BÂB-I RÂBİ’
İKRÂR Bİ’L-KİTÂBE BEYANINDADIR
Madde : 1606
“Kitâbetle, yani yazı ile ikrâr, lisan ile ikrâr gibidir.” (69. maddeye bak)
Madde : 1607
“Bir kimsenin, kendi ikrârını yazmak üzre âhara emr etmesi, hükmen ikrârdır.”
Binaenaleyh, “falan kimseye şu kadar kuruş borcum olduğuna dair bir sened yaz” diye kâtibe emrederek yazdırıp da, imza eylemiş yahut mühürlemiş olduğu sened, kendi hatt-ı destiyle olan sened gibi, ikrâr bi’l-kitâbe kaabilindendir.
Madde : 1608
“Tüccârın, mu’teddün bih olan defterlerindeki kuyûdu dahi, ikrâr bi’l-kitâbe kaabilindendir.”
Meselâ, bir tâcir bir kimseye, şu kadar kuruş borcu olduğunu kendi defterine kayd etmiş olsa, ol kimseye ol kadar borç ikrâr etmiş olup, lede’l-hâce ikrâr-ı şifâhîsi gibi, muteber ve mer’î olur.
Madde : 1609
“Bir kimse kendisi yazıp, yahut bir kâtibe yazdırıp da, mümza yahut mahtûm olarak, âhara vermiş olduğu deyn senedi, eğer mersûm ise, yani resm ü âdete muvâfık olarak yazılmış ise, ikrâr bi’l-kitâbe olup, takrir-i şifâhîsi gibi muteber ve mer’î olur.
Ber-mu’tâd verilegelen vusuller, yani makbuz ilmühaberleri dahi bu kaabildendir.”
Madde : 1610
“Bir kimse, berveçh-i bâlâ mersûm olarak yazıp, yahut yazdırıp da, mümza yahut mahtûm olarak vermiş olduğu deyn senedi, kendisinin olduğunu mu’terif iken, hâvî olduğu borcu inkâr etse, inkârına itibar olunmayıp, ol borcu îfâ eylemesi lâzım gelir. Amma sened kendisinin olduğunu inkâr ettiği takdirde, eğer hatt ya hatemi meşhûr ve müteârif ise, inkârına i’tibar olunmayıp, ol sened ile amel olunur.
Ve eğer, hatt ve hatemi meşhûr ve müte’âref değil ise, istiktâb olunarak ehl-i hibreye gösterilir. Anlar “ikisi de bir şahsın yazısıdır” diye haber verirler ise, deyn-i mezkûrü vermek üzre ol kimseye emr olunur.
Elhasıl sened eğer şâibe-i tezvîr ve şüphe-i tasnî’den berî olur ise, anınla amel olunur.
Amma, şüpheden berî olmadığı takdirde, medyûn ol sened kendi senedi olduğunu inkâr eylediği gibi, asıl deyni dahi münkir ise, deyni olmayıp sened dahi kendisinin olmadığına, müddeînin talebiyle tahlîf olunur.”
Madde : 1611
“Berveçh-i bâlâ, bir kimse mersûm olarak, deyn senedi verdikten sonra fevt olsa, vârisleri o sened, müteveffânın olduğunu mu’terîf oldukları halde, ol deyni tereke-i müteveffâdan îfâ eylemeleri lâzım gelir.
Amma ol sened, müteveffânın olduğunu inkâr ettikleri takdirde, eğer müteveffânın hatt ve hatemi meşhûr ve müte’âref ise, ol sened ile amel olunur.”
Madde : 1612
“Vefat eden bir kimsenin terekesinden, nukûd ile memlû bir kese zuhur edip, üzerinde “bu kese falan kimsenin malıdır, benim yedimde emanettir” diye müteveffânın hattıyla muharrer bir yafta bulunsa, ol kimse ol keseyi, tereke-i müteveffâdan ahz eder. Diğer vechile isbata muhtac olmaz.
İrâde-i seniyye târihi fî 9 Cumâdelûlâ sene 1291
An Âzâ-i Şurâ-yı Devlet Emînü’l-fetvâ Nâzır-ı Adliyye
Seyfeddin
Es-seyyid Halil Ahmed Cevdet
Reîs-i Sânî Mahkeme-i TemyizAn Âzâ-i Meclis-i Tedkikat-ı Şer’iyye
Es-seyyid Ahmed Hilmi Es-seyyid Ahmed Hulûsi
İ’lâmât Mümeyyizi Mu’âvini
Abdüsettar
KİTÂBÜ’D-DA’VÂ
SÛRET-İ HATT-I HÜMÂYÛN
MÛCEBİNCE AMEL OLUNA
KİTÂB-I RÂBİ’AŞER
DA’VÂ HAKKINDA OLUP BİR MUKADDEME İLE İKİ BÂB-I MÜŞTEMİLDİR
MUKADDEME
BAZI ISTILÂHÂT-I FIKHİYYE BEYANINDADIR
Madde : 1613
“Da’vâ : Bir kimse, diğer kimesneden, huzûr-ı hâkimde hakkını taleb etmektir.
Ol kimseye “müddeî” ve ol kimesneye “müddeâ aleyh” denilir.”
Madde : 1614
“Müddeâ : Müddeînin da’vâ eylediği şeydir ki, “müddeâ bih” dahi denilir.”
Madde : 1615
“Tenâkuz : Müddeîden, kendi da’vâsına münâkız, yani da’vâsının butlânını mûcib bir söz sebkat eylemiş olmaktır.”
BÂB-I EVVEL
DA’VÂNIN ŞURÛT VE AHKÂMINA VE DEF’-İ DA’VÂYA DAİR OLUP DÖRT FASLI HÂVÎDİR
FASL-I EVVEL
DA’VÂNIN ŞURÛT-I SIHHATİ BEYANINDADIR
Madde : 1616
“Müddeî ve müddeâ aleyhin, âkil olmaları şarttır.
Mecnûnun ve sâb-i gayri mümeyyizin da’vâları sahih değildir.
Fakat, velîleri ve vasîleri bi’l-velâye ve bi’l-vesâye anların yerine müddeî ve müddeâ aleyh olurlar.”
Madde : 1617
“Müddeâ aleyhin, ma’lûm olması şarttır.”
Binaenaleyh, müddeî “filan karye ahalisinden lâaletta’yin birinde yahut bir kaçında şu kadar kuruş alacağım var” dese, sahih olmaz. Müddeâ aleyhi ta’yin eylemek lâzım gelir.
Madde : 1618
“Hîn-i da’vâda, hasmın huzûru şarttır. Ve müddeâ aleyh, mahkemeye gelmekten ve vekil göndermekten imtina’ eylediği takdirde, olunacak muâmmele kitâb-ı kazâda beyan kılınacaktır.”
Madde : 1619
“Müddeâ bihin, ma’lûm olması şarttır. Mechûl olur ise, da’vâ sahih olmaz.”
Madde : 1620
“Müddeâ bihin ma’lûmiyyeti, işaret ile yahut, vasf ve ta’rif iledir.
Şöyle ki, ayn menkul olduğu takdirde, meclis-i muhâkemede hazır ise, ana işaret kâfidir. Ve hazır değil ise, vasf ve ta’rif ve kıymeti beyan ile ma’lûm olur. Ve akar olduğu takdirde, hududunun beyanıyla ta’yin olunur.
Ve deyn ise, cins ve nevi’ ve vasıf ve mikdarı beyan olunmak lâzım gelir. Nitekim mevâdd-ı âtiyeden muttazıh olur.”
Madde : 1621
“Müddeâ bih, ayn-ı menkul olduğu halde, hazır bi’l-meclis ise, müddeî ana eliyle işaret ederek “işte bu benimdir, bu adam ana
bigayr-i hak vaz’-ı yed ediyor, alıverilmesini taleb ederim” diye da’vâ eder ve eğer hazır bi’l-meclis olmayıp, ancak masrafsız celb ve ihzârı mümkün ise, da’vâda ve şehadet veyahut yeminde, ana böylece işaret olunmak üzre meclis-i hükme getirilir. Eğer masrafsız ihzârı mümkün değil ise, müddeî anın ta’rif ve kıymetini beyan eyler.
Fakat gasb ve rehin da’vâlarında, kıymetinin beyanı lâzım gelmez.”
Meselâ “bir zümrüd yüzüğümü gasb etti” dese ve kıymetini beyan etmese ve hatta “kıymetini bilmem” dese bile da’vâsı sahih olur.
Madde : 1622
“Müddeâ bih, eğer cins ve nevi’ ve vasıfları muhtelif a’yân ise, cümlesinin mecmû’-ı kıymetini zikretmek kâfi olur. Her birinin başka başka kıymetlerini ta’yin etmek lâzım gelmez.”
Madde : 1623
“Müddeâ bih, akar ise, hîn-i da’vâ ve şehadette beldesi ve karyesi veya mahallesi ve sokağı ve hudud-ı erbaası yahut sülüsesi ve hududunun sahipleri var ise, anların ve baba ve dedelerinin isimleri zikrolunmak lâzımdır. Fakat meşhûr ve ma’rûf olan adamın, yalnız isim ve şöhretini zikretmek kâfidir. Baba ve dedesinin isimlerini zikre hâcet yoktur.
Kezâlik, ol akar eğer şöhretine mebnî tahdidden müstağni ise, gerek da’vâda ve gerek şehadette hududunun beyanı şart değildir.
Ve bir de, müddeî eğer “şu senedde hududu muharrer olan akar benim mülkümdür” diye da’vâ eder ise, sahih olur.”
Madde : 1624
“Müddeî, hududun beyanında isâbet edip de, akarın mikdar-ı zirâ’ veya dönümünü eksik ya ziyade söylese, da’vâsının sıhhatine mâni’ olmaz.”
Madde : 1625
“Akarın semenini da’vâda, hududunun beyanı şart değildir.”
Madde : 1626
“Müddeâ bih deyn ise, müddeî anın cins ve nevi’ ve vasıf ve mikdarını beyan eylemesi lâzımdır.”
Meselâ, altun ya gümüş diye, cinsini ve Osmanlı sikkesi diye, yahut İngiliz sikkesi diye, nev’ini ve sikke-i hâlisa yahut sikke-i mağşûşe diye, vasfnı ve ne mikdar olduğunu beyan eylemesi lâzımdır. Fakat alel-ıtlak, şu kadar kuruş diye iddia etse, da’vâsı sahih ve örf-i beldece ma’hûd olan kuruşa masruf olur. Ve iki türlü kuruş müte’âref olduğu halde, birinin revaç ve i’tibarı daha ziyade olsa, ednâsına sarf olunur. Nitekim, şu kadar adet beşlik diye da’vâ etse, fî zamâninâ meskûkât-ı mağşûşeden olan, kara beşliğe masruf olur.
Madde : 1627
“Müddeâ bih, ayn olduğu takdirde, sebeb-i mülkiyyet beyan olunmak lâzım gelmeyip, belki “bu mal benimdir” diye mülk-i mutlak da’vâsı sahih olur.
Amma deyn olduğu takdirde, sebeb ve ciheti, yani semen-i mebî midir, yoksa ücret midir ve yahut âhar cihetten dolayı mı bir borçtur, elhasıl ne cihetten dolayı deyn olduğu suâl olunur.”
Madde : 1628
“İkrârın hükmü, mukarrün bihin zuhurudur. Yoksa bidâyet-i hudûsü değildir. Bu cihetle ikrâr, sebeb-i mülk olamaz. Binaenaleyh, müddeî mücerred, müddeâ aleyhin ikrârını sebeb tutarak, andan bir şey da’vâ etse, istimâ’ olunmaz.”
Meselâ, müddeî “bu mal benimdir ve anın zilyedi olan şu adam dahi benim olduğunu ikrâr etmişti” diye da’vâ etse, istimâ’ olunur. Amma “bu mal benimdir zirâ anın zilyedi olan şu adam, benim olduğunu ikrâr etmişti” diye da’vâ etse istimâ’ olunmaz. Kezâlik, müddeî cihet-i karzdan dolayı “şu adamda bu kadar kuruş alacağım vardır, hatta kendisi dahi bu cihetten dolayı, o kadar kuruş borcu olduğunu ikrâr etmişti” diye da’vâ etse mesmû’ olur. Amma “şu adam bana cihet-i karzdan dolayı bu kadar kuruş borcu olduğunu ikrâr
etmiş olduğu için, anda bu kadar kuruş hakkım vardır isterim” diye da’vâ eylese mesmû’ olmaz.
Madde : 1629
“Müddeâ bihin, muhtemelü’s-sübût olması şarttır.
Binaenaleyh, aklen ya âdeten vücûdu muhal olan şeyi, iddiâ sahih olmaz.”
Meselâ, bir kimse kendisinden sinnen büyük, yahut nesebi ma’rûf olan kimse hakkında “bu benim oğlumdur” diye iddiâ etse, da’vâsı sahih değildir.
Madde : 1630
“Da’vânın sübûtü takdirinde, müddeâ aleyhin bir şey ile mahkûm ve mülzem olması şarttır.”
Meselâ, bir kimse diğer kimseye bir şey iâre ettikde, diğer bir şahıs çıkıp da, “ben anın müteallikatındanım bana iâre etsin” diye da’vâ etse, sahih olmaz. Kezâlik bir kimse, diğer kimesneyi bir hususa tevkîl ettikde, diğer bir şahıs çıkıp da, “ben anın komşususyum anın vekâletine daha münâsibim” diye da’vâ etse sahih olmaz. Zirâ herkes malını dilediğine iâre ve dilediğini umûruna tevkîl edebileceğinden, bu da’vâlar sâbit olduğu takdirde, müddeâ aleyh hakkında hiçbir hüküm terettüb etmez.
FASL-I SÂNÎ
DEF’-İ DA’VÂ HAKKINDADIR
Madde : 1631
“Def’: Müddeâ aleyh tarafından müddeînin da’vâsını def’ edecek
bir da’vâ dermeyân olunmaktır.”
Meselâ, bir kimse cihet-i karzdan dolayı şu kadar kuruş da’vâ ettikde, müddeâ aleyh “ben anı edâ etmiştim” yahut “sen beni andan ibrâ etmiştin” veyahut “biz sulh olmuş idik” yahut “bu meblağ karz değildir, belki sana satmış olduğum falan malın semenidir” veyahut “falan kimsede alacağım olan ol mikdar kuruşu sana havâle etmekle, sen dahi bana ol meblağı vermiştin” dese, müddeînin da’vâsını def’ eylemiş olur.
Keza, bir kimse diğer kimseden “falanın zimmetinde alacağım olan şu kadar kuruşa sen kefil olmuştun” diye da’vâ ettikde, ol kimse medyûnun, meblağ-ı mezbûru edâ eylemiş idüğünü iddiâ etse, müddeînin da’vâsının def’ etmiş olur.
Ve kezâ, bir kimse diğer kimsenin yedinde bulunan bir malı benimdir diye da’vâ ettikde, ol kimse ana “bundan mukaddem falan adam ol malı benden da’vâ ettikde, sen anın da’vâsına şehadet etmiştin” diye iddiâ eylese müddeînin da’vâsını def’ eylemiş olur.
Kezâlik bir kimse, bir müteveffânın terekesinden, şu kadar kuruş alacak da’vâ ve vârisin inkârı üzerine, bu da’vâsını isbat ettikten sonra, müteveffânın hâl-i hayatında, ol deyni edâ eylemiş olduğunu vârisi iddiâ eylese, müddeînin da’vâsını def’ etmiş olur.
Madde : 1632
“Def’-i da’vâ eden kimse, def’ini isbat ettikde, müddeînin da’vâsı mündefi’ olur ve isbat edemediği takdirde, anın talebiyle asıl müddeî tahlîf olunur.
Müddeî yeminden nükûl eder ise, müddeâ aleyhin def’i sâbitolur. Ve eğer müddeî yemin eder ise, kendisinin asıl da’vâsı avdet eder.”
Madde : 1633
“Bir kimse, diğer kimseden şu kadar kuruş alacak da’vâ edip de, müddeî aleyh dahi “ben seni bu meblağ ile falanın üzerine hâvale edip, her biriniz dahi ol hâvaleyi kabul etmiş idiniz” diye iddiâ ve bunu muhâlün aleyh dahi hazır olduğu halde isbat eylese, müddeîyi def’ ile mutâlebeden halâs olur. Ve eğer muhâlün aleyh hazır değil ise, anın huzûruna kadar mevkûfen müddeîyi def’ eylemiş olur.”
FASL-I SÂLİS
HASM OLUP OLMAYANLAR BEYANINDADIR
Madde : 1634
“Bir kimse, bir şeyi da’vâ ettikde, eğer müddeâ aleyhin ikrârı takdirinde, anın ikrârı üzerine, bir hüküm terettüb eder ise, inkârıyla da’vâda ve ikaame-i beyyinede hasm olur.
Ve eğer, müddeâ aleyhin ikrârı takdirinde, bir hüküm terettüb etmez ise, inkârıyla hasm olmaz.”
Meselâ, esnaftan biri gelip de, bir zattan “senin resûlün falan benden şu malı aldı, semenini ver” diye da’vâ ettikde, ol zat ikrâr etse,
semen-i mebî’i def’ ve teslime mecbur olduğu cihetle, inkâr ettiği sûrette dahi, müddeîye hasm olur. Ol halde müddeînin da’vâsı ve beyyinesi istimâ’ olunur. Amma, müddeî “senin şirâya vekilin olan kimse aldı” diye da’vâ ettikde, müddeâ aleyhi ikrâr etse, semen-i mebî’i müddeîye def’ ve teslime mecbur olmadığı cihetle, inkâr ettiği sûrette müddeîye hasm olmaz.
“Ol halde, müddeînin da’vâsı istimâ’ olunmaz.
Velî ve vasî ve mütevelli, bu kaaideden müstesnâdır. Şöyle ki, bir kimse, mal-i yetimi yahut mal-i vakfı “mülkümdür” diye da’vâ ettikde, velînin ya vasînin yahut mütevellinin ikrârları nâfiz olmadığından, üzerine bir hüküm terettüb etmez. Amma inkârları sahih olup, anın üzerine müddeînin da’vâ ve beyyinesi istimâ’ olunur. Şu kadar var ki, velî ve vasî ve mütevelliden sâdır olan bir akd üzerine da’vâ olunduğu halde, ikrârları dahi muteber olur.”
Meselâ, müsevveg-i şer’iyyeye binaen bir sagîrin malını velîsi satıp da, ana dair müşteri tarafından bir da’vâ vukû bulsa, velînin ikrârı muteber olur.
Madde : 1635
“Da’vâ-yı aynda, hasm ancak zilyeddir.”
Meselâ, bir kimse diğer kimsenin atını gasb ile, âhar bir şahsa bey’ ve teslim edip de, ol kimse atını istirdad etmek istedikde ancak
zilyedden da’vâ eder. Amma, o atın kıymetini tazmin ettirmek istedikde, gâsıbdan da’vâ eder.
Madde : 1636
“Bir kimse, mal-i müşterâya müstahak çıkıp da, anı da’vâ ettikde nazar olunur:
Eğer müşteri, ol malı kabzetmiş ise, hîn-i da’vâ ve şehadette hasm yalnız müşteridir. Bâyi’in huzûru şart değildir. Ve eğer müşteri, ol malı henüz bâyi’den kabz etmemiş ise, müşteri malın ve bâyi’ zilyed olmak hasebiyle, hîn-i da’vâ ve şehadette ikisinin dahi huzûru lâzımdır.”
Madde : 1637
“Vedîayı, vedî’den ve müsteârı, müsteîrden ve me’cûru, müste’cirden ve merhûnü, mürtehinden da’vâ vaktinde, vedî’ ile m ve müsteîr ile muîrin ve müste’cir ile mûcirin ve mürtehin ile râhinin birlikte hazır bulunmaları şarttır. Fakat vedîa veya müste’âr veya me’cûr veyahut merhûn gasb olunsa, yalnız vedî’ ve müsteîr ve müste’cir ve mürtehin anları gâsıbdan da’vâ edebilir, mâlikin huzûru lâzım gelmez. Ve bunlar hazır oldukça, yalnız mâlik anları da’vâ edemez.”
Madde : 1638
“Vedî’, müşteriye hasm olmaz.”
Şöyle ki, bir kimesne diğer kimsenin yedinde olan hane için “ben bu haneyi falan şahıstan şu kadar kuruşa satın aldım, anı bana teslim et” diye da’vâ ettikde, ol kimse “bu haneyi bana ol şahıs îdâ’ ve teslim etti” dese, müddeînin husûmeti mündefî’ olur. Ol şahsın îdâ’ ını isbata hâcet yoktur. Fakat, müddeî dahi filvâki “ol şahıs bu haneyi sana îdâ’ etmişti, lâkin sonra bana sattı ve senden kabz ve teslime beni tevkîl etti” deyip de, ol şahsın bey’ ve tevkîlini isbat ederse, ol haneyi vedî’den ahzeder.
Madde : 1639
“Vedî’ mûdi’in dâinine hasm olmaz.”
Binaenaleyh, dâin müveddîde olan alacağını vedî’in muvâcehesinde isbat edip de, andaki vedîadan istîfâ-yı deyn edemez. Fakat (799. maddede) beyan olunduğu üzre, gâibin üzerine nafakası vâcib olan kişi nafakasını gâibin emanet akçesinden almak üzre vedî’den da’vâ edebilir.
Madde : 1640
“Dâine, medyûnun medyûnu hasm olmaz.”
Binaenaleyh, bir kimse müteveffâda olan alacağını, müteveffânın medyûnu muvâcehesinde isbat edip de, andan istîfâ edemez.
Madde : 1641
“Bâyi’a, müşterinin müşterisi hasm olmaz.”
“Meselâ, bir kimse bir malı, diğer kimesneye bey’ ve o dahi anı kabz ile, âhar şahsa bey’ ve teslim ettikten sonra, “müşteri-i evvel ol malı semenini edâ etmeksizin kabz etmişti, anın semenini ver” yahut “semenin istîfâsına kadar habs etmek üzre, anı bana ver” diye bâyi’in müşteri-i sânîden da’vâsı istimâ’ olunmaz.
Madde : 1642
“Müteveffânın lehine ve aleyhine olan da’vâda, yalnız vereseden birisi hasm olabilir.
Fakat, terekeden bir aynı da’vâda, ol ayn vereseden kimin yedinde ise hasm olur. Zilyed olmayan vâris, hasm olamaz.”
Meselâ, müteveffânın bir kimesnede olan alacağını, vereseden yalnız biri da’vâ edebilir. Ve ba’de’s-sübût ol alacağın mecmûu cümle verese için hüküm olunur. Fakat müddeî olan vâris, andan yalnız kendi hissesini kabz eder, sair veresenin hissesini kabz edemez.
Kezâlik, bir kimse terekeden deyn da’vâ edecek oldukda, vereseden yalnız birisinin huzûrunda da’vâ edebilir. Gerek ol vâris yedinde, terekeden mal bulunsun ve gerek bulunmasın. Ve böyle yalnız bir vârisin huzûrunda, da’vâ-yı deyn edip de, ol vâris dahi deyni ikrâr ettiği takdirde, deyni anın hissesine ne kadar isâbet ederse yalnız ol mikdarı vermek üzre emr olunur. Ve anın ikrârı, sair vereseye sirâyet etmez. Ve eğer ikrâr etmeyip de, müddeî yalnız ol vârisin huzûrunda da’vâsını isbat ederse, cümle verese aleyhine hüküm olunur, ve müddeî ol vecihle, mahkûmün bih olan deyni terekeden
alacak oldukda, sair verese müddeîye “ol deyni tekrar bizim huzûrumuzda isbat et” diyemezler. Fakat müddeînin da’vâsına def’a salâhiyetleri vardır. Amma, kable’l-kısme müteveffânın terekesinden olan ve fakat vereseden birinin yedinde bulunan bir atı, bir kimse “benim malım olup, müteveffâya îdâ’ etmiştim” diye da’vâ edecek oldukda, hasm ancak zilyed olan vâristir. Diğer vereseden da’vâ etse istimâ’ olunmaz. Ve zilyedden da’vâ edip de anın ikrârıyla hükmolunur ise, sair vereseye sirâyet etmez. Anın ikrârı ancak kendi hissesi mikdarınca nâfiz olup, anın ol atda olan hissesi, müddeînin olmak üzre hükmolunur. Ve eğer zilyed olan vâris inkâr edip de, müddeî da’vâsını isbat ederse, mecmû’ verese aleyhine hüküm olunur. (78. maddeye bak)
Madde : 1643
“İrsden gayri bir sebeb-i mülk ile, birkaç kimse beyninde müşterek olan bir ayni da’vâda, şürekâdan biri diğerin hissesinde, müddeîye hasm olamaz.”
Meselâ, şirâ tarîkıyla birkaç kimse beyninde müşterek bir haneyi, bir kimse şürekâdan yalnız biri huzûrunda “mülkümdür” diye da’vâ ve isbat edip de hükmolunsa, hüküm ancak hazır olan şerikin hissesine maksûr olup, sairine sirâyet etmez.
Madde : 1644
“Tarîk-i âmm gibi, menâfi’i umûma âid olan yerlerin da’vâsında, âmmeden yalnız birisi müddeî olup, anın da’vâsı
istimâ’ ile, müddeâ aleyh üzerine hüküm olunabilir.”
Madde : 1645
“Ahâlileri, kavm-i gayr-i mahsûr olan iki karye beyninde, nehir ve mera gibi, menâfi’i müşterek olan şeyler da’vâ sında, tarafeynden bazılarının huzuru kâfidir. Amma ahâlileri kavm-i mahsûr olduğu sûrette, bazılarının huzûru kâfi olmayıp, cümlesinin yahut taraflarından vekillerinin huzuru lâzımdır.”
Madde : 1646
“Yüz neferden ziyade olan karye ahâlisi, kavm-i gayr-i mahsûr addolunur.”
FASL-I RÂBİ’
TENÂKUZ BEYANINDADIR
Madde : 1647
“Tenâkuz, mülkiyyet da’vâsına mâni’ olur.”
Meselâ, bir kimse bir mal iştirâ edip de, yani satın almak isteyip de, ba’dehu ol mal kable’l-iştirâ kendisinin malı idüğünü da’vâ etse, mesmû’ olmaz. Ve kezâ “falan kimsede hiçbir hakkım yoktur” dedikten sonra, ol kimseden bir şey da’vâ etse, mesmû’ olmaz.
Kezâlik, bir kimse diğer kimseden “falan adama vermek üzre sana şu kadar
kuruş vermiştim, sen ana vermeyip yedinde kalmakla, getir ol meblağı ver” diye da’vâ ettikde, müddeâ aleyh inkâr etmekle, müddeî ikaame-i beyyine ettikten sonra, müddeâ aleyh dönüp de “gerçi ol adama vermek üzre bana o kadar kuruş vermiştin, lâkin ben ol meblağı ana teslim eyledim” diye def’-i da’vâ edecek olsa, mesmû’ olmaz.
Ve kezâlik bir kimse, diğerin yedinde olan bir dükkânı “mülkümdür” diye da’vâ ettikde, zilyed “gerçek ol dükkân senin mülkün idi, lâkin falan târihte sen anı bana bey’ etmiştin” diye da’vâ ve müddeî “asla beynimizde bey’ ve şirâ cereyan etmedi” diye külliyyen inkâr etmekle, zilyed da’vâsını isbat ettikten sonra, müddeî dönüp “fi’l-hakika ol dükkânı ol târihte sana bey’ etmiştim, lâkin bu bey’ vefâ, yahut şu makule şart-ı müfsîd ile akd olmuştu” diye da’vâ eylese, istimâ’ olunmaz.
Madde : 1648
“Bir kimse, bir malı diğer kimesnenin olduğunu ikrâr ettikten sonra, “benimdir” diye da’vâ etse, sahih olmadığı gibi, âharın tarafından bi’l-vekâle ve bi’l-vesâye da’vâ etmesi dahi sahih olmaz.”
Madde : 1649
“Bir kimse, diğer kimseyi cemi’ da’vâdan ibrâ ettikten sonra, kendisi için, andan bir mal da’vâ etse sahih olmaz. Amma başkası için bi’l-vekâle yahut bi’l-vesâye da’vâ edebilir.”
Madde : 1650
“Bir kimse, bir malı âhar kimse için da’vâ ettikten sonra, kendisi için da’vâ etse sahih olmaz. Amma kendisi için da’vâ ettikten sonra, bi’l-vekâle âhar kimse için da’vâ edebilir. Zirâ da’vâ vekili bazan mülkü nefsine muzâf kılar. Amma bir kimse, inde’l-husûme kendi mülkünü başkasına muzâf kılmaz.”
Madde : 1651
“Hakk-ı vâhid, iki kişiden ayrı ayrı istîfâ olunamadığı gibi, cihet-i vâhideden dolayı hakk-ı vâhid, iki kişiden iddiâ dahi olunamaz.”
Madde : 1652
“Nasıl ki, mütekellim-i vâhidin da’vâsında tenâkuz bulunur ise, vekil ve müvekkil ve vâris ve mevrûs gibi, mütekellim-i vâhid hükmünde olan iki kimsenin kelâmlarında dahi, tenâkuz tahakkuk eder. Şöyle ki, bir husus hakkında müvekkilden sebk eden da’vâya münâfî, vekili, bir da’vâ dermeyân etse, sahih olmaz.”
Madde : 1653
“Hasmın tasdikiyle, tenâkuz mürtefi’ olur.”
Meselâ, bir kimse cihet-i karzdan olarak, diğer kimseden şu kadar kuruş alacak da’vâ ettikten sonra, meblağ-ı mezbûrun cihet-i kefâletten olduğunu da’vâ edip de, müddeâ aleyh dahi bunu tasdik eylese, tenâkuz mürtefi’ olur.
Madde : 1654
“Hâkimin tekzîbiyle dahi, tenâkuz müretefi’ olur.”
Meselâ, bir kimse diğer kimsenin yedinde olan malı “benimdir” diye da’vâ edip, müddeâ aleyh dahi “ol mal falanın idi ben andan satın aldım” diye inkâr etmekle, müddeî ikaame-i beyyine edip de, hükmolunsa, mahkûmün aleyh, ol malın semeniyle bâyi’ine rücû’ eder. Ve eğerçi, ibtida ol mal bâyi’in idüğünü ikrâr etmesiyle, sonraki rucûu beyninde tenâkuz var ise de, hâkimin hükmüyle bu ikrârı tekzîb olunduğundan, tenâkuz mürtefi’dir.
Madde : 1655
“Mahal-i hafâ olup da, müddeînin ma’zereti zâhir olur ise, tenâkuz ma’füv olur.”
Meselâ, bir kimse bir haneyi istîcar ettilten sonra “ben sagîr iken pederim bu haneyi benim için iştirâ etmiş, hîyn-i istîcarda haberim yok idi” diye mûcirden iddiâ ve bu yolda bir kıt’a sened ibrâz eylese, da’vâsı mesmû’ olur.
Kezâlik, bir kimse bir haneyi istîcar ettikten sonra, vaktiyle ol hane kendisine pederinden irsen intikal etmiş idüğüne vâkıf olup da, mûcirden iddiâ eylese, da’vâsı istimâ’ kılınır.
Madde : 1656
“Taksim-i terekeye ibtîdar, maksûmun müşterek olduğunu ikrârdır.
Binaenaleyh, ba’de’t-taksim maksûmu “benimdir” diye da’vâ etmek tenâkuzdur.”
Meselâ, terekenin taksiminden sonra, vereseden birisi a’yân-ı maksûmeden birini “ben müteveffâdan satın almıştım” yahut “müteveffâ anı hâl-i sıhhatinde bana hibe ve teslim etmişti” diye iddiâ etse, mesmû’ olmaz. Fakat “ben sagîr iken müteveffâ ol malı bana vermiş, vakt-i taksimde bilmiyordum” der ise, ma’zûr ve da’vâsı mesmû’ olur.
Madde : 1657
“Mütenâkız görünen iki kelâmın tevfîki mümkün olup da, müddeî dahi tevfîk eder ise, tenâkuz mürtefi’ olur.”
Meselâ, bir hanede müste’cir olduğunu ikrâr etmiş iken, “bu hane benimdir” diye da’vâ etse, istima’ olunmaz. Amma “müste’cir idim sonra sahibinden satın adım” diye tevfîk eylese da’vâsı istimâ’ olunur.
Kezâlik, bir kimse cihet-i karzdan, ma’lûmü’l-miktâr kuruş da’vâ edip de, müddeâ aleyh dahi “ben senden bir şey almadım ve seninle beynimizde hiçbir muâmele cârî olmamıştır” yahut “ben seni asla tanımam” deyip de, müddeî ikaame-i beyyine ettikten sonra müddeâ aleyh “ben ol meblağı îfâ etmiştim” yahut “sen beni andan ibrâ etmiştin” diye iddiâ eylese tenâkuz olmakla da’vâsı istima’ olunmaz. Amma, müddeînin da’vâ-yı meşrûhası üzerine, müddeâ aleyh “sana hiç borcum yoktur” deyip de, müddeî ikaame-i beyyine ettikten sonra, müddeâ aleyh “evet sana ol kadar borcum var idi, lâkin ben anı sana te’diye etmiştim” yahut “sen beni andan ibrâ etmiştim” diye da’vâ ve isbat eylese, müddeîyi def’ edebilir.
Ve kezâlik, bir kimse diğer kimseden “sende şöyle bir vedîam var idi ver” diye da’vâ ettikde, müddeâ aleyh “sen bana asla bir şey îdâ’ etmedin” diye inkâr edip de, müddeî ikaame-i beyyine ettikten sonra müddeâ aleyh “ben anı sana red ve teslim etmiştim” diye def’ edecek olursa, bu def’i mesmû’ olmayıp, vedîa anın yedinde mevcud ise, müddeî anı aynen aır. Ve müstehlik ise kıymetini tazmin ettirir. Amma, müddeînin da’vâ-yı meşrûhası üzerine müddeâ aleyh “bende senin öyle vedîan yoktur” diye inkâr edip de müddeî ikaame-i beyyine ettikten sonra, müddeâ aleyh “evet öyle bir vedîan var idi, lâkin ben anı sana red ve teslim etmiştim” diye iddîa etse da’vâsı mesmû’ olur.
Madde : 1658
“Bir kimse, bir akdin bâten ve sahihan kendisinden sâdır olduğunu ikrâr ederek, bu ikrârı senede rapt olunduktan sonra, dönüp de ol akdin, vefâen veyahut fâsiden mün’akid olduğunu iddîa etse, da’vâsı mesmû’ olmaz.” (100. maddeye bak)
Meselâ bir kimse, mülk-i menzilini bir kimseye semen-i ma’lûm mukaabilinde bey’ ve teslim ettikten sonra, huzûr-ı hâkime varıp “ben şu hudud ile mahdud olan menzilimi şu kadar kuruş mukaabilinde falan kimseye bey’-i bât-ı sahih ile sattım” diye ikrâr edip de, bu ikrârı senede rapt olunduktan sonra, dönüp de bey’-i mezbûru, vefâ tarîkiyle yahut şu makûle şart-ı müfsid ile akd olunmuştu diye, iddîa eylese da’vâsı mesmû’ olmaz.
Kezâlik, bir kimse diğer kimesne ile olan da’vâsından sulh olarak huzur-ı hâkime varıp da, ol sulhun sahihan akd olunduğunu ikrâr ederek, bu ikrârı senede rapt olunduktan sonra dönüp de sulh-ı mezbûru “şu makûle şart-ı müfsîd ile olmuştu” diye iddîa eylese da’vâsı mesmû’ olmaz.
Madde : 1659
“Bir kimse, bir malı “mülkümdür” diye, diğer kimse huzurunda âhara bey’ ve teslim ettikde, ol kimse görüp de bilâ-özr sükût etmişken sonradan “ol mal benimdir” yahut “anda hissem vardır” diye da’vâ etse nazar olunur: Eğer ol kimse, bâyi’in akâribinden yahut zevc ve zevceden birisi ise, işbu da’vâsı mutlaka istimâ’ olunmaz. Ve eğer ecânibden ise, ol vechile yalnız meclis-i bey’de bulunması da’vâsının istimâ’ına mân’i olmayıp, ancak meclis-i bey’de hazır olduktan başka, müşterinin bir müddet ol mülkte ebniye yapmak yahut yıkmak, ağaç dikmek gibi tasarruf-ı müllâk ile tasarrufunu görüp de, bilâ-özr sükût ettikten sonra berveçh-i bâlâ “benim mülkümdür” yahut “anda hissem vardır” diye da’vâ etse, kezâlik istimâ’ olunmaz.”
BÂB-I SÂNÎ
MÜRÛR-I ZAMAN HAKKINDA
Madde : 1660
“Deyn ve vedîa ve mülk-i akar ve mirâs ve akarât-ı mevkûfede, mukâtaa yahut icâreteyn ile tasarruf ve meşrûta-i tevliyet ve galle da’vâları gibi, asl-ı vakfa ve umûma âid olmayan da’vâlar, on beş sene terk olunduktan sonra, istimâ’ olunmaz.”
Madde : 1661
“Asl-ı vakıf hakkında mütevelli ve mürtezikanın da’vâları, otuz altı seneye kadar istimâ’ olunur.
Amma, otuz altı sene mürûr ettikten sonra, artık istimâ’ olunmaz.”
Meselâ, bir kimse otuz altı sene bir akara mutasarrıf olduktan sonra, bir vakfın mütevellisi ol akara “benim vakfımın müstegallâtındandır” diye da’vâ etse istimâ’ olunmaz.
Madde : 1662
“Tarîk-i hâss ve mesîl ve hakk-ı şirb da’vâları eğer mülk-i akarda ise, on beş sene mürûr ettikten sonra istimâ’ olunmaz. Ve eğer akarât-ı mevkûfede ise, mütevellinin
anları, otuz altı seneye kadar da’vâya salâhiyeti vardır.
On sene mürûrundan sonra, arâzi-i mîriyye da’vâları istimâ’ olunmadığı gibi, arâzi-i mîriyyedeki tarîk-i hâss ve mesîl ve hakk-ı şirb da’vâları dahi, on sene terk olunduktan sonra istimâ’ olunmaz.”
Madde : 1663
“Bu babda muteber, yani da’vânın istimâ’ına mâni’ olan mürûr-ı zaman, ancak bilâ-özr vâki’ olan mürûr-ı zamandır.
Yoksa, müddeînin vasîsi bulunsun bulunmasın, sagîr ya mecnûn ya ma’tûh olması, yahut müddet-i sefer olan âhar diyarda bulunması, veyahut hasmının mütegallibeden olması gibi, i’zâr-ı şer’iyyeden böyle mürûr eden zama’na i’tibar olunmaz. Binaen aleyh, mürûr-ı zamanın mebdei, özrün zevâl ve indifâ’ı târihinden itibar olunur.”
Meselâ bir kimsenin, hal-i sıgarınde geçen zamana i’tibar olunmayıp, mürûr-ı zaman ancak hadd-i büluğa vâsıl olduğu târihinden muteberdir.
Kezâlik, bir kimsenin mütegallibeden biriyle da’vâsı olup da, hasmının tagallübü mümted olarak da’vâ edemediğinden mürûr-ı zaman bulunsa, ol da’vâsının istimâ’ına mânî’ olmaz. Mürûr-ı zaman ancak tagallübün zevâli târihinden muteberdir.
Madde : 1664
“Müddet-i sefer, seyr-i mu’tedil ile üç günlük, yani on sekiz saatlık mesâfedir.”
Madde : 1665
“Beynlerinde, müddet-i sefer olan iki belde sakinlerinden birisi, birkaç senede bir kere, bir beldede birleşip yekdiğeriyle muhâkemeleri kaabil iken, birbirinden bir şey da’vâ etmeyerek, bu vechile mürûr-ı zaman bulunduktan sonra, müddet-i mürûrdan mukaddem târih ile, birinin diğerinden da’vâsı istimâ’ olunmaz.”
Madde : 1666
“Bir kimse, bir hususu huzûr-ı hâkimde, diğer kimesneden birkaç senede bir kere da’vâ edip, ancak fasl-ı da’vâ edilemeyerek bu vechile on beş sene mürûr etse, da’vânın istimâ’ına mân’i olmaz. Amma, huzûr-ı hâkimde olmayan iddiâ ve mutâlebe, mürûr-ı zamanı def’ edemez.
Binaenaleyh bir kimse, bir hususu meclis-i hâkimin gayri yerlerde iddiâ ve mutâlebe ederek, bu vechile mürûr-ı zaman bulunsa, müddeînin da’vâsı istimâ’ olunmaz.”
Madde : 1667
“Mürûr-ı zaman, müddeî, müddeâ bihi iddiâya salâhiyyet geldiği târihten i’tibar olunur.”
Binaenaleyh, deyn-i müecceli da’vâda mürûr-ı zaman, ancak hulûl-i ecelden muteber
olur. Zira kable hulûlü’l-ecel, müddeînin ol deyni da’vâ ve mutâlebeye salâhiyyeti yoktur.
Meselâ bir kimse, diğer bir kimseden “bundan on beş sene mukaddem, semeni üç sene müeccel olmak üzre sana bey’ eylediğim falan şey semeninden, sende şu kadar kuruş alacağım vardır” diye da’vâ eylese istimâ’ olur.
Zira, hulûlü’l-ecelden itibaren, ancak on iki sene geçmiş olur.
Kezâlik, batnen ba’de batnin evlâda meşrût vakfa dair, batn-ı sânîde bulunan evlâdın da’vâlarına mürûr-ı zaman ancak, batn-i evvelin inkirâzı târihinden muteberdir. Zira batn-ı evvel mevcud iken, batn-ı sânînin da’vâya salâhiyyeti yoktur.
Ve kezâlik, mehr-i müeccel da’vâsında, mürûr-ı zamanın mebdei, vakt-i talâktan yahut, ehad-ı zevceynin vefatı târihinden itibar olur. Zira mehr-i müeccel, ya talâk yahut vefat ile muaccel olunur.
Madde : 1668
“Müflis olan kimseden alacak da’vâsında mürûr-ı zaman, ancak iflâsın zevâli târihinden muteberdir.”
Meselâ, on beş seneden beri mütemâdiyen müflis olup, henüz kesb-i yesâr eylediği mütehakkık olan bir kimseden, diğer kimesne “on beş sene mukaddem zimmetinde falan cihetten şu kadar kuruş alacağım var idi, ol târihten beri müflis olduğun cihetle da’vâ edemedim, şimdi edâ-i deyne iktidârın olmakla da’vâ ederim” dese, istimâ’ olunur.
Madde : 1669
“Bir kimse bir da’vâyı, berveçh-i bâlâ bilâ-özr terk ederek mürûr-ı zaman bulunsa ol da’vâ, hayatında kendisinden istimâ’
olunmadığı gibi, vefatında vârisinden dahi istimâ’ olunmaz.”
Madde : 1670
“Bir da’vâyı, bir müddet mûris ve bir müddet vâris terk edip de, iki müddetin mecmûu mürûr-ı zaman haddine bâliğ olursa, artık istimâ’ olunmaz.”
Madde : 1671
“Bâyi’ ile müşteri ve vâhib ile mevhûbün leh mûris ile vâris gibidir.”
Meselâ, bir kimse bir arsaya on beş sene mutasarrıf olup, ol arsanın ittisâlinde hanesi olan kimse, bu müddet sükût ettikten sonra ol haneyi âhara bey’ ettikde, müşteri “ol arsa işbu iştirâ’ ettiğim hanenin tarîk-i hâssıdır” diye da’vâ eylese, mesmû’ olmaz.
Kezâlik, bir müddet bâyi’ ve bir müddet müşteri sükût edip de, iki müddet mecmûu, mürûr-ı zaman haddine bâliğ olsa, müşterinin da’vâsı istimâ’ olunmaz.
Madde : 1672
“Müteveffânın diğerinde olan bir malını da’vâda, veresesinden bazıları hakkında mürûr-ı zaman bulunmuşken, diğer bazısı hakkında sıgar gibi bir özür ile, mürûr-ı zaman bulunmadığına mebnî, ol malı da’vâ ve isbat ettikde, müddeâ bihde olan hissesi kendisine hükmolunur ve bu hüküm sair vereseye sirâyet etmez.”
Madde : 1673
“Bir kimse, bir akarda müste’cir olduğunu mukırr iken, on beş seneden ziyade zaman mürûr etmekle, ana mâlik olamaz. Amma inkâr edip de, mâlik dahi “ol akar benim mülkümdür, şu kadar sene mukaddem sana îcâr etmiştim daimâ ücretini kabz ederim” diye da’vâ ettikde nazar olunur:
Eğer îcârı, beyne’n-nas ma’rûf ise, da’vâsı istimâ’ olunur, değil ise istimâ’ olunmaz.”
Madde : 1674
“Tekaddüm-i zaman ile, hak sâkıt olmaz.
Binaenaleyh, mürûr-ı zaman bulunan bir da’vâda, müdeâ aleyh huzûr-ı hâkimde, müddeînin da’vâsı vechile, halen kendisinde hakkı olduğunu, sarâhaten ikrâr ve i’tiraf ediverir ise, mürûr-ı zamana i’tibar olunmayıp, müddeâ aleyhin ikrârı mûcibince hükm olunur.
Amma müddeâ aleyh, huzûr-ı hâkimde ikrâr etmeyip de, müddeî anın diğer mahalde ikrâr etmiş olduğunu da’vâ ederse, müddeînin asıl da’vâsı istimâ’ olunmadığı gibi ikrâr da’vâsı dahi istimâ’ olunmaz.
Fakat da’vâ olunan ikrâr, mukaddemâ müddeâ aleyhin ma’rûf olan hatt veya hatemini hâvî bir senede rapt olunup da, ol
senedin târihinden vakt-i da’vâya kadar mürûr-ı zaman müddeti bulunmamış ise, o sûrette ikrâr da’vâsı istimâ’ olunur.”
Madde : 1675
“Tarîk-i âmm ve nehir ve mera gibi menâfii umûma âid olan yerlerin da’vâsında, mürûr-ı zama’na i’tibar olunmaz.”
Meselâ, bir karyeye mahsûs olan merayı bir kimse bilâ-nizâ’ elli sene zapt ve tasarruf ettikten sonra, karyesi ahâlisi ol merayı andan da’vâ etseler, istimâ’ olunur.
İrâde-i seniyye târihi fî 9 Cumâdeluhrâ sene 1293
An Âzâ-yı Şûrâ-yı Devlet Emînü’l-fetvâ Nâzır-ı Adliyye
Seyfeddin Es-seyyid Halil Ahmed Cevdet
Reîs-i Sânî Mahkeme-i Temyiz An Âzâ-i Meclis-i Tedkikat-ı Şer’iyye
Es-seyyid Ahmed Hilmi Es-seyyid Ahmed Hulûsi
Reîsü’l-müsevvidîn An Âzâ-i Meclis-i Tedkikat-ı Şer’iyye
Ömer Hilmi Ahmed Halid
İ’lâmât Mümeyyiz-i Mu’âvini
Abdüsettar