Gönderen Konu: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler  (Okunma sayısı 48584 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
« : 01 Mart 2012, 17:46:10 »

1259 senesinde Rebiussani ayında hücremizde müteveccih iken Efendimiz (s.a.v) zuhur ederek bu aciz kölelerini taltif ile;

“Evladım Nuri vakitler bir acaip oldu. Aşık, sadık ve hakikati arayan ümmetim kolaylıkla yollarını bulsunlar istiyorum. Çünkü bir çok kimseler kendilerini Evliyaullahtan olmadığı halde evliyalık taslayıp ehlullah kisvesine bürünüyor, şeriatıma da itibar etmeyip, geçmiş evliyanın hallerini de kendi hal ve tecellileriymiş gibi göstererek halkı aldatıyorlar, şeriatımı ihmal ediyorlar, ümmetimin hakiki tarikatlara yan bakmasına ve yollarını şaşırmalarına sebep oluyorlar. Onlara şeriat, tarikat, hakikat  marifet ve vuslatın ne olduğunu anlatan bir risale hazırla” buyurdu. Bende emre uyarak bu eseri kaleme aldım.

Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)


mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #1 : 01 Mart 2012, 22:25:05 »
Devamını bekliyoruz...
Teşekkürler.

Çevrimdışı tk1978

  • IZLEMCI
  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 455
Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #2 : 02 Mart 2012, 00:46:00 »
Devamını bekliyoruz...
Teşekkürler.
Aynen. Bir kac defa okumama ragmen. Tekrar tekrar okumak istiyorum. Okudukca hep yeni yeni seyler anlasiliyor, sanki hic daha evvel okumamisim gibi.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #3 : 02 Mart 2012, 16:48:38 »
Yeni Giren (Müptedi) Salik'in Teveccühü ve Rabıtası

Yeni Giren (Müptedi) Salik'in Teveccüh Şekillleri

1. Şeyhin huzurundaymış ve diz dizeymiş gibi, kıbleye dönük olarak oturacak. Kendi kalbini bir tekneye veya bir başka kaba benzer görecek. Şeyhinin kalbini de, umman deniz misali bulacak. Kendi kabını altına tu­tup umman deniz misali mürşid şeyhin kalbinden ilâhî feyiz doldurmaya çalışıp gayret edecek. Bu iş; en azından çeyrek saat, ortalama yarım saat, en çoğu da bir saat kadar sürdürülüp öyle duracaktır.

2. Mürşid şeyhini bir çadıra benzetecek. Kendisini de o çadırın içinde bilecek. Dört yandan, o çadırın içine ilâhî feyizlerin akıp durduğunu gö­recek. Kendisini bu halde tutup durmalıdır.

3. Mürşid şeyhinin ruhaniyetini bir büyük denize benzetecek; kendisini de bir damlaya.. Sonra kendisini o büyük denizde boğulmuş bilip anlatılan şekilde teveccühünü sürdürecektir.

Anlatılan üç yönlü teveccühten hangisi, kendisine kolay ve uygun olursa., ona devam etmelidir. Anlatılan en az, orta ve en çok teveccüh sü­relerinden hangisine alışmış ise., kıbleye dönerek o şekilde oturmalıdır. Sonra da, kendisine ihsan edilen zikir dersini, teveccühünü bozmadan oku­malıdır.Dersini bitirdikten sonra da, Fatiha okuyup duasını etmelidir.


Yeni Giren (Müptedi) Salik'in Rabıta Şekilleri

1. Bu yola giren salik mürid; hemen her gezip oturduğu yerde, şeyhinin eli elindeymiş ve daima huzurunda oturuyormuş gibi bir duyguya sahib olacak.

2. Mürşid şeyhinin ruhaniyetini; bir hırka veya bir cübbe gibi giymiş, bir peçe şeklinde üzerine örtmüş gibi bilecek.. Daima onunla gezip otur­duğu duygusuna sahip bulunacak..

3. Mürşid şeyhinin mübarek hırkası içinde, koltuğu altında kendisini gizlenmiş görecek. Böylece, daima onunla beraber olduğu duygusuna sa­hip bulanacak..

îşbu usulleri izleyerek giden Hak yolcusu mürid salik; uyumaya ni­yet ettiği zaman, kendisini şöyle bilecek : Sanki, mürşid şeyhinin uğur­lu ayağına başını koymuş, orada uyuyor. Evet, Hak yolcusu mürid salikin yatıp uyuması da böyle olmalıdır.


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.

Çevrimdışı tk1978

  • IZLEMCI
  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 455
Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #4 : 02 Mart 2012, 17:50:38 »

îşbu usulleri izleyerek giden Hak yolcusu mürid salik; uyumaya ni­yet ettiği zaman, kendisini şöyle bilecek : Sanki, mürşid şeyhinin uğur­lu ayağına başını koymuş, orada uyuyor. Evet, Hak yolcusu mürid salikin yatıp uyuması da böyle olmalıdır.

Su kisim cok zor geliyor Insana. Nasil, hangi yüzle böyle bir seye yapabilmek, onun huzurun´da uyuya bilmek, hele hele su degersiz basimizi o mübarek ayaklara koymak, hakikaten zor. Yapabilen Kardeslerime gipta ediyorum

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #5 : 05 Mart 2012, 14:02:09 »
Ortada Bulunan (Mutavassıt) Salik'in Teveccühü ve Rabıtası

Ortada Bulunan (Mutavassıt) Salik'in Teveccüh Şekilleri

1. Orta halli salik, bu yönlü teveccühünde; kendisini mürşid şeyhinin huzurunda diz dize oturur bilecek.. Şeyhini, bu şekilde huzur halinde bul­duğu zaman, şeyhi, kendisini alıp nur kaynağı Resulüllah efendimizin huzuruna götürdüğü duygusuna sahib olacak; Allah ona salât ve selâm eylesin. Kendi durumunu bu ölçüde, bilerek, Resulüllah'ın huzurunda du­ruyormuş gibi duracak; Allah ona salât ve selâm eylesin. Ancak, kendi­sini, mürşid şeyhinin hırkasının altında saklı sayacak.. Bu arada, şeriat sahibi Resulüllah efendimizin, cevahirlerle bezeli yüksek bir kürsüde otur­duğunu, dört halife efendimizin de, onun sağ ve sol taraflarında bulun­duğunu bilecek. Resulüllah efendimize Allah salât ve selâm eylesin; dört halifeden dahi, razı olsun. Bu halde; tam bir huzur, huşu ile bir çeyrek veya yarım saat yahut bir saat kadar teveccüh edip oturacak..

2. Şeyhini bir çadır gibi bilip ona sarınacak. Her yandan da ilahî feyiz­ler geldiğini duyacak.. Bu teveccühünde şeyhini bulduğu zaman, şeyh kendisine zarf gibi olacak. Yani : Örtündüğü bir elbise gibi, her yanını bürümüş olacak.. Kendisi de onun içine girip yok olmuşcasına kalacak. İşbu hal ile, enbiyanın efendisi, Resulüllah efendimizin nur dolu huzuruna varılmış olacak. Üstte de anlatıldığı gibi, Resulüllah efendimizi, süslü bir kürsü üzerinde oturmuş bulacak. Kalan bütün nebileri ve resulleri de onun sağında ve solunda birer yüksekçe kürsü üzerinde oturmuş görecek.. Başta Resulüllah efendimiz olmak üzere, bütün nebilere ve resullere sa­lât ve selâm olsun. Şeyhini dahi, Resulüllah efendimizin üstün zatına doğ­ru teveccüh edip oturmuş sayacak. Nurun kendisi olan mübarek kalbinden şeyhinin kalbine altın oluktan akar gibi ilâhî feyizler aktığını göre­cek. Bu duygu hali içinde; saygı ile, edeple, içli bir şekilde teveccüh ede­rek bir çeyrek, yarım veya bir saat kadar duracaktır.
                                     .
3. Şeyhinin ruhaniyetini bir deniz bilecek; kendisini de onda boğulan bir damla sayacak. Ve, yok olduğunu özünde duyacak.. Bu teveccühünde şeyhini bulduğu zaman; deniz olan şeyhi ile peygamberlerin efendisi ev­liyanın ve müttakilerin dayanağı Resulüllah efendimizin huzuruna vardı­ğını görmelidir; Allah ona salât ve selâm eylesin. Efendimizi dahi, tüm varlığı kuşatan derya bilmeli.. Resulüllah efendimizin sağında ve solun­da ise, tüm nebileri ve resulleri görmüş gibi olmalıdır. Resulüllah efen­dimize ve diğer nebilere ve resullere salât ve selâm olsun.

Üstte anlatılan hal ile bir deniz ölçüsünde gidip şeyhinin denizini, Resulüllah'ın denizinde yok olmuş kabul etmelidir. Böyle bir huzur, huşu ve içten bir saygı ile çeyrek saat yahut yarım veya bir saat kadar tevec­cüh edip durmalıdır.
Bütün bu teveccühlerde; meydana çıkan belirtileri, şeyhinden baş­kasına anlatması yerinde olmaz. Zira, bu makam, şeyhte yok olma makamıdır.


Ortada Bulunan (Mutavassıt) Salik'in Rabıtası

Hak yolcusu salikin oturması-kalkması, uykusu-uyanıklığı, yemesi-içmesi, gezip-yürümesi gibi özellik taşıyan ve taşımayan tüm işlerinde şeyhini kendisi ile beraber bilecektir. Şeyhini, kendi yanında oturur gibi görecek, ona göre saygılı, duygulu huzur içinde kalacaktır.


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #6 : 07 Mart 2012, 11:45:50 »
Sonda Bulunan (Müntehi) Salik'in Teveccühü ve Rabıtası


Sonda Bulunan (Müntehi) Salik'in Teveccüh Şekilleri

1. Daha önce de anlatıldığı gibi, Hak yolcusu salik mürid, şeyhi ile diz dize oturmuş gibi teveccühünü sürdürecek. Bu arada, Resulüllah efen­dimizi dahi, arada bir perde olmadan açık bir şekilde görecek.. Bu hali bulduğu anda, Resulüllah efendimizde yok olmaya ayak basmıştır. Bu halde de, yine şeyhini teveccühünden uzak tutmayacaktır, önceki halde şeyhinde fena bulma hali ile Resulüllah efendimizin huzurunda oturduğu­nu anlayacaktır; Allah ona salât ve selâm eylesin.
"Hazret-i Resulüllah, bu çaresizini şekilsiz yorumsuz olarak Allah'a ulaştırır" diye düşünecektir. Tam bir huzur, içten gelen saygı ile; çeyrek, ya­rım veya bir saat kadar teveccüh edip duracaktır.

2. Sona varan müntehi Hak yolcusu salik; ikinci tür teveccühün ikinci yönlüsündeki çadır misali teveccüh halini burada dahi sürdürecektir. Şeyhinin hüviyetinde dahi yok olacaktır. Bu hali içinde; Resulüllah efen­dimizi, arada perde olmadan tanınan sıfatları ile görecektir. Şeyhinin hüviyetinde yok olarak, Resulüllah efendimizin huzuruna varacaktır. Ora­da tam bir huzur, içten saygı ve edeple oturacaktır. Bu arada, Resulüllah efendimizin mübarek kalbinden; şeyhinin kalbine altın oluktan akar gi­bi,, ilâhî feyizlerin akıp geldiğini görecektir. Bu ilâhî feyizler içinde; ken­disini de, şeyhini de yok olmuş bulacaktır. Resulüllah efendimizin dahi, Yüce Hakkın huzurunda oturduğunu özünde duyacaktır; tüm varlığı dahi, onda yok olmuş görecektir. Resulüllah efendimize salât ve selâm olsun, işbu teveccühünü dahi; çeyrek, yârım veya bir saat sürdürüp duracaktır.
                                     .
3. İşini bitirip sona ulaşmakta olan Hak yolcusu mürid salik, ikinci tür­de anlatılan ikinci yöndeki teveccühünü burada dahi aynen uygulayacak­tır. Şeyhinin ruhaniyetini bir deniz, kendisini de bir damla sayacak; orada yok olacaktır. Bu arada, Resulüllah efendimizin yüksek kalbini de şöyle görmelidir : Bütün âlemi sarmış deniz.. Bunları böylece görüp duymalıdır. Şeyhini de, o saadet denizine katmaya gayret edip çalışmalıdır. Bu saadet denizine katmaya çalışırken, tam ve bütün olarak cümle varlıkları zerreye varıncaya kadar, o deryada silinip yok olmuş görmelidir. Resulüllah efen­dimizin huzurunda dahi, bu şekilde oturduğunu kabul etmelidir. Bu oturuşundaki teveccühünü çeyrek, yarım veya bir saat kadar sürdürmelidir.
Bu mertebede, Hak yolcusu salike Resulüllah efendimizin varlığında yok olma işareti; anlatılan şekilde dile gelir.

Durum gerçeğe ulaştığı zaman da, bu üstün ihsanlara zuhur yeri olur :
«Rabları, onlara tertemiz bir şarabı içirmiştir.» mealine gelen însan suresinin 21. âyetinin doğrultusunda, asıl varlı­ğa zuhur yeri olma durumu ihsan olunur. Yani : Resulüllah efendimizin nuruna.. Allah ona salât ve selâm eylesin..

Bu manada bir şiir:

'Bilürüm ki seni haksin; Kamu âlem bütün sensin.,
îki cihanda sultansın; Şefaat ya Resulellah..
Seni bulan bulur Hakkı; Seni gören görür Hakkı..
Hakikat madenisensin; Şefaat ya Resulellah..'


Şu şiirin daha açık Türkçesi şöyledir :

Sen Haksin; şunu da bilirim: Cümle âlem, tümden sensin..
Dünyada âhirette bir sultansın; bize şefaat eyle ya Resulellah.-
Seni bulan kimse, Yüce Hakkı bulmuştur; seni gören kimse, Yüce Hakkı görmüştür..
Sen hakikatin kaynağısın; bize şefaat eyle ya Resulellah.


Allah-ü teâlâ Resulüllah efendimize salât ve selâm eylesin.



Sonda Bulunan (Müntehi) Salik'in Rabıtası

Hak yolcusu salik mürid; her gezdiği yerde, her oturduğu semtte, yani : özel ve diğer işlerinde şekilsiz yorumsuz Hakkın huzurunda ola­caktır. Bu ölçü içinde; gezecek, oturacak, Hakkın gayrını da kalbinden çıkaracaktır. Bundan sonra, oturması, kalkması, uykusu, uyanıklığı Hak ile olacaktır.

Şiir :
 
'Ya Resulellah cemalin binikab gördüm bugün; Hamd ü lillah nur ü vecbin bihicab gördüm bugün..
Çünkü gark olmuştu nura ol mübarek kametin; Baktığını an aldı berk-ı envarın senin..
Gönlüm içre çün kuruldu bir yüce divan aman; Bir mücellâ hem mücevher kürsî dahi nagehan..
Şah-ı Kevneyn ol mücellâ kürsî üzere oturur; Çar-ı yar basafa ashab saf beste durur..
Çünkü gördüm bir dahi ol Şah-ı Kevneyn'i heman; Ol vakitte cümle aklım tar ü mar oldu aman.. .
Mest olup'kaldım orada bilmez oldum kendimi; Gördüm ancak evvel ve âhir cihanı hemdemi..
Kaplamıştı nur cihanı kalmamıştı nesne hiç; Görünürdü Nur-ı Muhammed kalmamıştı nesne hiç..
Nuru nur etti canım Nur-ı Ahmed Mustafa; Gel ki asık Nuri'ye kim kalbin olsun pürsafa..'



Bu şiirin daha açık Türkçesi şöyledir:

Ey Allah'ın Elçisi, bugün, cemalini peçesiz olarak gördüm; Allah'a hamd olsun, yü­zünün nurunu, bugün perdesiz gördüm.
O mübarek boyun, nura boğulduğu, içindir ki; baktığım anda, senin nur şimşeklerin gözümü aldı.
Aman aman, gönlümün içinde yüce bir divan kuruldu; parlak mücevherlerle süslü bir de kürsü ortaya kondu..
İki cihanın şahı, o parlak kürsü üzerinde oturuyordu; dört halife, safa ile diğer as­hab saf tutup duruyordu.
O iki cihan şahını bir daha gördüğüm zaman; o vakit, bütün aklım darmadağın oldu, aman..
.Sarhoş oldum, orada kaldım, kendimi bilmez oldum : İşte o zaman önden sona cihanı ve arkadaşı gördüm.
Cihanı bir nur kaplamıştı, hiç bir şey onsuz kalmamıştı; Muhammed nuru görünüyor­du, başka bir şey hiç kalmamıştı.
Canım, Nuri'yi, Ahmed Mustafa'nın nuru nur eyledi; aşık Nuri'ye gel de, kalbin safa dolsun.



Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)




Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #7 : 09 Mart 2012, 11:26:34 »
Latifeler (1)

Bir kudsî-hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur :

«Dikkat ediniz, cesette bir kalb vardır. Kalbin içinde de bir fuad vardır. Fuadda dahi sır vardır. Sırda da hafi vardır. Hafide dahi ahfa var.. İşte ben, o ahfayım..»


Ne var ki, bu oluş, yaratılmış şeylerin birbirine bitişip yapışması gibi değildir; onunla kıyas edilemez. Bunda ne kıyas vardır; ne de bir şekil.. Akla gelenden çok başkadır. Bu cüz'î aklı, kula ihsan eden Yüce Allah'tır. Bu küçük cüz'î akıl, ancak dünya işlerini bilir; âhirete dair işleri de idrâk edebilir. Hiç bir mi­sali ve benzeri olmayan mutlak gerekli varlığın sahibi olan Yüce Zat'ı idrâk edip anlatmaktan yana kusurludur. O Yüce Zat, zatının esasını, yine ken­di Yüce Zat'ı bilir. Mana böyle olduğuna göre; her bir ferdin vehimlerinde olan Hakkı yaratan, yine onun Yüce Zat'ıdır. Allah'ın zatı, o vehmedilenlerden çok başkadır.

Sözün özü odur ki :

Kâmil ve mükemmel insan olan değerli zatların Yüce Allah'a vâsıl olmaları; yine Yüce Allah'ın zatına has bir şekildir. Söz ile değil; hal olarak değerlendirilmelidir; dolayısı ile, bu Muhammedi yola girmeye ihtiyaç vardır. Bu manada girilen yolların hiç biri, diğerinden ayrı ve başka değildir. Ama, bazı ehlüllah yollarında; irşada ehliyetli olan kâmil mürşidler, müridlerini nefis yönüyle terbiye ederler. Bazıları da, ruh tarafından terbi­ye edip sülük yolunu gösterirler. Ta ki, şu ölüm uçurumundan uzak olup kurtulalar.

Zira, hemen her ferd, kendi vehminde Hakkı bir başka tasavvur eder. Ama, hiç bir şekilde o tasavvur edilen Yüce Hak olamaz. Onun ettiği ta­savvur, Yüce Hakkın bir tecellisinden meydana gelir. Dolayısı ile, o ta­savvur edileni yaratan Yüce Hak'tır. Bu değerlendirmeye göre; ehlüllah olan Allah'ın sevdiği kullar, vehimlerinde olan hakka tapmaktan beri­dirler. Özellikle üstün Nakşıbendiye tarikatı terbiyecileri,yollarına giren­leri ruh mertebesinden yola koyarlar. Asıl olarak ruh safiyetini bulduğu zaman, natıka nefis, (insanın tabiatı) onun içinde temizliğini bulur. Diğer tarikatlar, nefis mertebelerini gözönünde tutarlar. Ancak, du­rum ne olursa olsun; gaye ve istenen, ruhu, aslî olgunluğuna döndürüp kemalâta kavuşturmak ve Yüce Hakkı bildirmektir.


Ey bu yola girmeyi isteyen, yedi latifeye rağbetli olan salik ve aşık. Anlatılacakları bilmelisin!

Şeyhin izni ve icazeti ile temiz bir yerde; kıbleye dönerek iki diz üze­rine otur. Bundan sonra, yukarıda anlatılan üç yönlü teveccühten hangisi se­nin için kolay gelir ve rahat olursa., o şekilde teveccüh et. Önce de anla­tıldığı gibi, bu teveccühün en azı çeyrek saat, ortası yarım saat, en çoğu ise bir saattir. Bu sürelerin hangisini seçersen, o süre için teveccühünü yapıp otur. Daha sonra, o teveccühü hiç bozmadan, yüz kere istiğfar oku; gü­nahlarının bağışlanmasını dile.. Otuz kere de, salâvat-ı şerife oku. Bu arada; hayır, şer, tüm bağlardan ve gayelerden, taleplerden ya­na temiz ol. Sanki kalb üzerine nurdan bir ism-i celâl (Allah adı) yazılmış gör; her ne kadar gözün kapalı olsa da, görür gibi yap.. Dilini damağına yapıştır; dişlerini de birbiri üzerine koy. Gözünü yum, tüm duygularının hareketlerine engel ol; onları, kendi hükümlerini işlemekten yana boş bırak.

Anlatılanları yapmak için, ciddî bir şekilde gayret et. Mürşid şeyhin ruhaniyetinden de yardım dile.. Senin, sol memenin iki parmak kadar aşağısında, çam kozası şeklin­de kalb vardır. Bu kalbin üzerine yazılan ism-i celâli (Allah adını) görür gibi ol; üç bin kere ism-i celâli oku. Bu lafzın manasına dahi, hiç bir ben­zetme yapmadan teveccüh et. Bu çeşit teveccüh öyle olmalı ki: Ken­dinden ve Yüce Allah'ın zatından başka her şeyden yana senin için bir unutkanlık meydana gele :

«Unuttuğun zaman, Rabbını hatırla...» mealine gelen Kehf Sûresinin 24. âyetindeki mana zuhur eder.. Hak yolcusu salik, anlatılan şekilde zikri sürdürüp giderse., zikir kalbine yerleşir. O zaman, kalb, asıl sıfatını bulur; akik renginde saf te­miz bir şekilde kalbin nuru zuhur eder.

İşte o zaman, zikreden kimse, istese de kalbinin zikrine engel ola­maz :
— Veled-i kalb.. (Kalb yavrusu..) Durumu hâsıl olur. Bazen de, güneş doğar gibi, bir kırmızılık doğu tarafından görünür. Bazen de güneş çıkar gibi, bazen de büyük bir kapı gibi akik renginde görünür.

Anlatılanların benzeri daha başka alâmetler de meydana gelir. Bütün bunlar, zuhur edip dururken; Hak yolcusu salik, bunların zu­huruna kapılmamalı ve şaşkınlığa düşmemelidir. Zikirden fikirden geri kalmamalıdır. Kendisine ihsan edilen zuhuratı dahi, mürşidi olan şeyh­ten başkasına da söylememelidir. O zuhuratın kalıntılarını, izlerini göz önünde tutmalı; kaybetmemeye tam bir gayret harcamalıdır.


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)




Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #8 : 12 Mart 2012, 11:04:59 »
Latifeler (2)


Ruh
Kalb, anlatılan yoldan asıl sıfatına döndükten sonra; mürşidin izni ve icazeti ile salik, zikrini ruh tarafına çekmelidir.
Ruh sağ memenin altına doğru iki parmak kadar aşağıdadır.
Yukarıda sözü edildiği şekilde; Hak yolcusu salik, ara vermeden, âdet edindiği kadar teveccühte bulunmalıdır. Sonra, bu teveccühle, kal­bin zikrine geçmelidir. Bu zikir, önce de anlatıldığı gibi, üç bin keredir. Bu zikri, önce kalbe vermelidir. Sonra da, teveccühü bozmadan, sağ me­menin altındaki ruha geçmelidir. Ruhta dahi, beş yüz kere ism-i celâli okumalıdır.
Ruhun nuru, asfar ki, açık sarı renklidir.
Açıklanan şekilde zikir sürdürülürse.. ruh dahi, asıl safiyetine dö­ner. Nurunun zuhuru ile, tam temizliğini bulduktan sonra, durumunu mürşidine anlatır.


Sır
Yine mürşidinin izni ve icazeti ile; salik, ruhtan sıra geçer. Sırrın yeri, sol memenin üzerinde ve iki parmak kadar yukarıdadır. Sırrın nuru da beyazdır.
Yukarıda açıklandığı gibi, müridin alıştığı şekilde teveccüh ettikten ve süresini doldurduktan sonra zikirlere geçilir. Kalbin üç bin, ruhun beş yüz, ism-i celâli (Allah adı) zikri yerine getirildikten sonra; beş yüz ism-i celâl de, sırra dönük olarak okunur.
Zikir sırra yerleşir; sır da bu şekilde asıl safiyetini bulur. Bu durum devam edip belirtileri ortaya çıkınca, durumu mürşidine anlatır.


Hafi
Sonra, mürşidinin izni ve icazeti ile Hak yolcusu salik, zikrini hafiye nakleder.
Hafinin yeri; sağ meme üzerinde ve iki parmak yukarıdadır. Nuru da zümrüt yeşilidir.
Bu zikri yapacak olan, yine alıştığı şekildeki teveccühte bulunmalıdır. Teveccüh süresini tamamladıktan sonra; kalbin, ruhun, sırrın ism-i celâl (Allah adı) zikirlerini yerine getirmelidir. Bunların sonunda, beş yüz kere de hafiye dönük olarak, ism-i celâl (Allah adı) zikrini okumalıdır.
Zikre bu şekilde devam ederse., hafinin de nuru zuhur eder; aslî sı­fatına döner. Böyle olunca, yine durumu mürşidine anlatır. Mürşidinin izni ve icazeti ile bu sefer zikri ahfaya aktarır.


Ahfa
Bu durumda, yine Hak yolcusu salik, yapmakta olduğu teveccühü bozmaz; süresini tamamladıktan sonra da zikirlerine geçer. Kalbin, ruhun, sırrın, hafinin zikirlerini açıklandığı gibi yapar hakları olan ism-i celâl (Allah adı) zikrini okur. Bunlardan ayrı olarak, beş yüz ism-i celâl (Al­lah adı) da ahfaya dönük olarak okur.
Ahfanın yeri, iki meme ortasındadır. Nuru ise, ya çok beyaz, yahut çok siyah zuhur eder. Bunların hangisi zuhur etse olur; artık, ahfa dahi, asıl sıfatına dönmüştür. Bundan sonra, yine durumu mürşidine anlatır.


Nefis Letaîfi
Bundan sonra, Hak yolcusu salik, mürşidinin izni ve icazeti ile zikri­ni nefis letaifine aktarır.
Nefis letaifinin yeri, iki kaşın ortasındadır. Nuru da, turuncu sarıdır.
Anlatılan usulde, zikreden mürid, cümlesinin hakları olan ism-i celâl (Allah adı) zikrini yerine getirir. Ondan sonra da, beş yüz ism-i celâli, nefis letaifine dönük olarak okur.
Nefis letaifi de asıl sıfatına döndüğü, bunun belirtileri de ortaya çıktığı zaman, durumu mürşidine anlatır.


Letaîf-î Küll(Latifelerin Tamamı)
Bundan sonra, Hak yolcusu salik, mürşid şeyhinin izni ve icazeti ile letaîf-i küll'e geçer. Letaif-i küllün yerini alın ortasındaki perçem yeri bil­melidir. Burada, ism-i celâli, uzaktan okunacak şekilde celî bir yazı ile yazılmış görmelidir.
Hak yolcusu salik dahi, teveccühünü, yine alıştığı şekilde yapıp bitir­melidir.
Bundan sonra; kalbin, ruhun, sırrın, hafinin, ahafanın, nefis letaifi­nin hakları olan ism-i celâl zikrini okur.
Letaif-i küll için okuduğu ism-i celâllerde; baştan ayağa kadar, ken­disini tüm azası ile bir aynada görür gibi olmalıdır.

Hak yolcusu salik, bu şekilde devam edip her şeyi yerli yerince ya­parsa, bu uğurda ciddî gayret sarf ederse, o zaman bilmeli ki : Yakın bir gelecekte Allah'ın ihsanına mazhar olacaktır. Bu mazhariyete erdikten sonra; bedenindeki bütün parçalar, hep ism-i celâli (Allah adını) okur. Bunun hareketini kendisi de duyar.
Bu halinde, beden parçalarından "Hangisi ile zikredeyim.." dese, onunla zikreder. Bu ten kulağı ile de, seslerini işitir. Bunlar olduktan sonra, Allah'a hamd etmelidir. Hemen her gün, an­latılan usule göre; dersini okumalıdır.
Kendi zikrinin sesinden başka; dışarıdaki şeylerin seslerini de duy­maya başlar.


Yazara ait bir şiir :

Kalbim icre bir cevahirden yapu; Gördüm anda bir kazıl yakut kapu..
Girip andan ileri vardım neman; Bir cevahirden saray oldu ayan..
Saru yakuttandır anın kapusu; Dürrü safiden yapılmış yapusu..
Orta yerde hem kurulmuş bir çadır; Kapusu ahdar zebercedden dürur..
Çadırı da bir siyah nur kaplamış; Nur-ı Hak'tır gözler anı görmemiş..
Girdim andan dahi seyrettim heman; Bir aceb nur var imiş onda nihan..
Rengi turuncu idi kendisi nur; Pek mücellâ bakmağa göz kamaştır..
Gördüm anı geçtim ileru heman; Bir azim iklim göründü ol zaman..
Dağ u sahra kasr u bünyanı anın; Cümle zikrüllaha meşguldür hemin..
Kim ki ister ol sülûkü seyr ede; Bu kitabı başına tac ede..



Şiirin Türkçesi şöyledir :

Kalbimin içinde cevahirden bir yapı gördüm; kırmızı yakuttan bir de kapı vardı.
Oradan girdim, hemen ileri vardım; cevahirden bir saray açıkça belli oldu.
Onun kapısı da, sarı yakuttandı; yapısı da saf inciden yapılmıştı.
Orta yerde bir çadır kurulmuştu; kapısı da yeşil zebercedden-.
Bu çadırı da siyah bir nur kaplamıştı; gözlerin görmediği bir Hak nuruydu.
Buradan girdim, hemen yürüdüm; onda gizli hayranlık veren bir nur varmış.
Rengi turuncu idi, ama kendisi nurdu; pek parlaktı, bakarken gözler kamaşıyordu.
Bunu da gördüm, hemen ileri geçtim; o zaman, büyük bir iklim göründü.
Onun dağı, alanı, binaları tümüyle; Allah'ın zikriyle meşgul idi.
Her kim bu sülûke girip yürümek isterse; o kimse, bu kitabı başına taç etmeli..



Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)




Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #9 : 15 Mart 2012, 10:21:57 »
Nefiy ve İsbat
(Kelime-i tevhid)

Bu mübarek kelime-i tevhid için, tarikat ehli zatlar şöyle demiş­lerdir :
Üç manaya gelir;
a) Bu yola yeni giren müptedi salik için :
Allah'tan başka ibadet edilecek zat yoktur. (Lâ ma'bude illal­lah..) cümlesini okumak.

b) İşin ortasında bulunan mutavassıt Hak yolcusu salik için:
Allah'tan başka maksad yoktur. (Lâ maksude illAllah..) cümlesini okumak.

c) İşin sonuna varan Hak yolcusu müntehi salik için ise :
Allah'tan başka mevcud yoktur. (Lâ mevcude illAllah..) cümlesini okumak.

Ancak, Hak yolcusu salikin bu nefiy ve isbata geçmesi için bazı şart­lar gerekir.

Öncelikle, önceki kısımda anlatılan yedi latifenin özellikleri olduğu gibi zuhur etmelidir. O zuhur eden halleri, mürşid olan şeyhine anlattıktan sonra nefiy ve isbat zikrine geçebilir.  
      
Anlatılmak istenen mana, daha açık olarak şöyledir:

Yukarıdan beri anlatılan şekilde, tam bir temizlik içinde olacaktır. Sonra, tenha bir yere oturacak. Bu oturma halinde kıbleye dönecek ve dizi üzerine oturacaktır. Bundan sonra Hak yolcusu salik, yapmayı âdet edindiği teveccühü de yerine getirecektir. Yedi latifenin payları olan ism-i celâli (Allah adı­nı) da okuyup bitirecektir.

Bundan sonra, anlatılan teveccühü bozmadan, nefiy ve isbat zikrine geçecektir.



Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)




Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #10 : 16 Mart 2012, 10:40:56 »
Nefiy ve İsbat Zikrinin Yapılışı


—  LA.. (YOK..)
Kelimesini okurken, Arapça aslına göre yazılan bu kelimeyi, açık bir şekilde alttan göbeğinin üstüne yazılmış görmeli; bir dalı sağında, diğer dalı ise solunda hissetmelidir. Okurken, sesini beyninin ortasına duyuracak kadar uzatmalıdır.

—  ÎLÂHE.. (İLAH..)
Kelimesini okurken de; LA kelimesini götürdüğü beyninin ortasın­dan başlatmalı, sağ küreğinin üzerine getirdiğini tasavvur etmelidir.

—  İLLAllah.. (Ancak Allah vardır.)
Kelimesini alırken de, bu kelimeyi; sağ omuzundan itibaren yazıldı­ğını ve çam kozası şeklindeki kalbine kadar o şekilde geldiğini tasavvur etmelidir. Ondan sonra., göbeğinin altında nefesini tutmalı; bir nefeste üç ke­re, anlatılan şekilde, işaret edilen manaları düşünerek kelime-i tevhidi okumaya başlamalıdır.

—  LA.. (YOK..)
Kelimesini göbeğinin üstünden alıp yukarıya doğru çekenken; yer­yüzünden arşa, arştan dahi yeryüzüne kadar tüm varliğın hemen her zer­resini fena bulup yok olmuş kabul etmelidir. Hatta, kendisini dahi, orta­dan silinmiş görmelidir.Bundan sonra;

—  İLAHE.. (İLAH..)
Kelimesini getirip sağ küreği üzerine bırakır.

Bu arada;
Haktan başka bir şey yok.. ölçüsünü elden bırakmaz.

Sonra;
—  İLLAllah (Ancak Allah vardır.)

Kelimesini, kalbinin üzerine yapıştırır, içinden şöyle der;
— Ancak, varlığı mutlak gerekli Yüce Zat vardır.. Bundan sonra;

— MUHAMMEDÜN RESULÜLLAH.. (Muhammed, Allah'ın elçisidir.)
cümlesini, dahi, fikrine getirmeli ve bunu, Yüce Allah'a vuslat için bir vesile bilmelidir.
Daha sonra, nefesini bırakır.

Nefesini dışarı verir iken de;
— Allahım, maksadını sensin; talebim hoşnutluğundur. (İlâhî ente maksudî ve rızake matlubî..) duasını okur.

Bu şekilde alıp verdiği nefesleri arasındaki boşluğa, düşük düşünce­ler düşmesinden korumalıdır.
Anlatılan tertibe göre; yirmi bir nefeste, altmış üç kelime-i tevhid okur. Hemen her gün de, bu tertibi sürdürür.


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)




Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #11 : 20 Mart 2012, 11:16:31 »

Murakabe


Zikreden kimsede, zikrin iyi sonuçları ortaya çıktığı zaman, durumu mürşid şeyhine anlatır. Mürşid olan şeyhin izni ve icazeti ile Hak yolcusu salik, murakabe ile meşgul olmaya başlar; zikri bırakır. Anlatılan murakabeye, şu hadis-i şerifte işaret vardır : «Bir saatlik tefekkür, yetmiş senelik ibadetten hayırlıdır.»

Şu âyet-i kerimede dahi, murakabeye işaret vardır : «Onlar, öyle erlerdir ki; kendilerini ne ticaret, ne de alışveriş Allah'ı anmaktan alıkoyar.» (Nur sûresi, 37. âyet-i Kerime)

İşte salik, yapmaya alıştığı teveccühü ile kalbinde müşahede etmeyi başardığı yedi letaif belirtileri, nefiy-isbat, Allah'ın ihsan eylediği tüm letaif i elde etmiş olarak; tam bir temizlikle kıbleye dönük olarak oturmalı ve murakebeye geçmelidir. Murakabe, en azından bir saat kadardır; daha da arttırılırsa aşk ol­masını dileyelim, Allah rızasının yoludur.

Murakebe, üç şekildir.

Birinci Şekil: Hak yolcusu salik, te­miz bir yere gizlice oturur; gözlerini kapatır. Akla gelecek her şeyden, kendisini ayırır. Tüm azalarını, ölü azaları gibi bırakır. Bu iş yeri olan âlem, insanlar, cinler, melek, huri, gılman, cennet, cehennem, arştan ye­re, yerden arşa varıncaya kadar bulunan zehrreler de dahil olmak üzere hiç yaratılmamış görecek; kendisini silinmiş bir fani bilecek. Bu kıyasla, bu usulle, hemen her gün murakabe ile meşgul olacaktır.
Böyle yapılırsa; Yüce Sübhan Allah'ın lütufları ile vuslat sırları açılır. Allah'ın ihsanına zuhur yeri olunur. Bunlar, onun ilâhî lütuflarından umulacak işlerdir.

İkinci Şekil: Hak yolcusu salik, yazıldığı şekilde murakabe ile meşgul bulunacak, bütünüyle isteklerden geçecek, aklına gelenleri bir yana itecek, zikirde, fikirde dahi olmayacak.. Anlatılan hal ile, azalarını ölmüş gibi bir yana bırakacak, gözlerini de kapayacak. Bu durumu ile sanacak ki: Kendisine ölüm emri gelmiş, ölmüş.. Kendisini kabre koymuşlar. Aradan da zaman geçmiş, cesedi ve kemikleri çürümüş.. Tamamen silinmiş, hiç bir iz kalmamış..
Yukarıda anlatılan ölçüdeki murakabe, en azından bir, ortalama iki, en çoğu üç saat kadar olur.
Bu murakabeye devam edilirse : «Ölmeden önce ölünüz.» Emrindeki mana sırrı açılır. Bu yoldan da, Allah'ın insanına zuhur yeri olunur. Allah'ın lütuflarından beklenen de budur.

Üçüncü Şekil: Hak yolcusu salik, yukarıda yazıldığı şekilde mu­rakabe ile meşgul bulunacak, tüm isteklerden geçip akla gelenleri bıra­kacak. Zikirde fikirde dahi olmamalı.. Bilecek ki: Ölüm emri gelmiş, Hakkın emri ile âhirete göçmüş, kendisini kabre koymuşlar. Tüm azaları dahi silinip yok olmuş, onlardan yana hiç bir belirti kalmamış.. Kıyamet dahi kopmuş; yerden arşa, arştan yere kadar hiç bir şey kalmamış, bü­tün varlık yok olup fena bulmuş. Ve.. Hak'tan başka her şey yok olmuş. İşbu ölçüler içinde; ya bir, ya iki, ya üç saat oturmalı. Bu murakabeye devam edilirse, Hak yolcusu salike, şu âyet-i keri­menin sırrı zuhur eder : «Bu gün mülk kimin?. Vahid Kahhar Allah'ındır.» Mümin suresinin 16. âyeti olan bu mananın zuhurundan sonra; harf-siz, sessiz bir şekilde Hak yolcusu salik, Fecir suresinin son iki âyetindeki manaya muhatab olmaya mazhar olur : «Ey doyuma ulaşan nefis, Rabbına dön.. Hoşnut olarak; hoşnut olunarak..»
Ve., vuslat sırları artık bilinmeye, açılıp görülmeye başlar.

Bir şiir :

Aşıkların al canını; Ver anlara cananı..
Âşık neyler can ü teni; İster hemen cananını..

  
Manası:
Seven âşıkların canını al da, onlara sevdiklerini ver.
Seven âşıklara ne ruh lâzım, ne beden; onlar her halde sevgililerini dilerler.



Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)




Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #12 : 26 Mart 2012, 11:07:36 »
Bu Yolun (tarikatın) Bazı İncelikleri (1)


Kıymetlim, anlatılacakları da bilmiş olmalısın.

Hak yolcusu salik, mürşid himmeti ile süluke başlar; yani bu yola girer. Alıştığı şekilde dahi, teveccühünü yapar. Kalbin hakkı olan üç bin kere ism-i celâli, yani Allah adını okur. Anlatılandan bir belirti meydana çıkmaz ise; ruhun, sırrın, hafinin, ahfa'nın hakları olan beşer yüz ism-i celâli ekleyip okur. Ama, her biri için ve mürşidinin telkini ile..

Bu şekilde okumayı sürdürüp dururken, daha ahfa'ya varmadan bi­rinde bir belirti olur ise, artık geriye dönmek gerekmez. Daha ilerisi olan nefis latifelerine, külli letaife geçer.

Bu usul ile, iş murakabeye kadar getirilir. Müşahede ihsan olunduk­tan sonra, diğer latifeler dahi ihsan olunur. Yani diğer letaiften bekle­nen iyi haller elde edilir. Ahfanın kendisinde, ondan sonra nefis latifelerine geçildiğinde, bir zaman da zikirde ve fikirde kalındığı halde; manevî bir belirti ortaya çıkmaz ise, o zaman mürşid olan şeyh müridi karşısına alır. Bir teveccüh edip müridin latifelerine tek tek tümüne bakar. Bir açıklık bulursa, ya­zıldığı şekilde, işi murakabeye kadar getirir.

Mürşid olan şeyh, teveccühünde; Hak yolcusu salikin latifelerini kapalı bulur ise, salikin yemesinde, içmesinde bir haram, üzerinde kul hakkı, gıybet gibi bir şey görürse, bunlardan kurtuluncaya kadar mü­ridi içten ve dıştan terbiye etmeye bakar. Bütün bunlara rağmen yine de bir belirti meydana gelmez ise, artık iş, ezel pazarlığına yorulmalıdır. Kendisi, bulunduğu zikirde çalıştırılır. Ancak, o Hak yolcusu müridin mürşid şeyhi, kâmil ve mükemmil bi­ri olunca; isterse kudsî kuvveti ile o zavallı Hak yolcusu saliki, tüm la­tifelerinin manevî belirtilerini göstermek sureti ile müşahede makamına kadar götürür.

Müridlerin bazısı da zekidir, geleceği parlaktır, hızla yol alır. Bunun için, hemen kalb nuru zuhur eder ve müşahede meydana gelir. O, bu du­rumunu mürşidine anlattığı zaman, mürşid onun bu halini örtpas eder; biraz da ona asık yüz gösterir. Sonra da, bir bir latifelerin belirtilerini müşahede ettirir; sırası ile murakabeye kadar getirir.

Mürşidin himmeti ile; saliklerin bazısı zekâsı, teslimiyeti ile kısa za­manda latifeleri, nefiy ve isbatı, murakabeleri görüp geçer. Şekten şüpheden de kurtulur. Böylece, Cenab-ı Hakkın ihsanına zuhur yeri olur.

Bazı Hak yolcusu salikin de, anlayışı kıttır. Bu yüzden latifelerinde ve müşahedesinde kalbi tatmin eden bir şey elde edemez. O zaman, mür­şid şeyhe düşer ki; Hak yolcusu salikin kendisi halinden memnun olup kendisine güven duyuncaya kadar :
"Oğlum, çalışmayı sürdür." Emrini vere ve sürekli çalıştıra..


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #13 : 27 Mart 2012, 10:34:21 »
Bu Yolun (tarikatın) Bazı İncelikleri (2)


Bundan önce, üç murakabe mertebesi anlatıldı. Onların sonuçları elde edilir ise, Allah'ın ihsanları olur. Aynı zamanda onlar, hilâfet makam­larıdır. Bu hilâfet makamları dahi üç türlü olup

Birincisi : Burada, Hak yolcusu salikin tecellisi gereğince, kendi­sinde, başkalarını da irşad etme kabiliyeti bulunur. Bunun için, kendisine bu yolda hilâfet verilir.

İkincisi : Bunda, başkalarını irşad etme kabiliyeti yoktur. Bu yüz­den, kendisine sadece hilâfet verilir.

Üçüncüsü : Bazı Hak yolcusu salikin dahi, kabiliyetinin bir gere­ği olarak bu yolun gereklerini yaptırmak ve tamamlatmaktır. Buna dahi, hilâfet bu yoldan verilir. İhsanları o şekilde gelir.

Ancak, anlatılanlardan biri veya hepsi; sülûkünü tamamladıktan sonra :
"Halife oldum.. Bu makamda ben de bir şeyhim.." diyerek yola çıkarsa tehlikeli bir işe girmiş olur. Allah, bizleri ko­rusun, bu kimsenin pisliğini yedi deniz temizlemez gibidir.

Hak yolcusu salikin bu hilâfet makamlarında selâmeti odur ki; ken­disini cümleden altta göre..
Şeyhine dahi, teveccühünü ve sevgisini artıra..
Bunları her nekadar çok ederse, o kadar derecesi artar, daha da yük­selmesi için bir sebeb olur.
Yine kendisini herkesten alt görmeyi, şeyhine teveccühü ve sevgiyi nekadar azaltır ise, o kadar zayiat verir ki, bunla­rın sayısını bulamaz ve hesabmı yapamaz. Açıkçası, Hak yolcusu salik; aynı anda arşı, yeri müşahede etme ma­kamına gelmiş olsa dahi, yine de dizgini mürşid şeyhinin elinde bilmeli­dir. Hemen her hususta teslimiyet halinde bulunmalıdır.

Bir şiir :
Seyrim içre uğradım bir şehre ben; Görmedim o şehr içinde nesne ben..
Bir beyaz duman dahi hem kaplamış; Çün taaccüb eyleyüb durdum heman..
Bir hitab erişti sırrıma o an; — «İrciu..» Deyu denildi bir hitab..
Canımı tenden ayırdı o hitab; Göremedim kendimi o dem deben..
Görünenin cümlesi Hak nerde sen; Ol arada çok tekellüm eyledi..

Yek harf ve savtile değil idi;Bir libas giydirdi hakkani idi..
Cümle renkler anda pünhani idi; Çün girenler ol libas içre veli.
Zahiri halk batını Haktır belli; Nuri gider âlem içre serteser..
Mahv'olup kalmada kendinden eser..

    
Mânâsı:
Bu yolda yürüyüp giderken, ben bir şehre uğradım; o şehir içinde ben hiç bir şey görmedim.
Orayı aynı zamanda bir beyaz duman kaplamıştı; bundan şaşırdım, hemen durdum.
O anda, özüme bir hitap geldi: — «Dönünüz..» şeklinde bir hitab edildi.
O hitap, ruhumu bedenimden ayırdı; o arıda, ben kendimi göremedim.
O görünenin cümlesi Hak idi, sen neredesin?. Bu arada çok söz söyledi.
Belli bir harfle, belli bir sesle değildi; bir de elbise giydirdi ki, Hakkani idi.
Bütün renkler onda gizlenmişti; o elbisenin içine girenler de velî-
Evet, o elbisenin dışı halk, içi de Hak idi; artık Nuri âlemden tamamen gider
Silindi, kalmadı kendinden eser..


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
« Yanıtla #14 : 28 Mart 2012, 11:06:46 »
İsimlerin Tecellileri


Ey Aziz, Burada anlatılacak olanlar da bilinmesi gereken şeylerdir...

Allah'ın rızasını ve Resullüllah'ın yolunu isteyip izleyen, bunlara gönül veren, özünde sözünde doğru aşık olan bir kimse; bundan önce anla­tılan murakabe halleri ile uğraşmalıdır. O halini sürdürürse, Yüce Allah'­ın yardımına mazhar olur. İsim tecellilerinin de belirtileri, ortaya çıkar.
O zaman, Hak yolcusu salik, kendisine bakıp gördüğü zaman anlar ki;
Or­taya çıkan zikir, fikir, söz bunlardan başka her ne ortaya, çıkıyorsa, hiç biri kendinden değil...
Bu arada, kendisi de, bir tercüman durumunda
-.. Söyleten Hak.. Bunun böyle olduğunu, yakîn gözü ile, yakîn açıklığı ile müşahede eder.

Sonra...
Gökte uçan, yerde gezen küçüklü büyüklü canlıların türlü dillerle söyledikleri zikirlerini; cansız görünen ağaçların, bitkilerin tamamen halleri ile dile gelip tesbih okuduklarım işitir.

Bu mertebede bulunan bir Hak yolcusu salik, bulunduğu mahalde, gezdiği yerlerde; Vaaz, Kur'an okumak, ulema meclisleri gibi yerlerde, her ne işitir ve her ne dinlerse., hemen hepsi tercümandır; onları da söy­leyen Hak'tır.

Açıkçası:
Hak yolcusu salik, anlatılan mertebede, tüm işittiği ses­leri, Hak'tan duyup işitmeye başlar.
Hak yolcusu saliklerin bazısına bu mertebede :
«İrcii.. (Dön..)» mmri zuhur eder.

Ne var ki, bu mertebede; henüz ikilikten kurtulmak olmamıştır. Dolayısı ile, sevgili derdi ve ahı ile uğraşır durur. Bu yoldan, kendisinden isbat zuhur etmeye başlar.

Bir şiir :
Her ne varsa bu cihanda söylenür; Söyleyene bakma canım söyledür..
Söyleyen Hak'tır cümleden söylenür; Tercüman dil ve dudak hem söyledür..  

    
Mânâsı:
Bu cihanda, kendi kendine söylenip duran ne varsa, söyleyene bakmayasın; onları canım söyletir.
Hepsi Haktır, cümleden dile gelip söyler; dili, dudağı tercüman edip söyletir.

Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.