Gönderen Konu: Naatlar  (Okunma sayısı 74116 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi Miftahulkuluub

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 1959
    • http://www.sadakat.net
Naatlar
« : 19 Mayıs 2004, 08:27:10 »

Sen yoktun Sultanim,
Hazret- i Adem'deydi nurun; once Cenneti, sonra yer yuzunu sereflendirdin..
Adem nuruna affedildi.
Arafat bu affa sahitti..

Sen yoktun,
Nuhun gemisindeydi nurun..
Dalgalar yeryuzunu bogarken, topragin bagrindaki su, gokyuzuyle bulusurken...
ve bu bir ilahi azap derken,..
Allah nurunu tasidi, bin bir sebeple,
Tufan nurunu selamladi, edeble.. ..

Sen yoktun,

Hz. Ismail'in anlindaydi nurun.
Ibrahihimi bir dua yukseldi kimsesiz collerden...
"Rabbimiz" dedi
"Onlara kendi iclerinden senin ayetlerini okuyacak, kitap ve hikmeti ogretecek onlara, onlari temizliyecek bir elci gonder.
Amin dedi onsekiz bin alem.
Nurunla aydinlanan minicik ellerini semaya kaldirarak, "Amin"dedi Ismail.. ..
Hira Nur dagi Amin diyerek ayaga kalkti.
Medineden adi Uhud olan bir Amin yankilandi, Ser Dag'indan.. ...

Sen yoktun sultanim,
Hz. Isa "Ahmed" diye muskuladi seni..
Alemlerin efendisi diye sana seslendi,
Artik ben sizinle cok soylesmem dedi, havarilerine..
Cunku bu alemin reisi geliyor...
Bekleyin...
Ahmed geliyor,
Kainata rahmet geliyor.
Havarilerin yuzunu oksayan, oluleri dirilten bir nefes oldun, ama sen yoktun..

Sen yoktun,
Hz. Abdullahin anlindaydi nurun.
Basi egik gezerdi mazlum,
Kuteyide goklerden seni sorardi;
Varaka seni arardi semada;

Anneler kiz cocuklarini hep aglayarak sevdiler, heb aglayarak suslediler olume, aglayarak hadi dayina gidiyorsun dediler..
Sen yokken sultanim, canli canli topraga gomulmenin adiydi dayiya gitmek, Anne yuregini cildirtan caresizligidi ve yavrusunun olume gidisini seyretmesiydi..
En son cocuk atilirken cukura, Annesinin suretinde bir melek tuttu onu ve tebessum ederek, Hira nur dagini gosterdi.
Melekler susluyordu Hirayi...
Efendisine hazirlaniyordu Cebeli Nur,....
Efendisine hazirlaniyordu Mekke...
Alem efendisine hazirlaniyordu.

Kainatin gozu Hz. Amine'deydi, toprak yalvariyordu Rabbin'e, GEL diye agliyordu mazlumlar gozleri semada...

Ve bir gelisin vardi Ya RasulAllah;
Bir inisin vardi yeryuzune;
Onunde Cebrail ardinda yalin kilic melekler.
Bir inisin vardi yeryuzune;
Yetimler en huzurlu geceyi gecirdi beklide;
Oksuzler Annelerine sarildi doya doya.. ...

Sonra bir sessizlik kapladi seher vaktini,
Hersey sus pus olmustu,
Hadi diyordu yildizlar,
Hadi diyordu ay,
Kainat bir isim duymak istiyordu,

Ve bir ses yukseldi Amine'nin evinden ..

Muhammed,

Karanliklar aydinliga birakti yerini,

Muhammed,

Melekler optu o nurdan ellerini,

Muhammed,

Seni yaratan Allaha kurbaniz ey gurri yekta,
sana o adi veren Rahmana kurbaniz!!!!!!!!!

Artik sen vardin,
Susuz topraklara Rahmet indi seninle,
Annen'den sonra annen Halime sevindi seninle.
Yagmura mi ihtiyac var?
Kaldir Sehadet parmagini, yagmurlari salsin Allah.
Sonra tut agacin yapragini koklerini cikarttirip yaninda yurutsun Allah,

Yeter ki sen iste, sen iste Ya RasulAllah.

De ki ben kimim?
Daglar taslar dile gelsin;
Dilsiz cocuklar ellerinden tutup Enterasulullah desin!!!!!!!

Sen vardin,
Bedir kardi, uhud dardi, pendek yardi!
Yigitlerin vardi, olmek icin yarisan yigitlerin,
Hele bir Enesin vardi Ya RasulAllah,
Uhud'ta oldugunu duyunca,
Arkadaslarina: "niye burada oturuyorsunuz" diye sormustu.
Onlarda "Allahin Rasulu oldurulmus" diyince;
"Peki o oldukten sonra yasayipta ne pacaksiniz. Kalkin ve onun gibi olun" demisti.
Ve savasin en yogun oldugu yerde sehit dusmustu, hemde ne sehit ey nebi, vucudu yaralardan taninmaz haldeydi.
Kizkardesi ancak parmaklarindan tanidi onu..

Musabbin Umeyr'in vardi senin,
Uhud'da sancagini tasiyan.
Oyle bir askla sana bagliydiki, Allah o gun melekleri Musabin suretinde indirdi..

Ebu Hureyden vardi ;
Acikinca mescid'in onunde durur sana bakardi.
Sen anlardin Ya Ebabir gel derdin..

Ve sen gittin,
Bir gidisle gittin, ardinda huznun kaldi, hasretin kaldi goklerde.
Bilal ezan okuyamaz oldu, nezaman tesebbus etse Muhammed RasulAllah demeye dizleri ustune coker kendinden gecerdi..

Sonra gunler ay, aylar yil oldu, ve asirlar oldu, sensizlige actik gozlerimizi..
Ama sen birakmassin bizi, sen varsin ey Sehit'lerin sultani.
Sen varsin.
Bir sehit bile olmezken sana nasil yok deriz.

Ebu Talib Sam'a giderken devesinin onune gecip, beni burda kime birakip gidiyorsun demistin.
Ne anam var ne babam.
Ebu Talib birakmamisti bu yuzden.

Sensizligin izdirabiyla inleyen ummetini kime birak gidiyorsun Ya RasulAllah.
Birakma bizi ki,
Allah: "sen onlarin icindeyken onlara azab edecek degiliz" buyuruyor..

Birakma bizi, hayati seninle ogretti Rahman, kullugu seninle tanidik, dua'yi senden ogrendik sevgili.

Hz. Omer Umre icin senden izin isteyince,
Kardescik dedin ona.
"Kardescik duanda banada yer ayirirmisin?"
Bizler Omer degiliz, ama butun dualarimiz senin icin..

Ey Rabbimiz,
Rasulu anisimizda haberdar et.
Ona binler salat, binler selam.
Habibine makami mahmud'u ver.
O'na vesileyi lutfet, O'nu refike alaya yukselt.

Bizi de affet.
Onun hatrina affet.
Zatinin hatrina affet.
Ne olur affet bizi
Bizi affet..


Dursun Ali Erzincanlı
« Son Düzenleme: 09 Temmuz 2009, 23:51:22 Gönderen: İsra »
İncemeseleler    Sadakat.Net    İns SadakatForum  Sevadı Azam


" Derviş isen kardeş takvaya çalış.."

Çevrimdışı dihancioglu

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 244
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #1 : 18 Kasım 2005, 15:47:03 »
En Böyük Peygemberım Hazret-ı Mühemmeddır Mene

Ya müselman Hümmeti, söhret Mühemmeddir mene
Dini-ürfan, Merifet, Hikmet Mühemmeddir mene.

Yurd da bir, "Islam" da bir, "Allahü-Ekber!"- andimiz,
Hem Veten torpagi, hem millet Mühemmeddir mene.

Hagg menim son menzilim, haggin yolundan dönmerem,
Her alovdan keçmeye cüret Mühemmeddir mene.

Büdreyip isdir yikilsam kimsesiz bir sehrada,
Öz yerimden kalkmaga taget Mühemmeddir mene.

Gözlerimden kus kimi pervazlanir min arzu-kam,
En mügeddes, ülvi bir niyet Mühemmeddir mene.

Herçledikçe eksilir hezinenin var-devleti,
Herçlenip eksilmeyen devlet Mühemmeddir mene.

Helk içinde car çekip can atmadim "mömin"lige,
Çün seref-sandan fezil izzet Mühemmeddir mene.

Dürru-gevher, simü-zer tek zahire ziynet verer,
Can evimde berg vuran zin yet Mühemmeddir mene.

Fikrimi aydinladan, vicdanimi saflasdiran,
Ruhumu paklasdiran güdret Mühemmeddir mene.

Tanrimin helk ettigi her sey bir heyret toplusu,
Amma tekrar olmayan heyret Mühemmeddir mene.

Hökm edip haggin ona gönderdigi "Gur'an" ile,
Yok binadan giymeti, giymet Mühemmeddir mene.

Dalga zülmü boylanir zalimlerin... var mi nicat?
Bu nicat yalniz cehad... gayret Mühemmeddir mene.

Göyde bir nur idi ki, Halig ona Ehmed dedi,
Yerde ol nur çehreli suret, Mühemmeddir mene.

Ceddini Ibrahim, hem gardasini Isa sanan,
En böyük peygemberim Hazret-Mühemmeddir mene.

Hissimin, hem fikrimin bir hakimi- Atif deyer-
Her iki dünya üçün, fehr et, Mühemmeddir mene!
Dini-ürfan, merifet, hikmet Mühemmeddir mene!
Ruhumu paklasdiran güdret Mühemmeddir mene!
Bir de tekrar olmayan heyret Mühemmeddir mene!


Dr. Atif Zeynalli

[reprinted from Iktibas, Mayis 1991]
(Geside)
« Son Düzenleme: 27 Aralık 2008, 19:24:18 Gönderen: fatihan »
Of eşrafından 80 yıllık bir M E K T U P

Çevrimdışı chechen

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1194
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #2 : 18 Kasım 2005, 16:26:47 »
Salat ve selam, tehiyyat ve ikram iki cihan serveri, gönüllerimizin sultanı, dertlerimizin davası, " Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım" sözünün muhatabı sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v) Efendimizin üzerine olsun
Kim Allah'ı, Resûlünü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar süphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır.(Maide 55,56)

Çevrimdışı chechen

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1194
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #3 : 18 Kasım 2005, 16:34:57 »
Benim Muhammedim

Cebrail’im selam eyle dostuma
Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im
Söyle gelsin çıksın arşım üstüne
Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im

Arşımı donattım gelsün göreyim
Kullarım halinden haber sorayım
O gelsin ben ona haber vereyim
Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im

Arşımın üstünde seyran eyleyen
Kürsüm üzerinde cevlan eyleyen
Mirac’da ümmetin Hakk’tan dileyen
Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im

Derviş Yunus severiz Muhammed’i
Her andıkça verelim salavatı
Kadir Mevlam ana mahbübum dedi
Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im

Yunus Emre
Kim Allah'ı, Resûlünü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar süphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır.(Maide 55,56)

Çevrimdışı ASUDE

  • yazar
  • ****
  • İleti: 632
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #4 : 20 Kasım 2005, 14:31:26 »
Allah razı olsun bu güzel naatları bizlerle paylaştığınız için

Çevrimdışı ASUDE

  • yazar
  • ****
  • İleti: 632
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #5 : 18 Aralık 2005, 21:05:41 »
Arş'ın kubbelerine, adı nûrla yazılan,
İsmi; semâda ''Ahmed'', yerde ''Muhammed'' olan,
Yedi katlı göklerde, Hâk Cemâli'ni bulan,
Evvel-Âhir yolcusu, Yâ Hazreti Muhammed.
Sağnak nûr yağmurları, inerken yedi kattan,
O gece, Sendin gelen, ezel kadar uzaktan,
Melekler, her zerreye, müjde verirken Hâkk'tan;
O gece, Sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed.
Güneşler, o gecenin, nûruna secd ederken,
Yıldızlar, meşk içinde, kâinat vecd ederken,
Bütün hamd ü senâlar, Yüce Rabb'e giderken,
O gece sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed.
Kâbe'de şirk taşları, putlar yere dönerken,
Cehâlet bayrakları, birer birer inerken,
Bin yıllık, küfr ateşi, ebediyyen sönerken,
O gece, Sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed.
O gece, Sâve Gölü, mûcizeyle kururken,
Kisra Saraylarında, sütunlar savrulurken,
Arz'dan Arş'a , Âlemler, rahmetini bulurken,
O gece, Sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed.
Sen ki; doğum kundağı, ak bulutla örülen,
Doğar doğmaz, ''Allah'a secde emri verilen,
Alnında, âlemlere rahmet tâcı görülen,
Kâinat Efendisi, Yâ Hazreti Muhammed.
Sen ki; asâletine, ezelden hükmedilen,
Tertemiz rahimlerle, lekesiz soydan gelen,
Beşeri şüpheleri, Kur'ân ilmîyle silen,
Seçilen sevgilisin, Yâ Hazreti Muhammed.
Sen ki; büyük yargıda, şefaat müjdecisi,
Bunca âciz beşerin, Mahşer günü bekçisi,
Sen ki; Kur'ân şâhidi, Allah'ın son elçisi,
Kurtuluş habercisi, Yâ Hazreti Muhammed.
Sen ki; Âdem neslini, uçurumdan döndüren,
Zulüm sancılarını, şevkâtiyle dindiren,
İnkâr yangınlarını, irfânıyla söndüren,
Âlimlerin sultanı, Yâ Hazreti Muhammed.
Sen ki; güzel huyların, ahlâkın meş'alesi,
Sabır doruklarında, beşerin en yücesi,
Senin Cennet mekânın, fakirlerin hânesi,
Gönüller hazinesi, Yâ Hazreti Muhammed.
Câhiliye devrini, kapatan, ulu Sultan,
Şefaatin, Allah'a yalvaran kolu Sultan,
Rabb'imin, en sevgili, en yakın kulu Sultan,
Melekler Sana hayran, Yâ Hazreti Muhammed.
Sana şâhid, sonsuzlar, ezelden beri her an,
Sana şâhid, âyetler, her zerre ve her mekân,
Senden uzak kalmaya, nasıl dayanır ki can?
Sen, her canda Cânânsın, Yâ Hazreti Muhammed.
Mîraç gecesi, bir bir, açılıyorken gökler,
Seni selamlıyorken, her katta peygamberler,
Öyle bir an geldi ki; durdu bütün melekler,
Hâkk' a yalnız yürüdün, Yâ Hazreti Muhammed.
Gönül gözü görmeyen, can gözünü neylesin,
Dünya'da dönmeyen dil, mahşerde ne söylesin,
Allah, bütün beşeri, ümmetinden eylesin,
Sancağının altında, Yâ Hazreti Muhammed.
Hâkk ile, kul vuslatı, o îlahi düğünde,
Hiç kimseden kimseye, fayda olmayan günde,
Hasatları, has tartan, o terazi önünde,
Noksanları bağışlat, Yâ Hazreti Muhammed.
Bu îman meş'alesi, hiç sönmeden yanacak,
Ümmetin, Seni her an, mahşere dek anacak,
Gönül tortularımız, nûr'unla paklanacak,
Andımıza şâhid ol, Yâ Hazreti Muhammed.
Biliriz ki; hükmü yok, bu dünya nîmetinin,
Gönüldür sermayesi, âhiret servetinin,
Sana, Salât ve Selâm, gönderen ümmetinin,
Cennetler şâhidi ol, Yâ Hazreti Muhammed
(SALLAllahÜ ALEYHİ VE SELLEM)

CENGİZ NUMANOĞLU

Çevrimdışı hulefai rasidin

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 145
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #6 : 19 Aralık 2005, 00:31:44 »
Bu naadı hep  aşk ile dinlerim okadar güzel yazılmışki Allah razı olsun yazandan
 ve tabiiki senden sıyırtık kardeş
« Son Düzenleme: 24 Mayıs 2010, 01:08:41 Gönderen: İsra »
dünyanın taşı yağsa başıma illa  dostun gülü öldürür  beni:(

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #7 : 19 Aralık 2005, 06:02:45 »
benimde severek dinlediğim bir naat

Çevrimdışı ASUDE

  • yazar
  • ****
  • İleti: 632
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #8 : 19 Aralık 2005, 19:44:01 »
Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar!
Falları grafiklerde bakılanlar siz de işitin!
Külden martı doğuran odalıklar
ve kahyalar
kara pıhtıyla damgalanmış veznelerde dili
şehvetsiz çilingirler, yaltak çerçiler
celepler ki sıvışık, natırlar ki nadan
ey hayat rengini sazendelik sanan
yırtlaz kalabalık!
Dinleyin bendeki kırgın ikindiyi
hepiniz kulak verin!

Güneşin
koskoca bir beldeye suskunluk yaygısını serdiği
yazlar yok
yok artık altında suskun yolları saklı tutan
karla örülmüş kırların kışı
gitti giden yerine gelmedi başka biri
orada
duyumsatmadı kendini hiçlik bile
belli ki son yüzyılımız göğsümüzden
varla yok harman eden sesi uçursak
diye bize verildi
yetti bir yüzyıl böceklerde ve otlarda
soluyuş izlerimizi silmek için
ne yesek
lokmaya vurulur gibi değil
yuduma gelmiyor içtiklerimiz
dernekler toplanıyor dışta tutmak için
kanat vuruşlarını yumuşak kılan etkeni
utançlı sessizliği tanımaz kalemlerle
kapanıyor bilanço
top mermisi, kör testere
defalarca boyanmış çaput parçaları
sıkıştırdık günlerimiz arasına ki
serazat kahkahalar atalım
yapmacık nefretimiz
sebep olsun kavgamıza
bekleyiş arzından kovsunlar bizi
ne Yemen biraz öncemiz diyelim
ne biraz sonramız Meksika.

Canı pek bir dünya son yüzyılda yaşadığımız
yüzü perdahla kavi, peçesi paramparça
üstü başı kükürtlü bu dünyadan
kancıklık
sıçradı çevirdiğimiz sayfalara
artık kimse bize haber vermeyecek
hemen şu tepenin ardında
saldırmaya hazır ve müsellah
bir düşman taburu durduğunu
çünkü gerçekten yok
böyle bir ordu
bir düşmanımız kaldı
kendi
dudaklarımız
arasında

Biliyoruz günden güne çopurlaşan yer yuvarlağında
bizleri yan çizen birer hemşehri haline sokan nedir
çırpını çırpını giden atlardan indik
girmek için patavatsız yurttaşlar sırasına
zihnimiz acizlerin şikayeti sığacak kadar
kanırtılırken ses etmedik
kaldıysa bir soru içimizde
o da bir şey:
Nerdedir yerle gök arasındaki ulak
nerde biz?

Kimseden bir işaret gelmeyecek
bir melek kimsenin alnını sıvazlamasa
söylemez kimse dünyadaki ömrü boyunca
hiç bir insana yan bakışı olmayan kimdi
kimdi yan gözle bakmayan kır çiçeklerine bile
öğretmek için cephe nedir
kıyam etti
torunu kucağında
dönünce bütün gövdesiyle döndü
bu bir anlaşılsaydı son yüz yılda
bir bilinebilseydi
nedir veche.

Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar!
sıyırın kahkaha sırçasını cildinizden
omzunuzdan vaveyla heybesini atın
boşa çıksın reislerin, kahinlerin, şairlerin kuvveti
güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın
neydi söğüt gölgesinde gülümsemek
ağız dolusu gülmeden taşlıkta.
İsmet Özel

Çevrimdışı muhacir

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 228
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #9 : 29 Nisan 2006, 20:56:22 »
Senin aşkın kamu derde devadır ya Resûlellah
Senin katında hâcetler revâdır ya Resûlellah

Senin nurun gören gözler ne ay gözler ne yıldızlar
Nurundan gece gündüzler, ziyâdır ya Resûlellah

Terinden açılır güller sözünden şehd ü şekerler
Seninle hasta gönüller şifadır ya Resûlellah

Habîbsin pâdişahlara tabîbsin derd ü âhlara
Şefaatın günahkâra safâdır ya Resûlellah

Ay u güneş yedi yıldız seni öğer kamu düpdüz
Senin sözünden ayruk söz hatâdır ya Resûlellah

Hased kılar sana iblis zihî ahmak olur telbîs
Seni sevdiğiçün İdrîs alâdır ya Resûlellah

Ururlar nevbetin dâim bu beş vakt sünnetin kâim
Gelirse hânına her kim salâdır ya Resûlellah

Mugaylanlar harîr giydi beiyyeler abîr oldu
Senin cefaların derdi vefâdır ya Resûlellah

Satıldı Yûsuf-ı Kenân inen az nesneye pinhân
Seni görmek bana bin cân bahâdır ya Resûlellah

Dâvûd eyninde hil’atin Halîl hânında ni’metin
Mûsâ elinde ibretin asâdır ya Resûlellah

Mübarek türbesi yerde dolu nûr ile perverde
Veli rûhun feleklerde ayândır ya Resûlellah

Makâmın Kâ’be-i Zemzem hemîşe kâim ü muhkem
Hızır ümmetine her dem sakâdır ya Resûlellah

Şeyyâd-ı Hamza ol şâhdan diler kim kurtula âhdan
Seni medhetmek Allah’dan atâdır ya Resûlellah
 
ŞEYYÂD HAMZA
amâ ve hırsa uyup nefs ile mahkûr olma,
Rahatın zâil olur,nâmı meşhur olma,
Sohbet-i Arif-i Billah'a eriş, dûr olma,
Saltanat-ı Mesned-i Dünya ile mağrur olma.

Çevrimdışı zeyneb

  • okur
  • *
  • İleti: 50
bir naatta benden olun..
« Yanıtla #10 : 28 Haziran 2006, 21:48:55 »
NAAT
Seccaden kumlardı...
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı!
 
Mescit mü’min, minber mü’min...
Taşardı kubbelerden Tekbîr,
Dolardı kubbelere “âmin!”
 
Ve mübarek geceler, dualarımız,
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler, ki pırıl pırıl,
Kandillerin yanardı.
 
Kapına gelenler, yâ Muhammed,
-Uzaktan, yakından-
Mü’min döndüler kapından!
 
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.
 
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
 
Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi...
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?
 
Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı...
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin resûlüydün...
 
Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?
 
Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!
 
Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!
 
Hased gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği...
İyiliğin türbesine
Türbedâr oldu iyi.
 
Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!
 
Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir...
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.
 
Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi...
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği!
 
Bayram yaptı yapanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar...
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!
 
Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı...
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!
 
Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
 
Ne oldu, ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı, ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar, taşlar,
Kafile kafile, kervan kervan
Şimale giden yoldaşlar!
 
Uçsuz bucaksız çöllerde,
Yine, izler gelenlerin,
Yollar gideceklerindir.
 
Şu tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil;
Peygamberlerindir, meleklerindir...
Örümcek ne havada,
Ne suda, ne yerdeydi;
Hakkı göremeyen
Gözlerdeydi!
 
Şu kuytu cinlerin mi;
Perilerin yurdu mu?
Şu yuva -ki, bilinmez-
Kuşları Hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu?
Kuşlarını, bir sabah,
Medine’ye uçurdu mu?
 
Ey Abvâ’da yatan ölü,
Bahçende açtı dünyanın
En güzel gülü;
Hâtıran, uyusun çöllerin
Ilık kumlarıyla örtülü!
 
Dinleyene, hâlâ,
Çöller ses verir;
“Yaleyl!” susar,
Uğultular gelir.
Mersiye okur Uhud,
Kaside söyler Bedir.
Sen de bir hac günü,
Başta Muhammed, yanında Ebû Bekir;
Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü
Destan yap, ey şehir!
 
Ebû Bekir’de nûr, Osman’da nûrlar...
Kureyş uluları, karşılarında
Meydan okuyan bir Ömer bulurlar;
Ali’nin önünde kapılar açılır,
Ali’nin önünde eğilir surlar,
Bedir’de, Uhud’da, Hayber’de
Hakk’ın yiğitleri, şehîd olurlar...
Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı,
Yerde kalmazdı ruh... kanatlıydı.
 
Konsun –yine- pervazlara güvercinler
“Hû hû”lara karışsın âminler.
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
 
Vicdanlar, sakat çıkmadan,
Yâ Muhammed, yarına;
İyiliklerle gel, güzelliklerle gel
Âdem oğullarına!
 
Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman’lar
Na’tını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!
 
Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır...
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
 
Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad...
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!
 
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
nce başörtüsünü bıze farz belletenler,
Şimdi acında okuyun diyorlar anne....
Her gün odama cekilip bir köşede,
hıçkırıklara boguldugumu bilmiyorlar anne...
Başörtümü farz belletenler,
Davamın arkasında durmuyorlar anne....

Çevrimdışı kenz

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1129
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #11 : 21 Temmuz 2007, 18:33:51 »
Seccaden kumlardı…
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı!

Mescit mü’min, minber mü’min…
Taşardı kubbelerden Tekbîr,
Dolardı kubbelere “âmin!”

Ve mübarek geceler, dualarımız,
Geri gelmeyen dualardı…
Geceler, ki pırıl pırıl,
Kandillerin yanardı.

Kapına gelenler, yâ Muhammed,
-Uzaktan, yakından-
Mü’min döndüler kapından!

Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.

Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler…
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi…
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi…
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?

Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı…
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin resûlüydün…

Elçi geldin, elçiler gönderdin…
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?

Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor…
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!

Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!

Hased gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi…
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği…
İyiliğin türbesine
Türbedâr oldu iyi.

Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!

Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir…
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.

Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi…
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi…
Günahın kursağında
Haramların peteği!

Bayram yaptı yapanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar…
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar…
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!

Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı…
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!

Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler…
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

Ne oldu, ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı, ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar, taşlar,
Kafile kafile, kervan kervan
Şimale giden yoldaşlar!

Uçsuz bucaksız çöllerde,
Yine, izler gelenlerin,
Yollar gideceklerindir.

Şu tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil;
Peygamberlerindir, meleklerindir…
Örümcek ne havada,
Ne suda, ne yerdeydi;
Hakkı göremeyen
Gözlerdeydi!

Şu kuytu cinlerin mi;
Perilerin yurdu mu?
Şu yuva -ki, bilinmez-
Kuşları Hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu?
Kuşlarını, bir sabah,
Medine’ye uçurdu mu?

Ey Abvâ’da yatan ölü,
Bahçende açtı dünyanın
En güzel gülü;
Hâtıran, uyusun çöllerin
Ilık kumlarıyla örtülü!

Dinleyene, hâlâ,
Çöller ses verir;
“Yaleyl!” susar,
Uğultular gelir.
Mersiye okur Uhud,
Kaside söyler Bedir.
Sen de bir hac günü,
Başta Muhammed, yanında Ebû Bekir;
Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü
Destan yap, ey şehir!

Ebû Bekir’de nûr, Osman’da nûrlar…
Kureyş uluları, karşılarında
Meydan okuyan bir Ömer bulurlar;
Ali’nin önünde kapılar açılır,
Ali’nin önünde eğilir surlar,
Bedir’de, Uhud’da, Hayber’de
Hakk’ın yiğitleri, şehîd olurlar…
Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı,
Yerde kalmazdı ruh… kanatlıydı.

Konsun –yine- pervazlara güvercinler
“Hû hû”lara karışsın âminler.
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

Vicdanlar, sakat çıkmadan,
Yâ Muhammed, yarına;
İyiliklerle gel, güzelliklerle gel
Âdem oğullarına!

Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman’lar
Na’tını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!

Gel, ey Muhammed, bahardır…
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır…
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!

Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad…
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!

Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler…
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

Arif Nihat Asya
İNSAN akli ile melekleşen nefsi ile iblisleşen bir aciptir İNSAN
İNSAN kendi kabahatini bilmeyen cehli ile dünyalara sığmayan bir mağrurdur İNSAN
İNSAN bütün zaaf ve acziyyetine rağmen kudrete kafa tutan taşkın bir şaşkındır İNSAN
İNSAN maziye bağlı hâle aldanmış istikbali gözler bir taştır İNSAN

rahname

  • Ziyaretçi
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #12 : 24 Temmuz 2007, 20:11:16 »


NA'TI ŞERİF

Arz-ı ta'zim eylemezmi âlemi imkan sana
Arz-ı ta'zim etti Allah-ı  azîmüş-şan sana

Nur imandır nücûmundan demâdem berk uran
Âsmân etmiş hezârân kalb ile iman sana

Fazl-ı bî-pâyânın burhânı bî-pâyânı var
Varmı ulviyyat içinde olmayan burhan sana

Hüsn-i Kur-anı görür insân olur hayran sana
Dest-i kudretle yazılmış hilyedir Kur-an sana

Dil esîrin olduğu günden beri âzâdedir
Mâsvâya bağlanırmı bağlayan vicdan sana

(Muallim naci)

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #13 : 07 Ağustos 2007, 16:44:05 »
Yağmur

Vâreden'in adıyla insanlığa inen Nûr
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebâbil dudağından
Rahmet vâdilerinden boşanır âb-ı hayat
En müstesna doğuşa hâmiledir kâinat

Yıllardır bozbulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım


Hasretin alev alev içime bir ân düştü
Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü


İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtâbını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin anasına dikilir yeşil bayrak
Yeryüzü avâredir, yapayalnız ve kurak


Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım


Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü
Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü


Bir güzîde mektuptur, çağların ötesinden
Ulaşır intizârın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden
Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sukûtu yâr, sevinci duâlar kadar derin


Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış, mâzide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım


Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bîcan düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü


Melekler sağnak sağnak gülümser mâveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hıra'dan


Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler şahının hayalleri


Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücellâ çehreni izleseydim ebedî
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım


Sarardı yeşil yaprak; dal koptu, fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Kâtil sinekler deldi hicâbın perdesini
İstiklâl boşluğunda arılar nâdân düştü.


Dolaşan ben olsaydım Sâve'nin damarında
Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin
Ebedî aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyyâ bir şûlenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kâkülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü


Bazen kendine âşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım


Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zâlime cihan düştü
Sana meftûn ve hayran, sana râm olanlara
Bir belâ tünelinde ağır imtihan düştü


Bâdiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebvâ'da esen rüzgâr
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihâr
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya


Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryâdım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gurûrumu
Bahîra'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım


Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adâletin kılıcı, kalkan düştü
Mahkûmlar yargılıyor, hâkimler mahkûm şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü


Firâkınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahûların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur hâneleri
Sensiz hayat, toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların


Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım


Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar; sonra heyelân düştü
Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer
Sensizlik diyârından püsküllü yalan düştü


Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billûr dudaklarından


Madenî arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım


Şehirler kâbus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü herşey sanki; âsûman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayalî
Hazîndir ki, dertleri aşmaya ummân düştü


Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar, girdâbında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenîn
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin


Saatlerin ardında hep kendimi aradım
Bir melâl zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım


Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkûm olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü


Ay gibisin Güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyrâ'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekânın fırçasında solmayan resim senin


Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şâhikası gülümserdi yüzüme
Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım


Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryân düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyân düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyân düştü


Islaklığı sanaydı âhımın, efgânımın
İçimde hicranımla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkârımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; âhenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin


Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım


Yağmur, sayrılığıma seninle dermâan düştü
Beynimin merkezine ölümsüz fermân düştü
Silindi hayalimden bütün efsûnu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahmân düştü


Nefesinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek
Aydınlığa nûrunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek


Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü'mindir semâ; sana muhtâçtır zemin
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım


Kardeşler arasına heyhât, sû-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazân düştü


Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım.

Nurullah Genç

Çevrimdışı suhup

  • okur
  • *
  • İleti: 63
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #14 : 07 Ağustos 2007, 23:55:48 »
Günlerin ne günlerdi
Çağların ne çağlardı
Sen dünyaya gelmeden
İnananların vardı
Hatice'nin goncası
Aişe'nin gülüydün
Ümmetin gözbebeği
Göklerin rasülüydün

Şimdi seni ananlar
Anıyor ağlar gibi
Ey yetimler yetimi
Ey garibler garibi
Nerde kaldın ey Rasül?
Nerde kaldın ey Nebi?
Düşkünlerin kanadı
Yoksulların sahibi

Elçisin elçi geldin
Elçilerin gönderdin
Sen ruhunu Allah'a
Elin ümmete verdin
Gel ey Rasül bahardır
Hac'dan döner gibi gel
Mirac'dan döner gibi
Bekliyoruz yıllardır...
[/color]

Arif Nihat Asya
Kişiye sadakat yakışır görse de ikrah;doğruların yardımcısıdır Hazreti Allah.