Gönderen Konu: “Üç şey, insanı felakete sürükler”  (Okunma sayısı 2939 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
“Üç şey, insanı felakete sürükler”
« : 14 Kasım 2010, 02:59:23 »


Kötü huylardan olan, ucb ile kibir birbirine çok yakın olduğuğu için çoğu zaman karıştırılır. Bunun için ucbu iyi anlamak gerekir.

Hadîs-i şerifte, “Üç şey, insanı felâkete sürükler: Buhl, hevâ ve ucb” buyuruldu. Buhl sâhibi, yani hasîs, cimri kimse, Allaha karşı ve kullara karşı olan hakları ve vazîfeleri ödemekten mahrûm olur. Hevâsına, yani nefsinin arzûlarına uyan ve ucb sâhibi olan, yani nefsini beğenen kimse, muhakkak helâka, felakete düçâr olur.

Ucb sâhibi, hep ben, ben der. Toplantılarda baş tarafta bulunmak ister. Her sözünün kabûl olunmasını ister.

Hadîs-i şerifte, “Günah işlemezseniz, daha büyük günaha yakalanmanızdan korkarım. O da, ucbdur” buyuruldu. Günah işleyenin boynu bükük olur. Tevbe edebilir. Ucb sâhibi, ilmi ile, ameli ile mağrûr olur. Egoist olur. Tevbe etmesi güç olur.

Günah işleyenlerin iniltileri, Allahü teâlâya, tesbîh çekenlerin övünmesinden iyi gelir. Ucbun en kötüsü, hatâlarını, nefsinin hevâsını beğenmektir. Hep nefsine uyar. Nasîhat kabûl etmez. Başkalarını câhil sanır. Hâlbuki, kendisi çok câhildir.

Bid’at sâhibleri, mezhebsizler böyledirler. Bozuk, sapık i’tikâdlarını ve amellerini, doğru ve iyi bilip, bunlara sarılmışlardır. İşlediklerini ibadet olarak da yaptıklarından tevbe etmek, pişman olmak akıllarına gelmez. Tevbesiz olarak ölürler.

Böyle ucbun ilâcı çok güçtür. Mâide sûresinin, “Kendinize bakınız. Kendiniz doğru yolda oldukça, başkalarının sapıtması size zarar vermez!” meâlindeki yüzsekizinci âyet-i kerîmesinin manasını Resûlullahtan sordular. Cevâbında, “İslâmiyetin emirlerini bildiriniz ve yasak ettiklerini anlatınız! Bir kimse ucb eder, sizi dinlemezse, kendi hâlinizi ıslâh ediniz” buyurdu.

Ucb hastalarının ilâcını hâzırlayan âlimler, Ehl-i sünnet âlimleridir. Fakat bu hastalar hastalıklarını bilmedikleri, kendilerini sıhhatli sandıkları için, bu tabîblerin nasîhatlerini, ilimlerini kabûl etmezler, felakette kalırlar. Hâlbuki bu âlimler, Resûlullahtan “sallAllahü aleyhi ve sellem” aldıkları ilâçları, hiç değişdirmeden, bozmadan sunmaktadırlar. Câhiller, ahmaklar, bu ilâçları, onların yaptıklarını sanır. Hak yolda bulunduklarını zannederek, kendilerini beğenirler...

Hased; kıskanmak, çekememek

Kötü huyların biri de haseddir. Hased, kıskanmak, çekememek demektir. Allahü teâlânın ihsân ettiği nimetin ondan çıkmasını istemektir. Faydalı olmayan, zararlı olan bir şeyin ondan ayrılmasını istemek, hased olmaz, “gayret” olur.

İlmini, mâl, mevki ele geçirmek, günah işlemek için kullanan din adamından ilmin gitmesini istemek gayret olur. Mâlını haramda, zulümde, İslâmiyeti yıkmakta, bid’atları ve günahları yaymakta kullananın malının yok olmasını istemek de, hased olmaz, din gayreti olur. Bir kimsenin kalbinde hased bulunur, kendisi buna üzülür, bunu istemezse, bu günah olmaz.

Kalbde bulunan hâtıra, düşünce, günah sayılmaz. Hâtıranın kalbe gelmesi insanın elinde değildir. Kalbinde hased bulunmasından üzülmezse veya arzûsu ile hased ederse, günah olur, haram olur.

Bu hasedini sözleri ile, hareketleri ile belli ederse, günahı daha çok olur. Hadîs-i şerifte, “İnsan, üç şeyden kurtulamaz: Sû-i zan, tayere, hased. Sû-i zan edince, buna uygun harekette bulunmayınız. Uğursuz zannettiğiniz şeyi, Allaha tevekkül ederek yapınız. Hased etdiğiniz kimseyi hiç incitmeyiniz!” buyuruldu. Tayere, uğursuzluğa inanmakdır. Sû-i zan, bir kimseyi kötü zannetmekdir. Bu hadîs-i şeriften anlaşılıyor ki, kalbde hased hâsıl olması, haram değildir. Bundan râzı olmak, devamını istemek, haram olur.

Kalbe gelen düşünce beş derecedir: Birincisi, kalbde durmaz, defedilir. Buna “hâcis” denir. İkincisi kalbde bir zaman kalır. Buna “hâtır” denir. Üçüncüsü, yapmak ile yapmamak arasında tereddüd olunur. Buna “hadîs-ün-nefs” denir. Dördüncü derece, yapması tercîh edilir. Buna “hemm” denir. Beşinci derecede bu tercîh kuvvetlenip, karar verir. Buna “azm” denir.

İlk üç dereceyi melekler yazmaz. Hemm, hasene ise yazılır. Seyyie ise, terk edilirse, sevap yazılır. Azm olursa, bir günah yazılır. İşlemezse, bu da af olur.

Hadîs-i şerifte, “Kalbe gelen kötü şey söylenmedikçe ve buna uygun hareket edilmedikçe af olur” buyuruldu. İnsanın kalbine, küfür veya bid’at i’tikâdı olan bir düşünce gelince, bundan üzülür ve hemen reddederse, bu kısa düşünce, küfür olmaz...

Mehmet Oruç

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Hased edenin zararı kendisinedir
« Yanıtla #1 : 14 Kasım 2010, 03:04:52 »
Hased edenin zararı kendisinedir. Hased olunanın, dünyada ve âhirette, bundan hiç zararı olmaz. Hatta faydası olur. Hased edenin ömrü üzüntü ile geçer. Hased ettiği kimsede nimetlerin azalmadığını, hatta arttığını görerek, sinir buhrânları geçirir. Hasedden kurtulmak için, ona hediyye göndermeli, nasîhat vermeli, onu medh etmelidir. Ona karşı tevazu göstermelidir. Onun nimetinin artmasına duâ etmelidir.

İnsan bir kimsede bulunan nimetin ondan gitmesini istemeyip, kendisinde de bulunmasını isterse, hased olmaz. Buna (gıbta) imrenmek denir. Gıbta güzel bir huydur. İslâmiyetin ahkâmına, yani farzları yapmaya ve haramlardan sakınmaya riâyet eden, gözeten sâlih kimseye gıbta edilmesi vâcibdir. Dünya nimetleri için gıbta etmek tenzîhen mekrûh olur.

Hadîs-i şerifte, “Allahü teâlâ, mümin kuluna gayret eder. Mümin de mümine gayret eder” buyuruldu. Allahü teâlâ, gayretinden dolayı, fuhşu haram etmiştir. Allahü teâlâ, “Ey Âdemoğulları! Sizi kendim için yarattım. Her şeyi de sizin için yarattım. Senin için yarattıklarım, seni, kendim için yaratılmış olduğundan men ve gâfil ve meşgûl etmesin” buyurmuştur.

Başka bir hadîs-i kudsîde, “Seni kendim için yarattım. Başka şeylerle oyalanma! Rızkına kefîlim, kendini üzme!” buyurmuştur. Yûsüf aleyhisselâmın, “Sultânın yanında benim ismimi söyle!” demesi gayret-i ilâhiyyeye dokunarak, senelerce zindanda kalmasına sebep oldu. İbrâhîm aleyhisselâmın, oğlu İsmâîl’in dünyaya gelmesine sevinmesi, gayret-i ilâhiyyeye dokunarak, bunu kurbân etmesi emir olundu...

Gayret, bir kimsede olan hakkına, onun başkasını ortak etmesini istememekdir. Allahü teâlânın gayret etmesi, kulunun kötü, çirkin şey yapmasına râzı olmamasıdır.

Kulun vazîfesi, dilediğini yapmak değildir. Ona kulluk etmektir. Onun emirlerine ve yasaklarına uymaktır. Her dilediğini yapmak, Allahü teâlâya mahsûstur. Yalnız Onun hakkıdır. Kulun kendi dilediğini yapması, günah işlemesi, Allahü teâlânın hakkına ortak olmak olur.


Mehmet Oruç