Gönderen Konu: ilim talim ve teblig  (Okunma sayısı 10120 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
ilim talim ve teblig
« : 29 Ağustos 2007, 02:05:03 »

Muhterem Mü’minler!
   Hutbemiz “Ulûm-u Dîniyyeyi Tahsil Ve Neşretmenin Ehemmiyet Ve Fazîleti” hakkındadır.
   Yüce Rabbımızın zâtından, sıfatından, esma ve ef’âlinden, insanların dünya ve ahiret saadetinin esaslarından bahseden dînî ve ilahî ilimler, bütün ilimlerin en başı ve en şereflisidir. Bu ilimleri tahsil ve neşretmek ise çok mühim ve şerefli bir vazifedir. Çünkü dîn-i mübînin kıyâmı ve müslimînin necâtı, insanlığın felâketten selâmete ermesi bu vazifenin hakkıyla îfasına bağlıdır. En zor şartlarda bile, ihmali doğru değildir. Nitekim Tevbe süresinde Mevlamız şöyle buyurur: “Müminlerin kâffesi birden seferber olacak değillerdir. Fakat her fırkadan bir tâife toplansa da dinde tefekkuh etseler ve döndükleri zaman kavimlerini inzar eyleseler, tâ ki sakınırlar.”    
   Bu ayetle her fırkadan bir kısmının sefere çıkması ve bir kısmının da tefakkuh ve inzar için kalması emrolunmuştur.
Demek ki bu vazîfe, müslümanların ölüm-kalım mücadelesi verdiği dönemlerde bile ihmal edilemeyecek kadar mühim bir vazifedir. Zîrâ, dünya ve dünyanın mahiyetini anlamak da, ahiretin ehemmiyetini anlamak da büyük ölçüde ilim sayesinde olur.
   Nitekim Peygamber Efendimiz (S.A.V), Mekke-i Mükerreme’de Dar-ı Erkâm’da başlattığı “Mekteb-i Muhammedi”yi ve tedrisat-ı diniyyeyi, Medine-i Münevvere’de Eshâb-ı Suffe ile devam ettirmiş, en zor şartlarda bile tatil etmemiştir. Sulh ve sükun zamanlarında ise bütün gayretini ulûm-u diniyyenin neşrine hasretmiştir. Yetiştirdiği sahâbîleri civar kabilelere ve şehirlere hoca olarak gönderip, insanlara yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’i ve dîn-i celîl-i İslâmı öğretmeye çalışmıştır.
   “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.”  Kime Kur’an (okuma ve okutma nimeti) verilir de O,  (bu nimet verilmeyen) başka birine verileni, kendisine verilenden daha hayırlı zanneder (ve ona imrenir)se, Allah’ın ta’zım ettiğini tahkir etmiş olur” , buyurarak dini ilimlerin menşe-i olan Kur’an-ı Kerim’in ta’lim ve taallümünün, diğer pekçok hadis-i şerifle de dini ilimlerin tahsilinin ehemmiyetine işaret buyurmuştur. İman ve hidayet nuru ile kalpleri ve zihinleri aydınlanan müslümanlar, hem dînî, hem de dünyevî ilemlerde büyük bir inkişaf gösterip, ümmî bir cemiyet iken, kısa zamanda insanlığın ilim ve medeniyet muallimi haline geldiler.
   Peygamberimizin varisi olan mürşid-i kâmiller de, her devirde birinci vazife olarak dinin ihyasına, dînî ilimlerin neşr ve tervicine gayret etmişlerdir. İmam Rabbanî(ks) hazretleri bir mektubunda şöyle buyurur:
   “....Öyleyse hayırların en büyüğü, bilhassa şeâir-i İslâm’ın yıkıldığı şu zamanda dîni tervîc ve onun hükümlerinden birini ihya için gayret göstermektir. Öyle ki Allah yolunda binler(ce şey)i infak, dînî meselelerden bir meseleyi tervîce denk olmaz. Çünkü dîni tervîc etmek, peygamberlerin yolunu takip etmektir. O peygamberler ki, mahlukatın en şereflisi onlardır. İyiliklerin en mükemmeli onlara verilmiştir.”  
   Çok sevdiği bir zât olan Molla Ahmed Berkî hazretlerine yazdığı bir mektupta da, onun maneviyatta yüce makamlara ulaştığını müjdeledikten sonra şöyle buyurur:
   “Senin bu devleti elde etmenin sebebi, cehaletin temekkün edip, bid’atların rüsuh bulduğu yerlerde, ulum-ı dîniyyeyi ta’lim ve ahkam-ı fıkhiyyeyi neşretmen, evliyâullah’a muhabbet ve ihlas göstermendir. Allah(cc) bunları sana mahza fazlı ile vermiştir.
   İşte, size gücünüz yettiği kadar ulum-u dîniyyeyi talim ve ahkam-ı fıkhiyyeyi neşretmenizi tavsiye ederim. Çünkü bu, işin özü, yükselmenin sebebi ve kurtuluşun medârıdır.”
   Görülüyor ki Allah dostları, ahiret işlerine faydası olmayan ilimleri, dünya ilmi kabul etmişler ve ona göre değer vermişlerdir. Şüphesiz dünya ilimlerinin de kendine göre bir kıymeti vardır.
   Yine son devirde, dinin garib kaldığı bir zamanda, ümmet-i muhammedin imdâdına koşup, varisi oldukları Yüce Peygamberimiz’in getirdiği kitabı ve dîni, binbir emek ve meşakkatle insanlara anlatmaya ve bu hususta hiçbir şeylerini esirgemeden, her şeylerini feda ederek, adeta kendilerini helak edercesine insanlığın hidâyet ve necatı için çırpınan Büyük Allah Dostları, gönüllerinden fışkıran muhabbetleriyle besleyip yetiştirdikleri talebelerine; vazifeye giderlerken, yapacakları vazîfenin ehemmiyetini şu şekilde beyan buyurmuşlardır:
   “Evlatlarım! Buraya kadar getirdiğimiz emanet-i ilahiyye, şu andan itibaren sizlerin uhdesindedir. Allah-ü Teâlâ dinini ihyaya hükmetti de, ilahî irade îcabı, bu yenileme vazifesi benim ve sizin omuzlarınıza indi. Bu, istemekle elde edilecek bir devlet değildir. Lakin zaman içinde belli kimselere min indillah tevdî edilir. Buraya ayrı ayrı yerlerden gelip toplanmanız dahi bir tesadüf değildir. Cenab-ı Hakk kısa zamanda bu ilmi sizlere öğretmek, hatta irşada bile isti’dât vermekle hepinizi bu emanet-i kübrâya memur etmiştir.
   Evlatlarım! Sizler, Allah’ın memuru, Rasülullah’ın memuru, Kitabullah’ın memuru, Füyuzât-ı ilahiyyenin tevzii memurlarısınız. Yegane vazifeniz, batağa düşmüş ümmet-i Muhammed’in evladını bataklıktan kurtarmaktır. Gaye rıza-i ilahidir. “Sizi tebrik ederim çocuklar. Akranlarınız şehvete esir olup, nefis ve heva peşinde başıboş dolaşırken, sizler Hazret-i Mevlânın zatının nuru ile alakadâr ve sıfatının eseri olan ilm-i Kur’an ile meşgul oluyorsunuz. Burada öğrendiklerinizle ümmet-i Muhammedin evladını bataklıktan kurtarmaya hazırlanıyorsunuz. Bu ne yüce bir vazifedir. Yemin ederim çocuklar, sizler bu dünyanın en bahtiyar insanları ve hatemüs-saade bahçesinin fidanlarısınız. Hepiniz ümmet-i Muhammed’e yadigâr olsun.”
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı sıddık-birgüvi

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 282
Ynt: ilim talim ve teblig
« Yanıtla #1 : 11 Mart 2008, 18:05:02 »
قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ
إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
Islam dini, okuyup ilim sahibi olmaya çok büyük ehemmiyet vermiştir. Kuranı Kerimin pekçok yerinde ilimden bahs olunmuş; Peygamber Efendimizin Hadis-i Şeriflerinde ilim öğrenme ve öğretmeye teşvik edilmiştir.
İlim ve Din, medeniyetin birbirinden ayrılmaz iki unsurudur.
Din, insanın aklına ışık tutar. İlim, aklı doğru düşünmeye ehil kılar. Din olmadıkça ilmin ilerlemesi, farsız arba ile yolculuk yapmak kadar zor ve tehlikelidir.
İlim ile Din arasında aslında bir mücadele yoktur. Zira Din, Allahü Teala’nın koyduğu bir kanundur. İlim de Cenab-ı Hakkın bir sıfatıdır. Allahın sıfatı ile emirleri arasında uyuşmazlık olmaz.
Bir müslüman için ilim rütbesi, mevki ve mertebelerin en yücesidir. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir Hadis-i Şeriflerinde; ’’İlim rütbesi, rütbelerin en yücesidir’’ buyurmaktadır.
İlim nafile ibadet etmekten üstündür. Zira ibadetin faydası, sahibine; ilmin faydası umuma aittir. Rasülullah Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde: ’’ilminden faydalanılan bir Alim, ibadet yapan bin kişiden hayırlıdır. buyurmaktadır.
Dinimizin ilme büyük değer vermesi sebebiyle İslam aleminde pek çok Medreseler yapılmış ve buralardan yetişen ilim adamları yeryüzüne ışık saçmışlardır. Cenab-ı Allah hutbemin başında okuduğum Ayet-i Kerime de buyuruyor ki: ’’De ki; Hiç bilenler ile bilmeyenler bir olur mu? Ancak temiz akıl sahibleridir ki (bunları)hakkıyla düşünür. İmanla küfür, adaletle zulüm nasıl müsavi olmazsa ilim ile cehaletde bibirine eşit olmaz. İslamın teşvik ettiği ilim yolunu tutana, Allah da Cennet yolunu bulmayı kolaylaştırır. Çünkü o, ilim sıfatına rağbet etmiş bulunmaktadır. Ne mutlu bu hakikatı anlayıp amel edenlere.   

Liebe Brüder im Islam,   
Der Islam legt sehr viel Wert auf das Wissen, die Wissenschaft und deren wege. Es wird in mehreren Versen über das Wissen berichtet, in vielen Hadisen unseres Propheten wird das lernen und das lehren empholen. Wissen und Glaube sind von einander nicht zu trennende Elemente des zivilisierten Lebens.
Glaube ist der Lichtblick der Menschheit. Wissen trägt dazu bei,die Sinne des Verstandes zu schärfen. Ein Mensch ohne Glaube ist wie ein in der dunkelheit fahrendes Auto ohne Licht.  Glaube und Wissen stehen nicht im Gegensatz zueinander. Denn Glaube ist ein Gesetz was uns von Allah gesandt wurde. Wissen ist eines der Eigenschaften Allahs. Und man kann davon ausgehen, dass sich die Gesetze und die Eigenschaften Allahs sich nicht gegegnseitig behindern. Wissen ist der höhste Rang für ein Moslem den er  erreichen kann. Denn in einem Hadis unseres Proheten(s.a.v) heißt es:“Der höhste Rang ist der Rang des Wissens“.
Wissen erlangen ist höher als nafile gebete. Beı Nafile Gebeten ist der Erlös für den Betenden. Der Erlös der Wissenschaft dagegen spricht alle an. In einem Vers heißt es: “Sprich; Sind solche, die wissen, denen gleich, die nicht wissen. Allein nur diejenigen lassen sich warnen, die verständig sind. Wie Glaube und Unglaube, Gerechtigkeit und Ungerechtigkeit gegensätze sind, ist auch das Wissen und die Unwissenheit gegensätzlich zueinander. Wer diesem Weg folgt, den uns auch der Islam emphielt, dem wird auch Allah dabei helfen den Weg in den Himmel zu finden. Wie schön für diejenigen, die diese Wirklichkeit verstehen.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ilim talim ve teblig
« Yanıtla #2 : 07 Mart 2012, 20:59:43 »
OKUMAK HAKKINDA

   Muhterem Mü’minler,

   İlmine sınır ve engel olmayan, geceleri, gündüzleri, dağları, ovaları bizim istifademize sunan, yıldızlı semaları başımızda tutan, rüzgârları estiren, şimşekleri çaktıran, yağmurları döken, önümüze her çeşit nîmetleri seren ve bizi cihanın en mükemmel meyvesi olarak yaratan Yüce Allahımız’ın, son ve hak dîni olan İslâm, tek ifadeyle: “Okumak, öğrenmek ve buna göre yaşamak” dinidir.

   Bu sebepledir ki, İslâm Dini’nin Hîra ufuklarında parlayan ilk emri “OKU” olmuştur. Evet, “OKU”, Rabbanî ilk emir!..

   Yeryüzünde hiçbir din, İslâm dîni kadar okumaya, öğrenmeye ve kısaca ilme önem vermemiştir.

   “Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir” buyuran Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in, Medîne’de yaptırdığı ilk mescidin yanında bir de Eshab-ı Suffe ismiyle bir medrese açtırması, Bedir harbinde alınan esirleri, onar çocuğa okuma-yazma okutmak şartıyla serbest bırakması “OKU” emrinin en güzel tatbîkatları arasındadır.

   İnsanlığı cehalet ve zulüm karanlıklarından ancak ilmin kurtaracağını bildiren ve:

   “Hokka ile kaleme ve (kalem sahiplerinin) yazmakta oldukları şeylere yemin olsun.” buyuran Yüce Rabbimiz, ilme Allah’ın ismiyle başlanması gerektiğini kesin olarak emretmişlerdir. Şöyle ki:





   “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O, kalemle yazı yazmayı öğretendir. İnsana bilmediğini O öğretti.”

   Aziz Mü’minler,
   Her çeşit kötülük bilgisizlikten doğar. Bunun içindir ki, Kur’an-ı Kerim’in muhtelif âyetlerinde:

   “Sakın cahillerden olma.”

   “Cahillerden yüz çevir.” buyurulmaktadır.

   Başka bir âyet-i kerimede ise:

   “De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak temiz akıl sahipleridir ki hakkıyla düşünürler.” buyurularak ilim sahibi ile ilim sahibi olmayanın eşit olamayacağı beyan edilmektedir. Zîra:

   Hayatla ölüm arasında en sağlam köprü ilimle kurulur. Hak, hakikat, ahlâk, fazîlet ve îman ilimle bulunur. Allah korkusu ve sevgisine, Kur’an ve Peygamber yoluna ilimle erilir. İslâm’ın ulvî semasına ilimle çıkılır. Bu gerçeklere, Yüce Mevlâmız, Kur’an-ı Kerim’in çeşitli âyetlerinde şöyle temas eder:

   “Allah içinizden îman edenlerle ilme nail olanların derecelerini yükseltir.”

   “Allah’tan kulları içinde ancak âlim olanlar korkar.”

   “De ki: Ya Rab ilmimi artır.”

   “İlimde yüksek pâyeye erenler ise; “Biz ona inandık, hepsi Rabbimiz katındadır.” derler. Salim akıllılardan başkası iyice düşünemez.”

   Muhterem Mü’minler,

   Yukarıda zikredilen bu ilâhi beyanlar gösteriyor ki, nübüvvet mirası olan, ilim, hangi çeşit olursa olsun, îmanla sürekli bir barış halindedir. İlimle îman birbirinden ayrılamaz. Gerçek mânâda ilim, insanı inkâra değil, îmana götürür. Küfrü, azgınlığı değil, îmanı buldurur ve Yüce Allah’ın kudreti önünde secdelere vardırır.

Bu sebeple, gerçek mü’minler, ilimle îmanı hiçbir zaman birbirinden ayırmamışlardır. Îmanları ilimlerine, ilimleri îmanlarına ışık tutmuştur. Zaten, gerçek ilim sahipleri de, tarafsız bir ilmin, Allah’ın Dini’ni  tereddütsüz tasdik ettirdiğini açıkca görürler.

İlmin ışığı altında düşünerek, Allah’ın kitabına inanmayanları ise Yüce Rabbimiz, kör ve sağırlıkla vasıflandırır. Bir âyet-i kerîmede de ilimle ilimsizliğin mukayesesini şöyle yapar:

“Körle gören, karanlıkla nur, gölge ile sıcak bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz.”

Aziz Mü’minler,

Tek ve mutlak yaratıcı olan Allahımız’ın kudretini daha iyi tanımak, O’nun büyüklüğü karşısında ilmen secdelere kapanmak, O’nun sayısız nîmetlerinden en güzel şekilde istifadeyi sağlamak için yapılan ilim tahsilinin, ne kadar önemli ve ne kadar şerefli bir vazife olduğunu, Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in şifa unsuru olan beyanlarından dinleyelim.

Allah’ın en sevgili kulu olan Allah Rasülü (S.A.V.) hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar:

“İlim Çin’de de olsa talep ediniz. Zîra ilim öğrenmek her müslümana farzdır.”

“İlim mü’minin kaybolmuş malıdır. Her nerede bulursa onu alır.”

“İlim (nafile olarak yapılan) ibadetten daha hayırlıdır.”

“İlim tahsili için sefere çıkan kimse evine dönünceye kadar Allah yolundadır.”

“Her kim ilim tahsili için bir yola çıkarsa, bu yüzden Allahü Teâla ona cennete giden yolu kolaylaştırır.”

“ Ancak iki şey gıpta edilmeye değer. Bunlar: Allah’ın kendisine verdiği malı hak yolunda sarfeden kimse ile, Allah’ın kendisine vermiş olduğu ilim ve hikmetle hükmeden ve onu insanlara öğreten kimsedir.”

“Bir insan öldüğünde amelinin sevabı kesilir, amel defteri kapanır. Ancak:

1-    Sadaka-i cariyesi (yani cami, okul, çeşme, hastahane gibi yaptığı hayırları,
   
2-    İstifade edilen ilmî bir eseri,
   
3-    Kendisine dua eden  hayırlı bir evlâdı olan kimsenin hayır defteri kapanmaz.”

   “İki gününü birbirine eşit geçiren aldanmıştır.

   Hutbemi, Allah Rasülü (S.A.V.)’in şu mübarek duasıyla bitiriyorum:

   “Allahım, faydasız ilimden, korkmayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul olmayan duadan sana sığınırım!”
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik