Gönderen Konu: Naatlar  (Okunma sayısı 73891 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #15 : 26 Ekim 2007, 17:36:00 »

Arş'ın kubbelerine, adı nûrla yazılan,
İsmi; semâda ''Ahmed'', yerde ''Muhammed'' olan,
Yedi katlı göklerde, Hâk Cemâli'ni bulan,
Evvel-Âhir yolcusu, Yâ Hazreti Muhammed.
Sağnak nûr yağmurları, inerken yedi kattan,
O gece, Sendin gelen, ezel kadar uzaktan,
Melekler, her zerreye, müjde verirken Hâkk'tan;
O gece, Sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed.

Güneşler, o gecenin, nûruna secd ederken,
Yıldızlar, meşk içinde, kâinat vecd ederken,
Bütün hamd ü senâlar, Yüce Rabb'e giderken,
O gece sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed.

Kâbe'de şirk taşları, putlar yere dönerken,
Cehâlet bayrakları, birer birer inerken,
Bin yıllık, küfr ateşi, ebediyyen sönerken,
O gece, Sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed.

O gece, Sâve Gölü, mûcizeyle kururken,
Kisra Saraylarında, sütunlar savrulurken,
Arz'dan Arş'a , Âlemler, rahmetini bulurken,
O gece, Sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed.

Sen ki; doğum kundağı, ak bulutla örülen,
Doğar doğmaz, Allah'a secde emri verilen,
Alnında, âlemlere rahmet tâcı görülen,
Kâinat Efendisi, Yâ Hazreti Muhammed.

Sen ki; asâletine, ezelden hükmedilen,
Tertemiz rahimlerle, lekesiz soydan gelen,
Beşeri şüpheleri, Kur'ân ilmîyle silen,
Seçilen sevgilisin, Yâ Hazreti Muhammed.

Sen ki; büyük yargıda, şefaat müjdecisi,
Bunca âciz beşerin, Mahşer günü bekçisi,
Sen ki; Kur'ân şâhidi, Allah'ın son elçisi,
Kurtuluş habercisi, Yâ Hazreti Muhammed.

Sen ki; Âdem neslini, uçurumdan döndüren,
Zulüm sancılarını, şefkâtiyle dindiren,
İnkâr yangınlarını, irfânıyla söndüren,
Âlimlerin sultanı, Yâ Hazreti Muhammed.

Sen ki; güzel huyların, ahlâkın meş'alesi,
Sabır doruklarında, beşerin en yücesi,
Senin Cennet mekânın, fakirlerin hânesi,
Gönüller hazinesi, Yâ Hazreti Muhammed.

Câhiliye devrini, kapatan, ulu Sultan,
Şefaatin, Allah'a yalvaran kolu Sultan,
Rabb'imin, en sevgili, en yakın kulu Sultan,
Melekler Sana hayran, Yâ Hazreti Muhammed.

Sana şâhid, sonsuzlar, ezelden beri her an,
Sana şâhid, âyetler, her zerre ve her mekân,
Senden uzak kalmaya, nasıl dayanır ki can?
Sen, her canda Cânânsın, Yâ Hazreti Muhammed.

Mîraç gecesi, bir bir, açılıyorken gökler,
Seni selamlıyorken, her katta peygamberler,
Öyle bir an geldi ki; durdu bütün melekler,
Hâkk' a yalnız yürüdün, Yâ Hazreti Muhammed.

Gönül gözü görmeyen, can gözünü neylesin,
Dünya'da dönmeyen dil, mahşerde ne söylesin,
Allah, bütün beşeri, ümmetinden eylesin,
Sancağının altında, Yâ Hazreti Muhammed.

Hâkk ile, kul vuslatı, o îlahi düğünde,
Hiç kimseden kimseye, fayda olmayan günde,
Hasatları, has tartan, o terazi önünde,
Noksanları bağışlat, Yâ Hazreti Muhammed.

Bu îman meş'alesi, hiç sönmeden yanacak,
Ümmetin, Seni her an, mahşere dek anacak,
Gönül tortularımız, nûr'unla paklanacak,
Andımıza şâhid ol, Yâ Hazreti Muhammed.

Biliriz ki; hükmü yok, bu dünya nîmetinin,
Gönüldür sermayesi, âhiret servetinin,
Sana, Salât ve Selâm, gönderen ümmetinin,
Cennetler şâhidi ol, Yâ Hazreti Muhammed

« Son Düzenleme: 26 Ekim 2007, 17:41:16 Gönderen: fatihan »

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #16 : 07 Kasım 2007, 17:47:20 »
Naat-ı Şerif

Sultân-ı rüsûl, şâh-ı mümeccedsin efendim
Bî-çârelere devlet-i sermedsin efendim
Dîvân-ı İlâhîde ser-âmedsin efendim
Menşûr-ı le’amrüke mü’eyyedsin efendim
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
Hakdan bize sultân-ı mü’eyyedsin efendim

Tâbiş-dih-i ervâh-ı mücerred güherindir
Mâlişgeh-i ruhsâr-ı melik hâk-i derindir
Ayîne-i dîdâr-ı tecellî nazarındır
Bû Bekr Ömer, Osmân ü Ali yârlarındır
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
Hakdan bize sultân-ı mü’eyyedsin efendim

Hutben okunur minber-i iklîm-i bekâda
Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-i cezâda
Gül-bâng-i kudûmun çekilir Arş-ı Hudâda
Esmâ-i Şerîfin anılır arz u semâda
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim

Hakdan bize sultân-ı mü’eyyedsin efendim
Ol dem ki velîlerle nebîler kala hayrân
Nefsî deyü dehşetle kopa cümleden efgân
Ye’s ile usâtın ola ahvâli perîşân
Destûr-ı şefâ’atle senindir yine meydan
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
Hakdan bize sultân-ı mü’eyyedsin efendim

Bir gün ki dalıp bahr-ı gama fikrete gittim
İlden yitirip kendimi, bî-hodluğa yitdim
İsyânım anıp, âkıbetimden hazer itdim
Bu matlâ’ı yâd eyledi bir seyyid işitdim
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
Hakdan bize sultân-ı mü’eyyedsin efendim

Ümmîddeyiz ye’s ile âh eylemeyiz biz
Ser-mâye-i îmânı tebâh eylemeyiz biz
Bâbın koyup ağyâre penâh eylemeyiz biz
Bir kimseye sâyende nigâh eylemeyiz biz
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
Hakdan bize sultân-ı mü’eyyedsin efendim

Bî-çâredir ümmetlerin isyânına bakma
Dest-i red urup, hasret ile Dûzâha kakma
Rahm eyle amân, âteş-i hicrânına yakma
Ez-cümle kulun Gâlib-i pür-cürmü bırakma
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
Hakdan bize sultân-ı mü’eyyedsin efendim


Şeyh Galib

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #17 : 09 Kasım 2007, 18:45:14 »
Kırk Yaşındasın

Rahmetini umarak
Günahkar bir dille;
Allah azze ve celleYa rasulAllah,
Âlemlere rahmet hayatın geçiyor kalbimizden,
Kalbimizden seyrediyoruz seni.

İşte
Bir yaşındasın,
Beni sa’d yurdundasın
Sana süt anne olmadı kadınlar
Bu yüzden dargın bulutlar
Bir damla yağmur indirmiyor
Kıtlık hüküm sürüyor beni sa’d yurdunda
Minicik bir bulut var gökyüzünde
Sana aşık…
Ayrılmıyor başucundan
Ve insanlar yağmur duasında…
Hz.halime kucağına alıyor seni
Yeryüzünde bir gölgelik…seni güneşten korumak için
Oysa minicik bulut gökyüzünde
Sana meftun, sana kilitli…
Ve dua eden rahibin kucağındasın
Dünyalar güzeli gözlerine bakıyor rahip
Kıtlığı da unutuyor, yağmuru da, duayı da
Ama sen unutmuyorsun
Uğruna canlarımız feda o gözlerinle gökyüzüne bakıyorsun
O minicik bulut ilişiyor bakışlarına
Büyüyor, büyüyor…
Sonra nazlı, nazlı yağmur damlaları iniyor buluttan
Fakat çoğusu bilmiyor yağmurun geliş sebebini
Çoğusu bilmiyor seni…

Altı yaşındasın
Medine-i münevvere yolundasın
Yanında aziz annen ve ümmü eymen
Yetimliğini hissediyorsun baba kabristanında
Sonra yolda, ebva’da öksüzlük karşılıyor seni
Mekke’ye annesiz giriyorsun
Abdulmuttalip bir başka seviyor seni
Ebu talip bir başka seviyor

Ya rasulAllah
Mekke çocukları annelerine seslenirler miydi senin yanında
Onlar anne deyince sen yere mi bakardın
Mekke rüzgarları kaç gece gözyaşlarını taşıdı ebva’ya
Kaç gece anne diye hıçkırdın
Efendim!
Senin yerine de anne dedik annemize
Senin yerine de baba dedik

Yirmi beş yaşındasın
Ve bambaşkasın
Kimse sana denk değil
Şefkat yayıyor kokun
Güven veriyor sesin
Sen muhammed-ül emin’ sin

Otuz üç yaşındasın
Dalga dalga rahmet var

Otuz beş yaşındasın
Hadi gel bekletme yar
İniltiler çalıyor kapısını göklerin
Hadi gel bekletme yar
Sinesi çatlayacak rasul bekleyenlerin…
Hadi gel ey yâr!
Nurdağına davet var

İşte
Kırk yaşındasın
Hira nur dağındasın
Cibril iniyor göklerden
Ve nokta nokta her yerden salat, selam yükseliyor
Sen kâinatın yüreğinden hasretle kopan ” ah! ” sın
Karanlık gecelerimize sabahsın
Sen nebiyullahsın
Sen habibullahsın
Sen rasulullahsın

Niye incittilerki seni sultanım
Niye işkence yaptılarki sana
Ebu talip öldü diye mi bu pervasızca saldırılar
Himayesiz kaldın diye mi
Kabe’deki ağlayışın geliyor gözümüzün önüne
” amca yokluğunu ne çabuk hissettirdin ” diyişin
Haremde namaz kılışın geliyor aklımıza
Başına pislikler saçılıyor
Başlar feda o mübarek başına
Nasipsizler sana bakıp nasıl da gülüyorlar
Biri koşuyor mekke sokaklarından sana doğru
Biri koşuyor ama sanki yere inmiş arş-ı Âla
” bu koşan kimdir ” diye bir soru dolaşıyor boşlukta
Bu koşan kim?
Ve cevap veriyor biri:
Muhammed’ in kızı fatımatüz-zehra
Velilerin anası…
Yüzünü gözünü siliyor biricik kızın
Sana yeryüzünde en çok benzeyen
Gülmesi sen, ağlaması sen
” ağlama kızım ” diyişin geliyor aklımıza
Niye çıkardılar ki yurdundan seni
Himayesiz kaldın diye mi
Onlar bilmiyorlar mıydı seni himaye edeni
Seni yetim bulup barındıranı
Seni alemlere rahmet kılanı
Onlar deli diyorlardı sana, sen susuyordun
Mecnun diyorlardı, şair diyorlardı, sen susuyordun
“seni bizim elimizden kim kurtaracak” diyorlardı
Sen,
Sen ” Allah! ” diyordun
Allah azze ve celle
Semayı haşyet kaplıyordu
Sen ” Allah! ” diyordun
Arş-ı Âla titriyordu
Bedir’ de ” Allah! ” diyordun
Üç bin melek iniyordu alaca atlarda
Yüz yirmi beş bin sahabi :
” anam babam sana feda olsun ” diyordu

Ya rasulAllah
Medine-i münevvere sokaklarında yürüyordun
Neccar oğulları’nın küçük kızları seni görünce
Sevinçten ne yapacaklarını bilememişlerdi
” beni seviyor musunuz ” diye sormuştun onlara
” seni çok seviyoruz ya habibAllah ” demişlerdi
Sen de:
” Allah biliyor ki ben de sizi çok seviyorum” demiştin
Bu gün yaşayan gençler var
Neccar oğulları’nın kızları diğil belki
Ama seni onlar da çok seviyor
Gözyaşlarından belli ki seni canlarından çok seviyorlar
Senden başka kimseleri yok
Allah biliyor ki sen onları da çok seviyorsun

Altmış üç yaşındasın
Refik-i Âla duasındasın
Senin için siyah yünden çizgili bir cüppe dokunmuştu
Kenarları beyazdı
Onu giyerek ashabının yanına çıkmıştın
Ve mübarek ellerini dizine vurarak :
” görüyor musunuz ne kadar güzel ” demiştin
Meclisinde bulunan biri sana seslenmişti :
” anam babam sana feda olsun ya rasulAllah, onu bana ver “
Niye istemişti ki senden sevdiğini bile bile
İstendiğinde katiyyen ” hayır ” demediğini bile bile
” peki ” dedin o zata
Ve sen yine yamalı, eski cübbeni giydin
Dostuna kavuşmana bir hafta kalmıştı
Aynı cübbeden yine yine diktiler
Ama giyinmek nasip olmadı
Haberler uçurmuştun ebu hureyre’ nin diliyle :
” benden sonra öyle kimseler gelecek ki, keşke peygamberi görseydik de ne malımız ne evladımız olsaydı diyecekler “
Ve hz. enes ile paylaşmıştın özlemini
” beni görmedikleri halde bana iman eden kardeşlerimi görmeyi çok isterdim”

Sultanım!
Ey medine minberinde ” ümmeti, ümmeti ” diye hüznü giyen sevgili
Ey mekke mihrabında alemler hesabına ” Allah! ” diyen sevgili
Bize lütfu ilahi bahşedilen kapına diz çöktük, bey’ at ettik
Rabbinden bize ne getirdi isen amenna
Duyduk, itaat ettik

Ya rasulAllah
Sen hâlâ kırk yaşındasın
Ve hâlâ ümmetinin başındasın…




Çevrimdışı Eşraf

  • okur
  • *
  • İleti: 58
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #18 : 07 Aralık 2007, 15:44:01 »
Sevgili!
Sen gitmiştin...
Koyup bir başımıza, bırakıp pak ellerimizi, gurbetlerine salmıştın bizi.
Yetim kaldık, öksüz kaldık ve ellerimiz kirlendi yokluğunda...
Sen gitmiştin...
Ayrılıkların dilini hece hece ağlıyoruz şimdi.
Akşamlar iniyor dağlara ve hasretimiz yankılanıyor yamaçlarda.

Sevgili!
Nasıl iltica edelim sana ;
huzuruna nasıl varalım, yalvaralım?!.
Ve duyurabilsin mi sesini!?.
Efendim, duyar misin sesimizi?..

Sevgili!
Sen aşk ikliminde sultan, sen güzellik şahikasında dolunay, sen vefa göğünde
hilal.
Biz bir bakışının dilencisi,
biz dolunay tutkunları,
biz bayramı gözleyen oruçlar.
Güzellik ordusunun hakanı sen, gam ruzigârinda gedalar biz.
Sen imrenme, biz ayıplanma.
Sen özüsün varlığın ve biz varlık iddiasında küstah yoksullar.
Sen sabah yıldızlarının ışığı, biz gaflet uykusunda kervancı.
Dert ve keder denizinde çığlık çığlığayız biz,
kumrular ve bülbüller seni bestelemekte oysa.
Çığlıklarımızı bestelere karıştırıver efendim,
düşkünlerine, savrulmuşlarına kulak ver.
İtivermezsin elinin tersiyle bizi, değil mi efendim?..

Sevgili!
Sen gitmiştin...
Yokluğunda kaybettik önce varlığımızı ve sonra yok eyledik aklımızı da.
Hasretinle akan zamanlarda cevherimiz özden, madenimiz mıknatıstan ayrıldı.
Sen gitmiştin...
Gönüllerimiz billur kadehler gibi çalındı sengsarlara;
ırmaklarımız mecralarında susuzluğa mahkum edildi.
Sen gitmiştin...
Çelik mermere çarptı, iradeye ateş düştü yokluğunda.
Hasretinden akıllar yitirildi efendim,
gönüller gölgelere düştü.
Kucak kucağa güneşlerimiz söndü,
dudak dudağa denizlerimiz kurudu
ve sen gitmiştin efendim.
Sen gitmiştin...
Seninle birlikte her şeylerimiz gitti.
Şehitlerimiz kefenlerinden sıyrıldı senden sonra;
kanlarımız sahralar doldurdu.
Kelimelerimiz anlamlarını yitirdi,
kutlu erlerimiz tutsak oldu nefis ordularına...
Hiçbir şey kazanmadık ayrılığında, efendim,
hiç kâr elde edemedik.
Aldandık, hep aldandık.
Delilimizi yitirdik, delillerimizi yitirdik.
Dillerimiz dilim dilim edildi efendim.
Bize sevmeyi unutturdular ilkin;
sonra sevginin ne olduğunu...
Kendi gönlüne ihanet edenlerimiz, gönlün kendisine ihanet ediyorlardı artık.
Vurgunlar yedik pes pese efendim...
Ve sen gitmiştin.

Sevgili!
Sen gitmiştin...
Biricik sığınağımız, varlığımızın övüncü, yüz akımızdın.
Hayırları söyleyip gitmiştin,
biz ser işler olduk.
Uzun uzun emellere kapıldık,
kapılanıp kaldık umutların kapısında.
Yolunda yürümekten üzerimize düşen,
baş kaldırdık önce ve sonra yıkılışlar gördük hep efendim.
Ellerimiz vardı açıldıkça dolan, uzandıkça verilen;
böğrümüzde kaldı ellerimiz.
Hanım idik halayık olduk;
bay idik köle edildik.
Sen gitmiştin...
Yanmış igsilerle kara bahtımıza kara resimler çizdiler.
Aşk dervişleri avare, pejmürde, hercâyî rüzgârlara kapıldılar,
dönüşlerinin ahengini kırdılar.
Bölük bölük kadınlarımız,
grup grup erlerimiz,
demet demet çocuklarımız,
kimi güler, kimi ağlarken yitirdiler kendilerini.
Ve sen gitmiştin efendim...
Sevgili!
Hani bir aşk idin, bir güzellik idin sen, güzellikle askın kesiştiği
prizmada.
Güzelliğin cihanı gösteren bir ayna;
aşkın o aynanın cilası idi hani.
Güzelliğin olmasa efendim,
aşkı hiç bilmeyecekti cihan;
aşkın olmasa güzelliği hiç anlamayacaktı.
Aşk pazarında mezat hep güzelliğine; güzellik yurdunda yollar hep aşkına
durmuştu efendim...
Ve sen gitmiştin...
Sevgili!
Derd ile ağlayandın; hem derde salandın!..
Gönül yurdunda çaresizlerin çaresi, hastaların merhemiydin.
Saadetle yasamış, saadet çağını yaşatmıştın.
Suretleri ve canları iman ile sen şekillendirmiş,
"Lâ" ile "Illa"yi i'câz ile sen dillendirmiştin.
Sen gidince, ey sevgililer sevgilisi, güvercinlerimiz tuzaklara esir düştü;
Hüdhüdlerimizin mil çekildi gözlerine.
Artık düşmanlarımız dostlar arasında;
dostumuz düşman içinde.
Divanelere döndük, yaya kaldık yolunda.
Kendimizi unuttuk, seni bilmez olduk...
Sana muhtacız!..
Sana en fazla muhtacız.
En fazla sana muhtacız.
Uyandır bizi uykumuzdan...
Gel ey sevgili!
Bir gelişle gel, bir gülüşle gel.
Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden...
Sana muhtacız...

Sana en fazla muhtacız...
Bu dünyanın cefasından sefasına nöbet gelmez.
Gâfil olma ilme çalış, geçen zaman geri gelmez

Çevrimdışı kenz

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1129
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #19 : 05 Ocak 2008, 14:15:12 »
Seçilmiş ayda, kutlu günde, güzel saatte...Bir övülmüş isim, saba yeli
gibi merhametli, içten ve nüvazişkâr...

Selamlar ki şeker dudaklıların vuslatı gibi içtendir, elbette onadır.
Hasretler ki âşıkların âvâzı kadar yanıktır, elbette onadır.
Övgüler ki özlem sözlerince ateşli, ve arzular ki sevgililerin saçları misali uzun,
ona, hep onadır. Duyuşlar ki kurtuluşun nuruyla nurlanmış yüzler gibi aydınlık,
ve teselliler ki lale yanakların kadifesince yumuşak, anımsamalar ki şehitlerin "
Allah! Allah!" nidası ardından atılışlarınca makbul, hep onadır, hep onadır.
O ki Gül'dür, bütün mecburiyetler onadır. Bileli kendimi ben gönlümü âşık buldum.

Gönüller ki Gül'e hasret!..

Az konuşmaya ve çok sükuta vurgun... Serapa belagat ve fesahat pınarı...
Hatırımıza düştün hatırına düşür bizi. Sevdik seni, sevindir bizi. Uzaktayız yakınına vardır
bizi; yandık pınarına kandır bizi. Sıcak yaz günlerinde yaş dalların titreyişi gibi yandır bizi
serin kuyulardan; koyu gecenin yıldızlarına karşı uyandır bizi derin uykulardan. Gözyaşı
değil nice demdir gözümüzden akan; belki eriyip biten ruhumuzdur damlayan!..
Geç kalmış aylara ve yıllara inat kadehinden içelim artık gül şarabını, çölde yitmiş çaylara
ve yollara inat gerçeğinden seçelim şimdi gül serabını... Gül sözleri edelim çok çok, ve
gonca sükutu az az. Gül düşleri görelim gül gecelerinde, Gül'ün aşkını derelim gül
hecelerinde. Gözü sürmeli ile ağlayanın arasına gül serpelim, güle yeminler edip.
Gönülleri yıkayalım gül suyuyla. Gönüldendir şikayet kimseden feryâdımız yoktur.

Gönlüm ki Gül'e hasret... Üçüncü halin imkansızlığında... Ve kozanın amansız yırtılışında...

Cevher Gül'e düştü, mıknatıs bana, güzellik Gül'e, sevgi bana...
Güzeller güzelleri severmiş ve sadıklar sadıkları...
Güzelliğimi arttır benim Gül'üm, ve arındır ayrık güzelliklerden sevgilerimi...
Senden yüzüne bakma lezzetini isterim ve titrerim vefadan sonra ayrılığına düşme dehşetiyle.
Genişlet sana indirilene yaslanmakta sinemi, ve sade kıl sensiz düşüncelerden gönül ayinemi.
Bir yankı ol, ses kat sesime; bir nazar kıl can ver nefesime. Düşümde ya hayalde gel, bitirdi gerçek beni;
geldir bizi her halde gel ya yanına çek beni!. Gel Efendim! Sen gelmeyince hatıra bilsen neler gelir!..

Gönül ki Gül'e hasret...

Güzellik kendisine sıfat değil ad olan... Gül olmayınca bağçeler berbad olan...
Bakışındandır başlangıcı bütün hadiselerin; ve en büyük yangın aşkının bir kıvılcımından...
Dönüyorsa gökler bir yüzük halkasınca, ve dönmedeyse içinde ne varsa, kaşındandır
yüzüğün, inci tanesi kaşından... İyi hal de hatırlatıyor seni bize, kötü hal de;
korktuğumuzda da sevgin var içimizde, umduğumuzda da... Gözyaşlarımız
gözbebeklerimizi boğazlıyor sensiz, duru şaraplar içinde zehirler yutuyoruz...
Gökkuşaklarını toprağa gömenler de, nurunu ağızlarında söndürmek isteyenler de senden
öte sınavlarda değiller aslında. Nefis kendini içine üflemekte daim. Gülü kendi sesinde
solduranların seni beklemekle geçecektir yüzyıllar süren ömürleri. Ah bir bilseler!.. Hâb-ı
gaflette geçen ömrümü rü'yâ gördüm.

Gönüller ki Gül'e hasret...

Gönül ki kana boyandı, ve Gül'ün aşkına yandı...

İşte bu güvenilir kente and olsun ki... Tesellilerimiz kötürüm devinmelere mahkum sensiz
Efendim, bütün ayrılıklar avuntulara, ve kendini parçalamada bütün yoksulluklar; neşterli
ellerde taze yeminler kanamakta! Hayatlarımızın altına kopya kağıtları konuldu yokluğunda
ve ruhlarımız şırıngalardan serpildi beyhude çoraklıklara. Sevgine tutulunca damarlarında
cehennemlerin dolaştığı yıldızlardan yoksun kaldı göklerimiz. Sevgini unutalı ateşler serin
ve selamet olmuyor artık; İbrahimler'i havada eller tutmuyor. Eleğimsağmalara
buketlenmiş nergislerin kül kül dökülüyor toprağa. Yolunda olduklarını söyleyenler kendi
elleriyle helak meyvelerini kendileri topluyorlar yamaçlarda. Ahdine ve sevgine sadık
kalamadığımızdandır zoraki Meryem oruçlarına tutturulmaklığımız; nimetleri nankör
ellerden dilendirilmemiz. Zamanın önündeki zalim maratonlarda yalın ayak sevgileri
unutturulduk, zulme kapılandık, oyun ve oynaşa kapıldık kaldık. ! Sen bizi cevrine şâyeste
bil ihsan olarak.

Aşk, bir Gül'ün adıydı... İmdat ki seven unuttu, vefa yine sevgiliye düştü!..
Gel ey, unutma bizi!... Seni bir seven aşkına sev hepimizi!..
Kararlıyım bu gece, bütün varlığımla seni öveceğim...
Seni sevdiğim gibi...

* Havuzlar başında bizi hâlâ bekliyorsun değil mi, ya Rasûl!..
İNSAN akli ile melekleşen nefsi ile iblisleşen bir aciptir İNSAN
İNSAN kendi kabahatini bilmeyen cehli ile dünyalara sığmayan bir mağrurdur İNSAN
İNSAN bütün zaaf ve acziyyetine rağmen kudrete kafa tutan taşkın bir şaşkındır İNSAN
İNSAN maziye bağlı hâle aldanmış istikbali gözler bir taştır İNSAN

Çevrimdışı duha

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 5144
  • ѕησωƒℓαкє
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #20 : 17 Mart 2008, 21:10:13 »






BİR GÜL







Mekke-i Mükerreme'de bir gül

yüzü dolunay gibi parlak
teni pembeye çalan beyaz renginde
saçları hafif dalgalı
açıkrenli ve hilal kaşlı
iki kaşının arasında bir damar, öfkelendiğinde şişen..



Mekke-i Mükerreme'de bir gül




saçları omuzuna düşer, sakalı gür gözleri kara üzüm gibi siyah
o siyah gözleri daima yerde, gökten daha çok yere bakar
bakışları düşünceli
boynu gümüş beyazlığında, fil dişinden yapılmış bir suret gibi
ashabından ardından yürür ve "
benim arkamı meleklere bırakın"
der
bir şeye hayret ettiğinde elini çevirir
konuştuğunda ellerini bir araya getirir
öfkelendiğinde yüz çevirir
sevindiğinde hafifçe gözlerini kapar
gülmesi tebessüm
o gülünce dişleri dolu taneleri





Mekke-i Mükerreme'de bir gül

yüzünde azamet ve hakimiyet
sözünde tatlılık
tane tane konuşan
sesi gür,
teri GüL
geçtiği sokaklarda gül kokusu bırakan




giyimi sade çoğunlukla sırtında bir ihram
en çok sevdiği renk sarı ve beyaz
yediği yemek ateşin üzerinde unla karıştırılan öğütülmüş yulaf
biraz zeytinyağı biber baharat
sofrada oturşu hamd ile, şükürle




bir GÜL
ikinci yurdu Medine..



Medine-i Münevvere'de bir gül...



insanlık aleminin en şereflisi,
iman hakikatlerinin merkezi
ihsani tecellilerin turu
rahmani sırların iniş yeri
memleketi rabbaniyenin seması
peygamberler gerdanlığının ortasındaki en büyük mücevher
peygamberler kervanının öncüsü
bütün varlıkların en üstünü
izzet sancağının sancaktarı
ezel sırlarının şahidi
ilmin, hilmin ve hikmetlerin kaynağı
yerle gök alemlerinin göz bebeği
iki cihanın ruhu
dünya ve ahiret hayatının gözü





Medine-i Münevvere'de bir gül



aslın ve asaletin nurlu ağacı
yaratılışta insanların en üstünü
cismani suretlerin en mükemmeli
asıl mülk ve gerçek nimetin göz kamaştırıcı güzelliğin ve yüce rütbenin sahibi
kalplerin habibi ve ilacı
bedenlerin afiyet ve şifası
gözlerin nuru ve ışığı
asırlarca sevilen
yeniden sevilen
taptaze duygularla sevilen
en seçkin makamlara sahip olan
en büyük dost
en şerefli sevgili
Abdulmuttalib'in torunu, Abdullah oğlu



Efendimiz Hazreti Muhammed sallAllahü aleyhi ve sellem...




Medine-i Münevvere'de bir gül
herşeye rağmen ona sevdalı
milyarlarca bülbül
sevinç bayrak açmış her sinede
çünkü o gül hâla Medine'de..






Dursun Ali Erzincanlı
« Son Düzenleme: 17 Mart 2008, 21:12:49 Gönderen: duha »
söz Hayâtî'dir; İnanç taşıyoruz.....

[/center]

Çevrimdışı Eymen

  • Moderatör
  • araştırmacı
  • *****
  • İleti: 313
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #21 : 13 Nisan 2008, 14:06:04 »



Bir damla düşer toprağa bak hâresi güldür
Pervâne döner harda fakat, çâresi güldür!

Bülbül, sana yâr olmak için nârlara düştü
Dâim yakışan hep sana, bir kırmızı güldür.

Dünyâ ki harâp olsa yeter gûl-i Muhammed (sav)
Billûr dudağından dökülen her sözü güldür.
   
 

Kim derse eğer, nerde alâmet bize O’ndan?
Baksın hele dünyâya da her gördüğü güldür.

Hem kan tükürenlerle zaman kardeş olunca
Şâhid sana, ardında bu çöl kumları güldür.

Sensiz bu mekânlar karadır, darmadağındır
Dünyâdaki tüm renklerin en kutsalı güldür.

Aşk sende bulur kendini, yurdun ki gülistân
Âlemleri aydınlatacak gözyaşı güldür.

Ey gül! Yok olur yokluk eğer sen var olunca
Cân buldu cihân, âb-ı hayât varlığı güldür.

Taştan taşa çarpıp su, gülistâna akar hep,
Fermân tanımaz kalplere, aşk âteşi güldür.

Sen, yağmur olup sîneye şefkat bırakırsın,
Aşk bahçesinin sâhibi sen, sunduğu güldür.

Çağlar kapanır gitme, kıyâmet kapımızda
Ey yâr! Gidişin gurbet olur, vuslatı güldür.

Ardında hüzünler bırakıp gitme efendim
Efsûn mu değil, bizde karanlık sızı güldür.

Güller küle râm oldu firâkınla, bizi güldür
Bu âteş-i aşkın, gece yıldızları güldür.

Gül yüzlüyü yazmakla biter sancılı günler
Sevdâların en kutsalı kalplerdeki güldür.

Tarife ne hacet gülü, meydanda bütün gün
İnsanlığı kurtarmak için sunduğu güldür.


 
ZAFER IŞIK
Zaman bir kılıçtır; sen onu kesmezsen, o seni keser.

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #22 : 24 Nisan 2008, 06:49:15 »
NÛR-I ÂLEMSİN

Nûr-i âlemsin bugün hem dahî mahbûb-i Hudâ

Eyleme âşıkların bir lahza kapından cüdâ



Gitmesin nâm-ı şerîfin bu dilimden dem-be-dem

Dertli gönlüme devâdır cân bulur ondan safâ



Umarım her bir adın başka şefâ’at eyleye

Ahmed ü Mahmûd Ebü’l-Kâsım Muhammed Mustafâ



Çünki denildi ona “Ve’ş-Şems” dahi “Ve’d-Duhâ”

Rûyuna alnına mihr ü mâhı benzetsem n’ola



Bu libâs u hây hûy u tantana nedir dilâ

Eğnine hil’at yeterken bir palâs u bir abâ



Cürm ü isyânım bir birundur gerçi hadden serverâ

Sen şefâ’at kânısın geldim sana şefkat uma



Bu Muhibbî tövbe eyler tövbesin eyle kabûl

Fitne-i şeytândan sakla onu yâ Rabbenâ



Muhibbî, Kanûnî Sultan Süleyman
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı islam_dostu

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 48
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #23 : 27 Aralık 2008, 19:07:49 »
hepinize çok teşekkür ederim ;) İlk koyulan şiir Azerbaycanca :)

Çevrimdışı acize

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 8
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #24 : 13 Haziran 2009, 13:09:44 »



SULTANIM


Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Gül cemalini gören, hayran olur Sultanım
Cennet bile seninle, seyran olur Sultanım

Sen ki Nuri hüdasın, rahmetsin yere göğe
Yanmışlar hep kapında, reyhan olur Sultanım

Ta ezelden ebede, mislin yaratılmadı
Senin lütfuna eren, Sultan olur Sultanım

İlahi bir güneşsin, Nuruna pervane can
Aşkından mahrum sine, zindan olur Sultanım

Fazlının eteğine, aklın eri erişmez
Sensiz Gülzarı Cennet, Hicran olur Sultanım

Alemde kimse değil, sensin kalplere tabi
Nurun gönül derdime, derman olur Sultanım

Didarına aşıkım, yanmakda ciğerde zar
Ne gün ne gün gel, diye ferman olur Sultanım

Nurunun incisidir sema, güneş, ay, yıldız
Sende küçük bir damla, umman olur Sultanım

Bütün alem halkının, bir sensiz tek öğüncü
Şanına yüce kılan, Rahman olur Sultanım

Senin kerem kapına, koşmada büyük küçük
Ümmetine başka kim, mihman olur Sultanım

Sana tabi olmayan, yaren buğzu kezada
Bindefa yüzbindefa, pişman olur Sultanım

Bu Necati mücrime, nazarın erişmesse
Artık ona herbirşey, düşman olur Sultanım

Senin gül hatırına, nice bin günahkara
Cennetler ve firdevsler, ihsan olur Sultanım

Senin sevmeyenlere, saadet günü yoktur
Anlarlar kıymetini, zaman olur Sultanım

Kimin can toprağına, nurundan zerre, düşse
Bir Bilal, bir Amar, bir Selman olur Sultanım

Sen habibi hüdasın, hiç ümit kesermiyim
Miskinlere ihsanın, her an olur Sultanım

Mucize parmakların, çölde sular çağlattı
Bir çalıya el sürsen, elvan olur Sultanım

Cennetler müştakındır, bin türlü ihtiramla
Senin selamlayacak, Rıdvan olur Sultanım

Devletiğin eşiği, güneşden daha parlak
Sana bütün Nebiler, ihvan olur Sultanım

Bir şan ki dile sığmaz, kelamın gücü yetmez
Kaç Süleyman yoluna, gurban olur Sultanım

Sensin bu mülkün seyidi, alemin tek rahmeti
Şanlığına şanlar katan, süphan olur Sultanım

Nurunun incileri, cennetin ziynetidir
Orda dertler kederler, mihan olur Sultanım

Sen nasıl şanlı isen, senin vezirlerinde
Sıddık gibi bir şahı, cihan olur Sultanım...

Ali Ulvi Kurucu

Çevrimdışı Aslıhal

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 271
  • Sadece,halin aslı
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #25 : 14 Haziran 2009, 22:03:46 »
Ya ResulAllah


Zuhur-ı kainatın madenisin ya ResulAllah
Rumuz-ı küntü kenz'in mahzenisin ya ResulAllah

Beşer denen bu alem ki senin suretle şahsındır
Hakikatte hüviyette değilsin ya ResulAllah

Vücudun cümle mevcudatı nice cami' olduysa
Dahi ilmin muhit oldu kamusun ya ResulAllah

Dehanın menba-ı esrar ilm-i min ledünnidir
Hakayık ilminin sen mahremisin ya ResulAllah

Ne kim geldi cihana hem dahi her kim gelisedir
İçinde cümlenin ser-askerisin ya ResulAllah

Cihan bağında insan bir şecerdir gayriler yaprak
Nebiler meyvedir sen zübdesisin ya ResulAllah

Şefaat kılmasan varlık Niyazi'yi yoğ ederdi
Vücudun zahmının sen merhemisin ya ResulAllah

Niyazî-i Mısrî  -  
« Son Düzenleme: 14 Haziran 2009, 22:38:36 Gönderen: Müsenna »
Bârını gerden-i ahbâba edenler tahmîl
Ne kadar olsa sebük-ruh olur elbette sakîl
 

Çevrimdışı Gül_Sultan

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 2139
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #26 : 15 Haziran 2009, 21:22:36 »
Su Kasidesi

Der Na't-ı Hazret-i Nebevi

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su

(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda vermez.)


Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su

(şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök kubbeyi kaplamıştır, bilemem..)


Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su

(Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim akarsu da zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana getirir.)


Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su

(Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.)


Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su

(Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile mahvetsin), boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)


Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna
Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su

(Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi, gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar uğraşsa yine de) gubârî (yazı)sını, senin yüzündeki tüylere benzetemez. )


Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n’ola
Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su

(Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.)


Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ
Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su

(Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.)


İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it
Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su

(Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır, söndür. Susuzum bu defa da benim için su ara.)


Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra su

(Nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum, sofular da kevser istiyorlar.)


Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr
Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su

(Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.)


Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek
Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su

(Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere bırakamam.)


Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su

(Dostlarım! şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem, öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla sevgiliye su sunun.)


Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger
Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su

(Servi kumrunun yalvarmasından dolayı dikbaşlılık ediyor. Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi (yalvarıp aracı olması bu dikbaşlılığından) kurtarabilir.)


İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budağınun mizâcına gire kurtara su

(Gül fidanı bir hile ile (meşhur gül ve bülbül efsanesindeki gibi yine) bülbülün kanını içmek istiyor; bunu engelleyebilmek için suyun gül dallarının damarlarına girerek gül ağacının mizacını değiştirmesi gerekir.)


Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
ıktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr’a su

(Su Hz. Muhammed’in (s.a.v) yoluna uymuş (ve bu hâli ile) dünya halkına temiz yaratılışını açıkça göstermiştir.)


Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ
Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su

(İnsanların efendisi, seçme inci denizi (olan Hz. Muhammed’in s.a.v) mucizeleri kötülerin ateşine su serpmiştir.)


Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın
Mu’cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su

(Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su meydana çıkarmıştır.)


Mu’cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim
Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su

(Hz. Peygamberimiz’in mûcizeleri dünyada uçsuz bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o mucizelerden), ateşe tapan kâfirlerin binlerce mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.)


Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ
Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr’a su

(Mihnet günü Ensâr’a parmağından su verdiğini (bir mucize olarak parmağından su akıttığını) kim işitse hayret ile (şaşa kalarak) parmağını ısırır.)


Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su

(Dostu yılan zehri içse (bu zehir onun dostu için) âb-ı hayat olur. Aksine düşmanı da su içse (o su, düşmanına) elbette yılan zehrine döner.)


Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su

(Abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan) yanaklarına su vurunca (sıçrayan) her bir su damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.)


Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su

(Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)


Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su

(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık salmak (orayı aydınlatmak) ister. Eğer parça parça da olsa o eşikten dönmez.)


Zikr-i na’tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ
Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su

(Sarhoşlar içkiden sonra gelen baş ağrısını gidermek için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na’tının zikrini dillerinde tekrarlamayı (dertlerine) derman bilirler.)


Yâ HabîbAllah yâ Hayre’l beşer müştakunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su

(Ey Allah'ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp dâimâ su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.)


Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi'râc’da
şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su

(Sen o kerâmet denizisin ki mi'râc gecesinde feyzinin çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.)


Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su

(Kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa, güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel su iner.)


Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma
Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su

(Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış, (ama) o ateşe, senin ihsan bulutunun su serpeceğinden ümitliyim.)


Yümn-i na’tünden güher olmış Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsândan dönen tek lü’lü şeh-vâra su

(Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî’nin (alelâde) sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su (damlası) gibi birer inci olmuştur.)


Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su

(Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su (gözyaşı) döktüğü zaman,)


Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam
Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su

(O mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat çeşmenin su vereceğini, beni mahrum bırakmayacağını ummaktayım.)

Muhammed Fuzûlî
« Son Düzenleme: 15 Haziran 2009, 21:31:57 Gönderen: Gül_Sultan »
Dünya geçer, İnsan göçer ancak kurtuluş Müttakîlerindir.

Çevrimdışı lalegül

  • yazar
  • ****
  • İleti: 513
    • Sidre.net
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #27 : 15 Haziran 2009, 22:14:18 »
Dahilek Yâ ResulAllah

Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ ResulAllah
Nasıl bilmem bu nîrâna dayandım yâ ResulAllah
Ezel bezminde bir dinmez figândım yâ ResulAllah
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ ResulAllah


Yanan kalbe devâsın sen bulunmaz bir şifâsın sen
Muazzam bir sehâsın sen dilersen rûnümâsın sen
Habîb-i Kibriyâsın sen Muhammed Mustafâsın sen
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ ResulAllah


Gül açmaz çağlayan akmaz İlâhî nûrun olmazsa
Söner âlem nefes kalmaz felek manzûrun olmazsa
Firâk ağlar visâl ağlar ezel mestûrun olmazsa
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ ResulAllah


Erir canlar o gülbûy-ı revanbahşın hevâsından
Güneş titrer yanar dîdârının bak ihtirâsından
Perîşân bir niyâz inler hayâtın müntehâsından
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ ResulAllah


Susuz kalsam yanan çöllerde can versem elem duymam
Yanardağlar yanar bağrımda ummanlarda nem duymam
Alevler yağsa göklerden ve ben masseylesem duymam
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ ResulAllah


Ne devlettir yumup aşkınla göz râhında cân vermek
Nasîb olmaz mı Sultânım Haremgâhında cân vermek
Sönerken gözlerim âsân olur âhında cân vermek
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ ResulAllah


Boyun büktüm perîşânım bu derdin sende tedbîri
Lebim kavruldu aşkından döner pâyinde tezkîri
Ne dem gönlüm murâd eylerse taltîf eyle kıtmîri
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ ResulAllah


YAMAN DEDE
Şu rahmete bakın ki,
insanlar bütün azalarıyla günah işlerken,
sadece diliyle yaptığı tövbeyle affolunuyor.

Aziz Mahmud Hüdai (k.s)

Çevrimdışı Aslıhal

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 271
  • Sadece,halin aslı
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #28 : 01 Temmuz 2009, 01:31:46 »
MUHABBETİN VESİKASI!..
Sultan İkinci Mahmûd Han, 1820 senesinde Hücre-i Saadete hediye ettiği şamdanla birlikte gönderdiği aşağıdaki şiir, Osmanlı sultanlarının Resûlullah (s.a.v.)'a olan hürmet ve muhabbetlerinin bir vesîkasıdır:


Şamdan eyledim ihdâya cür'et yâ ResûlAllah!
Muradım dergâh-i ulyâya hizmet, yâ ResûlAllah!
Değildir ravdaya şâyeste, destâviz-i nâçizim.
Kabulünde kıl ihsan inayet, yâ ResûlAllah!
Kimim var hazretinden gayri, hâlim eyleyem îlâm.
Cenâbındandır ihsân-ı mürüvvet, yâ ResûlAllah!
Dahîlek, el-emân, sad el-emân, dergâhına düştüm,
Terahhüm kıl, bana eyle şefaat yâ ResûlAllah!
Dü-âlemde kıl istishâb Hân-ı Mahmûd-i adlîyi,
Senindir evvel ü âhirde devlet yâ ResûlAllah!


372 Ahmed Cevdet Paşa, Tarih, İstanbul 1309, XII, sh. 238-240.
Bârını gerden-i ahbâba edenler tahmîl
Ne kadar olsa sebük-ruh olur elbette sakîl
 

Çevrimdışı ihvan

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 2399
Ynt: Naatlar
« Yanıtla #29 : 01 Temmuz 2009, 11:53:43 »
Gül açmaz çağlayan akmaz İlâhî nûrun olmazsa
Söner âlem nefes kalmaz felek manzûrun olmazsa
Firâk ağlar visâl ağlar ezel mestûrun olmazsa
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ ResulAllah .    çok güzel