Çağdaşları Arasımda Mutezilenin Mevkii
Fukahâ ve muhaddisler. Mutezileye şiddetle hücum kampanyası açmışlardı. Mutezile iki kuvvetli düşman arasında kalmıştı.
Bir tarafta zındıklar ve mülhidler, diğer tarafta fukahâ ve muhad-dislcr. Bakarsın, fııkah: sırası düştükçe hemen Mutezileye hücum ederler, îmam Şafiî, Ahmet b. Hanber vesaire kelâm ilmini ve ke-lâmciîar usuliylc ilim tahsil edeni zemmederler. Bundan maksatları Mutezileyi kötülemektir. Acaba fukahânın Mutezileden hoşlanmamalarının sırrı nedir? Bu her iki sınıf da dîne yardım etmek isterken neden böyle oluyor? Halbuki her ikisi de dîni müdafaada ellerinden geleni esirgemiyorlardı. Bence bu düşmanlığın sebeplen dencbiîeck müteaddit şeyler bir araya gelmiş ve bu düşmanlığı körüklemiştir. Onlardan bâzıları şunlardır :
1- Mutezile, dînî ak'idleri anlayışta selef-i sâlİh yolundan ayrıldılar. Allah'ın sıfatlarını bilmek, îman edilmesi gereken akîdele-ri öğrenmek isteyen herkes bunları Kur'ân'dan alırdı, ona baş vururdu. Başka bir şeye bakmazlar ve Kitap'tan başkasına gönülleri yatmazdı. Akaidi Kur'ân-ı Kerîm'in âyetlerinden anlarlardı. Her hangi bir hususta şüpheye düştüler mi, Arap dilinin özelliklerinden faydalanarak şüphelerini yine âyetle halletmeğe çalışırlardı. Yine anlayamazlarsa bu defa burada dururlar, daha ileri gitmez, fitneye düşeriz, haktan saparız endişesiyle başka birşey yapmazlardı. Bu tarz hareket, Arapların tabiatına mülayim geliyordu. Ve onlara yetiyordu. Çünkü onlar ümmî bir milletti. îlim, felsefe, mantık ehli değildirler, fakat Mutezile bu usulden ayrıldılar. Aklı her şeyde ölçü tutup onu hâkim yaptılar. Araştırmalarında aklı esas tuttular. Akıllariyle her işin künhünü ve mahiyetini anlamağa kalkıştılar. Bunların hepsi, bu tarz şeylere alışık olmıyan fukahâya bir sadme tesiri yaptı. Mutezileye lisanla hücuma başladılar, onlar hakkında kötü şeyler yapıp dağıttılar. Halbuki Mutezilenin ekserisi bir Avrupalı bilginin dediği gibi idiler: «Biz Mutezileden dîne aykırı bir ses işitmedik. Onlardan duyduğumuz ses: Allah'a ve onun kullarıyla olan alâkasına yakışmıyan herşeyle mücadele eden dindar bir vicdanın sesidir.»
2- Mutezile zındıklarla, putperestlerle, vesaire ile durmadan mücadele ediyorlardı. Her mücadele bir nevi meydan harbi demektir. Harbe giren kimse harbde kullanılan usulleri almak zorundadır. Düşmanın harb plânlarım ve kullandığı silâhları bilmelidir. Bu itibarla düşmandan bazı şeyler, alır karşısındakinden bâzı şeyler ona da geçer. Mutezile de mücadele ettiği düşmanlarının fikir ve görüşlerinin bir dereceye kadar tesiri altında kalmış olabilir. Niberg bu hususta şöyle demektedir: Büyük bir düşmanla meydan savaşına giren kimse savaş şartlariyîe düşmanın ahvaline bağlıdır. Düşmanın harekâtını, kalkıp konmasını adım adım takip etmelidir. Düşmanın hileleri bile ona tesir eder. Fikir meydanında da bu böyledir. Fikirlerin meydana gelmesinde dost kadar düşmanın da tesiri vardır. Birşeyle fazla uğraşan onun içine düşer. Bâzı Hanbeliler kendisini mülhidlere cevap hazırlamağa vakfeden, bu işe veren arkadaşlarının kendilerini kaptırdıklarından şikâyet ederler. Bu mücadelelerin tesiriyle bâzı Mûtezil I ilerin re'y-lerinde umumî yoldan bâzı ayrılışlar olması çok mudur?»[5]
3- Akaidi bilmek hususunda Mutezilenin akla dayanan bir yolu vardı. Sade nassa itimat etmezlerdi. Yalnız mes'ele, hükm-i şer'î veya hükm-i şer'î ile münasebeti olan bir bahis olursa o zaman başkadır. Evet ekseriya itimatları akla idi. Akim türlü meyilleri var. Sırf akıllarına uymaları yüzünden hatalara düştüler. Mutezile imamlarından Ebû Huzeyl'in şu sözleri buna misaldir: «Cennet halkı ihtiyar sahibi değildirler. Çünkü ihtiyarlan olsa mükellef olmaları icabeder. Halbuki âhiret teklif yeri değil, mükâfat yeridir.» Bunda yanılıyor. Çünkü ihtiyar sahibi olmak, behemal teklifi icab etmez. Ebû Huzeyl'in bu sözünden döndüğünü Hayyât nakleder. Bu türlü çarpık düşünceler, Mutezileden bâzılarının ağzından çıkıyordu. Bunlar halk arasında yayılıyor, bunları duyan halk onlardan soğuyordu.
4- Mutezile, ümmet arasında yüksek mevkii olan büyük adamlarla mübahase ve mücadele yapıyorlar, onlar hakkında sözlerini sakınmıyorlardı. Bakın Câluz, Hadîs ve fıkıh ulemâsına nasıl çatıyor:
«Hadîs ulemâsı ve bir de avam sınıfı taklit ederler... Taklit akılca makbul bir şey değildir. Kur'ân taklidi nehyeder... Abidler ve zâhidler bizde çoktur, diyorlar, Hâricilerin sayısı onlardan azken yalnız Hâricilerin âbidlerinin sayısı onlardan daha çoktur...» Bu tarzdaki sözlerle diğer mezheb erbabına dil uzatmaları, halkın Mutezileden soğumasına sebep olmuştur.
5- Abbasî Halifelerinden bâzıları Mutezile taraftardı. Bu mezhebi kabul ederek onlara yardımda bulundular. Taraftarlıklarım ileri götürerek halkı Mutezile mezhebini kabule zorladılar. Bu uğurda fukahâya ve muhaddislere işkence yaptılar. Onların böyle işkenceye maruz kalması halkın şefkatini tahrik etti. Mazluma acımak sânından olan insanlar onlara acıdılar ve bu işkencelere sebep olan Mutezileye kızdılar,, bunlar sizin başınızın altından kopuyor, diye onlara kin bağladılar. Çünkü onlar Hulefâ ve Ümerâ ile görüşüp onlara bu fikri işliyor, bu işkencelere onlar sebep oluyor du... Hattâ Mutezile» fukahâya ve muhaddislere eza ve cefa yapan lan müdafaaya çalışıyorlardı. Meselâ Câhız'ın şu sözlerine bakın:
«Biz ancak delil olmaksızın kimseyi tekfir etmeyiz. Ancak töh met altında olanları imtihan ederiz, deneriz. îtham altında olanla] hakkında soruşturma açmak, zan altında bulunanları imtihana çekmek, kapalı örtüyü yırtmak, saklıyı meydana çıkarmak nev'in-den değildir. Her keşif, aybı açmak ve her imtihan tecessüs sayıl saydı kadı bunu yapanların başında gelmek icap eder. İnsanların kusurlarım ve ayıplarını mahkemede en çok o soruşturup araştırır.»[6]
Maddî kuvvetlerin yardımına ve himayesine sığman fikirlerin hezimete uğraması muhakkak bir şeydir. Çünkü maddî kuvvete dayanmanın sonu dağılmaktır ana caddeden çıkmaktır. Böyle bir kuvvete güvenenlerin işi tersine döner, çünkü insanlar nazarında kıymeti kalmaz, eğer delil kuvvetli olsaydı, hâkimiyet kuvvetine ve yardımına muhtaç olmazdı, derler. Zorlama ile fikirler tutunamaz.
6- îlhâd taraftarlarından çoğu, bozuk fikirlerini yavrulamak için Mutezile arasında elverişli yuva bulabiliyordu. İslama fitne sokuyorlar, Müslümanlar arasına fesat saçıyorlardı. Mutezileyi kendilerine siper yapıyorlardı. Onların bu kötü maksatları ve ha-bîs garezleri anlaşılınca Mûtezüiler onları aralarından kovardı. İbn-i Ravendi onlardan sayılırdı. Ebû İsa Verrak, Ahmed-b. Fadl Hadsi onlara mensup idiler. Halbuki bunların hepsi îslâmda görülmedik şeyler çıkardılar, kötü şeyler getirdiler. Bunların içinde Müslümanların akidelerini bozmak için Yahudilerin satın aldıkları, vicdanlarını kiraladıkları kimseler de vardı. Bunlar baştan Mutezileden aynlsalar da stirdükleri leke Mutezilenin adını kirletirdi. Mutezile onların kendilerinden olmadığını söyleseler de sürülen leke kolay kolay çıkmazdı. Çünkü töhmet zihinlerde temize çıkarmaktan daha çabuk yerleşir.