Gönderen Konu: Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye  (Okunma sayısı 27900 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

zaman_1453

  • Ziyaretçi
Ynt: Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye
« Yanıtla #15 : 13 Aralık 2008, 19:46:16 »

BÂB-I SÂBİ’

MUDÂREBE HAKKINDA OLUP ÜÇ FASLI HÂVÎDİR

FASL-I EVVEL

MUDÂREBENİN TA’RİF VE TAKSİMİ BEYANINDADIR


Madde   : 1404 

   “Mudârebe : Bir taraftan sermâye ve diğer taraftan sa’y ü amel olmak üzre bir nevi’ şirkettir. Sermâye sahibine, “rabbü’l-mal” ve âmile, “mudârib” denilir.”

Madde   : 1405

   “Mudârebenin rüknü, icab ve kabuldur.” 
   Rabbü’l-mal, mudâribe “şu sermâyeyi al ribhi beynimizde yarı yarıya, yahut ikili, birli taksim olunmak üzre mudârebeten sa’y ü amel et” dese, yahut “şu paraları al sermâye et ribhi beynmizde şu nispet üzre müşterek olsun” demek gibi, mudârebe ma’nasını ifâde eder bir söz söylese, mudârib dahi kabul etse, mudârebe mün’akid olur.

Madde   : 1406

   “Mudârebe iki kısımdır: Biri, mudârebe-i mutlaka ve diğeri mudârebe-i mukayyededir.”

Madde   : 1407

   Mudârebe-i mutlaka: Zaman ve mekân ve bir nevi’ ticaret ile ve bâyi’










ve müşteriyi ta’yinle mukayyed olmayan mudârebedir. Ve bunlardan biriyle takyid olunursa, mudârebe-i mukayyede olur.”
   Meselâ “filan vakit ya filan yerde” yahut “filan cins mal al sat” veyahut “falan kimseler ile falan belde ahalisiyle alış veriş et” dese, mudârebe-i mukayyede olur.




FASL-I SÂNÎ

MUDÂREBENİN ŞURÛTU BEYANINDADIR


Madde   : 1408

   “Rabbü’l-malin tevkîle ve  mudâribin vekâlete ehliyetleri şarttır.”

Madde   : 1409

   “Ra’sü’l-malin, sermâye-i şirket olabilecek mal olması şarttır. Bâb-ı şirket-i akdin, fasl-ı sâlisine bak)
   Binaen-alâ-zâlik, urûz ve akar ile, zimem-i nâsda olan alacak, mudârebede ra’sü’l-mal olamaz.
   Fakat rabbü’l-mal, eğer urûzdan bir şey verip de “bunu sat semeniyle mudârebeten amel et” dese, mudârib dahi kabul ve kabz ederek ol malı satıp, bedeli olan nukûdu sermâye edip de, alış-veriş eylese, mudârebe sahih olur.
   Kezâlik “falanın zimmetinde alacağım olan şu kadar kuruşu kabz et de, mudârebe yolunda kullan” dese ve o dahi kabul etse, sahih olur.”










Madde   : 1410

“Sermâyenin, mudâribe teslim olunması şarttır.”

Madde   : 1411

   “Şirket-i akd gibi mudârebede dahi, ra’sü’l-malin ma’lûm olması ve âkideynin ribihden hisseleri, nısıf ve sülüs gibi, bir cüz-i şâyi’ olarak ta’yin edilmesi şarttır
   Fakat alelıtlak “şirket” tabir olunsa, meselâ “ribhi beynimizde müşterek olsun” denilse, müsâvâta masruf olur. Rabbü’l-mal ile mudârib beyninde, yarı yarıya taksim olunur.”

Madde   : 1412

   “Bâlâda mezkûr şartlardan biri bulunmasa, meselâ, âkıdeynin hisseleri, cüz-i şâyi’ olarak muayyen olmayıp da, birine ribihden şu kadar kuruş verilmek üzre kat’ ve ta’yin olunsa, mudârebe fâsid olur.”


FASL-I SÂLİS

MUDÂREBENİN AHKÂMI BEYANINDADIR


Madde   : 1413

   “Mudârib, emîndir. Anın yedinde sermâye, vedîa hükmündedir.











 Ve sermâyede tasarruf etmesi cihetle, rabbü’l-malin vekilidir. Ve kâr ederse anda şerik olur.”

Madde   : 1414

   “Mudârebe-i mutlakada mudârib, mücerred akd-i mudârebe ile, mudârebenin levâzım ve teferruâtından olan işleri yapmaya me’zûn olur.
   Şöyle ki; evvelâ, satıp kâr etmek için mal iştirâ edebilir. Fakat gabn-i fâhiş ile mal iştirâ ederse, kendisi için almış olur. Mudârebe hesâbına dahil olmaz.
   Sânîyen, gerek peşin para ile ve gerek veresiye olarak, az ve çok baha ile mal satâbilir. Fakat beyne’t-tüccâr örf olduğu mertebe mühlet verilir. Yoksa, beyne’t-tüccar ma’rûf olmayan uzun müddet ile mal satamaz.
   Sâlisen,  sattığı malın semenini, havâleten kabul edebilir.
   Râbi’an,  âhar kimseyi bey’ ve şirâya tevkîl edebilir.
   Hâmisen, mal-i mudârebeyi îdâ’ ve ibzâ’ ve rehin ve irtihan ve îcâr ve istîcar edebilir.
   Sâdisen,  alış-veriş etmek üzre, âhar beldeye gidebilir.”
























Madde   : 1415

   “Mudârebe-i mutlakada mal-i mudârebeyi, mudârib kendi malıyla karıştırmaya ve mudârebeye vermeye, mücerred akd-i mudârebe ile me’zûn olmaz.
   Fakat mudâriblerin mal-i mudârebeyi, kendi mallarıyla karıştırmaları âdet olan beldede ise, mudârebe-i mutlakada mudârib, ana dahi me’zûn olur.”

Madde   : 1416

   “Eğer mudârebe-i mutlakada rabbü’l-mal, mudâribe “re’yinle amel et” diyerek mudârebe umûrunu anın re’yine tefvîz eylemiş ise, mudârib her halde mal-i mudârebeyi, kendi malıyla karıştırmaya ve mudârebeye vermeye me’zûn olur.
   Amma mal-i mudârebeden, hibe ve ikrâz etmeye ve sermâyeden ziyade borç altına girmeye, bu sûrette dahi me’zûn olmayıp, bunların icrâsı rabbü’l-malin izn-i sarîhine mevkûfdur.”

Madde   : 1417

   “Mudârib, kendi malıyla mal-i mudârebeyi karıştırdığı sûrette, hâsıl olan ribhi, sermâyelerin mikdarına göre taksim eder.”
   Yani, kendi sermâyesinin fâidesini kendisi alır. Ve mal-i mudârebenin










fâidesi rabbü’l-mal ile, beynlerinde şart ettikleri vechile taksim olunur.

Madde   : 1418

   “Rabbü’l-malin izniyle, mudâribin sermâyeden ziyade olarak veresiye aldığı mal, ikisi beyninde şirket-i vücûh ile müşterek olur.”

Madde   : 1419

   “Mudârib, eğer mudârebe işiyle bulunduğu beldeden başka yere giderse, kadr-i ma’rûf masrafını mal-i mudârebeden alır. “

Madde   : 1420

   “Mudârebe-i mukayyedede, rabbü’l-malin kayd ve şartı neyse, mudâribin ana riayet etmesi lâzımdır.” 

Madde   : 1421

   “Mudârib, eğer me’zûniyetinin haricine çıkar ve şarta muhalefet ederse, gâsıb olur. Ve bu halde ettiği alış-verişin kâr ve zararı, kendisine âid olur. Ve mal-i mudârebe telef olursa zâmin olur.”

Madde   : 1422

   “Rabbü’l-mal, eğer “mal-i mudârebe ile filan mahalle gitme” yahut “veresiye mal satma” diye nehyetmişken, mudârib ana muhalefet ederek, mal-i mudârebe ile ol mahalle gidip de, mal-i mudârebe telef olsa, yahut veresiye mal satıp da, parası batsa, mudârib zâmin olur.”











Madde   : 1423

“Rabbü’l-mal, mudârebeyi bir vakt-i muayyen ile tevkît ettik de, ol vaktin geçmesiyle mudârebe münfesih olur.”

Madde   : 1424

   “Rabbü’l-mal mudâribi azl ettikde, azli ana bildirmesi lâzım gelir.
   Mudârib, kendisinin azline vâkıf oluncaya dek, vâki’ olan tasarrufâtı muteber olur.
   Ve azline vâkıf olduktan sonra, elindeki nukûdda tasarruf edemez. Amma elinde nukûddan başka mal bulunursa, anı satıp nakde tebdil edebilir.”

Madde   : 1425

   “Mudârib, ancak  ameli mukabelesinde, ribhe müstahak olur.
   Amel ise, ancak akid ile mütekavvim olur. Binaenaleyh akd-i mudârebede, mudâribe ne mikdar şart edilmiş ise, ana göre ribihten hisse alır.”

Madde   : 1426

   “Rabbü’l-malin, ribhe istihkakı malı iledir.
   Binaenaleyh mudârebe-i fâsidede, ribhin mecmûu ana âid olur. Ve mudârib, anın ecîri menzilesinde olup,

















ecr-i misil alır. Fakat, hîn-i akidde şart ettikleri mikdarı tecâvüz edemez. Ve ribih yok ise ecr-i misle dahi müstahak olmaz.”

Madde   : 1427

   “Mal-i mudârebeden bir mikdarı telef olsa, evvel emirde ribihten mahsûb olunup, re’sü’l-male sirâyet ettirilmez.
   Ve eğer ribhin mikdarını tecâvüz edip de, re’sü’l-male sirâyet ederse, mudârib anı zâmin olmaz. Mudârebe gerek sahih olsun, gerek fâsid olsun.”

Madde   : 1428

   “Zarar ve ziyân, her halde rabbü’l-male âid olur. Ve mudârib ile beynlerinde müşterek olması şart edilirse, ol şarta i’tibar olunmaz.”

Madde   : 1429

   “Rabbü’l-mal, ya mudârib fevt yahut cünûn-ı mutbik ile mecnûn olsa, mudârebe münfesih olur.”
 
Madde   : 1430
   
   “Mudârib, mechelen  fevt olsa, terekesinden zamân lâzım gelir.” (801 ve 1355. maddelere bak)















BÂB-I SÂMİN

MÜZÂRAA VE MÜSÂKAAT BEYANINDA OLUP İKİ FASLA MÜNKASİMDİR

FASL-I EVVEL

MÜZÂRAA BEYANINDADIR

Madde   : 1431

   “Müzâraa : Bir taraftan arâzi ve diğer taraftan amel, yani zirâat olarak, hâsılât beynlerinde taksim olunmak üzre, bir nevi’ şirkettir.”

Madde   : 1432

   “Müzâraanın rüknü, icab ve kabuldur.
   Şöyle ki, arâzi sahibi, âmile yani çiftçiye “bu yeri hâsılattan şu kadar hisse almak üzre sana müzâraa vechile verdim” deyip de, çiftçi dahi “kabul ettim” ya “râzı oldum” dese, yahut rızâsına delâlet eder bir söz söylese, veyahut çiftçi, yer sahibine “ben senin yerinde müzâraa vechile amel edeyim” deyip de, o dahi râzı olsa müzâraa mün’akid olur.”











Madde   : 1433

   “Müzâraada âkıdeynin, âkil olması şarttır. Bâliğ olması şart değildir. Binaenaleyh, sabî-i me’zûn dahi akd-i müzâraa edebilir.”

Madde   : 1434

   “Zer’in, yani ne ekileceğinin ta’yini, yahut çiftçi her ne dilerse ekmek üzre ta’mîmi şarttır.”

Madde   : 1435

   “Hîn-i akidde, çiftçinin hâsılattan olmak üzre, hissesi nısıf ve sülüs gibi cüz-i şâyi’ olarak ta’yin olunmak şarttır.
   Ve eğer hissesi ta’yin olunmaz, yahut hâsılattan başka bir şey verilmek üzre ta’yin kılınır, veyahut hâsılattan şu kadar kile diye kat’ olunur ise, müzâraa sahih olmaz.”

Madde   : 1436

   “Yerin, zer’a salih olması ve çiftçiye teslim edilmesi şarttır.”

Madde   : 1437

   “Bâlâda mezkûr olan şartlardan biri bulunmaz ise, müzâraa fâsid olur.”



















Madde   : 1438

   “Müzâraa-i sahihada, âkıdeyn  nasıl şart ettiler ise, hâsılatı beynlerinde ol vechile taksim ederler.”

Madde   : 1439

   “Müzâraa-i fâsidede, hâsılat kâmilen tohum sahibinin olur.
   Diğeri, yer sahibi ise yerinin ücretini alır. Ve eğer çiftçi ise ecr-i misil alır.”

Madde   : 1440

   “Ekin yeşil iken, yer sahibi fevt olsa, ekin yetişinceye kadar çiftçi işine devam eder. Müteveffânın vârisleri mân’i olamaz.
   Ve eğer çiftçi fevt olsa, kendisinin vârisi anın makamına kaaim olup, dilerse ekin yetişinceye deyin zirâat işine devam eyler. Yer sahibi ana mân’i olamaz.”

FASL-I SÂNÎ

MÜSÂKAAT BEYANINDADIR


Madde   : 1441

   “Müsâkaat : Bir taraftan eşcâr ve diğer taraftan terbiye olmak,












ve hâsıl olan meyve, beynlerinde taksim olunmak üzre bir nevi’ şirkettir.

Madde   : 1442

   “Müsâkaatın rüknü, icab ve kabuldür.
   Şöyle ki, eşcâr sahibi “meyvesinden şu kadar hisse müsâkaat vechile, şu escârı sana verdim” deyip âmil, yani ol eşcârı terbiye edecek olan kimse dahi kabul etse, müsâkaat mün’akid olur.”

Madde   : 1443

   “Âkıdeynin âkil olması şarttır. Bâliğ olması şart değildir.”

Madde   : 1444

   “Müzâraada olduğu gibi, akd-i müsâkaatta dahi, âkıdeynin hisseleri, nısıf ve sülüs gibi cüz-i şâyi’ olarak ta’yin olunmak şarttır.”

Madde   : 1445

   “Eşcârın, âmile teslimi şarttır.”

Madde   : 1446

   “Müsâkaat-ı sahihada âkıdeyn, beynlerinde şart ettikleri vechile, meyveyi taksim ederler.”













Madde   : 1447

   “Müsâkaat-ı fâsidede hâsıl olan meyve, tamamen eşcâr sahibinin olur, âmil dahi ecr-i misil alır.”

Madde   : 1448

   “Meyve ham iken, eşcâr saibi fevt olsa, meyve yetişinceye kadar, âmil işine devam eder. Müteveffânın vârisleri, ana mân’i olamaz.
   Ve eğer âmil fevt olsa, vârisi anın makamına kaaim olup, dilerse işine devam eder, eşcâr sahibi ana mân’i olamaz.”
   

   İrâde-i seniyye târihi    fî 16 Cumâdelâhire sene 1291
 


 Emînü’l-Fetvâ                     Nâzır-ı Maârifi-i Umûmiyye
Es-Seyyid Halil                        Ahmed Cevdet


   
   
Müftî-i Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî         Kaadî-i Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliyye
Ahmed Hulûsi               Sâbıkan Seyfeddin


An Âzâ-i Meclis-i Tedkikat-ı Şer’iyye  An Âzâ-i Divân-ı Ahkâm-ı                            Adliyye
      Ahmed Halid                    Ahmed Hilmi       
   

KİTÂBÜ’L-VEKÂLE


SÛRET-İ HATT-I HÜMÂYÛN

MÛCEBİNCE AMEL OLUNA

KİTÂB-I HÂDÎ AŞER

VEKÂLET HAKKINDA OLUP BİR MUKADDEME İLE ÜÇ BÂBI MÜŞTEMİLDİR

MUKADDEME

BAZI ISTILÂHÂT-I FIKHİYYE BEYANINDADIR



Madde   : 1449

   “Vekâlet : Bir kimse, işini başkasına tefvîz etmek ve ol işte anı, kendi yerine ikaame eylemektir.
   Ol kimseye “müvekkil” ve yerine ikaame eylediği kimseye “vekil” ve ol işe “müvekkelün bih” denilir.”
















Madde   : 1450

   “Risâlet : Bir kimse, tasarrufta dahli olmaksızın, bir kimsenin sözünü, diğere tebliğ etmektir.
   Ol kimseye “resûl” ve ol kimesneye “mürsel” ve diğerine “mürselün ileyh” denir.”

BÂB-I EVVEL

VEKÂLATİN RÜKN VE TAKSİMİ BEYANINDADIR


Madde   : 1451

   “Tevkîlin rüknü, icab ve kabuldur.”
   Şöyle ki, müvekkil “şu hususa seni vekil ettim” deyip de, vekil dahi “kabul ettim” dese, yahut kabulü müş’ir başka bir söz söylese, vekâlet mün’akid olur. Kezâlik, vekil bir şey söylemeyip de, ol hususun icrâsına teşebbüs eylese, delâleten vekâleti kabul etmiş olmakla, tasarrufu sahih olur.
   “Amma, ba’de’l-icab vekil reddetse, icabın hükmü kalmaz.”
   Binaenaleyh, müvekkil “bu hususa seni vekil ettim” deyip de, vekil olacak kimse, “kabul etmem” diye reddeyledikten sonra, müvekkelün bihin icrâsına mübâşeret eylese, tasarrufu sahih olmaz.

Madde   : 1452

   “İzin ve icâzet, tevkîldir.”


Madde   : 1453

   “İcâzet-i lâhika, vekâlet-i sâbıka hükmündedir.”
   Meselâ, bir kimse fuzûli, âharın malını sattıktan sonra, mal sahibine haber verip, o dahi mücîz olsa, evvelce anı vekil etmiş gibi olur.

Madde   : 1454

   “Risâlet, vekâlet kaabilinden değildir.”
   Meselâ, bir kimseye sarraf, akçe ikrâz edecek olup da, o dahi akçeyi getirmek üzre hizmetkârını gönderse, hizmetkâr ol kimsenin resûlüdür. Yoksa istikrâza vekili değildir.
   Kezâlik bir kimsenin, bir at iştirâ etmek üzre, cambaza gönderdiği şahıs, ol cambaza “falan kimse senden falan atı satın almak istiyor” demesi üzerine cambaz dahi “şu kadar kuruşa olmak üzre bu atı ana sattım, var ana söyle ve atı teslim eyle” diyerek ol şahsa verip, o dahi minvâl-i meşrûh üzre, ol kimseye atı teslim ve o dahi hemen kabul ettikde, ol kimse ile cambaz beyninde bey’ mün’akid olarak ol şahıs, arada mücerred bir resûl ve vâsıta olur, yoksa vekil olmaz.
   Ve kezâlik bir kimse kasaba, “benim pazara gidip gelen falan hizmetkârıma, benim için yevmiyye şu kadar kıyye et ver” deyip o dahi bu vechile verse, ol hizmetkâr efendisinin resûlü olur, vekili demek olmaz.

Madde   : 1455

   “Emir, bazan vekâlet ve  bazan risâlet kaabilinden olur.”
   Meselâ, bir kimsenin emriyle hizmetkârı bir tâcirden mal iştirâ eyledikde, ol kimsenin şirâya vekili olur. Amma ol kimse, bir tâcir ile pazarlık edip , malı alıp getirmek üzre hizmetkârını gönderse, efendisinin resûlü demek olup, yoksa vekili olmaz.


Madde   : 1456

   “Rükn-i tevkîl, bazan mutlak olur.
   Yani, bir şarta muallak, ya bir vakte muzâf, yahut bir kayd ile mukayyed olmaz.
   “Ve bazan şarta muallak olur.”
   Meselâ “falan tâcir buraya gelir ise, benim şu atımı satmak üzre seni vekil ettim deyip” de, o dahi kabul etse, vekâlet ol tâcirin gelmesine muallak olarak mün’akid olur. Ve ol tâcir gelir ise, vekil dahi ol malı satabilir. Ve illâ satamaz. 
   “Bazan bir vakte muzâf olur.”
   Meselâ “Nisan ayında benim hayvanlarımı satmaya seni vekil ettim” deyip de, o dahi kabul etse, şehr-i Nisan hulûlünde vekil olup, hemen ol vakit, yahut andan sonra ol hayvanları bi’l-vekâle satabilir. Amma Nisan’dan evvel satamaz.
   “Bazan bir kayd ile mukayyed olur.”
   Meselâ “şu saatımı bin kuruşa satmaya, seni vekil ettim” dese, vekilin vekâleti, anı bin kuruştan aşağıya satmamak ile mukayyyed olur.


« Son Düzenleme: 13 Aralık 2008, 20:03:25 Gönderen: zaman_1453 »

zaman_1453

  • Ziyaretçi
Ynt: Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye
« Yanıtla #16 : 14 Aralık 2008, 01:21:42 »

BÂB-I SÂNÎ

ŞART-I VEKÂLET BEYANINDADIR


Madde   : 1457

   “Müvekkilin, müvekkelün bih olan işi yapmaya muktedir olması şarttır.
   Binaenaleyh, sabî-i gayr-i mümeyyiz ile mecnûnun tevkîli sahih olmaz.
   Ve sabî-i mümeyyiz hakkında, hibe ve sadaka gibi zarar-ı mahz olan işlerde, velîsi izin verse bile, âharı tevkîl edemez.
   Ve kabul-i hibe ve sadaka gibi, hakkında nef’-i mahz olan şeylerde velîsinin izni olmasa bile âharı tevkîl edebilir. Amma bey’ ve şirâ’ gibi nef’ ile zarar beyninde dair ve mütereddid olan tasarrutfâtta, eğer ahz ve i’tâya  me’zûn ise, başkasını dahi tevkîl edebilir. Değil ise tevkîl, velîsinin icâzetine mevkûfen mün’akid olur.”

Madde   : 1458

   “Vekilin, âkil ve mümeyyiz olası şarttır. Balîğ olması şart değildir
   Binaenaleyh, sabî-i mümeyyiz me’zûn olmasa bile, vekil olabilir. Fakat hukuk-ı akd, ana âid olmayıp, müvekkiline âid olur.”

Madde   : 1459

   “Bir kimse, bizzat yapabileceği hususlarda ve muâmelâta dair olan her hakkın îfâ ve istîfâsında, başkasını tevkîl edebilir.”
   Meselâ, bir kimse bey’ ve şirâ’ ve îcâr ve istîcar ve rehin ve irtihâb ve îdâ’ ve istîdâ’ ve hibe ve ittihâb ve sulh ve ibrâ ve ikrâr ve da’vâ ve taleb-i şüf’a ve kısmet ve îfâ ve istîfâ-yı düyûna ve kabz-ı male, diğer bir kimseyi tevkîl etse, câiz olur.
   “Fakat müvekkelün bihin ma’lûm olması lâzımdır.”


BÂB-I SÂLİS

VEKÂLETİN AHKÂMI BEYANINDA OLUP ALTI FASLI MÜŞTEMİLDİR

FASL-I EVVEL

VEKÂLETİN AHKÂM-I UMÛMİYYESİ BEYANINDADIR


Madde   : 1460

   “Hibe ve iâre ve rehin ve îdâ’ ve ikrâz ve şirket-i mudârebede ve an inkâr sulhda vekilin, akdi müvekkiline muzâf kılması lâzımdır. Müvekkiline muzâf kılmaz ise, sahih olmaz”

Madde   : 1461

“Bey’ ve şirâ ve icârede ve an ikrâr sulhda vekilin, akdi müvekkiline muzâf kılması şart değildir. Müvekkiline muzâf kılmayıp da, nefsine izâfet ile iktifâ etmesi dahi sahih olur. Ve iki sûrette dahi mülkiyyet, ancak müvekkiline sâbit olur.
   Fakat, akid eğer müvekkile muzâf kılınmaz ise, hukuk-ı akd âkide, yani vekile âid olur. Ve eğer müvekkile muzâf kılınır ise, hukuk-ı akd dahi müvekkile âid olur. Ve bu sûrette vekil, resûl gibi olur.”
   Meselâ vekil, bi’l-bey’ akdi müvekkiline muzâf kılmayıp da, nefsine izâfet ile iktifâ ederek, müvekkilinin bir malını sattıkda, mebî’i müşteriye teslim etmeye mecbur olur ve semeni müşteriden taleb ve kabz edebilir. Ve mal-i müşterâya bir müstahak çıkıp da, ba’de’l-hükm zapt olunsa müşteri, vekil bi’l-bey’a rücû’ eder. Yani verdiği semeni ândan ister.   
   Ve vekil bi’ş-şirâ, akd-i bu vechile müvekkiline muzâf kılmaksızın, iştirâ eylediği malı kabz eder. Ve mal-i müşterânın semenini müvekkilinden almasa bile, kendi malından bâyi’a vermek üzre cebr olunur. Ve mal-i müşterâda ayb-ı kadîm zuhur etse, red için vekilin muhâsamaya hakkı olur.
   Amma, vekil eğer akdi müvekkiline muzâf kılmış ise, meselâ “falanın tarafından bi’l-vekâle sattım” yahut “falan için aldım” diyerek, akd-i bey’ eylemiş olsa, ol halde ânifen beyan olunan hukuk-ı akd, hep müvekkile âid olur. Ve bu sûrette vekil, resûl hükmünde kalır.

Madde   : 1462

   “Risâlette, hukuk-ı akd mürsele âid olur. Resûle asla taalluk etmez.”

Madde   : 1463

   “Bey’ ve şirâ’ ve îfâ ve istîfâ-yı deyne ve kabz-ı ayna vekil olan kimsenin, cihet-i vekâletten dolayı makbûzu olan mal, kendi yedinde vedîa hükmündedir. Bilâ-taad velâ-taksîr telef olsa, zamân lâzım gelmez.   
   Cihet-i risâletten dolayı, resûlün yedindeki mal dahi, kezâlik vedîa hükmündedir.”

Madde   : 1464

   “Medyûn, borcunu dâine gönderip de, kable’l-vusûl resûl yedinde telef olduğu sûrette, eğer medyûnun resûlü ise, medyûnun malından telef olur. Ve eğer dâinin resûlü ise dâinin malından telef olup, medyûn borcundan berî olur.”

Madde   : 1465

   “Bir kimse, iki kişiyi birden tevkîl etse, vekil oldukları hususta, yalnız birisi, tasarruf yani îfâ-yı vekâlet edemez.

Fakat husûmete, yahut redd-i vedîaya, yahut kazâ-i deyne vekil iseler, yalnız birisi îfâ-yı vekâlet edebilir.
   Amma bir kimseyi, bir hususa vekil ettikten sonra, diğerini dahi re’sen o işe vekil ettiği sûrette, her hangisi îfâ-yı vekâlet etse câiz olur.”

Madde   : 1466

   “Bir kimse, vekil olduğu hususta, başkasını tevkîl edemez.
   Meğer ki, müvekkil ana izin vermiş ve yahut “re’yinle amel et” demiş ola. Ol halde vekil, başkasını tevkîl edebilir. Ve bu vecihle vekilin tevkîl ettiği kimse, müvekkilin vekili olur. Yoksa ol vekilin vekili olmaz. Hatta vekil-i evvelin azliyle, yahut vefatıyla, vekil-i sânî mün’azil olmaz.”

Madde   : 1467

   “Eğer vekâlette ücret şart edilip de, vekil dahi îfâ-yı vekâlet eylerse, ücrete müstahak olur. Ve eğer şart edilmeyip de, vekil dahi ücret ile hizmet eder makûleden değil ise, müteberri’ olup, ücret isteyemez”

FASL-I SÂNÎ

ŞİRÂYA VEKÂLET BEYANINDADIR


Madde   : 1468

   “(1459. maddenin) fıkra-i ahîresi hükmünce, vekâletin îfâsı kaabil olacak mertebe, müvekkelün bihin, ma’lûm olması lâzımdır.
   Şöyle ki, müvekkil iştirâ ettireceği şeyin, cinsini beyan etmelidir. Ve cinsin tahtında, eğer envâ-ı mütegâyire var ise, yalnız cinsin beyanı kâfi olmayıp nev’ini yahut bahasını dahi beyan etmek lâzım gelir.   
   Ve eğer, alınacak şeyin cinsi beyan olunmaz ise, yahut cinsi beyan olunup, ancak tahtında envâ-ı mütegâyire olduğu halde, nev’i ya bahası ta’yin kılınmaz ise, vekâlet sahih olmaz. Meğer ki, vekâlet-i âmme ile tevkîl etmiş ola.”
   Meselâ, bir kimse “bana bir at al” diye diğerini tevkîl etse, vekâlet sahih olur. Ve bir kimse, esvâblık kumaş almak üzre birini tevkîl edecek oldukda, cinsini yani çetarı mı almak ister, yoksa başka cins kumaş mı ister, burasını beyan ile beraber Şam ya Hind kumaşı diye nev’ini, yahut topu şu kadar kuruşluk diye, bahasını beyan etmesi lâzımdır. Cinsini beyan etmeyip de, yalnız “bana bir dâbbe al” yahut “kumaş al” dese 
ve yahut meselâ “çetarı al” deyip de, nev’ini ya bahasını beyan etmese, vekâlet sahih olmaz. Fakat “bana bir kat rubalık kumaş, yahut “çetarı al her hangi cins veya nev’den olursa olsun, senin re’ine müfevvazdır” dese, vekâlet-i âmme olup, vekil hangi cins ve nev’den istese alabilir.

Madde   : 1469

   “Aslın, ya maksadın ve yahut sanatın ihtilâfıyla cins dahi muhtelif olur.”
   Meselâ, pamuk beziyle keten bezi, asıllarının ihtilâfı sebebiyle muhtelifü’l-cinstirler. Ve koyunun yünü ile derisi, ihtilâf-ı maksad hasebiyle muhtelifü'l-cinstir. Zira deriden maksat, tulum yapmak olup, yün almaktan maksat ise, iplik yapıp kilim dokumak gibi, ana mugâyir olan hususlardır. Ve Şarköy keçesiyle Uşak keçesi, hep yünden ma’mül oldukları halde, ihtilâf-ı sanat hasebiyle, mühtelifü’l-cinstirler.

Madde   : 1470

   “Vekil, eğer cinste muhalefet ederse, yani müvekkil “falan cinsten bir şey al” deyip de, vekil başka bir cinsten bir mal alsa, her ne kadar aldığı şey daha fâideli olsa bile, müvekkil hakkında nâfiz olmaz. Yani, vekilin aldığı mal kendi üzerinde kalıp, müvekkil için alınmış olmaz.”

Madde   : 1471

   “Müvekkil “koç al” deyip de, vekil dişi koyun alsa, müvekkil hakkında nâfiz olmayıp, alınan koyun vekilin olur.”
Madde   : 1472

   “Müvekkil “bana filan arsayı al” deyip de, ol arsa üzerine ebniye yapsa, andan sonra vekil, anı bi’l-vekâle alamaz. Amma “filan haneyi al” deyip de, ol hane sıvadılsa, yahut ana bir duvar ilâve edilse, bu halde vekil anı bi’l-vekâle alabilir.”

Madde   : 1473

   “Müvekkil “süt al” deyip de, ne sütü olduğunu tasrih etmese, beldede ma’rûf olan süte mahmûl olur.”

Madde   : 1474

   “Müvekkil “pirinç al” dese, vekil olan kimse, çarşıda satılan her nevi’ pirinçten alabilir.”

Madde   : 1475

   “Bir kimse, bir hane almak için diğerini tevkîl edecek oldukda, mahallesini ve bahasını beyan etmelidir. Beyan etmez ise, vekâlet sahih olmaz.”

Madde   : 1476

   “Bir kimse, bir tek inci, yahut bir kırmızı yakut taşı almak üzre, birini tevkîl edecek oldukda, bahası kaç kuruşa kadar alacağını beyan etmesi lâzımdır. Etmez ise vekâlet sahih olmaz.”
Madde   : 1477
   
   “Mukadderâtta, müvekkelün bihin mikdarı, yahut semeni beyan olunmak lâzımdır.”
   Meselâ, buğday almak için birini tevkîl ettikde, kaç kile olacağını söylemesi, yahut “şu kadar kuruşluk buğday” diye mikdar-ı semeni beyan eylemesi lâzım gelir. Beyan etmez ise, vekâlet sahih olmaz.

Madde   : 1478

   “Müvekkelün bihin vasfı, beyan olunmak lâzım değildir.”
   Meselâ, a’lâ ya evsat ya ednâ diye, vasfının beyanı lâzım gelmez.
   “Şu kadar ki, müvekkelün bihin vasfı, müvekkilin haline muvâfık olmak lâzımdır.”
   Meselâ, bir beygir kiracısı, kendisine bir beygir almak üzre birini tevkîl ettikte, vekil gidip de, yirmi bin kuruşluk bir Arab atı alamaz. Alır ise, şirâsı müvekkil hakkında nâfiz olmaz. Yani ol at müvekkil için alınmış olmayıp, vekilin üzerinde kalır.

Madde   : 1479

   “Vekâlet, bir kayd ile takyîd olunudukda, vekil ana muhalefet edemez. Eder ise, şirâsı müvekkil hakkınada nâfiz olmayıp, aldığı mal kendi üzerinde kalır.
   Fakat müvekkil hakkında, daha fâideli bir sûrette muhalefet eder ise, ma’nen muhalefet addolunmaz.”

Meselâ, bir kimse “falan haneyi benim için on bin kuruşa al” dedikde, vekil daha ziyadeye iştirâ etse, müvekkil hakkında nâfiz olmayıp, ol hane kendisinin üzerinde kalır. Amma on bin kuruştan aşağı ise, müvekkil için alınmış olur.
   Kezâlik, “veresiye al” deyip de, vekil peşin akçe ile alsa, ol mal vekilin üzerinde kalır. Amma “peşin akçe ile al” deyip de, veresiye alsa müvekkil için alınmış olur.

Madde   : 1480

   “Bir kimse, iştirâsına vekil olduğu şeyin nısfını iştirâ ettiği sûrette, eğer ol şeyin teb’îzinde zarar var ise, şirâsı müvekkil hakkında nâfiz olmaz, yok ise nâfiz olur.”
   Meselâ, “bir top kumaş al” deyip de vekil yarım top alsa, müvekkil hakkında nâfiz olmayıp, ol mal vekilin üzerinde kalır. Amma “altı kile buğday al” deyip de vekil üç kile alsa müvekkil için alınmış olur.
 
Madde   : 1481

   “Müvekkil, “bana bir cübbelik çuha al” deyip de, vekilin aldığı çuhadan cübbe çıkmasa, şirâsı müvekkil hakkında nâfiz olmayıp, ol çuha vekilin üzerinde kalır.”

Madde   : 1482

   “Bir şeyin bahası beyan olunmaksızın, iştirâsına vekil olan kimse, ol şeyi kıymet-i misliyyesiyle alabildiği gibi, gabn-i yesîr ile dahi alabilir. 

Fakat et ve ekmek gibi si’r ve kıymeti muayyen olan şeylerde gabn-i yesîr dahi ma’fuv olmaz.
   Amma, gabn-i fâhiş ile alırsa, her halde şirâsı müvekkil hakkında nâfiz olmayıp, ol mal kendisinin üzerinde kalır.”

Madde   : 1483

“Alel-ıtlak iştirâ, nukûd ile iştirâya masrûf olur.”
   Bu sûrette, bir şeyin iştirâsına vekil olan kimse, anı bir malı ile trampa etse, müvekkil hakkında nâfiz olmayıp, ol şey vekilin üzerinde kalır.

Madde   : 1484

   “Bir mevsim-i muayyende, lüzumu olan şeyi almak için bir kimse, diğerini tevkîl etse, ol mevsime masrûf olur.”
   Meselâ, bir kimse bir bahar mevsiminde şâlî cübbe almak için birini tevkîl etse, o yazın kullanılmak üzre, cübbe alması için tevkîl etmiş olur. Mevsim geçtikten sonra, yahut gelecek senenin baharında alsa, müvekkil hakkında nâfiz olmayıp, vekilin aldığı cübbe kendi üzerinde kalır.

Madde   : 1485

   “Bir muayyen şeyin iştirâsına vekil olan kimse, ol şeyi kendisi için iştirâ edemez. Ve iştirâ ederken “ben bunu kendim için aldım” dese bile, kendisinin olmayıp, müvekkilin olur.

Meğer ki, müvekkilin ta’yin ettiği bahadan ziyade ve ta’yin-i baha etmediği sûrette, gabn-i fâhiş ile alırsa, ol vakit mal vekilin olur.
   Ve bir de, müvekkil hazır olduğu halde, vekil “ben bunu kendim için aldım” derse, ol mal vekilin olur.”

Madde   : 1486

   “Bir kimse, “bana falanın atını al” deyip de vekil, lâ ve naam, bir şey söylemeksizin gidip ol atı iştirâ ettiği takdirde, eğer alırken “müvekkil için aldım” derse müvekkilin olur. Ve “kendim için aldım” derse, kendisinin olur.
   Amma yalnız “aldım” deyip de, kimin için aldığını söylememişken, sonradan “müvekkil için aldım” dediği sûrette, at eğer telef, yahut bir ayb-i hâdis olmadan demiş ise, tasdik olunur. Ve eğer at telef, yahut bir ayb-i hâdis olduktan sonra demiş ise, tasdik olunmaz.”

Madde   : 1487

   “Bir şeyi almak üzre, bir kimseyi, iki kişi başka başka tevkîl ettiği sûrette, vekil ol malı alırken, hangisi için kasd ve murad etmiş ise, ol mal anın olur.”

Madde   : 1488

   “Vekil, bi’ş-şirâ kendi malını, müvekkil için satsa, sahih olmaz.”

Madde   : 1489

   “Vekil, aldığı malı henüz müvekkile teslim etmeden, aybına mutali’ olsa, anı kendiliğinden olarak reddedebilir. Amma müvekkile teslim ettikten sonra, anın emir ve tevkîli olmaksızın reddedemez.”

Madde   : 1490

   “Vekil, eğer malı müeccel olarak iştirâ eylese, müvekkil hakkında dahi müeccel olup, vekil anın semenini peşin olarak talep edemez.
   Amma vekil, peşin para ile iştirâ ettikten sonra bâyi’, semeni te’cîl etse, vekil semeni müvekkilden berveçh-i peşin talep edebilir.”

Madde   : 1491

   “Vekil, bi’ş-şirâ, semeni kendi malından verip de, mebî’i kabz etse, müvekkile rücû’ edebilir. Yani verdiği semeni, andan alabilir. Ve mal-i müşterânın semenini, henüz bâyi’a vermemiş olsa bile, müvekkilinden semeni talep ve müvekkil anı edâ edinceye dek malı, habs ve tevkif edebilir.”

Madde   : 1492

   “Vekil, bi’ş-şirâ yedinde mal-i müşterâ kazârâ telef ya zâyi’ olsa, müvekkilin malından telef olur.  Ve semenden bir şey sâkıt olmaz.
   Fakat, vekil anı istîfâ-yı semen için habs edip de, ol halde telef ya zâyi’ olsa, semenini vekilin vermesi lâzım gelir.”

Madde   : 1493

   “Vekil, bi’ş-şirâ müvekkilin izni olmadıkça, akd-i bey’i ikaale edemez.”


FASL-I SÂLİS

BEY’A VEKÂLET HAKKINDADIR


Madde   : 1494

   “Alel-ıtlak, bey’a vekil olan kimse, müvekkilinin malını aza çoğa, yani münasib gördüğü baha ile satabilir.”

Madde   : 1495

   “Müvekkil, eğer ta’yin-i semen  etmiş ise, yani “şu kadar kuruşa sat” demiş ise, vekil andan noksana satamaz. Satar ise bey’i, müvekkilinin icâzetine mevkûfen mün’akid olur.












Ve hodbehod noksanına satıp da, malı müşteriye teslim ettikde, müvekkil ana, ol malı tazmin ettirebilir.”

Madde   : 1496

   “Vekil, bi’l-bey’ müvekkilin malını kendisi için alsa, sahih olmaz.”

Madde   : 1497

   “Vekil, bi’l-bey’ kendi lehinde, şehadetleri câiz olmayanlara, müvekkilin malını satamaz. Meğer ki, değerinden ziyadeye satar ise, bey’i sahih olur.
   Ve bir de, müvekkil eğer “dilediğin kimseye sat” diye vekâlet-i âmme ile tevkîl etmiş ise, ol halde vekilin anlara dahi semen-i misliyle satması câiz olur.”

Madde   : 1498

   “Alel-ıtlak, bey’a vekil olan kimse, müvekkilin malını peşin akçe ile, yahut ol mal hakkında, beyne’t-tüccar ma’rûf olan müddet ile veresiye satabilir. Amma, örf ve âdete muhalif bir müddet tûliyle satamaz.
   Ve bir de, sarâhaten yahut dalâleten, berveçh-i peşin satmaya vekil olsa, veresiye satamaz.”
   Meselâ, müvekkil “bu malı berveçh-i peşin sat” yahut “şu malı sat da borcumu ver” dese, vekil anı veresiye satamaz.










Madde   : 1499

   “Bir malın teb’îzinde zarar var ise, vekil anın nısfını satamaz, yok ise satabilir.”

Madde   : 1500

   “Vekil, veresiye sattığı malın semeni mukaabilinde, rehin ya kefil alabilir. Fakat, rehin telef ya kefil müflis  olsa, vekil zâmin olmaz.”

Madde   : 1501

   “Müvekkil, “rehin ile ya kefil ile sat” dedikde, vekil bilâ-rehin ve bilâ-kefil satamaz.”

Madde   : 1502

   “Vekil, bi’l-bey’ sattığı malın semenini, müşteriden almadığı halde, kendi malından müvekkile edâ etmek üzre, cebr olunmaz.”

Madde   : 1503

   “Semen-i mebî’i kabz etmek, vekilin hakkı olsa dahi, müvekkil kabz ediverse sahih olur.”

Madde   : 1504

   “Vekil, eğer ücretsiz ise, sattığı malın semenini, istîfâ ve tahsile mecbur değildir. Fakat, kendi rızâsıyla tahsil etmediği takdirde, müvekkilinin, kabz ve tahsil-i semene tevkîl etmesi lâzım gelir. 
     




 






Amma dellâl ve simsâr gibi, ücret ile bey’a vekil olan kimse, mebî’in semenini istîfâ ve tahsile mecburdur.”

Madde   : 1505

   “Vekil, bi’l-bey’ hodbehod bey’i ikaale edebilir.
   Fakat bu ikaale, müvekkil hakkında nâfiz olmayıp, vekilin müvekkile semeni vermesi lâzım gelir.”

FASL-I RÂBİ’

ME’MÛRA DAİR OLAN MESÂİL BEYANINDADIR


Madde   : 1506
   
   “Bir kimse, bir şahsa yahut mîrîye olan deynini edâ etmek üzre, diğer kimseye emr edip de, o dahi kendi malından îfâ etse, sonra âmire rücû’ eder. Âmir, gerek rucûu şart etsin ve gerek şart etmesin.”
   Yani, gerek “sonra benden almak üzre borcumu ver” yahut “sen ver de, sonra ben sana vereyim” demek gibi bir tabir ile, me’mûrun kendisine rücû’ etmesini şart eylesin ve gerek yalnız “borcumu ver” demiş olsun.

Madde   : 1507

   “Kendi malından, meskûkât-ı mağşûşe ile, îfâ-yı deyne me’mûr olan kimse, dâine meskûkât-ı hâlise verse âmirden   









meskûkât-ı mağşûşe alır. Ve meskûkât-ı halise ile, îfâ-yı deyne me’mûr olan kimse, meskûkât-ı mağşûşe ile edâ-i deyn etse, âmirden meskûkât-ı mağşûşe alır.
   Amma, bir deynin edâsına me’mûr olan kimse dâine, kendi malını satıp da,  âmirin deynine takas etse, deynin miktârı ne ise âmirden anı alır. Ve Kendi malını, dâine değerinden ziyadeye satmış olsa bile, âmir-i medyûn ol ziyadeyi, deyninden tenzil ettiremez.”

Madde   : 1508

   “Bir kimse, kendisi yahut ehli ve ıyâli için masraf etmek üzre, âhar kimseye emrettikde “sonra masrafını ben veririm” diye rucûu  şart etmese bile ol kimse, kadr-i ma’rûf masrafını âmirden alır.
   Kezâlik “hanemi yaptır” diye emr edip de me’mûr dahi yaptırdığı sûrette, rucûu şart etmemiş olsa bile, sarf ettiği kadr-i ma’rûf meblağı âmirden alır.”

Madde   : 1509

   “Bir kimse, “falana ödünç akçe yahut bahşiş ve yahut sadaka ver sonra ben sana vereyim” diye âhar kimseye emredip de o dahi verse, sonra âmire rücû’ eder.



























Amma “sonra ben sana vereyim” yahut “sonra benden al” demek gibi bir söz ile rucûu şart etmeksizin, yalnız “ver” dediği surette, me’mûr ana rücû’ edemez.  Şu kadar var ki, me’mûr eğer âmirin iyâlinde bulunmak, yahut şeriki olmak gibi bir vechile, bu misüllü hususlarda  âmire rucûu örf ve âdet ise, rucûu şart etmemiş olduğu sûrette dahi rücû’ eyler.” (36. maddeye bak)

Madde   : 1510

   “Bir kimsenin emri, ancak kendi mülkü hakkında cârî olur.”
   Meselâ, bir kimse “şu malı denize at” deyip de, me’mûr dahi anı başkasının malı olduğunu bilerek atsa, sahibi ol malı atana tazmin ettirir. Mücbir olmadıkça, âmire bir şey lâzım gelmez.

Madde   : 1511

   “Bir kimse, “benim şu kadar kuruş deynimi, sen kendi malından edâ et” diye âhar kimseye emredip, o dahi va’dettikten sonra, edâdan imtina’ etse, mücerred va’detmiş olmasıyla, ol kimse edâ-yı deyne cebr olunmaz.”

Madde   : 1512

   “Âmirin me’mûrda alacağı, yahut emanet akçesi olup da, andan deynini edâ etmek üzre emreylese, me’mûr edâ-yı deyne cebr olunur.















Amma âmir “falan malımı sattıkda deynimi edâ et” dediği sûrette, me’mûr eğer vekil-i müteberri’ ise, bile cebr olunmaz.
   Ve eğer vekil-i bi’l-ücre ise, ol malı bey’ ile âmir, deynini edâ etmek üzre cebr olunur.”

Madde   : 1513

   “Bir kimse, “falan dâinime ver” diye âhar kimseye bir mikdar akçe verdiği sûrette, âmirin başka dâinleri andan hisse almaya salâhiyetleri olmayıp, me’mûr ol akçeyi ancak âmirin emrettiği dâine verir.”

Madde   : 1514

   “Bir kimse, borcunu te’diye etmek üzre, başkasına bir mikdar akçe verip de, me’mûr henüz ol meblağı, dâine i’tâ ya irsâl ve îsâl etmeden, âmirin fevt olduğu ma’lûm olsa, ol akçe âmirin terekesine ric’at eder. Ve dâinin,  terekeye müracaatı lâzım gelir.”

Madde   : 1515

   “Bir kimse dâinine vermek üzre âhar kimseye bir mikdar akçe verip ancak “dâindeki senedime zahriye etmedikçe ve yahut ilmühaber almadıkça, akçeyi teslim etme” diye nehyetmişken, me’mûr zahriye ettirmeksizin, ilmühaber almaksızın akçeyi dâine verip, ba’dehu dâin anı inkâr etse, ve kabzı isbat














olunamayıp da tekrar ol parayı âmirden alsa, âmir anı me’mûra tazmin ettirir.”

   
FASL-I HÂMİS

HUSÛMETE YANİ MURÂFAAYA VEKÂLET HAKKINDADIR


Madde   : 1516

   “Müddeî ve müddeâ aleyhten her biri, dilediğini husûmete tevkîl edebilir. Diğerinin rızâsı şart değildir.”

Madde   : 1517

   “Husûmete vekil olan kimsenin, müvekkili aleyhine ikrârı, eğer huzûr-ı hâkimde ise muteber olur. Huzûr-ı hâkimde değil ise, muteber olmaz.  Ve kendisi, vekâletten mün’azil olur.”

Madde   : 1518

   “Bir kimse, âharı husûmete tevkîl edip de, kendi aleyhine ikrârı istisnâ eylese, câiz olur.”
   Bu sûrette, müvekkilin aleyhine, vekilin ikrârı sahih olmaz. (1456. maddenin fıkra-i ahîresine bak.)
   Ve böyle ikrârda me’zûn değil iken, huzûr-ı hâkimde ikrâr ettiği sûrette, vekâletten mün’azil olur.

Madde   : 1519

   “Husûmete vekâlet, kabza vekâleti müstelzim olmaz.”




Binaenaleyh da’vâ vekili, kabza dahi vekil değil ise, mahkûmün bih olan malın, bi’l-vekâle kabzına salâhiyeti olmaz.

Madde   : 1520

   “Kabza vekâlet, husûmete vekâleti müstelzim olmaz.”

   

FASL-I SÂDİS

AZL-İ VEKİLE DAİR OLAN MESÂİL BEYANINDADIR


Madde   : 1521

   “Müvekkil, vekilini vekâletten azledebilir.
   Fakat, gayrin hakkı taalluk etmiş ise, azledemez.”
   Nitekim bir medyûn, malını rehin edip de, hîn-i akd-i rehinde, yahut sonradan deynin va’desi hulûlünde, rehni satmak üzre birini tevkîl ettiği sûrette, mürtehinin rızâsı olmadıkça müvekkil-i râhin, o vekili azledemez.
   Kezâlik, müddeînin talebi üzerine, müddeâ aleyh birini husûmete tevkîl ettikde, müddeînin gıyâbında anı azledemez.

Madde   : 1522

   “Vekil, kendini vekâletten azledebilir.
   Fakat, berveçh-i bâlâ, gayrin hakkı taalluk etmiş ise, azledemeyip, îfâ-yı vekâlete mecbur olur.”

Madde   : 1523

   “Müvekkil, vekilini azleddikde, vekile haber-i azli vâsıl









oluncaya dek, vekâleti üzerinde kalır. Ve ol vakte kadar, tasarrufu sahih olur.”


Madde   : 1524

   “Vekil kendisini azletdikde, azlini müvekkile bildirmesi lâzım gelir. Ve azli müvekkilin ma’lûmu oluncaya dek, vekâlet kendi uhdesinde kalır.”

Madde   : 1525

   “Medyûnun gıyâbında, kabz-ı deyne vekil olan kimseyi, müvekkili azledebilir. Amma, dâyin anı medyûnun huzûrunda tevkîl etmiş ise, medyûnun ilmi lâhik olmadıkça, azli sahih olmaz.
   Bu sûrette, medyûn anın azlini öğrenmeden, ana deynini i’tâ etse, deynden berî olur.”

Madde   : 1526

   “Müvekkelün bihin hitâmıyla, vekâlet nihayet bulur. Vekil dahi bi’t-tab’ vekâletten mün’azil olur.”

Madde   : 1527

   “Müvekkilin vefatıyla, vekil mün’azil olur.
   Fakat, gayrin hakkı taalluk etmiş ise, mün’azil olmaz.” (760. maddeye bak)












Madde   : 1528

   “Müvekkilin vefatıyla, vekilin vekili dahi mün’azil olur.” (1466. maddeye bak)

Madde   : 1529

   “Vekâlet, mevrûs olmaz.”
   Yani, vekil fevt oldukda, vekâletin hükmü kalmaz. Ve bu cihetle vekilin vârisi, anın makamına kaaim olmaz.

Madde   : 1530

   “Müvekkilin yahut vekilin tecennün etmesiyle, vekâlet bâtıl olur.”



   İrâde-i seniyye târihi    fî 20 Cemâziyelûlâ sene 1291
 


Emînü’l-Fetvâ             Muâvin-i Riyâset-i Şûrâ-yı Devlet
Es-Seyyid Halil               Ahmed Cevdet


   
   
Reis-i Daire-i Muhâkemât        Kaadî-i Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliyye
Seyfeddin                     Ahmed Hulûsi




An Âzâ-i Divân-ı Ahkâm-ı Adliyye
                                  Ahmed Hilmi   

zaman_1453

  • Ziyaretçi
Ynt: Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye
« Yanıtla #17 : 14 Aralık 2008, 01:28:11 »
KİTÂBBÜ’S-SULH VE’L-İBRÂ

SÛRET-İ HATT-I HÜMÂYÛN

MÛCEBİNCE AMEL OLUNA

KİTÂB-I SÂNÎ AŞER


SULH VE İBRÂ HAKKINDA OLUP BİR MUKADDEME İLE DÖRT BÂBI MÜŞTEMİLDİR


MUKADDEME

BAZI ISTILÂHÂT-I FIKHİYYE BEYANINDADIR


Madde  : 1531

   “Sulh : Bi’t-terâzî nizâ’ı ref’ eden bir akddir ki, icab ve kabul ile mün’akid olur.”


Madde  : 1532

   “Musâlih : Akd-i sulh eden kimsedir.”

Madde  : 1533

   “Musâlehün aleyh : Bedel-i sulh demektir.”

Madde  : 1534

   “Musâlehün anh : Müddeâ bih olan şeydir.”

Madde  : 1535

   “Sulh üç kısımdır: Kısm-ı evvel, an-ikrâr sulhdur ki, müddeâ aleyhin ikrârı üzerine vâki’ olan sulhtur. Kısm-ı sânî an-inkâr sulhtur ki, müddeâ aleyhin inkârı üzerine vâki’ olan sulhtur. Kısm-ı sâlîs, an-sükût sulhtur ki, müddeâ aleyh, ikrâr ve inkâr etmeyip sükûtü üzerine vâki’ olan sulhtur.”

Madde  : 1536

   “İbrâ : İbrâ iki kısım olup, biri ibrâ-i ıskat ve diğeri ibrâ-i istîfâdır.
   İbrâ-ı ıskat: Bir kimse, diğer kimsede olan hakkının tamamını ıskat, yahut bir mikdarını hatt ve tenzil ile, ol kimseyi berî kılmaktır.
   İbrâ-i istîfâ: Bir kimse, diğer kimseden hakkını kabz ve istîfâ eylemiş olduğunu, i’tirâf etmekten ibaret olarak bir nevi’ ikrârdır.”

Madde  : 1537

   “İbrâ-i hâss : Bir hane, yahut bir çiftlik, ve yahut bir cihetten dolayı alacak da’vâsı gibi bir hususa müteallik da’vâdan, bir kimseyi ibrâ etmektir.”

Madde  : 1538

   “İbrâ-i âmm : Kâffe-i deâvîden, bir kimseyi ibrâ eylemektir.”


BÂB-I EVVEL

AKD-İ SULH VE İBRÂ EDENLER HAKKINDADIR


Madde  : 1539

   “Müsalihin, âkil olması şarttır. Bâliğ olması şart değildir.”
   Binaenaleyh, mecnûn ve ma’tûh ile sabî-i gayr-i mümeyyizin sulhu aslâ sahih olmaz. Ve sabî-i me’zûnün sulhunda zarar-ı beyyin yok ise sahih olur. Şöyle ki; bir kimse sabî-i me’zûndan bir şey da’vâ edip de, o dahi ikrâr ettiği sûrette, an-ikrâr sulhu sahih olur.
   Sabî-i me’zûn, alacağını imhal ve te’cîl etmek üzre akd-i sulh edebilir. Ve alacağının bir mikdarı üzerine sulh oldukda, eğer beyyinesi var ise, sulhu sahih olmaz. Ve eğer beyyinesi olmayıp da, hasmının yemin edeceği dahi ma’lûm olur ise, sulhu sahih olur. Ve âhar kimseden bir mal da’vâ edip de, mikdar-ı kıymeti üzerine sulh olsa, sahih olur. Fakat,  ol malın kıymetinden noksan-ı fâhiş üzerine sulh olsa, sahih olmaz.

Madde  : 1540

   “Bir sabînin da’vâsından, velîsi sulh oldukda, eğer sabîye zarar-ı beyyin yok ise sahih olur. Ve eğer zarar-ı beyyin var ise, sahih olmaz.”
   Binaenaleyh bir kimse, bir sabîden şu kadar kuruş da’vâ edip de, sabînin parasından vermek üzre pederi sulh oldukda, eğer müddeînin beyyinesi var ise, sulh sahih olur. Ve eğer müddeînin beyyinesi yok ise, sulh sahih olmaz. Ve sabînin âhar kimse zimmetinde alacağı olup da, pederi anın bir mikdarını hatt ve tenzil ile sulh oldukda, eğer beyyinesi var ise, sahih olmaz. Ve eğer beyyinesi olmayıp da, hasmının yemin edeceği dahi ma’lûm olur ise, ol halde sulh sahih olur. Ve sabînin alacağı kıymetinde bir mal üzerine velîsi sulh olsa, sahih olur. Fakat gabn-i fâhiş bulunur ise, sulhu sahih olmaz.

Madde  : 1541

   “Alel-ıtlak, sabî ile mecnûn ve ma’tûhün ibrâsı, sahih olmaz.”  

Madde  : 1542

   “Husûmete vekâlet, sulha vekâleti müstelzîm olmaz.”
   Binaenaleyh bir kimse, âhar kimseyi da’vâsına vekil edip de, o dahi bilâ-izn ol da’vâdan sulh olsa, sahih olmaz.

Madde  : 1543

   Bir kimse, kendi da’vâsından sulh olmak üzre diğerini tevkîl edip de, o dahi bi’l-vekâle sulh oldukda, musâlehün aleyh müvekkil üzerine lâzım gelir ve vekil anınla, müâhez ve mutâleb olmaz.Meğer ki, vekil musâlehün aleyhe zâmin ola. Ol halde vekil kefâleti hasebiyle muâheze olunur.
   Ve bir de vekil, an-ikrâr bir maldan, mal üzerine sulh olup da, sulhu nefsine muzâf kılar ise, ol vakit vekil muâheze olunur. Yani bedel-i sulh andan alınır. O dahi, müvekkile rücû’ eyler.”
   Meselâ vekil, bi’l-vekâle şu kadar kuruş üzerine sulh oldukda, ol meblağı müvekkilin vermesi lâzım gelir. Vekil andan mes’ûl olmaz.
   Fakat, “sen şu kadar kuruş üzerine sulh ol ben kefilim” demiş ise, ol halde bu akçe vekilden alınır. O dahi müvekkiline rücû’ eyler. Ve bir de, an-ikrâr maldan, mal üzerine sulh vâki’ olup da,  vekil “sen falanın da’vâsından benimle sulh ol” diyerek akd-i sulh etmiş ise, bey’ hükmünde olduğu cihetle, bu sûrette dahi bedel-i sulh vekilden alınır. O dahi müvekkiline rücû’’ eder.

Madde  : 1544

   “İki kişi beyninde olan da’vâdan, âhar kimse fuzûli olarak, yani bilâ-emr sulh oldukda, eğer bedel-i sulha zâmin olur ise, yahut “benim falan malım üzerine” diye bedel-i sulhu keni malına muzâf kılar ise ve yahut “şu meblağ” yahut “şu saat üzerine” diye meydanda olan nukûda, ya urûza işaret eder ise, yahut zâmin olmayıp ve kendi malına izâfe ya işaret dahi etmeyip de, alel-ıtlak “şu kadar kuruş üzerine sulh oldum” der ve ol mikdar meblağı teslim eder ise, işbu dört sûrette dahi, sulh sahih ve ol kimse müteberri’ olur.
   Ve eğer dördüncü sûrette, bedel-i sulhu teslim etmez ise, müddeâ aleyhin icâzetine mevkûf olup, eğer mücîz olur ise, sulh sahih ve bedel-i sulh müddeâ aleyh üzerine lâzım olur. Ve eğer mücîz olmaz ise, sulh bâtıl olur ve da’vâ hali üzre kalır.    




BÂB-I SÂNÎ

MUSÂLEHÜN ALEYH İLE MUSÂLEHÜN ANHIN BAZI AHVÂL VE ŞURÛTU BEYANINDADIR


Madde  : 1545

   “Musâlehün aleyh, eğer ayn ise mebî’ hükmünde ve eğer deyn ise, semen hükmünde olur. Binaenaleyh bey’de, mebî’ yahut semen olmakla salih olan şey, sulhda, bedel-i sulh olmaka dahi, salih olur.”

Madde  : 1546

   “Musâlehün aleyh, musâlihin, mal ve mülkü olmak şarttır.”
   Binaenaleyh musâlih, başka kimsenin malını, bedel-i sulh olarak verse, sulhu sahih olmaz.

Madde  : 1547

   “Gerek musâlehün aleyh ve gerek musâlehün anh kabz ve teslime muhtac ise, ma’lûm olması lâzımdır. Ve eğer kabz ve teslime muhtac değil ise, ma’lûm olması şart değildir.”
   Meselâ bir kimse, diğer kimsenin yedinde bulunan bir haneden, ve ol kimse dahi anın yedinde buluna  bahçeden, bir hakk-ı da’vâ edip de, ikisi dahi ta’yin-i müddeâ etmeksizin, da’vâlarından vazgeçmek üzre sulh olsalar sahih olur.Kezâlik bir kimse, diğerinin yedindeki hanede bir hakk-ı da’vâ edip de, ta’yin-i müddeâ etmeksizin, müddeâ aleyh ana bir bedel-i ma’lûm vermek ve o dahi, terk-i da’vâ etmek üzre sulh olsalar, sahih olur. Amma müddeî, müddeâ aleyhe bedel vermek ve o dahi ana hakkını teslim etmek üzre sulh olsalar, sahih olmaz.




BÂB-I SÂLİS

MUSÂLEHÜN ANH HAKKINDA OLUP İKİ FASLI MÜŞTEMİLDİR

FASL-I EVVEL

SULH ANİ’L-A’YÂN HAKKINDADIR


Madde  : 1548

   “Bir mal-i muayyen da’vâsında, an-ikrâr sulh, eğer mal üzerine vâki’ olur ise, bey’ hükmündedir.
   Bunda, hıyâr-ı ayb ve hıyâr-ı rü’yet ve hıyâr- şart cârî olduğu gibi, gerek musâlehün anh ve gerk musâlehün aleyh, akar olduğu takdirde, şüf’a da’vâsı dahi cârî olur.








Ve musâlehün anhin küllîsi, yahut bazısı bi’l-istihkak zapt olunsa, müddeâ aleyhe vermiş olduğu belde-i sulhun ol mikdarını, yani küllîsini yahut bazısını geri alır.
   Ve eğer bedel-i sulhun küllîsi, yahut bazısı bi’l-istihkak zapt olunsa müddeî, müddeâ aleyhten musâlehün anhın ol mikdarını, yani küllîsini yahut bazısını ister.”
   Meselâ bir kimse, diğerinden bir hane da’vâ edip, o dahi ol hane anın olduğnu ikrâr ile beraber, şu kadar kuruş bedel vermek üzre sulh olsalar, müddeî ol haneyi müddeâ aleyhe satmış gibi olur. Ve bunda, berveçh-i bâlâ bey’in ahkâmı cârî olur.  

Madde  : 1549

   “Mal da’vâsından, an-ikrâr sulh, eğer menfaat üzerine vâki’ olur ise, icâre hükmündedir. Bunda dahi icâre ahkâmı cârî olur.”
   Meselâ bir kimse, bir bahçe da’vâsından, şu kadar müddet müddeâ aleyhin hanesinde oturmak üzre sulh olsa, bahçe mukaabilinde ol haneyi, o kadar müddet ile istîcar etmiş olur.

Madde  : 1550

    “An-inkâr, yahut an-sükût sulh olmak, müddeî hakkında muâvaza ve müddeâ aleyh hakkında, yeminden halâs ile kat’-ı münâzaadır.”
   Binaen-alâ-zâlik, musâlehün aleyh olan akarda, şüf’a cereyan eder.
Amma musâlehün anh olan akarda, şüf’a cereyan etmez. Müsâlehün anhin küllîsi yahut bazısı bi’l-istihkak zapt olunsa, müddeî bedel-i sulhun ol mikdarını, yani küllîsini yahut bazısını müddeâ aleyhe reddeder ve müstahak ile husûmete başlar. Ve bedel-i sulhun küllîsi yahut bazısı, bi’l-istihkak zapt olunsa, müddeî, ol mikdarda da’vâsına rücû’ eyler.  

Madde  : 1551

   “Bir kimse mal-i muayyen, meselâ bir bahçe da’vâ edip de, bir mikdarı üzerine sulh olarak, bâkisinin da’vâsından müddeâ aleyhi ibrâ etse, hakkının bir mikdarını almış ve bâkisinin da’vâsından vaz geçmiş, yani bâkisindeki da’vâ hakkını ıskat eylemiş olur.”



FASL-I SÂNÎ

DEYNDEN YANİ ALACAKTAN VE HUKUK-I SÂİREDEN SULH OLMAK BEYANINDADIR


Madde  : 1552

   “Bir kimse, âhar kimesne zimmetindeki alacağının bir mikdarı üzerine sulh olsa, alacağının bazısını istîfâ ile bâkisini ıskat, yani bâkisinden ol kimseyi ibrâ eylemiş olur.”

Madde  : 1553

   “Bir kimse, muaccel olan her türlü alacağını, te’cîl ve imhal etmek üzre sulh olsa, kendisinin hakk-ı ta’cîlini ıskat eylemiş olur.”

Madde  : 1554

   “Bir kimse, meskûkât-ı hâlisa olan alacağını, meskûkât-ı mağşûşe olarak almak üzre sulh olsa, alacağının sikke-i hâlisa olmak hakkını ıskat eylemiş olur.”

Madde  : 1555

   “Hakk-ı şirb ve şuf’a ve hakk-ı mürûr gibi, hukuk da’vâlarında, yeminden kurtulmak için, bedel verip de  sulh olmak dahi sahihdir.”


BÂB-I RÂBİ’

AHKÂM-I SULH VE İBRÂ BEYANINDA OLUP İKİ FASLI MÜŞTEMİLDİR

FASL-I EVVEL

AHKÂM-I SULHA DAİR OLAN MESÂİL BEYANINDADIR


Madde  : 1556

   “Sulh tamam oldukda, yalnız tarafeynden biri andan dönemez. Ve müddeî, sulhla bedel-i sulha mâlik olur. Ve artık da’vâda hakkı kalmaz. Ve müddeâ aleyh dahi, bedel-i sulhu andan istirdad edemez.”
Madde  : 1557

   “Tarafeynden biri fevt olsa, vârisleri dahi anın sulhunu fesh edemez.”

Madde  : 1558

   “Sulh, eğer muâvaza hükmünde ise, tarafeyn anı kendi rızâlarıyla fesh ve ikaale edebilirler. Ve eğer muâvaza ma’nasında olmayıp da, bazı hukukun ıskatını mutazammın ise, asla nakz ve feshi sahih olmaz.” (51. maddeye bak)

Madde  : 1559

   “Yeminden halâs için, bedel vermek üzre, akd-i sulh olundukda müddeî, hakk-ı husûmetini ıskat eylemiş olur. Ve artık müddeâ aleyh tahlîf olunamaz.”

Madde  : 1560

   “Bedel-i sulh, henüz müddeîye teslim olunmadan, küllîsi yahut bazısı telef olduğu sûrette, eğer ta’yin ile müte’ayyin olan şeylerden ise, bi’l-istihkak zapt olunmuş hükmünde olur.”
   Yani, an-ikrâr vâki’ olan sulhta müddeî, müsalehün anhin küllîsini yahut bazısını müddeâ aleyhten ister. Ve an-inkâr yahut an- sükût vâki’ olan sulhta, müddeî da’vâsına rücû’ eyler. (1548 ve 1550. meddelere bak) ve eğer bedel-i sulh deyn ise, yani
şu kadar kuruş gibi, ta’yin ile müteayyin olmayan şeylerden ise, sulha halel gelmeyip, telef olan mikdarın misli, müddeâ aleyh tarafından müddeîye verilmek lâzım gelir.


FASL-I SÂNÎ

AHKÂM-I İBRÂYA DAİR OLAN MESÂİL BEYANINDADIR

Madde  : 1561

   “Bir kimse “falan ile da’vâ ve nizâ’ım yoktur” ve “falanda hakkım yoktur” ve “falan ile da’vâmdan fâriğ oldum” yahut “vaz geçtim” ve “falanda hakkım kalmadı” ve “falandan tamamen hakkımı aldım” dese, anı ibrâ etmiş olur.”

Madde  : 1562

   “Bir kimse, diğerini bir hakkından ibrâ ettikde, ol hakkı sâkıt olur. Artık anı da’vâ edemez.”  (51. maddeye bak)

Madde  : 1563

   “İbrânın, mâba’dine şümûlü olmaz.”
   Yani bir kimse, diğer kimseyi ibrâ ettikde, ibrâdan mukaddem olan hukuku sâkıt olur. Yoksa ibrâdan sonra hâdis olan hakkını da’vâ edemez.

Madde  : 1564

   “Bir kimse, diğerini bir hususa mütaallik da’vâdan ibrâ etse,
ibrâ-i hâss olup, ba’dehu ol hususa müteallik da’vâsı mesmû’ olmaz. Amma başka hususa müteallik hakkını da’vâ edebilir.”
   Meselâ bir kimse, hane da’vâsından hasmını ibrâ eylese, artık ol haneye müteallik da’vâsı mesmû’ olmaz.Amma çiftlik ve sair nesneye müteallik da’vâsı istimâ’ olunur.

Madde   : 1565

   “Bir kimse “falanı kâffe-i deâvîden berî kıldım” yahut “anda aslâ hakkım yoktur” dese, ibrâ-i âmm olup, artık ibrâdan mukaddem olan hiçbir hak da’vâ edemez. Hatta kefâletten dolayı bir hakkı da’vâ etse, mesmû’ olmaz.”
   Şöyle ki, ol ibrâdan mukaddem “sen falan kimseye kefil olmuştun” diye da’vâ etse, istimâ’ olunmadığı gibi, âhar bir şahıstan “sen benim ibrâ etmiş olduğum kimseye, bable’l-ibrâ kefil olmuştun” diye da’vâ edemez. (662. maddeye bak)

Madde   : 1566

   “Bir kimse, mal satıp ve semenini kabz edip de, mebî’a müteallik kâffe-i deâvîden müşteriyi ibrâ ettiği gibi, müşteri dahi anı semen-i mezkûre müteallik kâffeyi deâvîden ibrâ etmiş ve bu vechile beynlerinde sened teâtî edilmiş iken mebî’, bi’l-istihkak zapt olunsa, ibrânın te’siri olmayıp, müşteri vermiş olduğu semeni bâyi’den istirdad eder.” (52. maddeye bak)
Madde   : 1567

   “İbrâ olunan kimesneler, muayyen ve ma’lûm olmak lâzımdır.”
   Binaenaleyh, bir kimse “cümle medyûmlarımı ibrâ ettim” yahut hiç kimsede hakkım yok” dese, ibrâsı sahih olmaz. Amma “falan mahalle ahalisini ibrâ ettim” deyip, ol mahalle ahalisi dahi muayyen ve ma’dûd kesândan ibaret iseler, ibrâ sahih olur.

Madde   : 1568

   “İbrâ, kabule tevakkuf etmez. Fakat red ile merdûd olur.”
   Şöyle ki, bir kimse diğer kimseyi ibrâ ettikde, ol kimsenin kabulü şart değildir. Fakat o mecliste “ibrâyı kabul ettim” diye reddeylese, ol ibrâ merdûd olur, yani hükmü kalmaz.
   “Lâkin, ibrâyı kabul ettikten sonra reddetse, ibrâ merdûd olmaz.
   Ve bir de, muhâlün leh muhâlün aleyhi, yahut alacaklı kefili ibrâ edip de, muhâlün aleyh yahut kefil anı reddetse, ibrâ merdûd olmaz.”

Madde   : 1569

   “Vefat eden kimseyi, deyninden ibrâ etmek sahih olur.”

Madde   : 1570

   “Bir kimse, maraz-ı mevtinde, veresesinden birini deyninden ibrâ etse, sahih ve nâfiz olmaz. Amma vârisi olmayan kimseyi deyninden ibrâ etse, sülüs-i malından muteber olur.”

Madde   : 1571

   “Terekesi, müstağrak-ı düyûn olan kimse, maraz-ı mevtinde, kendi medyûnlardan birini, deyninden ibrâ etse, sahih ve nâfiz olmaz.”




Îrâde-i seniyye târihi   fî   6   Şevvâl sene 1291




Seyfeddîn      Es-seyyîd Halil      Ahmed Cevdet




Ahmed Hilmi            Ahmet Hulûsi

KİTÂBÜ’L- İKRÂR

SÛRET-İ HATT-I HÜMÂYÛN

MÛCEBİNCE AMEL OLUNA

KİTÂB-I SÂLİS AŞER

İKRÂR HAKKINDA OLUP DÖRT BÂBI MÜŞTEMİLDİR

BÂB-I EVVEL

İKRÂRIN ŞERÂİTİ BEYANINDADIR




Madde   : 1572

“İkrâr : Bir kimse, diğer kimsenin kendisinde olan hakkını haber vermektir. Ol kimseye “mukırr” ve ol kimesneye “mukarrün leh” ve ol hakka “mukarrün bih” denilir.”

Madde   : 1573

   “Mukırrın, âkil bâliğ olması şarttır.






Binaenaleyh sagîr ve sagîre ve mecnûn ve mecnûne ve ma’tûh ve ma’tûhenin ikrârı sahih değidir. Ve bunların aleyhine velî ve vasîlerinin ikrârı dahi sahih olmaz. Fakat sagîr-i mümeyyiz-i me’zûn, kendisinin me’zûniyyeti sahih olan hususlarda bâliğ hükmündedir.”

Madde   : 1574

“Mukarrün lehin, âkil olması şart değildir.
   Binaenaleyh bir kimse, bir sagîr-i gayr-i mümeyyiz için mal ikrâr eylese, sahih olur ve ol malı vermesi lâzım gelir.”

Madde   : 1575

   “İkrârda, mukırrın rızâsı şarttır.
   Binaenaleyh, cebr ve ikrâh ile vâki’ olan ikrâr, sahih olmaz.” (1006. maddeye bak)

Madde   : 1576

   “Mukırrın, mahcûr olmaması şarttır.
   Kitâb-ı hacrın, ikinci ve üçüncü ve dördüncü fasıllarına bak.”

Madde   : 1577

   “Zâhir hâlin, ikrârı tekzîb etmemesi şarttır. Binaenaleyh, cüssesinin bülûğa tahammülü olmayan bir sagîr, eğer “bâliğ oldum” diye ikrâr eylese, sahih ve muteber olmaz.”

Madde   : 1578

   “Mukarrün lehin cehâlet-i fâhişe ile mechûl olmaması şarttır.
   Amma cehalet-i yesîre, ikrârın sıhhatine mân’i olmaz.”
   Meselâ bir kimse yedindeki mal-i muayyene işaret ile “bu mal bir adamındır” diye ikrâr eylese, yahut “bu mal falan belde ahalisinden birinindir” diye ikrâr edip de, ol belde ahalis ma’dûd olmasa, ol kimsenin ikrârı sahih olmaz. Amma “bu mal şu iki kişiden birinindir” dese, yahut “falan mahalle ahalisinden birinindir” deyip de, ol mahalle ahalisi kavm-i mahsûr olsa, ikrârı sahih olue. Ve berveçh-i bâlâ bir kimse, “bu mal şu iki kişiden birinindir” dediği sûrette, eğer ol iki kişi ittifak ederler ise, ol malı mukırrdan alabilirler. Ve ba’de’l-ahz ,ol mala bi’l-iştirâk mâlik olurlar. Ve eğer ihtilâf ederler ise, her biri ol mal kendisinin olmadığına mukırrın yemin etmesini talep edebilirler. Ve mukırr, ikisinin yemininden dahi nükûl ederse, ol mal kezâlik ol iki kişi beyninde müşterek olur. Ve eğer yalnız birinin yemininden nükûl ederse, ol mal müstakillen yemininden nükûl ettiği kişinin olur. İkisine dahi yemin ederse mukırr, anların da’vâsından berî olup, mukarrün bih olan mal kendi yedinde kalır.



BÂB-I SÂNÎ

İKRÂRIN VÜCÛH-I SIHHATİ BEYANINDADIR


Madde   : 1579
   
   “Ma’lûmu ikrâr, sahih olduğu gibi, mechûlü ikrâr dahi

sahih olur.  Fakat bey’ ve icâre gibi maa’l-cehâle sahih olmayan ukûdda makarrün bihin mechûl olması, ikrârın sıhhatine mân’idir.”
   Nitekim bir kimse, “bende falan kimsenin emaneti vardır” yahut “ben falan adamın malını gasb ya sirkat eyledim” dese, ikrârı sahih olup, ol emanet-i mechûleyi yahut mal-i magsûb ya mesrûku beyan ve ta’yin etmek üzre kendisine cerb olunur. Amma “ben falan kimseye bir şey sattım”  yahut “andan bir şey istîcar ettim” dese, sahih olmaz ve “ol sattığın veya istîcar ettiğin nedir?” diye beyan etmek üzre cebr olunmaz.

Madde   : 1580

   “İkrâr, mukarrün lehin kabulune tevakkuf etmez. Fakat anın reddiyle merdûd olup, hükmü kalmaz. Mukarrün leh, mukarrün bihin yalnız bir mikdarını reddeylese, ancak ol mikdarda ikrârın hükmü kalmayıp, reddetmediği mikdarda ikrârı sahih olur.”

Madde   : 1581

   Mukırr  ile mukarrün leh, mukarrün bihin sebebinde ihtilâf etseler, bu ihtilâfları ikrârın sıhhatine mân’i olmaz.
   Meselâ, bir kimse cihet-i karzdan dolayı, bin kuruş da’vâ edip, müddeâ aleyh ise semen-i mebî’ olarak, bin kuruş ikrâr eylese, bu vechile ihtilâfları ikrârın sıhhatine mân’i olmaz.

Madde   : 1582

   “Bir maldan sulha tâlib olmak, ol malı ikrâr demek

olur. Amma bir  malın, da’vâsında sulha tâlib olmak, ol malı ikrâr demek olmaz.”
   Şöyle ki, bir kimse diğer kimseye “zimmetinde bin kuruş alacak hakkım olmakla ver” dedikde, ol kimse “meblağ-ı mezbûrdan yedi yüz kuruşa sulh olalım” diye sulha tâlib olsa, matlûb olan bin kuruşu ikrâr etmiş olur. Amma “şu bin kuruş da’vâsından sulh olalım” diye mücerred def’-i münâzaa için sulha tâlib olsa, meblağ-ı mezbûru ikrâr etmiş olmaz.
 
Madde   : 1583

   “Bir kimsenin yedindeki malı, diğer kimsenin şirâya, ya istîcara veya istiâreye tâlib olması, yahut “bu malı bana hibe et” veya “vediâ olarak ver” demesi veyahut ol kimse ana “bu malı vediâ olarak al” deyip de, anın dahi kabul etmesi, ol mal kendisinin olmadığını ikrârdır.”

Madde   : 1584

   “Şarta ta’lîk olunan ikrâr bâtıldır. Fakat örf-i nâsda hulûl-i ecele salih olan bir zamana ta’lîk olunur ise, deyn-i müecceli ikrâra hamlolunur.”
   Meselâ, bir kimse diğer kimseye “ben falan mahalle varırsam” yahut “falan maslahatı deruhde edersem, sana şu kadar kuruş deynimdir” dese, işbu ikrârı bâtıl olup meblağ-ı  mezbûrun te’diyesi lâzım gelmez. Amma “falan ayın ibtidası, yahut rûz-i Kasım gelirse, sana şu kadar kuruş
deynimdir” dese, deyn-i müecceli ikrâra hamlolunur. Ve ol vaktin hulûlünde meblağ-ı mezbûrun te’diyesi lâzım gelir. (40. maddeye bak)

Madde   : 1585

   “Meşâ’ı ikrâr sahihtir.”
Şöyle ki, bir kimse yedinde olan bir mülk-i akarın nısıf ve sülüs gibi bir hisse-i şâyiasını diğer kimesneye ikrâr ve o dahi tasdik ettikten sonra, kable’l-ifrâz ve’t-teslim mukırr vefat eylese, mukarrün bihin şüyûu, işbu ikrârın sıhhatine mân’i olmaz.

Madde   : 1586

   “Dilsizin ,işaret-i ma’hûdesiyle ikrârı muteberdir. Amma nâtık olan kimsenin, işaretiyle olan ikrârı muteber değildir.”
   Meselâ, bir kimse nâtık olan kimseye “falanın sende şu kadar kuruş hakkı var mıdır?” dedikde, ol kimse başını eğmesiyle, ol hakkı ikrâr etmiş olmaz.

BÂB-I SÂLİS

İKRÂRIN AHKÂMI BEYANINDA OLUP ÜÇ FASLI MÜŞTEMİLDİR

FASL-I SÂLİS

AHKÂM-I UMÛMİYYE BEYANIDADIR


Madde   : 1587

   “Yetmiş dokuzuncu madde mûcebince, kişi ikrârıyla ilzâm olunur.






Ancak hâkimin hükmüyle tekzîb olunursa, ikrârı hükümsüz kalır.”
   Şöyle ki, bir kimsenin satın alıp da yedinde bulunan bir şeye, âhar kimse müstahak çıkarak, anı iddiâ etmesi üzerine lede’l-muhâkeme, ol kimse “bu şey falanın malı idi bana sattı” demiş olduğu halde ol kimse da’vâsını isbat ve hâkim dahi hükmettikde, müşteri bâyi’a rücû’ ile semen-i mebî’i andan istirdad eyler. Ve eğer çi, hîn-i mühâkemede, ol şey bâyi’in malı idüğünü ikrâr ile, müstahakkın da’vâsını inkâr eylemiş ise de, hâkimin hükmüyle tekzîb olunmuş idüğünden, ikrârının hükmü kalmadığı cihetle, mân’i-i rücû’ olamaz.

Madde   : 1588

   “Hukuk-ı ibâdda, ikrârdan rücû’ sahih olmaz.”
   Şöyle ki, bir kimse “falan kimseye şu kadar kuruş deynim vardır” dedikden sonra, “ikrârımdan rücû’ ettim” demesine itibar olunmayıp, ikrârıyla ilzâm olunur.

Madde   : 1589

   “Bir kimse, vukû’ bulan ikrârında kâzib olduğunu iddiâ etse, mukarrün leh, anın kâzib değil idüğüne tahlîf olunur.”
   Meselâ, bir kimse “falandan şu kadar kuruş istikrâz ettim” diye bir kıt’a sened verdikten sonra, “vâkıa o kadar kuruş istikrâz ettim diye sened verdim ise de, henüz meblağı mezbûru andan almadım” dese, anın bu ikrârında kâzib olmadığına mukarrün leh tahlîf olur.

Madde   : 1590

   “Bir kimse, diğer kimesneye “zimmetimde şu kadar kuruş alacağın
vardır” diye ikrâr ettikde, ol kimse dahi “ol alcak benim değildir falan şahsındır” diye ikrâr ve o şahıs dahi anı tasdik eylese, ol alacak ikinci mukarrün lehin olur. Lâkin hakk-ı kabzı evvelki mukarrün lehin olur. Yani ikinci mukarrün leh, anı medyûndan mutâlebe etse, ana edâ etmek üzre medyûna cebr olunmaz. Şu kadar ki, medyûn kendi rızâsıyla ol deyni ikinci mukarrün lehe i’tâ ederse, zimmeti berî olup, evvelki mukarrün leh anı tekrar medyûndan mutâlebe edemez.”


FASL-I SÂNÎ

NEFY-İ MÜLK VE NÂM-I MÜSTEÂR BEYANINDADIR


Madde   : 1591

   “Mukırr, eğer ikrârında mukarrün bihi nefsine mûzaf kılarsa, anı mukarrün lehe hibe etmiş olup, teslim ve kabz bulunmadıkça tamam olmaz. Ve eğer nefsine mûzaf kılmazsa, mukarrün bih kable’l-ikrâr, mukarrün lehin mülkü olduğunu ikrâr ile nefy-i mülk etmiş olur.”
   Meselâ, bir kimse “yedimde olan kâffe-i emvâl ve eşyam falan kimesnenindir, benim asla alâkam yoktur” dese, ol vakit yedinde mevcud olan
cemi’ emvâl ve eşyasını, ol kimseye hibe etmiş olup, teslim ve kabz lâzım gelir. Ve eğer “üzerime lâbis olduğum esvâbdan mâadâ bana nisbet olunan kâffe-i emvâl ve eşya falan kimsenindir, benim aslâ alâkam yoktur” dese, ol vakit lâbis olduğu esvâbdan mâadâ kendisine niset olunan, yani anındır denilen kâffe-i emvâl ve eşyayı ol kimseye ikrâr ile nefy-i mülk etmiş olur. Fakat bu ikrârından sonra bazı eşyaya mâlik olsa, işbu ikrârı ol eşyaya şâmil olmaz.
   Kezâlik “şu dükkânım içinde olan cemi’emvâl ve eşya kebîr oğlumundur, benim alâkam yoktur” dese, ol vakit dükkân-ı mezkûr içinde mevcud olan cemi’ emvâl ve eşyayı ol büyük oğluna ikrâr ile, nefy-i mülk etmiş olur. Fakat andan sonra ol dükkâna bazı eşya koysa, bu ikrârı ol eşyaya şâmil olmaz.
   Ve kezâlik bir kimse, “filan yerdeki dükkânım zevcemindir” dese, hibe kaabilinden olup, teslim lâzım gelir. Ve eğer “bana nisbet olunan filan dükkân zevcemindir” dese, kable’l-ikrâr ol dükkân zevcesinin olup, kendisinin mülkü olmadığını ikrâr etmiş olur.

Madde   : 1592

   “Bir kimse, bâ-sened yedinde olan bir mülk dükkân hakkında “bu dükkân falan kimesnenindir, benim alâkam yoktur ve senedde muharrer ismim müsteârdır” deyip, yahut bâ-sened âhardan satın aldığı
bir mülk dükkân için “bu dükkânı falan kimse için almıştım, semen olarak verdiğim akçe dahi anın malındandır ve senedinde ismim müsteâr olarak kaydolunmuştur” dese, ol dükkân nefsü’l-emirde ol kimsenin mülkü olduğunu ikrâr etmiş olur.”

Madde   : 1593

   “Bir kimse, “bâ-sened falan kimse zimmetinde olan şu kadar kuruş alacak, her ne kadar senedde benim nâmıma muharrer ise de, meblağ-ı mezbûr falan kimsenindir, senedde ismim müsteârdır” dese, meblağ-ı mezbûr, nefsü’l-emirde ol kimsenin hakkı olduğunu ikrâr etmiş olur.”

Madde   : 1594

   “Bir kimse, hâl-i sıhhatde iken berveçh-i bâlâ ikrâr ile, nefy-i mülk etmiş olsa, yahut isminin müsteâr olduğunu ikrâr etse, ikrârı muteber olup, hâl-i hayatında kendisi ve vefatından sonra veresesi bu ikrâr ile ilzâm olunur. Amma maraz-ı mevtinde iken, ol vechile ikrâr etse hükmü, fasl-ı âtîde müstebân olur.”


FASL-I SÂLİS

İKRÂR-I MARÎZ BEYANINDADIR

Madde   : 1595

   “Maraz-ı mevt ol hastalıktır ki, ekseriya anda ölüm korkusu olduğu halde, hasta zükûrden ise hanesi haricinde












ve inâsdan ise, hanesi dahilinde olan masalihini görmekten âciz olup, bu hal üzre bir sene mürûr etmeden vefat eyleye. Gerek sahib-i firâş olsun ve gerek olmasın.
   Ve eğer marîzin marazı, mümted olup da, daima bir hal üzre bir sene geçer ise, ol marîzin marazı müşted ve hali mütegayyir olmadıkça,, sahih hükmünde olup, tasarrufâtı sahihin tasarrufâtı gibidir.    
   Amma marazı müşted ve hali mütegayyir olup da, bir sene geçmeden vefat ederse, vakt-i tagayyürden itibaren vefatına dek olan hali, maraz-ı müddet addolunur.”

Madde   : 1596

   “Hiç vârisi olmayan kişinin, yahut zevcesinden başka vârisi olmayan adamın, veyahut zevcinden başka vârisi olmayan kadının, maraz-ı mevtinde ikrârı bir nevi’ vasiyyet olarak muteber olur.”
   Binaenaleyh vârisi olan kişi, maraz-ı mevtinde cemi’ emvâlini, bir kimseye ikrâr ile nefy-i mülk etse sahih olup, vefatından sonra terekesine, emîn-i beytü’l-mal tarafından müdâhale olunamaz.
   Kezâlik, zevcesinden başka vârisi olmayan kimse, maraz-ı mevtinde cemi’ emvâlini zevcesine, yahut zevcinden başka vârisi olamayan kadın cemi’ emvâlini, zevcine ikrâr ile nefy-i mülk etse sahih olup

ba’de’l-vefat bunlardan birisinin terekesine, emîn-i beytü’l-mal tarafından müdâhale olunamaz.

Madde   : 1597

   “Bir kimse, marîz iken veresesinden birine mal ikrâr edip de, ba’dehu ol marazdan ifâkat bulsa, bu ikrârı muteber olur.”

Madde   : 1598

   “Bir kimse, maraz-ı mevtinde vârislerinden birine bir ayn, yahut deyn ikrâr ettikten sonra fevt olsa, diğer vârislerin icâzetine mevkûftur. Anlar mücîz olursa, anın ikrârı dahi muteber olur. Ve eğer anlar mücîz olmaz ise, anın ikrârı dahi muteber olmaz.
   Şu kadar var ki, mukırrın hayatında, diğer vârisler anı tasdik etmişler ise, vefatından sonra anlar bu tasdiklerinden rücû’ edemeyip, ol ikrâr muteber olur.
   Ve bir de vârise emanet ikrârı, her halde sahihdir.
   Şöyle ki, bir kimse kendisinin bir vârsinde olan emanetini kabz etmiş, yahut vârisinin kendisinde olan emanet-i ma’lûmesini istihlâk eylemiş idüğünü, maraz-ı mevtinde ikrâr eylese sahih olur.”



















Meselâ “falan oğlumda vediâ olan malımı, ahz ve kabz etmişimdir” diye ikrâr etse, sahih ve muteber olur. Ve kezâ “falan kimsede olan alacağımı, falan oğlum bi’l-vekâle ahz edip bana teslim etmiştir” dese, ikrârı muteber olur. Kezâlik “falan oğlumun bende vediâ, yahut âriyet olan beş bin kuruşluk elmas yüzüğünü satıp, semenini kendi umûruma sarf ve istihlâk etmişimdir” dese ikrârı muteber olup, ol yüzüğünün kıymeti terekeden tazmin olunmak lâzım gelir.

Madde   : 1599

   “Bu mebhasde vârisden murad, marîzin vakt-i vefatında vâris bulunan kimsedir.
    Şu kadar var ki, vâris değil iken sonradan bir sebeb-i hâdis ile mukırrın vakt-i vefatında hâsıl olan verâset, ikrârın sıhhatine mâni’ olmaz.
   Nitekim bir kimse, maraz-ı mevtinde bir ecnebî kadına mal ikrâr edip de, ba’dehu anı tezevvüc ettikten sonra fevt olsa, ikrârı nâfiz olur.
   Amma verâseti, böyle bir sebeb-i hâdis ile hâsıl olmayıp da, sebeb-i kadîm ile olur ise, ikrârı yine nâfiz olmaz.”
   Meselâ, oğlu olan bir kimse, li-ebeveyn karındaşlarından birine mal ikrâr edip de, oğlunun vefatından sonra kendisi vefat etse, mukarrün leh, anın karındaşı bulunduğu cihetle vâris olacağından, ol ikrâr nâfiz olmaz.

















Madde   : 1600

   Marîzin, maraz-ı mevtinde iken, zaman-ı sıhhatine istinad ile ikrârı, zaman-ı marazındaki ikrârı hükmündedir.”
   Binaenaleyh maraz-ı mevtinde iken, vârisinde alacağı olan şu kadar kuruşu, zaman-ı sıhhatinde istîfâ eylemiş idüğünü ikrâr etse, diğer vârisler mücîz olmadıkça nâfiz olmaz.
   Kezâlik, hal-i sıhhatinde iken, filan malını veresesinden falana hibe ve teslim eylemiş idüğünü, maraz-ı mevtinde ikrâr eylese, hibesi beyyine ile sâbit, yahut diğer vârisleri anı mücîz olmadıkça ikrârı nâfiz olmaz.

Madde   : 1601

   “Marîzin, maraz-ı mevtinde ecnebîye, yani kendisine vâris olmayan kimseye, gerek ayn ve gerk deyn ikrârı, cemi’ emvâlini muhît olsa bile sahih olur.
   Şu kadar var ki, mukarrün bih mukırra, henüz bey’ ya hibe olunmuş, yahut âhardan irsen intikal eylemiş olmak gibi, bir sebeple vakt-i ikrârda anın mülkü olduğu, çok kimselerin ma’lûmu olarak, kendi ikrârında kâzib idüğü zâhir olursa, ol halde nazar olunur: Eğer bu ikrârı, müzâkere-i vasiyyet esnâsında değil ise, hibe demek olarak teslim lâzım gelir. Ve eğer müzâker-i vasiyyet esnasında ise, vasiyyet ma’nasına mahmûl olur ve ğerek hibe olusun ve gerek vasiyyet olsun, ancak sülüs-i malından muteber olur.”















Madde   : 1602

   “Düyûn-ı sıhhat, düyûn-ı maraz üzerine mukaddemdir.”
Yani terekesi garîm olan kimsenin, hal-i sıhhatinde zimmetine taalluk eden düyûnu, maraz-ı mevtindeki ikrârıyla, zimmetine taalluk eden düyûnu üzerine takdîm kılınır. Şöyle ki, marîzin terekesinden evvelâ düyûn-ı sıhhat istîfâ kılınıp, ba’dehu fazla kalır ise, düyûn-ı maraz te’diye olunur.
   “Fakat marîzin, maraz-ı mevtinde esbâb-ı ma’rûfe ile yani ikrârdan başka, nâsın müşahid ve ma’lûmu olan şirâ ve istikrâz ve itlâf-ı mal gibi sebeplerle, zimmetine taalluk eden deynleri düyûn-ı sıhhat hükmündedir.
   Mukarrün bih, a’yândan bir şey olduğu sûrette dahi, hükmü bu minvâl üzeredir.”
   Yani, bir kimse maraz-ı mevtinede, ecnebîye her ne türlü şey ikrâr etse, düyûn-ı sıhhati, yahut berveçh-i bâlâ esbâb-ı ma’rûfe ile lâzım gelerek, düyûn-ı sıhhat hükmünde olan düyûnu te’diye olmadıkça, mukarrün leh, mukarrün bihe müstahak olmaz.

Madde   : 1603

   “Bir kimse, kendisinin bir ecnebî kimsede olan alacağını istîfâ eylemiş olduğunu, maraz-ı mevtinde ikrâr ettikde, nazar olunur: Eğer bu alacağı, kendisinin hal-i marazında iken, ol kimsenin zimmetine taalluk etmiş ise, bu ikrârı sahih olur. Fakat guramâ-i sıhhat hakkında nâfiz olmaz.  
  
















Ve eğer bu alacağı, kendisinin hal-i sıhhatinde iken, ol kimsenin zimmetine taalluk etmiş ise, her halde sahih olur. Gerek düyûn-ı sıhhat olsun ve gerek olmasın.”
   Meselâ bir marîzin, hal-i marazında iken, bir mal sattıktan sonra, semenini kabz eylemiş olduğunu ikrâr etse, sahih olur ise de, gurâma-i sıhhat var ise, anlar bu ikrârı tutmamaya kadir olurlar.  Ve eğer hal-i sıhhatinde iken, bir mal sattıktan sonra semenini kabz eylemiş olduğunu, maraz-ı mevtinde ikrâr etse, her halde sahih olup, guramâ-i sıhhat olsa dahi, anlar “bu ikrârı tutmayız” diyemezler.  

Madde   : 1604

   “Bir kimse maraz-ı mevtinde, dâinlerinden birinin deynini edâ ile, sair dâinlerinin hukukunu ibtâl edemez.
   Fakat, marîz iken istikrâz eylediği parayı ve iştirâ eylediği malın semenini edâ edebilir.”

Madde   : 1605

   “Bu mebhasde kefâlet bi’l-mal, deyn-i aslî hükmündedir.”
   Binaenaleyh, bir kimse maraz-ı mevtinde vârisinin borcuna, yahut alacağına kefil olsa, nâfiz olmaz. Ve ecnebîye kefil oldukda, sülüs-i malından muteber olur. Amma hal-i sıhhatinde iken ecnebîye kefil olduğunu, maraz-ı mevtinde ikrâr ettikde, mecmu’-ı malından muteber olur. Şu kadar ki, düyûn-ı sıhhat var ise takdîm olunur.  



   








zaman_1453

  • Ziyaretçi
Ynt: Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye
« Yanıtla #18 : 14 Aralık 2008, 01:31:33 »

BÂB-I RÂBİ’

İKRÂR Bİ’L-KİTÂBE BEYANINDADIR


Madde   : 1606

   “Kitâbetle, yani yazı ile ikrâr, lisan ile ikrâr gibidir.” (69. maddeye bak)

Madde   : 1607

   “Bir kimsenin, kendi ikrârını yazmak üzre âhara emr etmesi, hükmen ikrârdır.”
   Binaenaleyh, “falan kimseye şu kadar kuruş borcum olduğuna dair bir sened yaz”  diye kâtibe emrederek yazdırıp da, imza eylemiş yahut mühürlemiş olduğu sened, kendi hatt-ı destiyle olan sened gibi, ikrâr bi’l-kitâbe kaabilindendir.

Madde   : 1608

   “Tüccârın, mu’teddün bih olan defterlerindeki kuyûdu dahi, ikrâr bi’l-kitâbe kaabilindendir.”
   Meselâ, bir tâcir bir kimseye, şu kadar kuruş borcu olduğunu kendi defterine kayd etmiş olsa, ol kimseye ol kadar borç ikrâr etmiş olup, lede’l-hâce ikrâr-ı şifâhîsi gibi, muteber ve mer’î olur.

Madde   : 1609

   “Bir kimse kendisi yazıp, yahut bir kâtibe yazdırıp da, mümza yahut mahtûm olarak, âhara vermiş olduğu deyn senedi, eğer mersûm ise, yani resm ü âdete muvâfık olarak yazılmış ise, ikrâr bi’l-kitâbe olup, takrir-i şifâhîsi gibi muteber ve mer’î olur.
   Ber-mu’tâd verilegelen vusuller, yani makbuz ilmühaberleri dahi bu kaabildendir.”

Madde   : 1610

   “Bir kimse, berveçh-i bâlâ mersûm olarak yazıp, yahut yazdırıp da, mümza yahut mahtûm olarak vermiş olduğu deyn senedi, kendisinin olduğunu mu’terif iken, hâvî olduğu borcu inkâr etse, inkârına itibar olunmayıp, ol borcu îfâ eylemesi lâzım gelir. Amma sened kendisinin olduğunu inkâr ettiği takdirde, eğer hatt ya hatemi meşhûr ve müteârif ise, inkârına i’tibar olunmayıp, ol sened ile amel olunur.
   Ve eğer, hatt ve hatemi meşhûr ve müte’âref değil ise, istiktâb olunarak ehl-i hibreye gösterilir. Anlar “ikisi de bir şahsın yazısıdır” diye haber verirler ise, deyn-i mezkûrü vermek üzre ol kimseye emr olunur.
   Elhasıl sened eğer şâibe-i tezvîr ve şüphe-i tasnî’den berî olur ise, anınla amel olunur.
   Amma, şüpheden berî olmadığı takdirde, medyûn ol sened kendi senedi olduğunu inkâr eylediği gibi, asıl deyni dahi münkir ise, deyni olmayıp sened dahi kendisinin olmadığına, müddeînin talebiyle tahlîf olunur.”


Madde   : 1611

   “Berveçh-i bâlâ, bir kimse mersûm olarak, deyn senedi verdikten sonra fevt olsa, vârisleri o sened, müteveffânın olduğunu mu’terîf oldukları halde, ol deyni tereke-i müteveffâdan îfâ eylemeleri lâzım gelir.
   Amma ol sened, müteveffânın olduğunu inkâr ettikleri takdirde, eğer müteveffânın hatt ve hatemi meşhûr ve müte’âref ise, ol sened ile amel olunur.”


Madde   : 1612

   “Vefat eden bir kimsenin terekesinden,  nukûd ile memlû bir kese zuhur edip, üzerinde “bu kese falan kimsenin malıdır, benim yedimde emanettir” diye müteveffânın hattıyla muharrer bir yafta bulunsa, ol kimse ol keseyi, tereke-i müteveffâdan ahz eder. Diğer vechile isbata muhtac olmaz.

İrâde-i seniyye târihi    fî    9   Cumâdelûlâ sene 1291



An Âzâ-i Şurâ-yı Devlet      Emînü’l-fetvâ   Nâzır-ı Adliyye                 
                                                        Seyfeddin                
Es-seyyid Halil                                                          Ahmed Cevdet




 Reîs-i Sânî Mahkeme-i TemyizAn Âzâ-i Meclis-i Tedkikat-ı Şer’iyye                       
      Es-seyyid Ahmed Hilmi         Es-seyyid Ahmed Hulûsi




İ’lâmât Mümeyyizi Mu’âvini
Abdüsettar




KİTÂBÜ’D-DA’VÂ
SÛRET-İ HATT-I HÜMÂYÛN

MÛCEBİNCE AMEL OLUNA

KİTÂB-I RÂBİ’AŞER

DA’VÂ HAKKINDA OLUP BİR MUKADDEME İLE İKİ BÂB-I MÜŞTEMİLDİR

MUKADDEME

BAZI ISTILÂHÂT-I FIKHİYYE BEYANINDADIR


Madde   : 1613

   “Da’vâ : Bir kimse, diğer kimesneden, huzûr-ı hâkimde hakkını taleb etmektir.
Ol kimseye “müddeî” ve ol kimesneye “müddeâ aleyh” denilir.”

Madde   : 1614

   “Müddeâ : Müddeînin da’vâ eylediği şeydir ki, “müddeâ bih” dahi denilir.”









Madde   : 1615

   “Tenâkuz : Müddeîden, kendi da’vâsına münâkız, yani da’vâsının butlânını mûcib bir söz sebkat eylemiş olmaktır.”


BÂB-I EVVEL

DA’VÂNIN ŞURÛT VE AHKÂMINA VE DEF’-İ  DA’VÂYA DAİR OLUP DÖRT FASLI HÂVÎDİR

FASL-I EVVEL

DA’VÂNIN ŞURÛT-I SIHHATİ BEYANINDADIR


Madde   : 1616

   “Müddeî ve müddeâ aleyhin, âkil olmaları şarttır.
   Mecnûnun ve sâb-i gayri mümeyyizin da’vâları sahih değildir.
   Fakat, velîleri ve vasîleri bi’l-velâye ve bi’l-vesâye anların yerine müddeî ve müddeâ aleyh olurlar.”


Madde   : 1617

   “Müddeâ aleyhin, ma’lûm olması şarttır.”
   Binaenaleyh, müddeî “filan karye ahalisinden lâaletta’yin birinde yahut bir kaçında şu kadar kuruş alacağım var” dese, sahih olmaz. Müddeâ aleyhi ta’yin eylemek lâzım gelir.

Madde   : 1618

   “Hîn-i da’vâda, hasmın huzûru şarttır. Ve müddeâ aleyh, mahkemeye gelmekten ve vekil göndermekten imtina’ eylediği takdirde, olunacak muâmmele kitâb-ı kazâda beyan kılınacaktır.”

Madde   : 1619

   “Müddeâ bihin, ma’lûm olması şarttır. Mechûl olur ise, da’vâ sahih olmaz.”

Madde   : 1620

   “Müddeâ bihin ma’lûmiyyeti, işaret ile yahut, vasf ve ta’rif iledir.
   Şöyle ki, ayn menkul olduğu takdirde, meclis-i muhâkemede hazır ise, ana işaret kâfidir. Ve hazır değil ise, vasf ve ta’rif ve kıymeti beyan ile ma’lûm olur. Ve akar olduğu takdirde, hududunun beyanıyla ta’yin olunur.
   Ve deyn ise, cins ve nevi’ ve vasıf ve mikdarı beyan olunmak lâzım gelir. Nitekim mevâdd-ı âtiyeden muttazıh olur.”

Madde   : 1621

   “Müddeâ bih, ayn-ı menkul olduğu halde, hazır bi’l-meclis ise, müddeî ana eliyle işaret ederek “işte bu benimdir, bu adam ana





bigayr-i hak vaz’-ı yed ediyor, alıverilmesini taleb ederim” diye da’vâ eder ve eğer hazır bi’l-meclis olmayıp, ancak masrafsız celb ve ihzârı mümkün ise, da’vâda ve şehadet veyahut yeminde, ana böylece işaret olunmak üzre meclis-i hükme getirilir. Eğer masrafsız ihzârı mümkün değil ise, müddeî anın ta’rif ve kıymetini beyan eyler.     
   Fakat gasb ve rehin da’vâlarında, kıymetinin beyanı lâzım gelmez.”
   Meselâ “bir zümrüd yüzüğümü gasb etti” dese ve kıymetini beyan etmese ve hatta “kıymetini bilmem” dese bile da’vâsı sahih olur.


Madde   : 1622

   “Müddeâ bih, eğer cins ve nevi’ ve vasıfları muhtelif a’yân ise, cümlesinin mecmû’-ı kıymetini zikretmek kâfi olur. Her birinin başka başka kıymetlerini ta’yin etmek lâzım gelmez.”


Madde   : 1623

   “Müddeâ bih, akar ise, hîn-i da’vâ ve şehadette beldesi ve karyesi veya mahallesi ve sokağı ve hudud-ı erbaası yahut sülüsesi ve hududunun sahipleri var ise, anların ve baba ve dedelerinin isimleri zikrolunmak lâzımdır. Fakat meşhûr ve ma’rûf olan adamın, yalnız isim ve şöhretini zikretmek kâfidir. Baba ve dedesinin isimlerini zikre hâcet yoktur.
















Kezâlik, ol akar eğer şöhretine mebnî tahdidden müstağni ise, gerek da’vâda ve gerek şehadette hududunun beyanı şart değildir.
   Ve bir de, müddeî eğer “şu senedde hududu muharrer olan akar benim mülkümdür” diye da’vâ eder ise, sahih olur.”


Madde   : 1624

   “Müddeî, hududun beyanında isâbet edip de, akarın mikdar-ı zirâ’ veya dönümünü eksik ya ziyade söylese, da’vâsının sıhhatine mâni’ olmaz.”

Madde   : 1625

   “Akarın semenini da’vâda, hududunun beyanı şart değildir.”


Madde   : 1626

   “Müddeâ bih deyn ise, müddeî anın cins ve nevi’ ve vasıf ve mikdarını beyan eylemesi lâzımdır.”
   Meselâ, altun ya gümüş diye, cinsini ve Osmanlı sikkesi diye, yahut İngiliz sikkesi diye, nev’ini ve sikke-i hâlisa yahut sikke-i mağşûşe diye, vasfnı ve ne mikdar olduğunu beyan eylemesi lâzımdır. Fakat alel-ıtlak, şu kadar kuruş diye iddia etse, da’vâsı sahih ve örf-i beldece ma’hûd olan kuruşa masruf olur. Ve iki türlü kuruş müte’âref olduğu halde, birinin revaç ve i’tibarı daha ziyade olsa, ednâsına sarf olunur. Nitekim, şu kadar adet beşlik diye da’vâ etse, fî zamâninâ meskûkât-ı mağşûşeden olan, kara beşliğe masruf olur.




Madde   : 1627

   “Müddeâ bih, ayn olduğu takdirde, sebeb-i mülkiyyet beyan olunmak lâzım gelmeyip, belki “bu mal benimdir” diye mülk-i mutlak da’vâsı sahih olur.
   Amma deyn olduğu takdirde, sebeb ve ciheti, yani semen-i mebî midir, yoksa ücret midir ve yahut âhar cihetten dolayı mı bir borçtur, elhasıl ne cihetten dolayı deyn olduğu suâl olunur.”

Madde   : 1628

   “İkrârın hükmü, mukarrün bihin zuhurudur. Yoksa bidâyet-i hudûsü değildir. Bu cihetle ikrâr, sebeb-i mülk olamaz. Binaenaleyh, müddeî mücerred, müddeâ aleyhin ikrârını sebeb tutarak, andan bir şey da’vâ etse, istimâ’ olunmaz.”
   Meselâ, müddeî  “bu mal benimdir ve anın zilyedi olan şu adam dahi benim olduğunu ikrâr etmişti” diye da’vâ etse, istimâ’ olunur. Amma “bu mal benimdir zirâ anın zilyedi olan şu adam, benim olduğunu ikrâr etmişti” diye da’vâ etse istimâ’ olunmaz. Kezâlik, müddeî cihet-i karzdan dolayı “şu adamda bu kadar kuruş alacağım vardır, hatta kendisi dahi bu cihetten dolayı, o kadar kuruş borcu olduğunu ikrâr etmişti” diye da’vâ etse mesmû’ olur. Amma “şu adam bana cihet-i karzdan dolayı bu kadar kuruş borcu olduğunu ikrâr

etmiş olduğu için,  anda bu kadar kuruş hakkım vardır isterim” diye da’vâ eylese mesmû’ olmaz.

Madde   : 1629

   “Müddeâ bihin, muhtemelü’s-sübût olması şarttır.
   Binaenaleyh, aklen ya âdeten vücûdu muhal olan şeyi, iddiâ sahih olmaz.”
   Meselâ, bir kimse kendisinden sinnen büyük, yahut nesebi ma’rûf olan kimse hakkında “bu benim oğlumdur” diye iddiâ etse, da’vâsı sahih değildir.

Madde   : 1630

   “Da’vânın sübûtü takdirinde, müddeâ aleyhin bir şey ile mahkûm ve mülzem olması şarttır.”
   Meselâ, bir kimse diğer kimseye bir şey iâre ettikde, diğer bir şahıs çıkıp da, “ben anın müteallikatındanım bana iâre etsin” diye da’vâ etse, sahih olmaz. Kezâlik bir kimse, diğer kimesneyi bir hususa tevkîl ettikde, diğer bir şahıs çıkıp da, “ben anın komşususyum anın vekâletine daha münâsibim” diye da’vâ etse sahih olmaz. Zirâ herkes malını dilediğine iâre ve dilediğini umûruna tevkîl edebileceğinden, bu da’vâlar sâbit olduğu takdirde, müddeâ aleyh hakkında hiçbir hüküm terettüb etmez.


FASL-I SÂNÎ

DEF’-İ DA’VÂ HAKKINDADIR

Madde   : 1631

   “Def’: Müddeâ aleyh tarafından müddeînin da’vâsını def’ edecek







bir da’vâ dermeyân olunmaktır.”
   Meselâ, bir kimse cihet-i karzdan dolayı şu kadar kuruş da’vâ ettikde, müddeâ aleyh “ben anı edâ etmiştim” yahut “sen beni andan ibrâ etmiştin” veyahut “biz sulh olmuş idik” yahut “bu meblağ karz değildir, belki sana satmış olduğum falan malın semenidir” veyahut “falan kimsede alacağım olan ol mikdar kuruşu sana havâle etmekle, sen dahi bana ol meblağı vermiştin” dese, müddeînin da’vâsını def’ eylemiş olur.
   Keza, bir kimse diğer kimseden “falanın zimmetinde alacağım olan şu kadar kuruşa sen kefil olmuştun” diye da’vâ ettikde, ol kimse medyûnun, meblağ-ı mezbûru edâ eylemiş idüğünü iddiâ etse, müddeînin da’vâsının def’ etmiş olur.
   Ve kezâ, bir kimse diğer kimsenin yedinde bulunan bir malı benimdir diye da’vâ ettikde, ol kimse ana “bundan mukaddem falan adam ol malı benden da’vâ ettikde, sen anın da’vâsına şehadet etmiştin” diye iddiâ eylese müddeînin da’vâsını def’ eylemiş olur.
   Kezâlik bir kimse, bir müteveffânın terekesinden, şu kadar kuruş alacak da’vâ ve vârisin inkârı üzerine, bu da’vâsını isbat ettikten sonra, müteveffânın hâl-i hayatında, ol deyni edâ eylemiş olduğunu vârisi iddiâ eylese, müddeînin da’vâsını def’ etmiş olur.

Madde   : 1632

   “Def’-i da’vâ eden kimse, def’ini isbat ettikde, müddeînin da’vâsı mündefi’ olur ve isbat edemediği takdirde, anın talebiyle asıl müddeî tahlîf olunur.
   Müddeî yeminden nükûl eder ise, müddeâ aleyhin def’i sâbitolur. Ve eğer müddeî yemin eder ise, kendisinin asıl da’vâsı avdet eder.”

Madde   : 1633

   “Bir kimse, diğer kimseden şu kadar kuruş alacak da’vâ edip de, müddeî aleyh dahi “ben seni bu meblağ ile falanın üzerine hâvale edip, her biriniz dahi ol hâvaleyi kabul etmiş idiniz” diye iddiâ ve bunu muhâlün aleyh dahi hazır olduğu halde isbat eylese, müddeîyi def’ ile mutâlebeden halâs olur.  Ve eğer muhâlün aleyh hazır değil ise, anın huzûruna kadar mevkûfen müddeîyi def’ eylemiş olur.”

FASL-I SÂLİS

HASM OLUP OLMAYANLAR BEYANINDADIR


Madde   : 1634

   “Bir kimse, bir şeyi da’vâ ettikde, eğer müddeâ aleyhin ikrârı takdirinde, anın ikrârı üzerine, bir hüküm terettüb eder ise, inkârıyla da’vâda ve ikaame-i beyyinede hasm olur.
   Ve eğer, müddeâ aleyhin ikrârı takdirinde, bir hüküm terettüb etmez ise, inkârıyla hasm olmaz.”
   Meselâ, esnaftan biri gelip de, bir zattan “senin resûlün falan benden şu malı aldı, semenini ver” diye da’vâ ettikde, ol zat ikrâr etse,
semen-i mebî’i def’ ve teslime mecbur olduğu cihetle, inkâr ettiği sûrette dahi, müddeîye hasm olur. Ol halde müddeînin da’vâsı ve beyyinesi istimâ’ olunur. Amma, müddeî “senin şirâya vekilin olan kimse aldı” diye da’vâ ettikde, müddeâ aleyhi ikrâr etse, semen-i mebî’i müddeîye def’ ve teslime mecbur olmadığı cihetle, inkâr ettiği sûrette müddeîye hasm olmaz.
   “Ol halde, müddeînin da’vâsı istimâ’ olunmaz.
   Velî ve vasî ve mütevelli, bu kaaideden müstesnâdır. Şöyle ki, bir kimse, mal-i yetimi yahut mal-i vakfı “mülkümdür” diye da’vâ ettikde, velînin ya vasînin yahut mütevellinin ikrârları nâfiz olmadığından, üzerine bir hüküm terettüb etmez. Amma inkârları sahih olup, anın üzerine müddeînin da’vâ ve beyyinesi istimâ’ olunur. Şu kadar var ki, velî ve vasî ve mütevelliden sâdır olan bir akd üzerine da’vâ olunduğu halde, ikrârları dahi muteber olur.”
   Meselâ, müsevveg-i şer’iyyeye binaen bir sagîrin malını velîsi satıp da, ana dair müşteri tarafından bir da’vâ vukû bulsa, velînin ikrârı muteber olur.

Madde   : 1635

   “Da’vâ-yı aynda, hasm ancak zilyeddir.”
   Meselâ, bir kimse diğer kimsenin atını gasb ile, âhar bir şahsa bey’ ve teslim edip de, ol kimse atını istirdad etmek istedikde ancak
zilyedden da’vâ eder. Amma, o atın kıymetini tazmin ettirmek istedikde, gâsıbdan da’vâ eder.

Madde   : 1636

   “Bir kimse, mal-i müşterâya müstahak çıkıp da, anı da’vâ ettikde nazar olunur:
   Eğer müşteri, ol malı kabzetmiş ise, hîn-i da’vâ ve şehadette hasm yalnız müşteridir. Bâyi’in huzûru şart değildir. Ve eğer müşteri, ol malı henüz bâyi’den kabz etmemiş ise, müşteri malın ve bâyi’ zilyed olmak hasebiyle, hîn-i da’vâ ve şehadette ikisinin dahi huzûru lâzımdır.”

Madde   : 1637

   “Vedîayı, vedî’den ve müsteârı, müsteîrden ve me’cûru, müste’cirden ve merhûnü, mürtehinden da’vâ vaktinde, vedî’ ile m ve müsteîr ile muîrin ve müste’cir ile mûcirin ve mürtehin ile râhinin birlikte hazır bulunmaları şarttır. Fakat vedîa veya müste’âr veya me’cûr veyahut merhûn gasb olunsa, yalnız vedî’ ve müsteîr ve müste’cir ve mürtehin anları gâsıbdan da’vâ edebilir, mâlikin huzûru lâzım gelmez. Ve bunlar hazır oldukça, yalnız mâlik anları da’vâ edemez.”

Madde   : 1638

   “Vedî’, müşteriye hasm olmaz.”
   Şöyle ki, bir kimesne diğer kimsenin yedinde olan hane için “ben bu haneyi falan şahıstan şu kadar kuruşa satın aldım, anı bana teslim et” diye da’vâ ettikde, ol kimse “bu haneyi bana ol şahıs îdâ’ ve teslim etti” dese, müddeînin husûmeti mündefî’ olur. Ol şahsın îdâ’ ını isbata hâcet yoktur. Fakat, müddeî dahi filvâki “ol şahıs bu haneyi sana îdâ’ etmişti, lâkin sonra bana sattı ve senden kabz ve teslime beni tevkîl etti” deyip de, ol şahsın bey’ ve tevkîlini isbat ederse, ol haneyi vedî’den ahzeder.

Madde   : 1639

   “Vedî’ mûdi’in dâinine hasm olmaz.”
   Binaenaleyh, dâin müveddîde olan alacağını vedî’in muvâcehesinde isbat edip de, andaki vedîadan istîfâ-yı deyn edemez. Fakat (799. maddede) beyan olunduğu üzre, gâibin üzerine nafakası vâcib olan kişi nafakasını gâibin emanet akçesinden almak üzre vedî’den da’vâ edebilir.

Madde   : 1640

   “Dâine, medyûnun medyûnu hasm olmaz.”
   Binaenaleyh, bir kimse müteveffâda olan alacağını, müteveffânın medyûnu muvâcehesinde isbat edip de, andan istîfâ edemez.

Madde   : 1641

   “Bâyi’a, müşterinin müşterisi hasm olmaz.”








“Meselâ, bir kimse bir malı, diğer kimesneye bey’ ve o dahi anı kabz ile, âhar şahsa bey’ ve teslim ettikten sonra, “müşteri-i evvel ol malı semenini edâ etmeksizin kabz etmişti, anın semenini ver” yahut “semenin istîfâsına kadar habs etmek üzre, anı bana ver” diye bâyi’in müşteri-i sânîden da’vâsı istimâ’ olunmaz.

Madde   : 1642

   “Müteveffânın lehine ve aleyhine olan da’vâda, yalnız vereseden birisi hasm olabilir.
   Fakat, terekeden bir aynı da’vâda, ol ayn vereseden kimin yedinde ise hasm olur. Zilyed olmayan vâris, hasm olamaz.”
   Meselâ, müteveffânın bir kimesnede olan alacağını, vereseden yalnız biri da’vâ edebilir. Ve ba’de’s-sübût ol alacağın mecmûu cümle verese için hüküm olunur. Fakat müddeî olan vâris, andan yalnız kendi hissesini kabz eder, sair veresenin hissesini kabz edemez.
   Kezâlik, bir kimse terekeden deyn da’vâ edecek oldukda, vereseden yalnız birisinin huzûrunda da’vâ edebilir. Gerek ol vâris yedinde, terekeden mal bulunsun ve gerek bulunmasın. Ve böyle yalnız bir vârisin huzûrunda, da’vâ-yı deyn edip de, ol vâris dahi deyni ikrâr ettiği takdirde, deyni anın hissesine ne kadar isâbet ederse yalnız ol mikdarı vermek üzre emr olunur. Ve anın ikrârı, sair vereseye sirâyet etmez. Ve eğer ikrâr etmeyip de, müddeî yalnız ol vârisin huzûrunda da’vâsını isbat ederse, cümle verese aleyhine hüküm olunur, ve müddeî ol vecihle, mahkûmün bih olan deyni terekeden     
   
   











alacak oldukda, sair verese müddeîye “ol deyni tekrar bizim huzûrumuzda isbat et” diyemezler. Fakat müddeînin da’vâsına def’a salâhiyetleri vardır. Amma, kable’l-kısme müteveffânın terekesinden olan ve fakat vereseden birinin yedinde bulunan bir atı, bir kimse “benim malım olup, müteveffâya îdâ’ etmiştim” diye da’vâ edecek oldukda, hasm ancak zilyed olan vâristir. Diğer vereseden da’vâ etse istimâ’ olunmaz. Ve zilyedden da’vâ edip de anın ikrârıyla hükmolunur ise, sair vereseye sirâyet etmez. Anın ikrârı ancak kendi hissesi mikdarınca nâfiz olup, anın ol atda olan hissesi, müddeînin olmak üzre hükmolunur. Ve eğer zilyed olan vâris inkâr edip de, müddeî da’vâsını isbat ederse, mecmû’ verese aleyhine hüküm olunur. (78. maddeye bak)

Madde   : 1643

   “İrsden gayri bir sebeb-i mülk ile, birkaç kimse beyninde müşterek olan bir ayni da’vâda, şürekâdan biri diğerin hissesinde, müddeîye hasm olamaz.”
   Meselâ, şirâ tarîkıyla birkaç kimse beyninde müşterek bir haneyi, bir kimse şürekâdan yalnız biri huzûrunda “mülkümdür” diye da’vâ ve isbat edip de hükmolunsa, hüküm ancak hazır olan şerikin hissesine maksûr olup, sairine sirâyet etmez.

Madde   : 1644

   “Tarîk-i âmm gibi, menâfi’i umûma  âid olan yerlerin da’vâsında, âmmeden yalnız birisi müddeî olup, anın da’vâsı














istimâ’ ile, müddeâ aleyh üzerine hüküm olunabilir.”

Madde   : 1645

   “Ahâlileri, kavm-i gayr-i mahsûr olan iki karye beyninde, nehir ve mera gibi, menâfi’i müşterek olan şeyler da’vâ sında, tarafeynden bazılarının huzuru kâfidir. Amma ahâlileri kavm-i mahsûr olduğu sûrette, bazılarının huzûru kâfi olmayıp, cümlesinin yahut taraflarından vekillerinin huzuru lâzımdır.”

Madde   : 1646

   “Yüz neferden ziyade olan karye ahâlisi, kavm-i gayr-i mahsûr addolunur.”


FASL-I RÂBİ’

TENÂKUZ BEYANINDADIR


Madde   : 1647

   “Tenâkuz, mülkiyyet da’vâsına mâni’ olur.”
   Meselâ, bir kimse bir mal iştirâ edip de, yani satın almak isteyip de, ba’dehu ol mal kable’l-iştirâ kendisinin malı idüğünü da’vâ etse, mesmû’ olmaz. Ve kezâ “falan kimsede hiçbir hakkım  yoktur” dedikten sonra, ol kimseden bir şey da’vâ etse, mesmû’ olmaz.
   Kezâlik, bir kimse diğer kimseden “falan adama vermek üzre sana şu kadar

















kuruş vermiştim, sen ana vermeyip yedinde kalmakla, getir ol meblağı ver” diye da’vâ ettikde, müddeâ aleyh inkâr etmekle, müddeî ikaame-i beyyine ettikten sonra, müddeâ aleyh dönüp de “gerçi ol adama vermek üzre bana o kadar kuruş vermiştin, lâkin ben ol meblağı ana teslim eyledim” diye def’-i da’vâ edecek olsa, mesmû’ olmaz.
   Ve kezâlik bir kimse, diğerin yedinde olan bir dükkânı “mülkümdür” diye da’vâ ettikde, zilyed “gerçek ol dükkân senin mülkün idi, lâkin falan târihte sen anı bana bey’ etmiştin” diye da’vâ ve müddeî “asla beynimizde bey’ ve şirâ cereyan etmedi” diye külliyyen inkâr etmekle, zilyed da’vâsını isbat ettikten sonra, müddeî dönüp “fi’l-hakika ol dükkânı ol târihte sana bey’ etmiştim, lâkin bu bey’ vefâ, yahut şu makule şart-ı müfsîd ile akd olmuştu” diye da’vâ eylese, istimâ’ olunmaz.

Madde   : 1648

   “Bir kimse, bir malı diğer kimesnenin olduğunu ikrâr ettikten sonra, “benimdir” diye da’vâ etse, sahih olmadığı gibi, âharın tarafından bi’l-vekâle ve bi’l-vesâye da’vâ etmesi dahi sahih olmaz.”

Madde   : 1649

   “Bir kimse, diğer kimseyi cemi’ da’vâdan ibrâ ettikten sonra, kendisi için, andan bir mal da’vâ etse sahih olmaz. Amma başkası için bi’l-vekâle yahut bi’l-vesâye da’vâ edebilir.”


















Madde   : 1650

   “Bir kimse, bir malı âhar kimse için da’vâ ettikten sonra, kendisi için da’vâ etse sahih olmaz. Amma kendisi için da’vâ ettikten sonra, bi’l-vekâle âhar kimse için da’vâ edebilir. Zirâ da’vâ vekili bazan mülkü nefsine muzâf kılar. Amma bir kimse, inde’l-husûme kendi mülkünü başkasına muzâf kılmaz.”

Madde   : 1651

   “Hakk-ı vâhid, iki kişiden ayrı ayrı istîfâ olunamadığı gibi, cihet-i vâhideden dolayı hakk-ı vâhid, iki kişiden iddiâ dahi olunamaz.”

Madde   : 1652

   “Nasıl ki, mütekellim-i vâhidin da’vâsında tenâkuz bulunur ise, vekil ve müvekkil ve vâris ve mevrûs gibi, mütekellim-i vâhid hükmünde olan iki kimsenin kelâmlarında dahi, tenâkuz tahakkuk eder. Şöyle ki, bir husus hakkında müvekkilden sebk eden da’vâya münâfî, vekili, bir da’vâ dermeyân etse, sahih olmaz.”

Madde   : 1653

   “Hasmın tasdikiyle, tenâkuz mürtefi’ olur.”












   Meselâ, bir kimse cihet-i karzdan olarak, diğer kimseden şu kadar kuruş alacak da’vâ ettikten sonra, meblağ-ı mezbûrun  cihet-i kefâletten olduğunu da’vâ edip de, müddeâ aleyh dahi bunu tasdik eylese, tenâkuz mürtefi’ olur.   

Madde   : 1654

   “Hâkimin tekzîbiyle dahi, tenâkuz müretefi’ olur.”
   Meselâ, bir kimse diğer kimsenin yedinde olan malı “benimdir” diye da’vâ edip, müddeâ aleyh dahi “ol mal falanın idi ben andan satın aldım” diye inkâr etmekle, müddeî ikaame-i beyyine edip de, hükmolunsa, mahkûmün aleyh, ol malın semeniyle bâyi’ine rücû’ eder. Ve eğerçi, ibtida ol mal bâyi’in idüğünü ikrâr etmesiyle, sonraki rucûu beyninde tenâkuz var ise de, hâkimin hükmüyle bu ikrârı tekzîb olunduğundan, tenâkuz mürtefi’dir.

Madde   : 1655
   
   “Mahal-i hafâ olup da, müddeînin ma’zereti zâhir olur ise, tenâkuz ma’füv olur.”
   Meselâ, bir kimse bir haneyi istîcar ettilten sonra “ben sagîr iken pederim bu haneyi benim için iştirâ etmiş, hîyn-i istîcarda haberim yok idi” diye mûcirden iddiâ ve bu yolda bir kıt’a sened ibrâz eylese, da’vâsı mesmû’ olur.
   Kezâlik, bir kimse bir haneyi istîcar ettikten sonra, vaktiyle ol hane kendisine pederinden irsen intikal etmiş idüğüne vâkıf olup da, mûcirden iddiâ eylese, da’vâsı istimâ’ kılınır.
   














Madde   : 1656

   “Taksim-i terekeye ibtîdar, maksûmun müşterek olduğunu ikrârdır.
   Binaenaleyh, ba’de’t-taksim maksûmu “benimdir” diye da’vâ etmek tenâkuzdur.”
   Meselâ, terekenin taksiminden sonra, vereseden birisi a’yân-ı maksûmeden birini “ben müteveffâdan satın almıştım” yahut “müteveffâ anı hâl-i sıhhatinde bana hibe ve teslim etmişti” diye iddiâ etse, mesmû’ olmaz. Fakat “ben sagîr iken müteveffâ ol malı bana vermiş, vakt-i taksimde bilmiyordum” der ise, ma’zûr ve da’vâsı mesmû’ olur.

Madde   : 1657

   “Mütenâkız görünen iki kelâmın  tevfîki mümkün olup da, müddeî dahi tevfîk eder ise, tenâkuz mürtefi’ olur.”
   Meselâ, bir hanede müste’cir olduğunu ikrâr etmiş iken, “bu hane benimdir” diye da’vâ etse, istima’ olunmaz. Amma “müste’cir idim sonra sahibinden satın adım” diye tevfîk eylese da’vâsı istimâ’ olunur.
   Kezâlik, bir kimse cihet-i karzdan, ma’lûmü’l-miktâr kuruş da’vâ edip de, müddeâ aleyh dahi “ben senden bir şey almadım ve seninle beynimizde hiçbir muâmele cârî olmamıştır” yahut “ben seni asla tanımam” deyip de, müddeî ikaame-i beyyine ettikten sonra müddeâ aleyh “ben ol meblağı îfâ etmiştim” yahut “sen beni andan ibrâ etmiştin” diye iddiâ eylese tenâkuz olmakla da’vâsı istima’ olunmaz. Amma, müddeînin da’vâ-yı meşrûhası üzerine, müddeâ aleyh “sana hiç borcum yoktur” deyip de, müddeî ikaame-i beyyine ettikten sonra, müddeâ aleyh “evet sana ol kadar borcum var idi, lâkin ben anı sana te’diye etmiştim” yahut “sen beni andan ibrâ etmiştim” diye da’vâ ve isbat eylese, müddeîyi def’ edebilir.











Ve kezâlik, bir kimse diğer kimseden “sende şöyle bir vedîam var idi ver” diye da’vâ ettikde, müddeâ aleyh “sen bana asla bir şey îdâ’ etmedin” diye inkâr edip de, müddeî ikaame-i  beyyine ettikten sonra müddeâ aleyh “ben anı sana red ve teslim etmiştim” diye def’ edecek olursa, bu def’i mesmû’ olmayıp, vedîa anın yedinde mevcud ise, müddeî anı aynen aır. Ve müstehlik ise kıymetini tazmin ettirir. Amma, müddeînin da’vâ-yı meşrûhası üzerine müddeâ aleyh “bende senin öyle vedîan yoktur” diye inkâr edip de müddeî ikaame-i beyyine ettikten sonra, müddeâ aleyh “evet öyle bir vedîan var idi, lâkin ben anı sana red ve teslim etmiştim” diye iddîa etse da’vâsı mesmû’ olur.

Madde   : 1658

   “Bir kimse, bir akdin bâten ve sahihan kendisinden sâdır olduğunu ikrâr ederek, bu ikrârı senede rapt olunduktan sonra, dönüp de ol akdin, vefâen veyahut fâsiden mün’akid olduğunu iddîa etse,  da’vâsı mesmû’ olmaz.” (100. maddeye bak)
   Meselâ bir kimse, mülk-i menzilini bir kimseye semen-i ma’lûm mukaabilinde bey’ ve teslim ettikten sonra, huzûr-ı hâkime varıp “ben şu hudud ile mahdud olan menzilimi şu kadar kuruş mukaabilinde falan kimseye bey’-i bât-ı sahih ile sattım” diye ikrâr edip de, bu ikrârı senede rapt olunduktan sonra, dönüp de bey’-i mezbûru, vefâ tarîkiyle yahut şu makûle şart-ı müfsid ile akd olunmuştu diye, iddîa eylese da’vâsı mesmû’ olmaz.














Kezâlik, bir kimse diğer kimesne ile olan da’vâsından sulh olarak huzur-ı hâkime varıp da, ol sulhun sahihan akd olunduğunu ikrâr ederek, bu ikrârı senede rapt olunduktan sonra dönüp de sulh-ı mezbûru “şu makûle şart-ı müfsîd ile olmuştu” diye iddîa eylese da’vâsı mesmû’ olmaz.

Madde   : 1659

   “Bir kimse, bir malı “mülkümdür” diye, diğer kimse huzurunda âhara bey’ ve teslim ettikde, ol kimse görüp de bilâ-özr sükût etmişken sonradan “ol mal benimdir” yahut “anda hissem vardır” diye da’vâ etse nazar olunur: Eğer ol kimse, bâyi’in akâribinden yahut zevc ve zevceden birisi ise, işbu da’vâsı mutlaka istimâ’ olunmaz. Ve eğer ecânibden ise, ol vechile yalnız meclis-i bey’de bulunması da’vâsının istimâ’ına mân’i olmayıp, ancak meclis-i bey’de hazır olduktan başka, müşterinin bir müddet ol mülkte ebniye yapmak yahut yıkmak, ağaç dikmek gibi tasarruf-ı müllâk ile tasarrufunu görüp de, bilâ-özr sükût ettikten sonra berveçh-i bâlâ “benim mülkümdür” yahut “anda hissem vardır” diye da’vâ etse, kezâlik istimâ’ olunmaz.”





















BÂB-I SÂNÎ

MÜRÛR-I ZAMAN HAKKINDA


Madde   : 1660

   “Deyn ve vedîa ve mülk-i akar ve mirâs ve akarât-ı mevkûfede, mukâtaa yahut icâreteyn ile tasarruf ve meşrûta-i tevliyet ve galle da’vâları gibi, asl-ı vakfa ve umûma âid olmayan da’vâlar, on beş sene terk olunduktan sonra, istimâ’ olunmaz.”

Madde   : 1661

   “Asl-ı vakıf hakkında mütevelli ve mürtezikanın da’vâları, otuz altı seneye kadar istimâ’ olunur.
   Amma, otuz altı sene mürûr ettikten sonra, artık istimâ’ olunmaz.”
   Meselâ, bir kimse otuz altı sene bir akara mutasarrıf olduktan sonra, bir vakfın mütevellisi ol akara “benim vakfımın müstegallâtındandır” diye da’vâ etse istimâ’ olunmaz.

Madde   : 1662

   “Tarîk-i hâss ve mesîl ve hakk-ı şirb da’vâları eğer mülk-i akarda ise, on beş sene mürûr ettikten sonra istimâ’ olunmaz. Ve eğer akarât-ı mevkûfede ise, mütevellinin
















anları, otuz altı seneye kadar da’vâya salâhiyeti vardır.
   On sene mürûrundan sonra, arâzi-i mîriyye da’vâları istimâ’ olunmadığı gibi, arâzi-i mîriyyedeki tarîk-i hâss ve mesîl ve hakk-ı şirb da’vâları dahi, on sene terk olunduktan sonra istimâ’ olunmaz.”

Madde   : 1663

   “Bu babda muteber, yani da’vânın istimâ’ına mâni’ olan mürûr-ı zaman, ancak bilâ-özr vâki’ olan mürûr-ı zamandır.
   Yoksa, müddeînin vasîsi bulunsun bulunmasın, sagîr ya mecnûn ya ma’tûh olması, yahut müddet-i sefer olan âhar diyarda bulunması, veyahut hasmının mütegallibeden olması gibi, i’zâr-ı şer’iyyeden böyle mürûr eden zama’na i’tibar olunmaz. Binaen aleyh, mürûr-ı zamanın mebdei, özrün zevâl ve indifâ’ı târihinden itibar olunur.”
   Meselâ bir kimsenin, hal-i sıgarınde geçen zamana i’tibar olunmayıp, mürûr-ı zaman ancak hadd-i büluğa vâsıl olduğu târihinden muteberdir.
   Kezâlik, bir kimsenin mütegallibeden biriyle da’vâsı olup da, hasmının tagallübü mümted olarak da’vâ edemediğinden mürûr-ı zaman bulunsa, ol da’vâsının istimâ’ına mânî’ olmaz. Mürûr-ı zaman ancak tagallübün zevâli târihinden muteberdir.

Madde   : 1664

   “Müddet-i sefer, seyr-i mu’tedil ile üç günlük, yani on sekiz saatlık mesâfedir.”










Madde   : 1665

   “Beynlerinde, müddet-i sefer olan iki belde sakinlerinden birisi, birkaç senede bir kere, bir beldede birleşip yekdiğeriyle muhâkemeleri kaabil iken, birbirinden bir şey da’vâ etmeyerek, bu vechile mürûr-ı zaman bulunduktan sonra, müddet-i mürûrdan mukaddem târih ile, birinin diğerinden da’vâsı istimâ’ olunmaz.”

Madde   : 1666

   “Bir kimse, bir hususu huzûr-ı hâkimde, diğer kimesneden birkaç senede bir kere da’vâ edip, ancak fasl-ı da’vâ edilemeyerek bu vechile on beş sene mürûr etse, da’vânın istimâ’ına mân’i olmaz. Amma, huzûr-ı hâkimde olmayan iddiâ ve mutâlebe, mürûr-ı zamanı def’ edemez.
   Binaenaleyh bir kimse, bir hususu meclis-i hâkimin gayri yerlerde iddiâ ve mutâlebe ederek, bu vechile mürûr-ı zaman bulunsa, müddeînin da’vâsı istimâ’ olunmaz.”

Madde   : 1667

   “Mürûr-ı zaman, müddeî, müddeâ bihi iddiâya salâhiyyet geldiği târihten i’tibar olunur.”
   Binaenaleyh, deyn-i müecceli da’vâda mürûr-ı zaman, ancak hulûl-i  ecelden muteber




















olur. Zira kable hulûlü’l-ecel, müddeînin ol deyni da’vâ ve mutâlebeye salâhiyyeti yoktur.
   Meselâ bir kimse, diğer bir kimseden “bundan on beş sene mukaddem, semeni üç sene müeccel olmak üzre sana bey’ eylediğim falan şey semeninden, sende şu kadar kuruş alacağım vardır” diye da’vâ eylese istimâ’ olur.
   Zira, hulûlü’l-ecelden itibaren, ancak on iki sene geçmiş olur.
   Kezâlik, batnen  ba’de batnin evlâda meşrût vakfa dair, batn-ı sânîde bulunan evlâdın da’vâlarına mürûr-ı zaman ancak, batn-i evvelin inkirâzı târihinden muteberdir. Zira batn-ı evvel mevcud iken, batn-ı sânînin da’vâya salâhiyyeti yoktur.
   Ve kezâlik, mehr-i müeccel da’vâsında, mürûr-ı zamanın mebdei, vakt-i talâktan yahut, ehad-ı zevceynin vefatı târihinden itibar olur. Zira mehr-i müeccel, ya talâk yahut vefat ile muaccel olunur.

Madde   : 1668

   “Müflis olan kimseden alacak da’vâsında mürûr-ı zaman, ancak iflâsın zevâli târihinden muteberdir.”
   Meselâ, on beş seneden beri mütemâdiyen müflis olup, henüz kesb-i yesâr eylediği mütehakkık olan bir kimseden, diğer kimesne “on beş sene mukaddem zimmetinde falan cihetten şu kadar kuruş alacağım var idi, ol târihten beri müflis olduğun cihetle da’vâ edemedim, şimdi edâ-i deyne iktidârın olmakla da’vâ ederim” dese, istimâ’ olunur.

Madde   : 1669

   “Bir kimse bir da’vâyı, berveçh-i bâlâ bilâ-özr terk ederek mürûr-ı zaman bulunsa ol da’vâ, hayatında kendisinden istimâ’







olunmadığı gibi, vefatında vârisinden dahi istimâ’ olunmaz.”

Madde   : 1670

   “Bir da’vâyı, bir müddet mûris ve bir müddet vâris terk edip de, iki müddetin mecmûu mürûr-ı zaman haddine bâliğ olursa, artık istimâ’ olunmaz.”
 
Madde   : 1671

   “Bâyi’ ile müşteri ve vâhib ile mevhûbün leh mûris ile vâris gibidir.”
   Meselâ, bir kimse bir arsaya on beş sene mutasarrıf olup, ol arsanın ittisâlinde hanesi olan kimse, bu müddet sükût ettikten sonra ol haneyi âhara bey’ ettikde, müşteri “ol arsa işbu iştirâ’ ettiğim hanenin tarîk-i hâssıdır” diye da’vâ eylese, mesmû’ olmaz.
   Kezâlik, bir müddet bâyi’ ve bir müddet müşteri sükût edip de, iki müddet mecmûu, mürûr-ı zaman haddine bâliğ olsa, müşterinin da’vâsı istimâ’ olunmaz.

Madde   : 1672

   “Müteveffânın diğerinde olan bir malını da’vâda, veresesinden bazıları hakkında mürûr-ı zaman bulunmuşken, diğer bazısı hakkında sıgar gibi bir özür ile, mürûr-ı zaman bulunmadığına mebnî, ol malı da’vâ ve isbat ettikde, müddeâ bihde olan hissesi kendisine hükmolunur ve bu hüküm sair vereseye sirâyet etmez.”

















Madde   : 1673

   “Bir kimse, bir akarda müste’cir olduğunu mukırr iken, on beş seneden ziyade zaman mürûr etmekle, ana mâlik olamaz. Amma inkâr edip de, mâlik dahi “ol akar benim mülkümdür, şu kadar sene mukaddem sana îcâr etmiştim daimâ ücretini kabz ederim” diye da’vâ ettikde nazar olunur:
   Eğer îcârı, beyne’n-nas ma’rûf ise, da’vâsı istimâ’ olunur, değil ise istimâ’ olunmaz.”

Madde   : 1674

   “Tekaddüm-i zaman ile, hak sâkıt olmaz.
Binaenaleyh, mürûr-ı zaman bulunan bir da’vâda, müdeâ aleyh huzûr-ı hâkimde, müddeînin da’vâsı vechile, halen kendisinde hakkı olduğunu, sarâhaten ikrâr ve i’tiraf ediverir ise, mürûr-ı zamana i’tibar olunmayıp, müddeâ aleyhin ikrârı mûcibince hükm olunur.
   Amma müddeâ aleyh, huzûr-ı hâkimde ikrâr etmeyip de, müddeî anın diğer mahalde ikrâr etmiş olduğunu da’vâ ederse, müddeînin asıl da’vâsı istimâ’ olunmadığı gibi ikrâr da’vâsı dahi istimâ’ olunmaz. 
   Fakat da’vâ olunan ikrâr, mukaddemâ müddeâ aleyhin ma’rûf olan hatt veya hatemini hâvî bir senede rapt olunup da, ol









senedin târihinden vakt-i da’vâya kadar mürûr-ı zaman müddeti bulunmamış ise, o sûrette ikrâr da’vâsı istimâ’ olunur.”

Madde   : 1675

   “Tarîk-i âmm ve nehir ve mera gibi menâfii umûma âid olan yerlerin da’vâsında, mürûr-ı zama’na i’tibar olunmaz.”
   Meselâ, bir karyeye mahsûs olan merayı bir kimse bilâ-nizâ’ elli sene zapt ve tasarruf ettikten sonra, karyesi ahâlisi ol merayı andan da’vâ etseler, istimâ’ olunur.


    İrâde-i seniyye târihi    fî    9   Cumâdeluhrâ sene 1293



An Âzâ-yı Şûrâ-yı Devlet   Emînü’l-fetvâ      Nâzır-ı Adliyye
         Seyfeddin         Es-seyyid Halil      Ahmed Cevdet




Reîs-i Sânî Mahkeme-i Temyiz An Âzâ-i Meclis-i Tedkikat-ı Şer’iyye
Es-seyyid Ahmed Hilmi         Es-seyyid Ahmed Hulûsi



Reîsü’l-müsevvidîn       An Âzâ-i Meclis-i Tedkikat-ı Şer’iyye
       Ömer Hilmi               Ahmed Halid
   

İ’lâmât Mümeyyiz-i Mu’âvini
Abdüsettar

Çevrimdışı tahavi1

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 6
Ynt: Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye
« Yanıtla #19 : 11 Ağustos 2011, 17:27:21 »
selam,
bu mecellenin PDF sekli bir kitabi yapildi mi acaba??
selametle.