Gönderen Konu: “Müslümanlardanım” demek kolay mı?  (Okunma sayısı 3641 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
“Müslümanlardanım” demek kolay mı?
« : 02 Temmuz 2013, 11:33:19 »

“Müslümanlardanım” demek kolay mı?

Güzel sözlü insanın özelliklerini Kur’ân-ı Kerim üç maddede özetler:

“Allah’a çağıran, salih ameller işleyen ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim var?” (Fussılet Sûresi, 41:33.)

Bu formülde, sözü destekleyen fiilin yanı sıra sayılan bir önemli şart da “Ben Müslümanlardanım” demek, yahut diyebilmektir. Tabii, bu sözün de yine ona uygun fiil ve davranışlarla desteklenmesi gerekir. Bu ise ilk bakışta göründüğü kadar kolay bir iş değildir. Veya en azından bazılarımız için kolay olmaz.

Bir düşünün, “Ben de Müslümanlardanım” dediğiniz zaman, sizinle beraber fotoğraf karesine kimler giriyor:

Mizacıyla, meşrebiyle, mezhebiyle, siyasetiyle, fikirleriyle, etnik kimliği veya sosyal mevkiiyle size çok yabancı düşen ve bir yerde bulunmaktan hoşlanmayacağınız pek çok Müslümanı da içine alan büyük İslâm toplumu için “Ben de bunlardan biriyim” demeye ve kendinizi onlardan hiçbir surette ayırmamaya hazır mısınız?

Hazır olsak da, olmasak da, Kur’ân’ın emri böyle olduğuna ve bize tercih hakkı bırakılmadığına göre, bir Müslüman, gönlünde hiçbir sıkıntı duymaksızın bu sözü diliyle ve kalbiyle söyleyebilmelidir diyebilirsiniz. Fakat bu iş herkese o kadar kolay gelmiyor. Çünkü bazılarımızın siyasetine rengini veren anlayış, “Biz bildiğiniz Müslümanlardan değiliz” söylemi etrafında örülmüştür. Onların dilinden “Müslümanlardanım” sözünü işitseniz bile, bunu Müslümanlığın sadece kendilerine mahsus bir sıfat olduğunu dile getiren bir söz olarak anlamak belki de daha isabetli olacaktır.

***

Bir kısım Müslümanların yol ve yöntemlerinden bazılarını doğru bulmayabilirsiniz. Yahut, Bediüzzaman’ın harikulâde formülüne uygun şekilde “Benim yolum daha güzel” diyebilirsiniz. Fakat bu ayrılığı vurgulayan ve “doğru İslâm”ın sizden sorulacağı mânâsına gelen bir siyaset izlemeye başladığınız zaman, fiilen “Ben Müslümanlardan değilim” iddiasına kadar uzanan bir yola adımınızı atmışsınız demektir. Bazılarımızın bu yolda adım adım nerelere kadar vardığını şimdi hayret ve ibretle izliyoruz.

Bu konuda gözle görünen ilk belirgin adımlar 28 Şubat karanlığında, herkesin başörtüsü için birlik içinde mücadele verdiği bir sırada atılmıştı. O güne kadar milletin nazarında Nene Hatun ile beraber hatırlanan ve kimsenin zerre kadar taviz vermeyi hayalinden bile geçirmediği başörtüsü, bir şok verici beyanat ile “teferruat” olup çıkmadı mı? (Kimse kalkıp da füruat şu demektir bu demektir diye milleti ahmak yerine koymaya kalmasın! O talihsiz beyanın dört yerinde “teferruat,” sadece bir yerinde de “füruat” kelimesi geçmişti; hepsinin de ne mânâda kullanıldığı ve nasıl uygulandığı meydandadır.)

Aynı dönemde, imam hatip okulları ile Kur’an kursları da “Kapatılmaları bize zarar vermez” diye bir kalemde satılıverdi. (Buradaki biz’in İslâm ümmetinden başka bir biz olduğu açık değil mi?) Bu arada ehl-i dalâlete sürekli olarak “Biz de sizdeniz; bizden çekinmeyin” anlamına gelen mesajlar verilirken, aynı zamanda da fikr-i siyasîsine muhalif Müslümanlar için üzerine basa basa “Aramızda tenâkür var” deniyordu. Bir tarafta Papa’dan randevu almak için aylarca beklenirken, diğer tarafta da bir cenaze merasiminde İslâmî cemaatlerden birinin büyüğüyle karşılaşmamak için dakikalarca araba içinde bekleniyordu. İlerleyen yıllarda bu tavır, Yahudi gazetesine Müslümanları suçlayan gönüllü beyanatlar vermeye ve Yahudi devletini İslâm toprakları üzerinde meşru otorite ilân etmeye kadar vardı.

İlk adımları “Ben diğer Müslümanlardan farklıyım” iddiasıyla başlayan bir yolculuk, böylece, fiilen “Ben Müslümanlardan değilim” mesajını veren bir noktaya dayanmış oluyordu.

***

Bugünlerde aynı çevrelerde, yine Müslümanların kahir ekseriyetine ters düşen bir görüntü var. Cemaatin gazetesi hergün iktidarı yıpratma hedefi güden yazılar yayınlarken, siyasî beyanatlar vermeyi ve diyar-ı küfürden bize yol göstermeyi pek seven hocaları da eşkıyanın içinden Hz. Halid’lerin çıkacağını müjdeliyor ve fasit kıyaslarla onlara karşı yumuşak davranmayı öğütlüyor. Halbuki Cemaatin televizyonu 28 Şubat döneminde mâsum ve mazlum öğrencilerin nâhak yere maruz kaldığı insanlık dışı muameleleri “Sabahtan beri büyük bir sabırla görevini yerine getirmeye çalışan polisin nihayet sabrı taştı” şeklinde, bütün Müslümanları yaralayan yorumlarla veriyordu! O günden beri ne değişti diye soracak olursanız:


Devir değişti, şartlar değişti, hesaplar değişti. Daha ne olsun?

Fakat okyanus ötesinden bize böylesine şirin öğütler verilirken, eşkıya da boş durmuyor, şehirlerde gece gündüz yol kesmeye devam ediyor! Ama ne fark eder? Başbakanlık ofisini ele geçirmeye teşebbüs eden, esnafa kan kusturan, ortalığı yakıp yıkan, vatandaşı sokağa çıkamaz hale getiren, şehirlerde fesat çıkaran haydutlarla Cemaatin bir problemi yok, fakat iktidarla görülecek hesabı var! Siyasete bu kadar bulaşır, makam hırsına ve kadrolaşma hevesine bu kadar kendinizi kaptırırsanız, siyasetin ahlâkını ve metodlarını da benimsemek zorunda kalırsınız.

***

Okyanus ötesinden gelen telkinlerle ümmetin genel temayülü arasında bir “tenâkür”ün varlığı, artık üzerinde ihtilâf edilmeyen bir gerçek halini almış bulunuyor. İhtilâf sadece şu noktada:

Okyanus ötesi mi ümmete ters düşüyor, yoksa ümmet mi onlarla zıtlaşıp duruyor?

Mekânların kişiler üzerindeki tesiri tartışılmaz. Fakat bu, mekâna olduğu kadar, kişilere de bağlıdır. Bediüzzaman Hazretleri, güvenli olan yere kaçmayı değil, tehlikeli yerde savaşmayı severdi. Sürgün olarak gönderildiği yerleri ise kendi rengine boyardı. Bediüzzaman öncesinde devrimlerin kalesi olarak bilinen Kastamonu ile Emirdağ’da bugün devrimlerin değil, Nurculuğun atmosferi teneffüs ediliyor.

Eriştikleri nüfuz ve itibarı Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur’a borçlu olanlar ise, şimdi yurt edindikleri yabancı diyarların rengine boyandıkları gibi, kendilerine bağlı pek çok kimseyi de aynı renge boyamaktan geri kalmadılar. Şimdi ise ümmetin geri kalan kısmını da kendilerine benzetip “manevî bir ecnebî” haline getirmeye çalışıyorlar.


Ümit ŞİMŞEK | 27/06/2013 | http://www.sondevir.com/?aType=yazarHaber&ArticleID=7355