Gönderen Konu: Müslüman Bilim Adamlarının Bilinmeyen İlkler  (Okunma sayısı 47037 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ay Işığı

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1166
Mikyâsü'l-Cedid'in (Nilometre) İcadı
« Yanıtla #15 : 16 Ağustos 2009, 23:06:29 »

Dünyanın en uzun nehri kabul edilen Nil; verimli arazileri oluşturduğu gibi arkeoloji, yerleşme
ve turizm açısından da ilgi çekicidir. Ayrıca nehrin periyodik olarak taşması da çeşitli keşif ve icatlara sebep olmuştur.

Nil Nehri'nin her yıl aynı dönemde taşması fark edilmiş ve bu tarih, sene başı yapılarak bir takvim meydana getirilmiştir. İki taşma arası 365 gün olarak hesaplanmıştır. Her yıl hazirandan ekime kadar su seviyesi yükselerek taştığından ve etrafa büyük zararlar verdiğinden su taşkınlarını önceden haber vermek lüzumlu hale gelmişti.

Abbasi halifesi El-Mütevekkil (M.847-861) bu meseleye bir hal çaresi bulmak üzere devrinin tanınmış bilim adamı El-Fergani'yi M.861 yılında Fustat'a (Kahire) gönderdi. El-Fergani, buradaki tetkikleri neticesinde, Nil'in yükselişini ve taşmasını önceden haber verecek bir alet yaptı. Bu ölçüm aletine de "Mikyasü'l-Cecüd" İsmini verdi. Günümüzde dahi kullanılan bu aleti, dünyada ilk defa, büyük bilgin ve alim El-Fergani icat etmiştir.

Mısır'ın başkenti Kahire, Nil Nehri kenarındaki en gelişmiş yerleşim merkezlerinden biridir. Afrika'nın üçte birini kaplayan Nil Nehri, dünyanın en uzun nehridir (6.650 km). Nil Nehri'nin suyu, haziran ayında en düşük seviyeye indikten sonra kabarmaya başlar ve ekim ayında en yüksek seviyeye ulaşır, sonra yavaş yavaş alçalır.

Nil'de yıl boyu meydana gelen değişiklikleri tespit etmek için, nehir boyunca kayalara ve nehir kenarındaki yapılara seviye işaretleri konulurdu. Bu işaretlere göre suyun seviyesini ölçen ve kendisine "Sihib-i mikyas" denilen bir de görevli bulunurdu. Bu şahıs, her gün suyun seviyesini ölçüp sultana bildirir ve sonra da Kahire sokaklarında halka ilan ederdi.



Nilometre, denizlerin, göllerin ve nehirlerin su seviyesini ölçmeye yarayan alete denir. Bu alet, su seviyesindeki azalma ve artışları gösterir. Nilometre, üzeri bölümlere ayrılmış sekizgen bir mermer sütundan ibarettir. Bu alet ilk defa Nil Nehri'nde kullanılmaya başlandığından, nehrin adına izafeten "Nilometre", yani Nil Metresi olarak anıla gelmiştir.


Yakup MEHMETÇiK
YEDİKITA

----------

Kaynaklar: Mehmet Bayraktar. islam'da Bilim ve Teknoloji Tarihi. Ankara, 1992, s. 192; Zeki Tez, Bilim ve Teknikte Ortaçağ Müslümanları, Ankara, 2001, s. 114; GÖKHAN, ılyas, "Memluk Sultanı Zahir Seyfuddin Çakmak Döneminin Salgın Hastalık ve Iktisadi Buhranları (H.842-857/M.1438-1453), Selçuk Ünisersitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 15, Konya 2006, s.341-366.

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Dünyanın Dönüşünün Kâşifi, Beyrûni
« Yanıtla #16 : 05 Kasım 2009, 02:48:06 »
Beyrunî`nin bilinmesi gereken önemli bir yönü de, Kâinata âit kendinden önceki görüşleri sarsması, dünyanın kendi ekseni etrafında ve güneşin çevresinde döndüğünü, Kopernik ve Galile`den 500 yıl kadar önce, ilmî bir şekilde açıklamasıdır.

Türkistan`ın Hive şehrinde 973 yılında doğan Beyrunî, hayatı boyunca 113`ten fazla eser kaleme almıştır. Geometri ve Trigonometri`de büyük bir varlık göstermiştir. Fakat o, asıl başarısını, astronomi alanında ortaya koymuştur. Yıldızların uzaklığını, yüksekliğini ve açılarını tesbite yarayan usturlab denilen ölçüm âletlerini geliştirmiş; bunun yanısıra yeni yeni âletler yapmıştır.

Beyrunî, kendi yaptığı âletlerle, dünyanın çapını ve ekliptik eğilimini de doğruya çok yakın bir şekilde hesaplamıştır. "Kanunu`l-Mes`udi fi`l-hey`e ve`n-nücum" adlı eseri, dünyada yazılmış ilk astronomi kitaplarından biri sayılabilir.

Beyrunî`nin bilinmesi gereken önemli bir yönü de, Kâinata âit kendinden önceki görüşleri sarsması, dünyanın kendi ekseni etrafında ve güneşin çevresinde döndüğünü, Kopernik ve Galile`den 500 yıl kadar önce, ilmî bir şekilde açıklamasıdır.

Bu konuda, Dr. Sigrid Hunke şöyle demektedir:


"Daha 1000 senesinde Beyrunî, Kopernikvâri dönüşü izah etmişti. Batı bunun farkına varmadığı için, bu açıklama, astronomi ilmine âit düşünce sahasında kaldı. Beyrunî`ye göre, gündüz ve gece değişikliğini yapan güneş değildi. Aksine kendi ekseni etrafında dönen, gezegenlerle birlikte güneşin etrafını da dolaşan Dünya idi. Dünya, gezegenlerle birlikte yer değiştirmekte, güneşin etrafında bir devri tamamlamaktaydı. Kopernik`in eserinin ortaya çıkışından çok önce ortaya atılan bu ateşli iddia, Hristiyan düşüncesine ve İncil`in sözlerine aykırı düştüğünden "Hristiyan Batı", bu iddiayı kabûl etmedi. Yüzlerce yıl sonra, ne Kopernik, ne de astronom arkadaşları, Hristiyan dinine aykırı düşen bu iddiayı, karşılaştıkları gizli-açık baskılar bir yana, teleskop olmaksızın mevcut gözlem âletleriyle isbat edebilecek durumda değillerdi. Onun için toplumun tasvibini sağlayıncaya kadar, aradan bir asırdan fazla bir zaman geçmesi gerekmişti. Oysa Beyrunî`nin olağanüstü açıklaması, o zaman ne kadar az yardımcı araçlara dayandırılmıştı."


Kopernik Fikrini 30 Yıl Sakladı

Polonya`nın Torun şehrinde 1473`te doğan Kopernik, 18 yaşında Crocovia Üniversitesi`ne girdi. Burada tanıştığı ünlü astronom ve matematikçi Albert Brudzewski`nin te`siriyle astronomiye karşı büyük bir ilgi duymaya başladı. Daha sonra Polonya Üniversitesi`nde hukuk öğrenimi gördü. Tahsilini tamamlayıp memleketine geri döndüğünde, bir köye çekildi. Yakından ilgi duyduğu astronomi ile ilgili çalışmalara girişti. Gözlemevi olarak kullandığı bir kaleye, bazı astronomi âletleri yerleştirerek çeşitli gözlemlere başladı. Bu çalışmalar neticesinde, o günkü Batı`nın astronomi anlayışını kökünden sarsacak meşhur eserini kaleme aldı. "Gökkürelerin Dönüşü" adlı bu eserinde Kopernik, dünyanın kendi etrafında ve güneşin çevresinde döndüğünü ve bu dönüşü bir yılda tamamladığını söylüyordu. Dünya gibi diğer gezegenlerin de güneş etrafında döndüğünü iddia ediyordu. Ne yazık ki Kopernik, bu konudaki ilmî açıklamalarını serbestçe neşredemedi. Eserini kendi el yazısı ile yazıp, güvendiği bir bilgin arkadaşına gönderdi. Israrlara rağmen, göreceği tepkilerden çekinerek, bu kanaatini 30 yıl gizlemek zorunda kaldı. Nihayet bir gün yakın bir arkadaşı, onu eserini neşir konusunda ikna etti. Yine de Kopernik, kiliseden ve çağının sözde aydınlarından öylesine korkuyordu ki, yazdığı önsözde: "Bu kitabı dilerseniz okuyun, ama içindeki görüş ve iddiaları ciddîye almayın." cümlesine yer veriyordu.

Eserin ilk baskısı eline geçtiğinde, Kopernik son anlarını yaşıyordu. Gerçekten de 3-5 suskun ilim adamının dışında, Kopernik`in bu iddialarını ciddiye alan pek çıkmadı.

Dünya Dönüyor Dediği İçin Engizisyona Çıkan İtalyan Bilgin: Galile

Galile, 1564 yılında, İtalya`nın Piza şehrinde doğdu. 1581`de girdiği Piza Üniversitesi`nden 1589`da mezun oldu. Burada yardımcı profesör olarak göreve başladı.

Galile, Kopernik`in fikirlerini öğrenmişti. Ona hayrandı. Fakat kilise, onu "sapık fikirli" olarak ilân ettiğinden, açıktan sahip çıkamıyordu.
Galile çalışmalarını ilerletip kuvvetli deliller bulunca, kanaatlerini açıkça söylemeye başladı. "Kâinatın merkezinin dünya değil güneş olduğunu, gezegenlerin ve dünyamızın güneş etrafında döndüğünü" ileri sürüyordu. Bu iddialara, kilisenin yanısıra, devrin bilgin ve aydınları da karşı çıktılar. Kiliseye göre Galile, İncil`e karşı geliyordu. İncil`deki bir sözün yorumundan, onlar kâinatın merkezinin dünya olduğu sonucunu çıkarıyorlardı. Galile, İncil`in sözünün doğru, fakat yorumunun yanlış olduğunu söyleyerek karşılık veriyordu.
Nihayet, kendisi Roma`ya çağrıldı ve orada Engizisyon Mahkemesi tarafından ortaya attığı görüşlerle dine karşı çıkmak suçundan yargılandı. 22 Haziran 1633 günü, Engizisyon Mahkemesi şu karara varmıştı: "Galile kiliseye karşı işlediği suçları ve küfürleri samimiyetle, temiz bir kalb ve inançla geri almazsa, mahkeme tarafından ömür boyu hapse mahkûm edilecektir."

Yaşlı ilim adamı, kilise hey`eti önünde diz çöktü, titrek bir sesle kilisece küfür sayılan iddialarını bir daha kimseye öğretmiyeceğine ve bunlardan nefret ettiğine dair yemin etti. Kendisine uzatılan ve üzerinde işlediği bütün günahlar teker teker yazılı olan kâğıdı titreyen elleriyle imzaladı. Mahkeme salonundan çıkarken, kendi kendine şu sözleri mırıldandığı duyuldu: "Ben ne dersem diyeyim, dünya yine de dönüyor."

Mahkeme, Galile`yi her ne kadar serbest bırakmışsa da, 8 Ocak 1642`de ölünceye kadar, onu gözaltında tutmaya devam etmiştir.

350 Yıl Sonra Gelen Beraat

Galile hakkında verilen mahkûmiyet kararı, yıllar boyu Vatikan ve ilim dünyası arasındaki ilişkilerin gergin kalmasına sebeb olmuştur. Nihayet Papa II. Jean Paul 1979`da Papalık Bilimler Akademisi`nin önünde yaptığı bir konuşma ile, bilim ile inançlar arasında herhangi bir ayrılık olmadığını ifade etmiştir. Beraberliğin bir nişanesi olarak da, Galile`ye itibarının iade edileceğini söylemiştir.
Papa II. Jean Paul, 1980`de çeşitli ilim adamları, din bilginleri ve tarihçilerden oluşan bir komisyonu, Galile dâvasını yeniden incelemek üzere görevlendirmiştir.

Bu komisyon, neticede, kilisenin Galile`yi mahkûm etmekle büyük hata işlediğini kabûl etmiştir. Böylece Galile, 350 yıl önce tahkir edilerek mahkûm edildiği kilise tarafından beraat ettirilerek aklanmış, itibarı geri verilmiştir.

Zafer Dergisi
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Modern dünyanın temelini İslam alimleri attı
« Yanıtla #17 : 20 Kasım 2009, 02:54:44 »
Avrupa’nın 19. yüzyılda bile Müslümanların 10. yüzyılda ulaştıkları bazı bilgilere ulaşamadığını söyleyen Sezgin; “Belki ancak 20. yüzyılda ulaştılar” diye konuştu.

Ünlü tarihçi Prof. Dr. Fuat Sezgin İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde verdiği konferansta, "Türk aydınları, dini, ilerlemenin önündeki en büyük engel olarak kabul ettiler ve bu suretle din düşmanlığı yaptılar. Yıllarca yaptığım çalışmalarla dinin ilerlemenin önünde bir engel olmadığını görüyorum" dedi. Sezgin, "İslamiyet, çöl Araplarını, göçebe Türkleri ve ateşperest İranlıları bilim üreten toplumlar haline getirmiştir" şeklinde konuştu.



İstanbul Ticaret Üniversitesi tarafından düzenlenen ‘Bilimler Tarihi Açısından Türkiye’ye Bakış’ isimli konferansta konuşan dünyanın en ünlü ilimler tarihçileri arasında gösterilen Prof. Dr. Fuat Sezgin, modern dünyanın temelini İslam alimlerinin attığını söyledi. Bilimler Tarihinde Müslümanların yerinden bahseden Prof. Dr. Fuat Sezgin, 19. yüzyılda dahi Avrupa’daki bilimsel gelişmelerin temelinde Müslümanların olduğunu kabul eden ve olaya gayet hümanistçe yaklaşan bilim adamlarının olduğunu ifade etti.

Avrupa, islam alimlerinin seviyesine bin yil sonra ulaşabildi

Sezgin; “Birçok Batılı ilim adamının fedakarca çalışmaları ile yerleşik Rönesans’ın Doğu’ya bakışı sarsıldı. Mesela Batı’da şöyle bir söz söyleniyordu: ‘Doğu’da şu ana kadar hiçbir insan 2. dereceden bilinmeyenli denklemleri bilemedi.’ Hâlbuki Müslümanların daha 11. yüzyılda 2. dereceden değil 3. dereceden bilinmeyenli denklemlerin sadece çözümünü değil, sistematiğini dahi yaptıkları ortaya çıktı. Avrupalı matematik tarihçisi Johannes Tropfke, Descartes’lerin yeni bulduklarını zannettikleri konuları Hayyam’ın çok önceden yazdığını, aradan geçen zamanda Avrupalılar’ın boşuna çaba gösterdiğini yazmıştı. 11. asrın ilk yarısında İbni Heysem bir optik problemini dördüncü dereceden bir denklemle çözdü. Küçük bir yanlışlıkla Latinceye de çevrilen problem Avrupalıları ‘Problema Alhazeni’ adı altında 13. asırdan 19. asra kadar uğraştırdı. Avrupalılar İbnül Heysem’in çözümünü ancak 19. yüzyılda kavrayabildi. 11. asrın sonlarında Hayyam’ın üçüncü dereceden denklemleri sisteme bağlayan kitabının benzeri, Avrupa’da 17. asırda Rene Descartes, Frans Van Schoooten ve Edmund Halley tarafından yazılabildi” diye konuştu.

Üniversiteye başladığı zaman bir derste hocasının dünya matematiğinin en iddialı isimleri arasında 4 Müslüman alimini saydığını ifade eden Prof. Sezgin; “0 gece devrim gecem oldu. Sabaha kadar uyuyamadım. Türkiye’den İslam Bilimleri diye bir şey olmadığını öğrenerek gelmiştim. Zihnimde İslam Medeniyetine dair hiçbir şey yoktu. Hocamız ise bize dünyanın en etkili matematikçilerinin Müslümanlar olduğunu söylüyordu. Sonra bu alana girdim” dedi. Müslümanların, bilgi merkezlerinden aldıkları bilgileri önce muhteşem bir şekilde geliştirdiklerini söyleyen Sezgin; “Sonra yeni bilimler ortaya çıkarttılar ve sonra da bugünün birçok biliminin temellerini attılar” ifadelerini kullandı.

Avrupa’da 19. yüzyila kadar bir coğrafya ilmi yoktu

Avrupa’nın daha 18. yüzyıllara kadar İslam dünyasından gelen haritaları kopyaladığını belirten Sezgin; “Aslında Batı’da 19. yüzyıla kadar coğrafya yoktur. Sebebi de şudur: Doğu’da coğrafya Allah’a ulaştıran bir yoldur. Müslüman coğrafya ile yaratıcıyı keşfe çıkar, fakat Batı’da coğrafya teolojinin bir yardımcısıdır. Bunu sadece ben söylemiyorum, Avrupalılar da bunu ifade ediyorlar” şeklinde konuştu.


Din asla bu duraklamanin sebebi veya sonucu değildir


Avrupa’nın 19. yüzyılda bile Müslümanların 10. yüzyılda ulaştıkları coğrafya bilgisine ulaşamadığını söyleyen Sezgin; “Belki ancak 20. yüzyılda ulaştılar” diye konuştu. Bugünkü Avrupa’yı kilisenin kurduğunu dile getiren Sezgin; “İslam bilimlerini Batı’ya taşıyan da papazlardı. 500 yıl boyunca yarım yamalak çevirilerle bu eserleri Batı’ya ulaştırdılar” dedi.

Dinin asla bu duraklamanın sebebi veya sonucu olmadığını söyleyen Sezgin; “Bunun çok farklı nedenleri var. Batılılar şimdi gözleri kamaştırıyorlar, fakat İslam dünyası da kendi değerlerinin farkında değil. Herkeste bir kompleks hakim. Birileri bu coğrafyadaki tüm geriliği İslam’da buluyor. Bu çok büyük bir yanlıştır. Bizim halkımız Müslüman’dır. Birileri ise İslam’ın geriliğe neden olduğunu savunuyor ve bir aşamadan sonra bu durumu İslam düşmanlığına dönüştürdüler. Bu yanlış yoldan bizi kurtaracak perspektife 20. yüzyılda sahip olmamamız normaldi belki ama şimdi bu artık normal değil. Ben bir Bilimler Tarihçisi olarak İslam davetçisi değilim, lakin İslam’ın bu geriliğe neden olmadığını iyi biliyorum” diye konuştu.

Hessen ödülünü reddettiğim için yahudi düşmanliği ile suçlandim

Son yıllarda eski Batılı insaf sahibi araştırmacıların ulaştığı derinliğe ulaşılamadığını dile getiren Sezgin; “Gelişen imkanlara rağmen derinlik azaldı, ufuklar daraldı. Maalesef 300 yıldır yapılagelen tüm çalışmalara rağmen Rönesans’ın o yanlış bakışı da yıkılamamıştır” dedi. Diğer taraftan Sezgin, M. Mustafa Uzun’un; “Hessen Kültür Ödülü'nü, İsrail yanlısı Salomon Korn'la beraber aynı ödülü alamayacağınızı belirterek reddettiniz. Bu onurlu tavrınız nedeniyle bir tepki gördünüz mü?” şeklindeki sorusuna da; “Bazı Siyonist örgütler beni Yahudi düşmanlığı ile suçladılar. Aynı zamanda Siyonist karşıtı bir Yahudi kuruluşu ise tebrik etti. Ben bir bilim adamıyım ve bu tür konularda hassasiyetimi koyarım. Ben insan olmanın bir gereğini yerine getirdim ve bu yoldan geri adım da atmam. Sadece Hessen Kültür Ödülü'nü veren kurumun başkanı ile görüştük, şaşırdığını dile getirdi ve ben de ona gerekli açıklamayı yaptım. Başka kimseye de hesap verme durumum yoktur” diye cevap verdi.

Prof. dr. fuat sezgin kimdir?

Prof. Dr. Fuat Sezgin dünyanın en ünlü ilimler tarihi uzmanlarından. Halen Almanya’daki Goethe Üniversitesi Arap-İslam Bilimleri Enstitüsü Direktörü. Dünyada bu alandaki en önemli kaynak eser olan ve 12 cilde ulaşan İslam İlimleri Tarihi adlı kitabı Türkçe’ye çevrilmediği için ülkemizde bilinmiyor. 27 Mayıs askeri darbesinde sağcı denilerek 147’likler listesine sokuldu ve üniversiteden atıldı. İslam bilginlerinin eserlerinden okuyarak yeniden yaptırdığı 800 icadı Frankfurt ve İstanbul’da teşhir eden Sezgin’e göre bunlar kitaplarda yer alan icatların yüzde biri bile değil. Bilimler tarihi açısından dünyanın sayılı otoritelerinden biri olan Sezgin; Süryanice, İbranice, Latince ve Arapça dahil, 27 dili çok iyi derecede biliyor.

Kaynak:

Mustafa Uzun
Vakit
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Bir Osmanlı Dâhisi ve Mucidi: Takiyüddin-i Rasıd
« Yanıtla #18 : 30 Mayıs 2010, 06:22:07 »
İlkokullarımızda Osmanlı tarihine dair en çok vurgulanan menfi konuların başında belki de Osmanlıların bilim ve teknoloji konularında ne kadar geri kaldığıdır. Bunun için de dönüp dolaşılıp “matbaanın ne kadar geç girdiği” hikâyesi araya sıkıştırılır.

Matbaanın geç  gelip gelmediği konusu, ayrı bir tartışmanın konusu olarak bir kenarda dursun şimdilik. Ancak matbaanın beklenilen (?) tarihten çok sonra gelmiş olması Osmanlıların bilim ve teknolojide ne kadar geri kaldıklarının en çok göze çarpan göstergesidir. Daha doğru ifadeyle matbaa konusu bilim ve teknolojinin Osmanlıda öyle pek olmadığının en başta gelen delili olarak gösterilegelir.

Pek çok okulda veya ortamda halâ bu konu öne sürülerek Osmanlının geneli üzerine değerlendirmelerde bulunulur ve hiçbir kıstas gözetmeksizin Osmanlının ne kadar “geri” olduğu ifade edilir. Osmanlıların bilim ve teknoloji konusunda yapmış olduğu çalışmalara samimi ve ciddi bir gözle bakıldığında ortaya muazzam bir ilmî birikim çıkar. Osmanlıların yetiştirmiş olduğu bilim adamları ve onların yapmış olduğu orijinal çalışmalar ortaya konulduğunda ciddî bir manzara ile karşı karşıya kalırız. Osmanlı ilim adamlarının hayatları ve eserleri konusunda Osmanlılar zamanında çok sayıda eser yazılmıştır. Ancak bu eserler tüm bilim adamlarını genel olarak ele aldığından, ilmî değerlerini ve önemlerini ayrı ayrı tespit etmek gerekir. Her birinin çok sayıda ilmî orijinal çalışmaları olup Osmanlı ilminin zenginliğini ortaya koyma açısından son derece mühimdir. Bu kadar zengin bir bilim tarihi çok az devlette görülebilir. Özellikle Osmanlı ilim adamlarının çalışmalarının bugünkü dünyamızı çok yakından ilgilendirdiğini düşündüğümüzde bu konunun önemi daha da artar. Bu ilim adamlarından burada sadece bir tanesinin bilim tarihindeki yerini ifade etmek, geneli hakkında bir fikir vermesi açısından önemlidir.

İnceleyeceğimiz zat, on altıncı asırda yaşamış ve pek çok alanda ilmî çalışmalar yapmış olan dâhi ilim adamı Takiyüddin-i Rasıd’tır. Öncelikle onun hayatı hakkında kısaca bilgi verip önemli çalışmalarını zikredelim.

TAKİYÜDDİN RÂSID

Şam’da 14 Haziran 1526 tarihinde doğan Takiyüddin-i Rasıd’ın babası Mehmed Maruf Efendi Şam ve Kahire ilim çevrelerince çok iyi tanınan, Şam'da Sibaiye ve Takaviyye medreselerinde müderrislik yapan bir ilim adamıdır. Aile, aslen Türk olup Şam’a hicret etmiştir. Takiyüddin-i Rasıd, ilk tahsiline babasından dersler alarak başladı; Şam'daki âlimlerden klâsik İslami ilimleri tahsil etti. Kahire'ye gitti ve hadis, tefsir, fıkıh, matematik, tıp ve astronomi gibi ilimleri öğrenerek tahsilini tamamladı. Ardından tekrar Şam'a döndü ve buranın en büyük camisi olan Cami-i Ümeyye'de (Emeviye Camii) hadis dersleri okuttu. Bir süre burada kaldıktan sonra Nablus kadı naibliğine tayin edildi ve aynı zamanda civardaki medreselerde müderrislik yaptı. Buradaki görevini tamamladıktan sonra bir kez daha Kahire'ye gitti ve oradan da babasıyla birlikte ilk defa İstanbul'a geçti (1552).

İstanbul’da bir süre kalan Takiyüddin-i Rumeli Kazaskeri Molla Abdurrahman Efendi’den mülazım oldu ve daha sonra da Vezir Ali Paşa'ya hocalık yaptı. Kısa sürede İstanbul'un önde gelen âlimleriyle tanıştı; Çivizade, Ebussuud, Azmizade, Ali Kuşçu'nun oğlu Mehmed gibi dönemin önde gelen ulemasının ilim meclislerine devam etti. Bu esnada kendisine yapılan müderrislik teklifini kabul etmedi. Üç sene İstanbul'da kaldıktan sonra Mısır'a döndü. Kahire'de Şeyhuniye Medresesi ve Sargıtmışiyye Medresesi'nde müderris oldu. Aynı sene Mısır beylerbeyi Semiz Ali Paşa'yla yakınlık kurdu; Paşa'nın sadrazam olması üzerine, onun daveti ve isteğiyle kısa bir süre için ikinci defa İstanbul'a geldi, Edirnekapı'daki Bala Medresesi'ne kırk akça yevmiye ile müderris oldu. Bu esnada Sadrazam Semiz Ali Paşa’nın kütüphanesinden ve özellikle zengin saat koleksiyonundan istifade etti ve saatler üzerine yazacağı eserinin konuları hakkında çalışmalarda bulundu.

Ailesinin Kahire'de olması ve Ali Paşa'nın da Mısır valiliğine tayini üzerine Mısır'a döndü; burada çeşitli medreselerde müderrislik ve yüz elli akça yevmiye ile kadılık görevlerinde bulundu. Bir ara Mısır kadılığına tayin edilen Çivizade ve Nişancızade'nin naipliklerini üstlendi. Nişancızade'den sonra Mısır kadılığına tayin edilen Kazasker Abdülkerim Efendi'nin ve babası Kutbuddin'in teşvikiyle matematik ve astronomi sahasında çalışmaya başladı.

Ali Kuşçu'nun torunu olan Kutbuddin, dedesine ait çeşitli rasat aletleriyle, Gıyaseddin Cemşid ve Kadızade Rumî'nin astronomi kitaplarını temin ederek Takiyüddin'e verdi ve ona çalışmalarında yardım etti. Takiyüddin-i Rasıd, kendisini tamamen matematik ve astronomi çalışmalarına verdi; Kahire yakınlarındaki Tenis şehrinde kadı iken, yirmi beş metre derinliğinde bir kuyu kazdırarak kendisine özel rasathane yaptırdı ve sabit yıldızları gündüz gözlemeye çalıştı. Gözlem neticeleri hakkında eserler telif etti.

İstanbul'a 1570’te üçüncü ve son defa geldi; Sultan III. Murad'ın yakınlarından meşhur âlim Hoca Sadeddin Efendi'yle yakınlık kurdu ve himayesine girdi. Onun vasıtasıyla Sultan III. Murad, Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa ve dönemin ileri gelen âlimleriyle tanışma fırsatı buldu. Muhtemelen devlet kademelerinde görev aldı. Bu arada vefat eden Müneccimbaşı Mustafa bin Ali el-Muvakkit yerine müneccimbaşı tayin edildi (1571).

Astronomi ve matematik sahasında yaptığı bazı çalışmaları Hoca Sadeddin Efendi'ye takdim ederek onun dikkatini bu çalışmalara çekti. Çalışmalarının temel kaynaklarından birisi olan Uluğ Bey Zîci'nin astronomik hesaplara kâfi gelmediğini, birçok hatalarının bulunduğunu ifade etti. Zicin yeni gözlemlerle tashih edilmesi gerektiğini ve yeni astronomik gözlemlerin yapılması lazım geldiğini, bunun için de yeni bir rasathanenin kurulması gerektiğini Hoca Sadeddin Efendi'ye ifade etti. Bu düşüncesini bir arzuhalle Sokullu Mehmed Paşa ve Sultan III. Murad'a iletti. Padişah, masrafları tamamen devlet tarafından karşılanmak üzere Darü’r-rasadi’l-cedid adıyla yeni bir rasathanenin kurulması için izin verdi; Tophane sırtlarında rasathanenin inşası başladı (1575). Ancak Takiyüddin-i Rasıd, Galata Kulesi'nden gözlemlerine ve çalışmalarına devam etti. Rasathane binasının kısmen tamamlanmasından sonra gözlemlerini rasathane binasından sürdürdü (1577). Rasathane için bir taraftan klasik gözlem araçlarını temin ederken bir taraftan da iyi bir kütüphane kurmak üzere kitap toplamaya başladı. Bu arada bazı gözlem araçlarını da kendisi icat edip geliştirdi.

İlk olarak Uluğ Bey Zîci'nin tashihi çalışmalarına başladı. Sekizi râsıd (gözlemci), dördü kâtip ve diğer dördü de yardımcı olarak vazife yapan on altı kişilik bir astronom grubuyla çalışmalara başladı. Ancak çok geçmeden buradaki bilimsel çalışmalar kendilerinin dışında kalan bazı kısır siyasi çekişmelerin içine çekilerek kesintiye uğratıldı. Hoca Sadeddin Efendi'nin siyasi muhalifleri, onu yıpratmak maksadıyla rasathanenin uğursuz olduğu, nitekim İstanbul'daki veba salgınının rasathane yüzünden başladığı ve rasat yapılan her beldede afet olduğu dedikodusunu yayarak, padişah nezdinde etkili olmaya çalıştılar. Özellikle Kadızade Ahmed Şemseddin Efendi tarafından yürütülen rasathane karşıtı çalışmalar amacına ulaştı ve rasathane padişahın onay vermesiyle 22 Ocak 1580'de Kaptanıderya Kılıç Ali Paşa tarafından tamamen yıkıldı.

Bu durum karşısında son derece büyük hayal kırıklığına uğradığı tahmin edilen Takiyüddin-i Rasıd, rasathanenin yıkılmasının ardından üzgün bir şekilde evine kapandı, ömrünün son yıllarını sıkıntı ve üzüntü içinde geçirdi. Çalışmalarına ölünceye kadar burada devam etti. 18 Şubat 1585 tarihinde vefat eden Takiyüddin’in kabri Beşiktaş'ta Yahya Efendi Dergâhı haziresindedir.

Takiyüddin-i Râsıd ilmî zihniyet, orijinal katkı, yeni tespitler ve araştırma bakımından Osmanlı ilminin zirvesinde bir ilim adamıdır. Onun en büyük başarısı hiç şüphesiz İstanbul’da İslam medeniyetinin son büyük rasathanesini kurması ve burada gözlem faaliyetlerinde bulunmasıdır. Şam ve Semerkand rasathanelerinde yapılan çalışmaları çok iyi tetkik etmiş ve onların eksik bıraktığı yanları tamamlayarak bu iki astronomi ekolünü şahsında mezc etmiştir. Takiyüddin'in rasathanesindeki araçlarının mükemmelliği batıda ilk defa aynı dönemde Danimarka Hven Adası’nda gözlem yapan Tycho Brahe'nin (1546–1601) rasathanesinde görülebilmektedir. Rasathane bulunan aletlerin bir kısmı öteden beri klasik İslam rasathanelerinde kullanılan aletler, bir kısmı ise onun tarafından icad edilen ya da geliştirilen aletlerdir.

Takiyüddin'in rasathanesi, aynı yıllarda Danimarka kralı II. Frederic (1559-1585)'in desteğiyle Hven Adası’nda inşa edilen (1576), Batı’nın o dönemde en önemli astronomu sayılan Tycho Brahe'nin Uranienborg Rasathanesiyle karşılaştırılabilecek durumdaydı. Birbirlerine yakın dönemlerde gözlemlerine başlayan bu iki astronomun benzer kaynaklardan istifade etmeleri sebebiyle aletleri birbirine çok benzemekteydi. Her iki astronom da ilk defa olarak mekanik/otomatik saati astronomi gözlemlerinde kullandılar. Takiyüddin'in kullandığı saatin Brahe'ninkine nazaran daha dakik olması itibariyle yaptığı gözlemler daha netti. Her iki râsıdın Almagest’te geçen aletlerin her birini yapmış olmalarına rağmen aletlerin sayısı itibariyle Brahe'nin rasathanesi daha zengindi. Brahe de rasathanesini döneminin en mükemmel astronomi aletleriyle donatmış ve yaptığı son derece dakik gözlemlerle Kepler’in elips yörüngelerini tespit etmesi için gerekli hesapları yapmıştır. Güneş sistemiyle ilgili bir teorisi olmayan Brahe’nin en büyük katkısı, gözlemlerinden elde ettiği verileridir. Brahe'nin gözlemleri uzun süre devam etmiş ve gözlemlerinin neticelerini alarak yedi yüz yetmiş yedi yıldızın yerini tesbit etmiştir. Takiyüddin ise, yedi sene civarında gözlem yapabilmiş ve gözlem neticelerini istediği gibi alamamıştır.

Takiyüddin’in Astronomi alanındaki bazı katıkları şu şekilde sıralanabilir:

-Yeni gözlem araçları icat etti ve mükemmel astronomi gözlemleri yaptı.

-Hayatı boyunca yaptığı çalışmalarla Güneş parametreleri hesabında yeni bir yöntem uyguladı.

-Brahe gibi sabit yıldızların boylamlarının tespitinde Ay yerine Venüs gezegenini kullandı.

-Astronomik çalışmalarda ondalık kesirlerin kullanılmasını geliştirerek, trigonometriye ve astronomiye ilk defa tatbik etti. Ayrıca bunlara uygun sinüs ve tanjant tabloları ile zicler hazırlamıştır.

-Delos probleminin üç çözüm yolu üzerinde durdu.

-Sin 1° ve kiriş problemleri üzerinde çalıştı.

-Mekanik saatler üzerinde durup, dakika taksimatından söz etti ve saati gözlemlerinde bir astronomi aracı olarak kullandı.

-Ekliptik ve ekvator arasındaki 23˚ 27’ lik açıyı, 1 dakika 40 saniye farkla 23˚ 28’ 40” bularak ilk defa gerçeğe en yakın doğru dereceyi hesapladı.

Takiyüddin-i Rasıt astronomi alanındaki bu katkılarının yanı sıra diğer ilim alanlarında da çok önemli çalışmalar yaptı ve katkılarda bulundu. Nitekim 1551 yılında otomatik makineler konusunda yazdığı Turûku’s-seniyye fi'l-âlâti’l-Ruhâniyye'si Osmanlılarda bu konuda yazılan ilk ve tek eser olarak bilinmektedir.

Takiyüddin ayrıca tıp ve zooloji alanında birer, fizik-mekanik alanında üç, matematik sahasında beş, astronomi alanında ise yirmi eser telif etti. Bunlardan başka bir de cisimlerin özgül ağırlıkları ile Arşimed’in hidrostatik tecrübeleri konusunda da bir risale kaleme aldı. Eserlerinin pek çoğu bugün başta İstanbul’daki Süleymaniye Kütüphanesi olmak üzere İngiltere ve Kahire gibi muhtelif dünya kütüphanelerinde bulunmakta ancak pek çoğu henüz tam olarak incelenmemiştir.


Salim Aydüz
timeturk
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Ay Işığı

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1166
Karanlık Oda
« Yanıtla #19 : 10 Temmuz 2010, 12:19:43 »
Fotoğrafçılıkta kullanılan karanlık oda tekniğini ilk uygulayanın İslam Alimi Heysemi (695-1050) olduğunu ancak bu keşfin Heysemiden 200 yıl sonra yaşayan batılı Levi Ben Gerson'a mal edildiğini biliyor muydunuz?

Yedikıta Dergisi

Çevrimdışı piskotrop

  • okur
  • *
  • İleti: 60
Ynt: Müslüman Bilim Adamlarının Bilinmeyen İlkleri
« Yanıtla #20 : 11 Temmuz 2010, 03:38:32 »
helal olsun alimlerimize.
sizlerinde emeğinize sağlık.
Beni bir NOKTA gibi KÜÇÜK görenler unutmamalıdırki... Her cümlenin sonunda bana ihtiyaç duyacaklardır...

Çevrimdışı Mütebahhir

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 45
  • ოüէεъﻪհհﻨг
Ynt: Müslüman Bilim Adamlarının Bilinmeyen İlkler
« Yanıtla #21 : 08 Mart 2012, 16:27:56 »
 gf))        gh8))   gh8))
Deselerki İSLAM'ın pınarından içmek suç,
O suçları kabullenerek içerim avuç avuç,
Bir irşat istiyorum benliğime yön verecek,
Bir seccade istiyorum alnımı eskitecek,
Bir tesbih istiyorum çek çek bitmeyecek,
Bir KALP istiyorum daima Allah Allah diyecek.