TASAVVUFTA ÞÝÝR VE MUSÝKÝ
Ýslam’da þiir ve musiki ile ilgili iki ana görüþ vardýr. (Bkz. Kýnalýzade Ali Efendi, Ahlâk-ý Âlâî, Devlet ve Aile Ahlaký) Bunlarý Ýmam Gazali ve Ýmam Rabbani’nin (k. esrarahüma) görüþleri olarak, ya da tasavvufta Cehrî ve Hafî yollarýn görüþleri baþlýðý altýnda ele alabiliriz.
a) Zikr-i cehri ile alakadar olan yollarda þiir, þair ve musikinin ayrý bir yeri ve önemi vardýr. Bunlar musiki ile ilgili birinci görüþü tercih etmiþlerdir. Onlara göre, eðer þiir Allah’ý ve ahireti hatýrlatýyorsa makbul, nefsani duygularý-arzularý kamçýlýyorsa reddolunur. Mesela daha çok kavlî kerametleriyle meþhur olan Yunus Emre, Mevlana Celaleddin-i Rumi ve emsallerinin þiirleri gibi…
b) Zikr-i hafi ile alakadar olan yollarda ise þiire bakýþ ve bu yolun büyükleri tarafýndan yapýlan deðerlendirmeler oldukça farklýdýr. Onlar ikinci yolu tercih etmiþlerdir. Yani þiirin, musikinin hiçbir türü ile ilgilenmemiþlerdir. Mesela Ýlahi ve Mevlid’le ilgili Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin Þah-ý Nakþibend hazretlerinden naklen verdiði cevap (mealen) çok dikkat çekicidir: ‘Bizim yolumuzun dýþýndaki büyükler bu gibi þeylerle meþgul olmuþlardýr, red ve inkâr etmeyiz. Bizim yolumuzun büyükleri ise bunlarla meþgul olmamýþlardýr, kabul etmeyiz.’
Teganni, raks ve sema ile alakalý deðerlendirmeleri de þöyledir:
“Raks (mûsýkî refâkatinde yapýlan düzenli hareket) ve semâ (dönmek), hakîkatte oyun ve eðlenceden ibârettir. Allah Teâlâ þu âyet-i kerîmeyi tegannîden men için inzâl buyurmuþtur:
“Ýnsanlar arasýnda, (bilgisizce Allah yolundan saptýrmak ve bir eðlence için) boþ lafa müþteri çýkan adam vardýr.’ (Lokman sûresi, 6)
“Ýbn Abbas’ýn (r.a.) talebesi ve tabiînin büyüklerinden Mücâhid (r.a.) þöyle dedi:
“Bu âyet-i kerimede geçen ‘lehve’l-hadîs’ yani boþ laf, tegannîdir (þarký, türkü söylemektir). Medârikte ise, ‘Lehve’l-hadis; kýssa, hikâye, yatsýdan sonraki (mâlâyani) konuþmalar ve þarký-türkü söylemektir’ denilmiþtir. Ýbn Abbas ve Ýbn Mes’ûd (r.anhüm), bunun mânâsýnýn tegannî olduðuna dair yemin etmiþlerdir.
“O kimseler ki, yalancý þâhidlik etmezler” (Fürkan sûresi, 72) âyet-i kerimesini izah ederken Mücâhid (r.a.) þöyle demiþtir: ‘Yani þarký ve türkü söylenen yerlerde bulunmazlar.’
“Ýmam Hüdâ Ebû Mansûr Mâtürîdi’den (r.a.) nakledildiðine göre, þöyle demiþtir:
“Zamanýmýz kurrâlarýndan birine, tegannî ile Kur’an okurken, güzel okudun diyen kimse kâfir olur... Karýsý kendisinden boþ olur... Allah Teâlâ, onun hasenâtýný, yani yaptýðý iyilikleri iptal eder, hükümsüz kýlar!”
“Ebû Nasriddebbûsî’nin bildirdiðine göre, Kaadý Zahîreddîn Harzemî (r.aleyh) þöyle demiþtir: “Bir þarkýcýdan veya baþka bir yerden þarký ya da benzeri bir þey dinleyen, yahut baþka bir haram iþ gören kimse; bunu, inanarak veya inanmayarak güzel kabul etse, derhal mürted olur. Zira, dînin hükmünü bâtýl saymýþ olur. Dînin hükmünü bâtýl sayan bir kimsenin mü’min olmadýðýnda bütün müctehidler ittifak etmiþlerdir. Cenâb-ý Hakk, bu gibi þeylerden bizleri muhâfaza eylesin!
“Tegannî’nin haram olduðuna dâir âyetler, hadisler ve fýkhî rivayetler o kadar çoktur ki, saymak zordur. Vaziyet anlatýldýðý gibi olunca, bir þahsýn, tegannînin mubah olduðuna dair nakledeceði mensuh (hükmü kalkmýþ) bir hadis veya þâz (hükümsüz) bir rivayete itibar edilmez. Zira hiçbir fakîh, hiçbir vakit tegannînin mubah olduðu hakkýnda fetvâ vermemiþtir. Raksedip ayaklarý yere vurmayý câiz görmemiþtir. Nitekim bunlar, Ýmâm Hümâm Ziyâeddîn Þâmî’nin, Mültakýyt isimli risâlesinde anlatýlmýþtýr.
“Sofiyyenin (tasavvuf erbâbýnýn) amelleri, helâl ve haram mevzuunda senet deðildir. Fakat onlarý ayýplayamayýz da; mâzur görürüz. Ýþlerini Allah’a býrakýnýz.
“Helâl ve haramý anlamakta, Ýmam Ebû Hanîfe, Ýmam Ebû Yûsuf ve Ýmam Muhammed’in (rahimehullah) kavilleri mûteberdir. Þiblî’nin ve Ebû Hüseyin Nûrî’nin (k.s.) amellerine bakýlmaz.
“Bugün, þeyhlerinin amellerinden baþka bir þeye bakmayan ve kulak asmayan sofiyye, raks ve semâ’ý dinleri ve þerîatleri hâline getirmiþlerdir. Þeyhlerinin amellerine istinad edip, onu, tâatlarý ve ibâdetleri olarak kabûl etmiþlerdir. ‘Onlar öyle kimselerdir ki, dinlerini bir oyun bir eðlence haline getirmiþlerdir...’ (A’râf sûresi, 51) “Yukarýdaki rivâyetlerden anlaþýlmýþ oluyor ki; bir kimse, haram bir fiili güzel kabul ederse, Ýslâm zümresinden çýkar, mürted olur. Bunun üzerine, semâ ve raks meclisine tâ’zim etmenin (kabul ve tasvip ederek saygý göstermenin); hatta, onu ibâdet ve tâat hâline getirmenin þenâetini (fenalýðýný) düþünmek lâzýmdýr!..” (el-Mektubat, 1, 266)
***