Muhterem müslümanlar.bu günkü hutbemiz mucizei rasül olan mirac hakkinda olacaktir.
Din-i Celil-i İslam’ı bütün insanlığa tebliğ etmek üzere gönderilen Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e, Cenab-ı Hakk’ın büyük bir ihsanı ve ikramı olan İsrâ ve Mi’râc hadisesi hicretten 18 ay evvel, Recep ayının sonlarına doğru vukû bulmuştur. “İsrâ” kelimesi lügatte “gece vakti yürütmek” manasına gelir. Istılahta ise “Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bir gece vakti, Mescid-i Haram’dan, Mescid-i Aksâ’ya götürülmesi” hadisesinin adıdır. İçerisinde bu hadise anlatıldığı için Kur’ân- Azimü’ş-Şân’ın 17. suresine İsrâ Suresi ismi verilmiştir. Cenab-ı Hak bu sure-i celile’nin ilk ayetinde mealen şöyle buyurmaktadır: “Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, kulunu Mescid-i Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir; O, hakkıyla işitendir, görendir.”
Mi’rac kelimesi ise lügatte “merdiven, yukarı çıkmak, yükselmek,” gibi manalara gelmektedir. İslâmî İlimler Istılah’ında ise “Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in tabir caizse manevi bir asansör olan Mi’râc isimli vasıta ile Mescid-i Aksâ’dan, Sidre-i Müntehâ’ya kadar yükseltilmesi” hadisesine Mi’râc denilmektedir.
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mezhebine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in “ruh me’a’l-cesed” olarak ve uyanık vaziyette yaşadığı bu seyahatin üç safhası vardır. İşte İsrâ ve Mi’rac kelimeleri bu üç safhadan ilk ikisinin adıdır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi birinci safha olan İsrâ safhası ayet-i kerime ile sabittir. Bu kısmın inkarı –hafazanAllah- küfürdür. İkinci safha olan Mi’râc safhası ise hadis-i şeriflerle haber-i meşhur olarak sabittir. Sahih-i Buhârî ve Sahih-i Müslim’de ifade edildiğine göre, bu kısım ile alakalı hadis-i şerifleri, aralarında Hz. Aişe, Hz Ali, Hz. Ebû Hureyre ve Hz. Ebû Eyyûb el-Ensârî, (rıdvanu’llahi Teala aleyhim ecmeîyn) gibi mümtaz şahsiyetlerin de bulunduğu 30 sahabî rivayet etmiştir. Bu kısmı inkar eden mübtedi’ yani bid’at ehli olur. Üçüncü safha ise Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ref’ref’ isimli vasıta ile Sidre-i müntehâ’dan Cenab-ı Hakk’ın dilediği makamlara kadar çıkıp, zamandan, mekândan, cihetten, sıfattan ve vasıtadan münezzeh olarak Rabbi ile konuştuğu ve bir çok nimetlere mazhar olduğu safhadır. Bu kısım ise haber-i vahid ile sabittir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den nasıl işitildi ise öylece iman etmek lazımdır. Bu kısmı inkar edenler dalalete düşmüş olurlar.
Yukarıda mealini verdiğimiz ayeti kerimede geçen “kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye” ifadesi şu şekilde tefsir olunmuştur: “yani acaibat-ı azimemizden göstereceğimizi göstermek, Mi’râc’a çıkarmak için. Buhârî ve diğer hadis kitaplarında sahih isnadlarla rivayet olunduğu üzere, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Burak ile Beytü’l-Makdis’e vardıktan sonra sahradan semaya yükseltildi.
Her birinde Enbiyâ’dan biriyle görüştü, nice nice melekler gördü. Cennet ve cehennemin ahvaline muttali’ oldu. Sidre-i Müntehâ’yı geçti, melekût-i ilahiye’den bir çok acaibât müşahede etti. Nihayet beş vakit namazın farziyyeti emriyle ayni gecede avdet eyledi” Hz. Üstazımız (k.s.) de bu hususla alakalı olarak şöyle buyurmuşlardır: “Peygambere elçi demek çok çirkindir. Nebî cennet-cehennem ve bütün hadiseleri bizzat görerek, gelip haber verendir. İmanları şuhudîdir Bizim nebîmiz cennet-cehennem dahil bütün ulviyatı, bizzat görmüştür. Diğer peygamberân-ı ızâm ise ruhen gördüler” . Ayet-i Kerime’nin aynı kısmını İbn-i Atıyye gibi bazı müfessirler ise şu şekilde tefsir etmişlerdir: “Onu, yani Muhammed aleyhi’s-selâm’ı ayetlerimizden olarak göstermek için.
Bu suretle Mi’râc Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e ayet göstermekten ibaret değil, kendisini bir ayet olarak kainata göstermek için olmuştur. Onun kendisi âyât-ı ilahiyye’den en büyük bir ayettir. İsrâ’nın hikmeti O’na göstermekten ziyade O’nu göstermeye daha münasibtir”
Ayrıca Mi’rac, siyer kitaplarında hüzün senesi olarak isimlendirilen devrede yani Resûlüllah Efendimiz’in, kendisini himaye eden amcası Ebû Tâlib ile maddeten ve manen her zaman yanlarında bulunan zevce-i tâhireleri Hadîcetü’l Kübrâ validemizin vefatlarıyla sıkıldığı, adeta hüzne gark olduğu sene huzur-u ilâhîde tesellî edilmesidir. Mekkeli müşriklerin üç yıldır devam eden ablukası ve on yıla yakın zamandır çekilen sıkıntıların sonunda Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’in rahatlaması, bunlara gösterilen sabrın mükâfatlandırılmasıdır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hadiseyi ilan etmesi ise şöyle olmuştur: “O gecenin sabahında Peygamber Efendimiz (s.a.v.) mescide çıkıp hadiseyi Kureyş’e haber verdi. Taaccüp ve inkardan kimi el çırpıyor, kimi elini başına koyuyordu. İman etmiş olanlardan bazıları irtidad ettiler. Bazı kimseler Hz. Ebu Bekir’e koşup haber verdiler. O da “eğer O, bunu söylediyse şüphesiz doğrudur” dedi. “O’nu buna karşı da mı tasdik ediyorsun?” dediler. O da “ben onu bundan eb’adında da (yani sizin kasır akılarınıza sığdıramayacağınız hususlarda) tasdik ediyorum. Sabah akşam sema haberini yani nübüvvetini tasdik ediyorum” buyurdu. Bunun üzerine kendisine “sıddîk” ismi verildi” Müşriklerin tüm sorularına, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) eksiksiz cevap vermesine rağmen, onların küfür ve inatlarından Mi’rac’ı inkar etmeleri gibi, insan yapımı yetersiz cihazlarla Mars’a çıkmanın planlarının yapıldığı günümüzde dahi, Allah’ın Rasülüne hediyesi olan Mi’rac’ı inkar eden, yanlış tevillerle zihin bulandıran bazı kimseler vardır ve olacaktır. Fakat, Mi’rac-ı Rasül’e tereddüt etmeden iman eden ve “sıddîk” olan, Silsile-i Sadatımız’ın birincisi Hz. Ebû Bekir (r.a.) Efendimiz, her hususta olduğu gibi bu hususta da bizim için en güzel numunedir.
idrak edeceğimiz M’irâc Kandili’ni elimizden geldiği kadar ihya etmeye çalışmalıyız. Bu gecede mümkün olduğu kadar çokca nafile ibâdet yapılabilir. Bununla berâber Pirânımızın, bu gecede yapılmasını ehemmiyetle tavsiye buyurdukları bazı husûsî ibâdetler de mevcuttur. Şöyle ki; o gece yatsı namazından sonra 12 rek’at hâcet namazı kılınır. Mi’rac gecesinden sonraki gün oruçlu olunmalıdır. Yine o gün öğle ile ikindi arasında 4 rek’at namaz kılınır. Bu namazların kılınış şekli takvim yapraklarında ve duâ kitaplarında mevcuttur.
İslam Tarihi, cild 2, sayfa 345
Şerh-i Akaid, sayfa 221 (yeni baskı)
Elmalılı, Hak Dini Kur'ân-ı Kerim Dili, cild 5, sayfa 3145
Ali EROL, Hatıratım, sayfa 20
Elmalılı, Hak Dini Kur'ân-ı Kerim Dili, cild 5, sayfa 3152
Elmalılı, Hak Dini Kur'ân-ı Kerim Dili, cild 5, sayfa 3145