Ezan sesiyle gözlerini açan Melek, yanında yatan kızını uyandırmamaya
>dikkat ederek yavaşça kalktı. Bütün gece sıkıntıdan uyuyamamış, ancak
>sabaha karşı biraz dalmıştı. Rüyasında tanımadığı biri sürekli şunları
>söylüyordu: "Boşanmak en sevimsiz helal, harama yakın şiddetli mekruhtur.'
>'Ailede geçimsizlik şiddetlenip boşanmak mecburi bir hâl almadıkça kadın
>kocasından kendisini boşamasını isterse ona cennet kokusu haram olur.'
>Gördüğü rüyanın etkisiyle ter içinde kalmıştı ve sıkıntısının bir kat daha
>arttığını hissediyordu. Sanki bir el var gücüyle yüreğini sıkıyor, nefes
>almasına engel oluyordu.
>Bugün Emre'yle mahkemeleri vardı ve belki de tek celsede boşanacaklardı.
>Dört yaşındaki kızı Sevil'le evden ayrıldıkları gün geldi gözlerinin önüne.
>Son zamanlarda sık sık yaptıkları gibi, o sabah da yine büyük bir kavgaya
>tutuşmuşlar ve Emre'nin kapıyı çarpıp çıkmasının ardından o da birkaç parça
>eşyasını alıp kızıyla kendini dışarı atmıştı. Onların seslerine alt katta
>oturan kayınvalidesi kapıya çıkmış, ne kadar uğraştıysa gitmesine engel
>olamamıştı.
>Şimdi ne olduğunu anlamayan gözlerle kendine bakan kızıyla sokaktaydı ve
>gelinlikle çıktığı baba evine, evini terk eden bir kadın olarak geri
>dönüyordu.
>Ailesi ilk gün hiç soru sormamıştı, üstüne varmak istemiyorlardı. Ama Melek
>belli etmemeye çalışsalar da çok üzüldüklerini anlamıştı.
>Baba evine döndüğü ilk günler 'İyi ki geldim. Emre Bey yokluğumu görsün de
>hatasını anlasın,' diye düşünüp seviniyordu. Ama zamanla için için
>yaptığına pişman olmaya başladı. En çok da hissettiği yalnızlık ve bir yere
>ait olamama duygusu onu sıkıyordu. Burada ailesinin yanındaydı, ama buraya
>ait hissetmiyordu kendini. Sanki biri hayatının amacını elinden çekip almış
>gibiydi. Kızıyla paylaştığı bu küçük oda, gün geçtikçe onu daha çok
>sıkıyor, kendi düzeninin olduğu, akşamları kocasının işten gelmesini
>beklediği evine gitmek istiyordu. Şimdi çekip çevirmek zorunda olduğu bir
>evi, her şeyini paylaştığı bir eşi yoktu. Babası işten geldiğinde sevinçle
>kucağına atlayan kızının gözlerinde gördüğü ışıltı da kaybolmuştu.
>O basit, hiç yoktan sebeplerle hayatı eşine ve kendine zehir ederken bütün
>güzel şeyler elinden birer birer kayıp gitmişti sanki.
>Evleneceği günün sabahı, annesi odasına gelip ona şöyle demişti:
>- Kızım, bugün evlenip baba evinden ayrılıyorsun. Beni iyi dinle. Evlilik;
>sevgiyi, fedakârlığı, sabrı, analık duygusunu, birlikte yaşamanın
>güzelliğini ve inceliğini ve daha pek çok şeyi bir ders gibi öğrenip
>hayatına uygulayacağın bir okul gibidir. Eşinle ve ileride sahip olacağın
>çocuklarınla mutlu bir yuvanın olması sana bağlı. Daha öğrenci bile
>olamadan, bu okulda hükmeden bir müdür olmaya kalkarsan okuldan atılmış bir
>talebe olarak baba evine geri dönersin.
>Melek, o zaman bu öğütleri biraz da evlenmenin heyecanıyla kulak arkası
>etmişti.
>'Annem ne kadar da doğru söylemiş. Ben tam da hükmeden bir müdür gibi
>davrandım. Sanki dünya benim etrafımda dönüyordu. Herkes bana itaat etmek
>zorundaydı. Buna değer miydi?' Şimdi aradan zaman geçip de evliliğine şöyle
>uzaktan baktığında hiç de haklı olmadığını anlıyordu. Emre'nin gece hayatı
>mı vardı? Yok! İçki, kumar ya da başka kadınlar mı? Yok. Dövüp sövüyor
>muydu? Yok. Çevresinde bu durumda olan bazı aileler vardı ve hepsi de
>kadınların aileyi çekip çevirmesiyle sürüp gidiyordu. Yakın akrabasından
>Filiz de o kadınlardan biriydi. Bir gün ona:
>- Filiz Abla, ne çekiyorsun bu çileyi? Bir an önce boşan da kurtul şu
>adamdan, dediğinde:
>- Bu kadar kolay mı Melek? Boşanınca bu çocukların boynunu bir daha nasıl
>doğrulturum? Babaları olan çocukları gördükçe gözlerinde beliren o hüznü, o
>sahipsizliği hangi kurtulma duygusuyla yok edebilirim? demişti.
>Melek, Sevil'in mahzunluğunu gördükçe Filiz'e ve annesine daha çok hak
>veriyordu. Şimdi düşünüyordu da evlendiğinden beri, her şeyi kötü
>tarafından ele almıştı. Kayınvalidesinin fazla ilgisini, oğluna yaranmak
>için gösteriş yapıyor diye algılamış, işten gelirken Emre'nin önce onlara
>uğramasını kıskanıp 'Beni hep ikinci plana atıyor,' diye sinirlenmişti.
>Hatta bu sinirle daha da ileri gidip 'Bu yaşına gelmiş, hâlâ kişiliğini
>bulamamışsın,' diyerek Emre'yi ailesinin etkisinde kalmakla suçlamıştı.
>Emre ilk zamanlarda tartışmanın kavgaya dönmemesi için hep alttan alıyordu.
>Daha sonraları artık o da kendine daha fazla hakim olamayıp ya bağırarak
>karşılık vermeye, ya da kapıyı çarpıp çıkmaya başlamıştı.
>Melek bunları düşünürken bir taraftan da hazırlanmaya çalışıyordu, ama bir
>türlü eli buna varmıyordu. Son zamanlarda sık sık yaptığı gibi yine kendini
>suçlamaya başladı: 'Ben ne yaptım böyle? Zavallı Emre'yi de arada kalmağa
>zorladım. Oysa o ne kadar iyi, ne kadar hoş görülüydü. Bana hep sevgiyle,
>çok iyi davranıyordu ama kıymetini bilemedim. Hep benliğimi ön planda tutup
>herkesi huzursuz ettim. Bugün mahkemede gidip hakimin karşısına çıkacağım.
>Demezler mi adama neyini paylaşamadın da geldin buralara. Şimdi kendi
>evinde eşimle, çocuğumla kahvaltı ediyor olacakken iki ayrı düşman gibi
>hakimin karşısına çıkma için hazırlanıyorum. İleride Sevil 'Babamla neden
>ayrıldınız?' diye sorduğunda bunu ona nasıl açıklayacaksın. Şimdi arasam da
>Emre'ye 'Ben vazgeçtim. Gel bizi al, evimize götür,' desem. Yok, hayır.
>Yapamam. Kahrolası gururum buna engel olur. H em artık o beni ister mi
>bakalım. Ama ister belki. Çünkü baba evine döndüğümün akşamı gelip babamla
>konuşmuştu. Ben hiç yanlarına çıkmayıp odadan dinlemiştim. Kendisine ve
>ailesine kaşrı davranışlarımı hak etmediklerini, ama hâlâ beni sevdiğini,
>ayrılmak istemediğini söylüyordu. Annem, 'Oğlum, karının ilk günden beri
>bizi benimsemediğini hissediyorum. Senin yuvan dağılmasın. Git karınla
>çocuğunu getir, başka bir yerden ev tut,' dedi ama ben 'Hayatta en çok
>değer verdiğim ailemin ve karımın uyum içinde olmalarını istiyorum. Yine de
>dönmek için bunu şart koşarsa ayrı bir ev tutmaya razıyım,' demişti.
>Konuşurken sesinin titrediği anlaşılıyordu. Babam o gidince Emre'nin kızına
>sarılırken ve daha sonra konuşurken sık sık gözlerinin dolduğunu ve
>ağlamamak için kendini zor tuttuğunu söylemişti.
>Emre'ye de ne çok haksızlık ettim. Kendime yenilip ne telefonlarına çıktım,
>ne de eve geldiğinde yanına. İşi daha da ileri götürüp boşanma davası bile
>açtım. Hep burnu biraz daha sürten ben oldum. Meğer o ve ailesi benim için
>ne kadar önemliymiş. Bir gün kayınvalidemi özleyeceğimi söyleseler dünyada
>inanmazdım. Mahkemeye girmeden Emre yanıma gelse ve 'Bizim ne işimiz var
>burada? Hadi Melek evimize dönelim,' dese bir an bile düşünmeden elini
>tutar ve koşa koşa kendi evime dönerim.' Sanki bu düşüncesi gerçek olmuş
>gibi bir an kendi kendine gülümsedi. Daha sonra kızını uyandırmamaya
>çalışarak giyinirken, 'Artık geçmiş ola. Sende bu inat varken daha çok
>beklersin Emre'yi...' diye söylendi. Odadan çıkmadan son bir kez aynaya
>bakıp gözlerinde biriken yaşları sildi. Duyduğu üzüntü ve pişmanlık
>yüzünden belli oluyordu. Yavaşça odadan çıktı. Salona doğru ilerlediğinde
>masada babasının yanında birinin oturduğunu gördü. Arkası dönüktü. Melek
>dikkatle bakınca kalbi bir an yerinden fırlayacakmış gibi atmağa başladı.
>Bu Emre'ydi. Onları almaya mı gelmişti yoksa? 'Allah dualarımı kabul etti.
>Demek Emre bizi almaya gelmiş. O soğuk mahkeme salonuna gitmek yerine,
>kızımla birlikte evime döneceğim. Çok şükür Allahım' diyerek içinden
>şükretmeye başladı. Onu gören babası hiçbir şey olmamış gibi:
>- Melek orada ne dikiliyorsun? Git, Sevil'i de uyandır da gelin hep beraber
>kahvaltı edelim. Emre'yi daha fazla bekletmeyin, dedi.
>O sırada Emre de ayağa kalkmış, gülümseyen gözlerle ona bakıyordu. Her
>hâlinden çok mutlu olduğu anlaşılıyordu. Akşam Melek'in babası aramış ve:
>"- Sabah gel karınla kızını al. Bu mânâsız boşanmanın da bir daha lafı
>edilmesin", demişti. Emre heyecan ve sevinçten sabahı zor etmişti. Şimdi
>buradaydı. Onlar yokken giremediği evine eşi ve çocuğunu götürmek üzere
>gelmişti. Melek hanım da cennet kokusundan mahrum olmamıştı