâr Hazretleri’nin rûhâniyyetlerinden de o dervişe bir nev’ yardım ulaşdı. Aktâbın, ya’nî irşâd kutublarının nihâyeti bu makâma kadardır. Zıl dâiresi de bu makâmda sona erer. Bundan sonra ya tam asıldır, yâhud zılle karışık asıldır. Efrâd ismini alan büyük evliyâ bu devlete kavuşmakla şereflenirler. Kutublardan ba’zısı da, efrâdla sohbet netîcesinde, asl ile zıllın karışık olduğu makâma kadar yükselip, bu karışık asla bakar. Fakat tam asla kavuşmak, yâhud ona nazar etmek, derecelerine göre, efrâda mahsûstur. Bu Allahû Teâlâ’nın büyük ihsânıdır. Dilediğine verir. O, büyük ihsân sâhibidir.
Bu dervişe kutubluk hil’atı [büyük makâmı], kutubların makâmı olan dereceye kavuştuktan sonra, din ve dünyânın Efendisi “aleyhissalavâtü vet-teslîmât-ül-mübârekâtü vet-tehıyyâtü-t-tâmiyât” tarafından ihsân edildi. Böylece bu fakîri bu makâmla şereflendirdiler.
Bundan sonra, Allahû Teâlâ’nın inâyet ve ihsânları yine onun hâlini kaplayıp, bulunduğu bu makâmdan dahâ yukarıya yöneldi. Bir defada asılla karışık olan makâma ulaştı ve o makâmda bir nev’î fenâ ve bekâ ele geçti. Geçmiş olduğu makâmlarda da böyle olmuştu. Asılla zıllın karışık olduğu bu makâmdan da ileri geçirip, asla âid makâmlarla şereflendirip, aslın aslına kavuşturdular. Asl makâmlarında yükselme olan bu son urûc, ya’nî ilerleme ve yükselmede Gavs-ı A’zam Muhyiddîn Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri’nin “kaddesAllahü teâlâ sirreh-ül-akdes” rûhâniyyetlerinden yardım geldi ve tasarruf kuvveti ile, o makâmlardan geçirip, asl-ül asla eriştirdiler ve o makâmdan tekrâr âleme döndürdüler. Nitekim bu geri döndürme işi, her makâmda olmuş idi.
Bu fakîre, son yükselmenin kendisine mahsûs olduğu ferdiyyet nisbetinin mayası, yüksek babasından hâsıl olmuş, yüksek babası da, bu makâmı, kuvvetli cezbe ve meşhûr hârikalar sâhibi bir azîzden elde etmişti. Lâkin bu fakîr, basîretinin [kalb gözü ile görmesinin] za’îfliği ve o nisbetin ortaya çıkmasının azlığı sebebiyle sülûk konaklarını aşmadan, onu kendinde bulamadı ve asla bundan hiç haberi olmadı.
O derviş, nâfile ibâdetlerde, bilhâssa nâfile namâzlarda, babasından çok yardım gördü. Yüksek babası ise bu sa’âdete Çeştî yolunda bulunan şeyhi vâsıtası ile kavuşmuştu.
O dervişin [ya’nî imâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin] ledünnî ilimlerle şereflenmesinde Hızır’ın “alâ nebiyyinâ ve aleyhis-salâtü ves-selâmü vet-tehıyye” rûhâniyyetinin yardımları oldu. Fakat bu hâl kutublara âit makâmdan geçmediği zamân süresince idi. O makâmdan geçtikten ve yüksek makâmlarda terakkiye kavuştuktan sonra ilmin alınması kendi hakîkatinden olmakta, kendinde, kendiyle ve kendinden bulmaktadır. Zîrâ başkasının araya girmeğe mecâli kalmamıştır.
O dervişe, seyr-i anillahi billah diye tâbir olunan nüzûl, ya’nî iniş ve geriye dönüş zamânında, diğer silsilelerdeki meşâyıhın makâmlarından geçmek de elverdi ve her makâmdan büyük pay aldı ve geçtiği makâmlardaki meşâyıh onun işi ve mu’âmelesine yardımcı oldular ve kendi nisbetlerinin hülâsâlarını, öz ve esâslarını ona verdiler. İlk önce Çeştî büyüklerinin makâmından geçirildi ve o makâmdan büyük haz ve nasîb aldı. Çeştî tarîkatindeki büyük meşâyıh arasından, Hâce Kutbüddîn Bahtiyârî Hazretleri’nin rûhâniy-yeti diğerlerinden önce yardımda bulundu ve gerçekten kendileri o makâmda büyük şân sâhibi olup, o makâmın reîsidirler.
Bundan sonra Kübrevî tarîkati büyüklerinin makâmlarından geçmek vâkı’ oldu. Bu iki makâm urûc, ya’nî yükselme bakımından berâberdir. Lâkin bu makâm, yukarıdan iniş, ya’nî geriye dönüş vaktinde, o ana caddenin sağında bulunmaktadır. Birinci makâm ise, o sırât-ı müstakîmin solundadır. Bu ana cadde öyle bir yoldur ki, irşâd kutublarının büyüklerinden ba’zısı o yoldan Ferdiyyet makâmına ulaşırlar ve nihâyet-ün-nihâyeye kavuşurlar. Efrâd-ı Tenhâ, yalnız olan efrâdın ayrı bir yolu vardır ki, kutubluk olmadan o yoldan geçilemez. Bu makâm sıfatlar makâmı ile bu ana cadde arasında bulunmaktadır. Sanki o, bu iki makâm arasında geçittir ve her iki taraftan nasîp almaktadır. Birinci makâm ise, o ana caddenin bir başka tarafında bulunmakta olup, sıfatlar ile münâsebeti azdır.
Dahâ sonra, şeyh Şihâbüddîn’in reîsi bulunduğu, Sühreverdî büyüklerinin makâmlarından geçildi. Bu makâm sünnete uymak nûrları ile parlamaktadır. “Alâ masdarihes-salâtü vesselâmü vet-tehıyye.” Aynı zamânda fevk-ul fevk müşâhedesinin aydınlığı ile süslenmiştir. İbâdetler bu makâmı elde etmekte yardımcıdır. Nâfile ibâdetlerle meşgûl olan ba’zı yetişmemiş, olgunlaşmamış sâlikler, nâfile ibâdetlere ülfetle, o makâma münâsebetleri sebebiyle, o makâmdan bir pay almışlardır. Nâfile ibâdetler, asâleten, ya’nî doğrudan doğruya o makâmla münâsebettedir. Diğerlerinin, mübtedî olsun, müntehî olsun, ya’nî yolun başında bulunsun veyâ sonunda bulunsun vâsıtalı, ya’nî dolaylı olarak o makâmla münâsebetleri vardır. [Burada vâsıta yine nâfilelerdir.] O makâm çok parlaktır. Bu makâmda müşâhede edilen nûrâniyyet, diğer makâmlarda azdır. Bu makâmdaki meşâyıh, sünnet-i seniyyeye ittiba’ ile, büyük şân ve yüksek mertebede bulunmaktadır. Kendileri gibi olanlardan husûsî özellikleri ile apayrı bir imtiyâzla ayrılmaktadır-lar. Onlara bu makâmda müyesser olanlar, başka makâmlarda, yükselme bakımından dahâ üstün olsa da, ele geçmez.
Ondan sonra cezbe makâmına indirdiler. Bu makâm, hesâbsız cezbe makâmlarını câmi’dir. Oradan da aşağı indirdiler. Geriye dönüş, ya’nî yükseldikten sonra tekrâr inme makâmlarının sonu, hakîkat-i câmi’a denilen kalb makâmıdır. İnsanları irşâd etme ve kemâle getirme bu makâma inmeğe bağlıdır. Bu fakîri bu makâma indirdiler. Bu makâma iyice yerleşmeden tekrâr bir urûc, yükselme vâkı’ oldu. O zamân aslı da, zıl gibi geride bıraktı. Kalb makâmında vâkı’ olan bu urûc sebebiyle temkîne kavuştu.
Vesselâm.
Mebde' ve Me'âd / İmâm-ı Rabbânî Hazretleri (k.s.)
(Başlangıç ve Son)