FORUM AKTİVİTELERİMİZ > HAFTANIN MEVZUU ARŞİVİ
Mirac Kandili [28 temmuz 2008]
SadakatNet:
Hafta: 40
Mevzu: Mirac Kandili
Araştırmalarınızı bekliyoruz..
(Araştırma yapmak demek bildiklerimizi aktarmak demek değil, bu mevzu hakkında elimizdeki mevcut kitaplardan iktibas yapmak demektir. Her üyemizden bir iktibas yapmasını istirham ediyoruz.)
ankebut-57:
Mi’rac gecesi ve ondaki İlahî esrâr>>
müteallim:
Mirac ile ilgili bir iki malümat.
Mi’rac, hüzün senesi olarak isimlendirilen devrede yani Resûlüllah Efendimiz’in en büyük hâmisi, amcaları Ebû Tâlib ile maddeten ve manen her zaman yanlarında bulunan zevce-i tâhireleri Hadîcetü’l Kübrâ validemizin vefatlarıyla sıkılan, adeta hüzne gark olan Peygamberimiz’in huzur-u ilâhîde tesliye edilmesidir. Üç yıldır devam eden Mekkeli müşriklerin ablukası ve on yıla yakın zamandır devam edegelen sıkıntıların sonunda Rasûlüllah Efendimiz’in rahatlaması, bunlara gösterilen sabrın mükâfatlandırılmasıdır.
Allâh-ü Teâlâ, lütuf ve ihsanıyla şereflendireceği kullarını çeşitli imtihanlardan geçirmiştir. En büyük ihsan ve mükâfâtlara nâil olan peygamberler de herkesten daha çok sıkıntı-ızdırap ve meşakkatlerle karşılaş- mışlardır. Tabîki en büyüğüyle de, iki cihan serveri Fahr-i Kâinât (sav) Efendimiz mâruz kalmışlardır.İşte Cenâb-ı hakk tebliğ esnasında karşılaştığı her sıkıntıya göğüs geren ve İslâm’ın intişarı uğrunda her fedâkarlığa katlanan sevgili habîbini Mi’rac’la mükâfatlandırmıştır. Velhasıl Mi’rac, gerek Peygamberimiz ve gerekse ashâbı için, o hüzün senesinde, büyük bir teselli kaynağı olmuştur.
Muhterem Mü’minler,
Mü’minler için çok büyük ehemmiyeti haiz bu Mi’rac hadisesinin safhalarını çok kısa olarak hatırlayacak olursak, başlıca üç safhada cereyan etmiştir. Birincisi; İsrâ, yani mekke-i Mükerreme’den Kuds-ü Şerîf’e kadar olan ve Burak isimli vâsıta ile tahakkuk eden safhadır. Bu kısım Kur’ân-ı Kerîm âyetleri ile sâbit olup inkâr edeni küfre götürür. Nitekim Cenâb-ı Hakk ayet-i kerîmesinde: “Kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan (alıp) Mescid-i Aksâ’ya kadar götüren (Zât-ı ecelle ve alâ her türlü noksanlardan) münezzehdir. (Ol Mescid-i Aksâ ki) biz onun etrafına (feyz ve) bereket verdik. (gece yolculuğunu) O’na ayetlerimizden bazısını gösterelim diye (yaptırdık). Şübhasiz ki O ( her şeyi) hakkıyla işiten, kemâliyle görendir” buyurmaktadır. İkinci safha; Kuds-ü Şerif’den başlayıp Sidre-i Müntehâ’ya kadar olan ve tabiri caiz ise manevî bir asansör diyebileceğimiz Mi’rac isimli vâsıta ile tahakkuk eden safhadır.Bu kısmı da haber-i meşhur ile sâbit olup inkâr eden mudıl olur. Üçüncü safha; Refref isimli vâsıta ile yalnız başına olduğu halde Cennet’i, Cehannem’i görüp, Kürsî, Arş ve Ruh âlemlerini geçip Allâh-ü Teâlâ’nın dilediği makamlara kadar çıkarak zamandan, mekândan, cihetten, sıfattan ve vasıtadan münezzeh olarak Rabbı ile doksanbin kelâm konuştuğu ve rabbı indinde sahib olabileceği nimetlerin, derece ve mertebelerin en zirve noktasına kavuştuğu safhadır. Bu kısım da haber-i vâhid ile sabittir. Mü’minler olarak şefaat-i Rasûlüllah’a mazhar olabilmek için Peygamberimizden işitildiği şekliyle inanıp îman etmek îcab eder. Çok kısa olarak hatırlatmaya çalıştığımız bu hadisenin teferruat ve tafsilatı, mev’ıza kitaplarında, tefsir ve hadislerde ve bu hususla alakalı me’hazlerde mevcuttur.
Rasûlüllah Efendimiz o gecenin sabahında Kâbe-i Muazzama’nın önüne gelerek insanlara o gece yaşadığı hadiseyi anlatması üzerine, O’nu ilk tasdik eden Hz. Ebû Bekir(ra) Efendimiz olmuş ve “bunu O söylüyorsa muhakkak doğrudur” diyerek sıddîk rütbesine mazhar olmuştur. Ebû Bekir Efendimizin bu hareketi, diğer sahabenin de îman nurunun ziyâdeleşmesine sebep olmuştur. Bununla berâber inanmayanların da küfrü ziyadeleşmiş, (hâşâ) “Muhammed yalan söylüyor, O etrâfındaki insanları büyülemiş” diyecek kadar ileri gitmişlerdir. Cenab-ı hakkın Peygamberimiz’e ikram ettiği bu azîm mucize-i peygamberisine o gün inanmayanlar olduğu gibi, ilim, fen ve teknolojinin ileri safhalarda olduğu; hattâ bir takım bilim adamlarının ışınlama denilen, insanın cesedini enerjiye tebdil etmek suretiyle bir anda bir yerden başka bir yere nakletmenin çalışmalarını yaptığı şuzamanımızda dahi mâlesef inanmayanlar mevcuttur.
zaman_1453:
Mi'rac Gecesi
Receb-i şerîfin 27'nci gecesi „Mi'rac gecesi“dir. Yatsı namazından sonra 12 rek'at „Hacet namazı“ kılınır. Beher rek'atte Fâtiha-i şerîfeden sonra 10 İhlâs-ı şerîf okunur.
Namaza niyet: „Yâ Rabbî, rızâ-i şerîfin için niyet eyledim namaza. Bu gece yedi kat gökleri ve bütün esrârını göstererek muhabbetin ile müşerref kıldığın sevgili habîbin Resûl-i Zîşan Efendimiz hürmetine ben âciz kulunu afv-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne ve rızâ-i ilâhîne mazhar eyle, Allâhü Ekber.“
Namazdan sonra:
4 Fâtiha-i şerîfe,
100 defa:
سُبْحَانَ اللهِ وَالْحَمْدُ ِللهِ وَلاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ وَاللهُ اَكْبَرُ وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ الْعَلِىِّ الْعَظِيمِ
„Sübhânallâhi vel-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azıym“
100 İstiğfâr-ı şerîf,
100 Salevât- şerîfe
okunup duâ yapılır.
Bu namazda, İhlâs-ı şerîfeler 100'er adet okunursa veya bu namaz 100 rek'at olarak kılınırsa; bunu yerine getiren mü'min huzûr-i ilâhîye namaz borçlusu olarak çıkmaz.
Mi'rac gecesinden sonraki gün, mutlaka oruçlu olmalıdır. O gün öğle ile ikindi arasında 4 rek'at namaz kılınır. Her rek'atte Fâtiha-i şerîfeden sonra
5 Âyetü'l-Kürsî,
5 „Kul yâ eyyühel-kâfirûn...“,
5 İhlâs-ı şerîf,
5 „Kul eûzu birabbil-felak...“,
5 „Kul eûzu birabbin-nâs...“
okunur.
zaman_1453:
Mirâc Kandili
Allahü Teâla, insanların arasından seçtiği peygamberlerden bir kısmına ruhanî ve mânevî miraclar ikram buyurmuştur. Hz. İbrahim’e göklerin melekûtunu göstermiş, Hz. Musa’ya Tur-ı Sîna’da tecelli etmiştir. Bunlar birer ruhânî miractır.
Enbiyanın serdarı, beşeriyetin medâr-ı iftiharı bulunan Peygamber Efendimiz’e nasib olan İsra ve Mirac, en kâmil şekilde ve cismanî olarak vâki olmuştur.
Mirac; zaman ve mekân hudutları dışında cereyan etmiş ulvî bir tecellidir. Beşer idrakinin üstüne çıkan, sırlarla dolu bir tecellinin en müşehhas misâlidir.
Bir gece Rasülullah Efendimiz Kâbe-i Şerif’in Hatim kısmında bulunuyordu. Cebrâil Aleyhisselâm gelip Peygamber Efendimiz’in göğsünü yardı, kalbini Zemzemle yıkadı, içine îman ve hikmet doldurdu.
Bu ameliyatın yapılmasından maksat; Rasülullah Efendimiz’in ruhunda melekiyet ruhunun her türlü düşünceye galip olması ve Cemal-i İlâhî’yi seyretmeye takat getirebilmesi idi.
Mirâc, uyanık olarak şahs-ı Muhammedîleri ile Mescid-i Haram’dan başladı. Vasıta Burak idi. Nurdan mahiyetini, ışıktan sür’atini, şimşek mânâsına gelen Berk’ten adını alan bu binek, katırdan küçük ve beyaz renkli idi.
Bu müstesna gecenin şerefli misafirini taşıma bahtiyarlığına erişmenin sevinci ile yerinde duramayıp şahlanan ve nazlanan Burak’a Hazret-i Cebrail:
«Muhammed (S.A.V.)’e böyle mi davranacaksın? Allah katında O’ndan daha yüksek şerefe sahip hiçbir kimse sana binmemiştir.» deyince Burak terler içinde kaldı.
Burak’ın gidişi, yürümekten ziyade, uçmayı andırıyordu. Burak, gözünün eriştiği yere ayağını basarak Kudüs’e ulaştı.
Beyt-i Makdis-e varıp, peygamberlerin bineklerini bağladıkları halkaya Burak’ı bağladı. Mescid-i Aksâ’ya girip peygamberlerin ervâhına imam oldu. Kılınan bu namazın müezzinliğini Hz. Cebrâil ifâ buyurdu.
Mescid-i Aksâ, Hz. Mûsa’dan Hz. İsa’ya kadar gelip geçen bütün peygamberlerin ibadetgâhı ve vahyin indiği bir yerdir. Bu kudsî mekân, etrafı nehirler, meyve ağaçları ve çiçeklerle, maddî ve manevî güzelliklerle bezenmiş mübarek bir yerdir.
Buraya kadar olan yolculuk, âyet-i kerime ile sabittir. İnkârı kişiyi dinden çıkarır. Cenab-ı Hak bir âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:
«Kulunu (Muhammed sallAllahü aleyhi ve sellem) bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya kadar götüren (Zat-ı Ecelle ve âlâ her türlü noksanlıklardan) münezzehtir. (O Mescid-i Aksâ ki) biz onun etrafına (feyz ve) bereket verdik, (gece yolculuğunu ona (o peygambere) âyetlerimizden bazısını gösterelim diye (yaptırdık). Şüphesiz ki, O (her şeyi) hakkıyle işiten kemâliyle görendir.»
Aziz mü’minler,
Mirac, bu kudsî seyahatin ikinci vasıtasıdır. Yüceler Yücesi Rasül-ü Ekrem (S.A.V.), İsra gecesi, onunla semalara yükseldi. Hz. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: «Mirac, gördüğüm şeylerin en güzelidir.»
Bu ilâhi asansörle göklere doğru seyahat devam ederken birinci semâya varınca Hz. Cebrail, göğün kapısını tıklattı. İçerden:
«Kimsiniz?» denildi.
«Cebrail’im.»
«Yanındaki kimdir?»
«Muhammed (S.A.V.) dir.»
«Ona, gelsin diye haber gönderildi mi?»
«Evet». Bunun üzerine gök kapısı açıldı, dünya semasının üstüne çıktılar. Rasülullah Efendimiz şöyle naklediyor:
«Bir de baktım ki, vazifeli bir melekle bir yerdeyim. Beraberimde yetmiş bin melek bulunmaktadır. Bunlardan her birinin emrinde de yüz bin melek bulunmaktadır. Peygamber Efendimiz bu noktada, «Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilemez», meâlindeki âyet-i kerimeyi okudu.
«Derken Allah’ın yarattığı hey’et içinde bir insan ile karşılaştım. Kendisine zürriyetinin ruhu arz ve takdim olunuyordu. Eğer o mü’min, bir kimse ise «Hoş ruh, hoş koku. Bunun kitabını illiyinde kılın» diyor; kâfirin ruhu takdim edildiği vakit «Habis ruh, habis koku. Bunun kitabını siccinde kılın» demekteydi. Hz. Cebrail’e:
«Bu kimdir?» dedim. Cebrail (A.S.):
«(Büyük) baban Hz. Âdem’dir, ona selâm ver» dedi. Kendisine selâm verdim. Bana:
«Merhaba sâlih peygamber, hoş geldin iyi evlât» diye mukabele etti.
Bundan sonra semalara seyahatin üçüncü safhası başladı. Melâike-i Kiram’ın kanatları üzerinde ikram ve ihtiramla bir yolculuk yapılıyordu.
İkinci gökte teyze çocukları olan Hz. İsa ile Hz. Yahya âleyhisselâmları gördü.
Üçüncü semada; yüzü dolunay gibi parlayan Hz. Yusuf’a, dördüncü gökte Hz. İdris ile, beşinci semada Hz. Harun ile karşılaştılar.
Yedinci gökte; Hz. İbrahim ile görüştü. Hz. İbrahim, Beyt-i Mâmur’un kapısının önünde bir kürsî üzerine oturmuş haldeydi. Rasülullah Efendimiz şöyle nakletmektedir: «Bu sahibinize onun kadar benzeyen, bu sahibiniz kadar da ona benzeyen hiçbir adam görmedim».
«Sonra (Cebrail aleyhisselâm tarafından) o kadar yükseltildim ki, kaza ve kader (i yazan) kalemlerin cızırtılarını işitmeye başladım. Bundan sonra karşıma Sidre-i Müntehâ sahası çıktı. Sidr, gökleri ve cennetleri gölgesi altına alacak kadar büyük bir ağaçtır. Yaprakları fil kulağı gibi, meyveleri Hecir destisi büyüklüğünde idi».
«Münteha» denilmesi, peygamberlerin ve meleklerin ilmine sınır teşkil etmesi itibariyledir. Ondan öteye hiçbir kimseye yol verilmemiştir.
Rasül-ü Ekrem, Hz. Cebrail’i bu makamda altı yüz kanadını açmış halde ve aslî suretinde gördü.
Söyleşirken Cebrail ile kelâm,
Geldi Refref önüne verdi selâm.
Buradan öteye, Kabe Kavseyn makamına, yolculuk Refref ile oldu. Rasülullah Efendimiz, oradan ayrılacağı sıra, Hz. Cebrail’e birlikte gelmesini rica etmişti. Cebrail Âleyhiselâm, «Şayet zerre kadar ileri gidersem elbette yanarım» dedi.
Bundan ötesini akıl fikir fehmedecek halde ve mecalde değildir.
Cenab-ı Hakk’ın dilediği yere kadar ulaşan Peygamber Efendimiz, Allahü Teâlâ’nın emir ve vahiylerini vasıtasız telakki buyurdu. Elli vakit namazla emrolundu. Ümmetinin bu elli vakte tâkat getiremeyeceğini düşünerek, kısaltılması için niyazda bulunması üzerine beş vakte indirildi.
Rasülullah (S.A.V.) Mirac seyahatini tamamlayıp o gece tekrar geri döndü. Sabahleyin vak’ayı haber verdiği zaman Kureyş müşrikleri inkâra başladılar.
Peygamber Efendimiz’in Kudüs’e gitmediğini kat’i olarak bildikleri için Beyt-i Makdis’in nişan ve alâmetlerinden sormaya başladılar. Peygamber Efendimiz, «Hicrin üzerinde (Beyt-i Makdis’e doğru) ayağa kalktım. Allah, Beyt-i Makdis’i karşımda tecelli ettiriverdi. Ben de bakarak onun nişanlarından haber veriyordum.» buyurdu.
Müşrikler, Hz. Ebubekir’e geldiler ve «Bak arkadaşın neler söylüyor» deyip, duyduklarını tekrarladılar. Hz. Ebubekir, «Bunu O söylüyorsa muhakkak doğrudur» cevabını verdi. Bu inanç ve teslimiyetinden dolayı «Sıddiyk» lâkabını aldı.
Ne mâni kudret-i Hak’tan bu hale,
Bu dâvâda yok muhâle havâle.
Navigasyon
[0] Mesajlar
[#] Sonraki Sayfa
Tam sürüme git