Gönderen Konu: Nefis muhasebesi  (Okunma sayısı 4395 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ASUDE

  • yazar
  • ****
  • İleti: 632
Nefis muhasebesi
« : 25 Mart 2006, 23:14:42 »

Herkese kendi âdeti hoş gelir.
Fenalık ve iftiralara ne kadar fecî bir surette maruz kalınırsa kalınsın, mukabele-i bilmisil etmemek, tevbe ve istiğfara devam etmek, sabır ve tahammüle çalışmak, öyle hâdiselerden ibret ve ders almak, mütecaviz ve müfterilerle uğraşmamak, yüksek bir ahlâk ve kemâlâtın şiarındandır. Enbiyalar, velîler, sulehalar ahlâkı ile ahlaklanmaktır.
Kendi nefsini daima kötülemek, kendi küçük kusurlarını büyük görmek, başkalarının büyük kusurlarını küçük görmek, yüksek bir fazilettir. Takvada, doğrulukta, edep ve ahlâkta kendisi azimetle amel etmeye çalışmak, başkaların lâkaydlıkları ile meşgul olmamak veya ikaz ve hatırlatmakta mütevaziyane ve yumuşaklık göstermek büyük bir fazilet ve din kardeşlerinin dinine hizmet edebilmek için semeredâr bir düsturdur.
İnsan beşerdir, hata edebilir. Hususen küllî ve umumî bir dâvanın hizmetkârlarına yapılan taarruzların çokluğu, şeraitin (şartların) ağırlığı; dâvayı inkişaf ettirmek, hizmetin önüne çekilen dehşetli maniaları yıkabilmek için çeşitli hizmet şık ve şekilleri ararken hepsinde yüzde yüz isabete muvaffak olmak pek müşküldür.
Böyle bir hengâmede müsbet netice vermeyen tedbirleri o müdebbire söylemek lâzım iken, her ne sebeple olursa olsun, kat'iyyen başkasına söylememek ruh, kalb akıl ve feraset eseridir. Bunun aksine başkalarına dert yanmak, safderunluk ve düşünce za'fının delilidir. Fayda vereceğim zanniyle fikrinde taannüd ve taassub göstermek zarar vermenin en bariz bir delilidir ki, bu da ahmaklığın gözlere görünecek derecede aşikâr olmasıdır. Zira ahmaklığın tarifi, "Fayda vereceğim niyetiyle zarar vermektir."
Kendisinin bir rey ve fikir sahibi olduğu gururuna kapılan, asıl rey, tedbir ve vazife sahibi kimseleri kötüleyen, fakat kendisine toz kondurmayan bir kimse, "Herkes için birer kusur buluyorum; acaba kusursuz ben mi kaldım? Onlar benim aklımın ermediğini yakînen biliyorlar da, tehevvüre kalkışıp veya o sözü içime atıp nefsimin, arkadaşlarımın kusurunu veya aslında kusur olmayıp ta benim kusur görmek ve başkalarına nakletmek hususunda zorlatıcı bir kuvvet haline gelmemesi için, benim yüzüme vurmamak edep ve hayasına mı riâyet ediyorlar?" diye bir mülâhaza yapılsa, bir zararı bin zarara çıkaran dedikoduculuktan kurtulunması mümkün olur.
İyi olmanızı istiyorsanız evvelâ kötülüğünüze inanınız, kusurlardan kurtulmak istiyorsanız evvelâ kendi kusurunuzu görüp, kendinizi kusursuz zannederken, kusurlu olduğunuzu müşahede ediniz.
Bahtlı ve talihli kimse, başkasına va'z edilirken ibret alandır.
Kusurlu, hatalı bir arkadaşınızın yanlışlarını yumuşaklıkla, hürmet ve tevazu ile yalnız ona söyleyiniz. Kabullenmezse dahi, ikinci bir kimseye onun hakkında gıybet etmeyiniz. Birisinin kusurunu, kusuru düzelteceğim diye etrafa yaymak, şahsî kin, garaz, nefsin karışması gibi hallerin zorlamasının neticesidir. Veyahut fayda veriyorum zannıyle zararların üremesine sebep olan bir safdillik ve bilememezliktir. Başkalara yaymak değil, dâima ve dâima ona söylemektir. Söylerken de, "Acaba, hakikaten ve bizzat nefsü'l-emirde hata mıdır? Yoksa benim fikrime, görüşüme göre mi hatalıdır?" diye insan kendini murakabe etmelidir.
Hiddetle, heyecanla konuşmanıza asla itimad etmeyiniz. Zira nefis ve şahsî hissiyat karışır. Yapacağım derken parçalarsınız. Hem de kendinizi parçalamış olursunuz. Çok defa kendisini tenkîd etmek kâmilliğine erişememiş, yakın akraba veya mesai arkadaşlarını tenkid etmeye alışanlarla bir yerde oturmayınız. Onu dinleye dinleye siz de münekkid ve yıkıcı bir ahlâk sahibi olursunuz.
Adaletten ayrılmamak, hakikati itiraf ve tasdik etmektir. Zıddı zulümdür.
Nefsini daima itab eden, din ve dâva arkadaşlarının iyiliklerine hasr-ı nazar eden başkalarınca nefret edilmekten kurtulur.
Dedikodu ile, arkadan çekiştirmekle mesele halletmeye çalışmak, ya safdillik, ya şuur altı veya şuur üstü garaz ve muhalefet nişanıdır. Veya canı incitilmişin intikam kokusudur.
Dışarıdan tenkid kolaydır. Aynı işin içine girdikten sonra, tenkidin zulümkârlığını anlamak o kimse için ne acı, ne felâketli, ne hasaretli ve ne derece manevî mes'uliyetlere duçar olucudur!..
Nefsinden gelen sözün samimiyet olduğuna inat edenden korkulur. Bunlardan kendinizi koruyunuz. Kendiniz, aynı bilmemezliğe düşmemek için düşününüz. Nefsin desiselerini beyan eden eserleri sırf kendinize hitab ederek okuyunuz.
Nefsine itimad ederek mesai arkadaşlarını amiyane görenin sonu tehlikelidir. İstişare esnasında kendi fikrine saplanarak vereceği cevabı düşünen; azaların fikirlerini küçümseyen, hatadan kurtulamaz.
İşin içine çok acı söz girdi mi, onun tadı tuzu kalmaz. Kendi fikrini çok beğenip, arkadaşını daima isabetsiz görmek kıyamet alâmetidir. Nefsin desiselerini açıklayan eserleri sık sık kendinize hitab ederek okumak bu hastalığın yegâne deva ve dermanıdır.
Başkalarını ıslah için evvelâ kendimizi ıslah etmek icab eder.
Kendini ıslaha ve derse muhtaç görmeyen, bilemeyen gafletten uyansın. Uyarıcı eserlere sarılsın.
Dostlarına şiddet-hiddet eden, haşin davrananın dostları dağılır. Bu neticeyi kendinden bilmek, güzel bir fazilettir.
Herkesin bir kusurunu bulup, kendi kusurlarını görmeyerek dostlarını terk eden, terk edilir.
Halini, etvarını, gidişatını başkasından dinle! Çünkü senin fenalığın, yanlışlık ve hataların senin nefsine, dostun gözüne iyi görünür. Seni medhedenlere aldanma. Senin yanlışlık ve isabetsiz hareketlerini sana söyleyenler senin hakikî dostlarındır. Hastaya şeker vermek caiz olmayabilir. Onun için acı ilâç faydalıdır.
"Senin yolunda şöyle bir kuyu var," diyen insan senin hayırhahındır.
Yanlış hatt-ı harekette giden, zararlı hali olan bir kimseye her zaman, "iyi gidiyorsun" demek, onu gaflete düşürmek ve ona zulmetmek olur.
Acı nasihat faydalı şerbettir.
A benim güzel dostum!.. Çok kere olduğu gibi bugün yine çok tenkidler ettin. Kusurlar, hatalar saydın. Acaba gıyabında tenkidler yaptığın, gıybetini ettiğin Allah'ın kullarının o yaşa kadar olan iyiliklerinden, hayra hizmetlerinden, güzel huylarından, zararsız hallerinden ne kadarını yâdettin, kaç tanesini saydın? Münekkid ve kusur sayıcılardan olma! Korkarım ki, zulümkâr olursun...
Çok tenkitçilerin, gıybetçilerin, herkesin kusurlu işlerini sayanların meclislerine yanaşma. Bu kötü ahlâk sana da bulaşır. Hem çabuk bulaşır. Zira bu fena huyun muharriki nefistir. Nefsanî şeyler nefisleri kolayca harekete geçirir.
Tenkidçi, kusurları piyasaya çıkarıcı kimselerin dostluğunda bulunup da, eğer ona kapılmamışsan, Ahlâk-ı Muhammediye (a.s.m.), evliya, suleha ve ulemanın İslâm ahlâkı ve edebi hakkındaki eserlerini mütalâa ettikten, ilim ve hikmet tetebbuatında bulunduktan sonra, onların hal ve kallerini; düşünce ve zihniyetlerini; hısım, akraba, çoluk-çocuklarına karşı muamelelerini; din kardeşleri ve dâva arkadaşlarına olan hatt-ı hareketlerini; ibadet, itaat ve takva hususundaki vaziyetlerini tetkik et ve gör. Eğer sen ilim, irfan, kemalât, fazilet, edep, terbiye, ahlâk ve haya, azimet ve takva ehli olarak o eserlerinden müstefid olmuşsan, hemen dergâh-ı İlâhiye el açıp, "Aman yâ Rab!.. Tenkidçi, kusur arayıcı, kusur görücü ve gıybetçi olmak felâketinden Sana sığınıyorum. Beni bu âfetlerden mufaza eyle. Âmin" diyerek göz yaşları dökeceksin.
Ey ehl-i İslâm ve irfan! Din kardeşlerinin ayıplarını, kusur ve hatalarını sayıp dökmekte, bakıyorum ki çok mahirsin. Acaba bir o kadar veya onun yarısı kadarı olsun kendi ayıplarını, kendi kusur ve yanlışlarını, isabetsiz hareketlerini, seni dinleyenlere aynı iştaha, aynı maharetle sayıp döktün mü? Korkarım ki, zulümkâr olmuş olmayasın. Güzel huyları anlatanı dinle. Güzel huylu ol. Nefsini zemmeden, kusurlarını itiraf eden din ve dâva arkadaşlarını medheden ahlâk-ı âliye erbabı ile sohbet et. Ahlâk-ı âliye ile yükselmek aşkına düşersin. "Tahallakû bi ahlâkillah," emr-i cemiline inkîyad şerefiyle şereflenirsin.
Herkes yükü kendi gücü kadar çekebilir. Öyle ise sen kendi gücünün başardığı şeyleri başkalarında görmezsen, kendini mihenk yapıp onları tenkid etmemelisin. Kendinde bir üstünlük vehmedip gurura düşmemelisin. Onlar kabiliyetlerine göre ne kadar hizmet görseler ind-i İlâhîde ihlâsa binaen makbuldür.
Ey ferasetli ve müdebbir ehl-i hizmet! Omuz omuza verip çalışmaya çok muhtaç olduğunu; tek başına veya ekalliyette kaldığın zaman muvaffakıyetsizliğe düşeceğini her gün hatırla ve bu hakikati bir karta yazıp cebine koy ki, günde on defa nefsine ihtar edebilesin.
Bir ve beraber olduğun hizmet ve dâva arkadaşlarının gönlünü kırma. Senin gönlünü kıran olursa, "Buna benim nefsim müstahaktır" de ve gönlünü kıranın gönlünü hoşnut eyle.
Böyle bir zamanda, böyle kudsî bir îmân hizmetinde çalışanlara karşı durumumuz şudur: Bir zerre hizmet, bir dağ; bir dirhem hizmet, bir batmandır. Bu nur hizmetinde -az dahi olsa- bulunanlar, çok hürmet, muhabbet ve şefkata lâyıktır. "Dane taşıyan bir karıncayı bile incitme."
Dostunu şiddet ve minnet içinde tutarsan, bir daha senin suratını bile görmek istemez.
Halk nazarında nice itibarsız, hakir görünen Müslümanlar ve İslama hizmet edenler vardır ki, onlar insanlardan takdir, hürmet ve muhabbet beklemezler. Onlar, ehl-i îmâna hürmetkar ve merhametli olurlar. Onlara Allah'ın rızası kâfi gelir.
Sen bir mü'mine "Fenadır" diye kötü zanda bulunabilirsin: halbuki o kimse Allah'ın makbulüdür.
Arkadaş! Gül padişahının yanında silâha davranmış diken var.
Dikensiz gül, kusursuz arkadaş arayan kusurundan habersiz kimse, arkadaş bulamaz.
Nur-u Kur'ân hizmetinde bir ve beraber çalıştığınız kardeşler ve ehl-i îmân içinde, gücenen ve küsen, gücendiren ve küstürenlerden olmayınız. "Deymiyor bu dünya böyle şeylere..."
İnsan iyi işli olmalı. Kendisini daima kusurlu görmeli.
Müşterek bir işte çalışan şahıslar, dinî veya dünyevî bir müessese mensupları müdavele-i efkâr yaparlarken, herkes kendi fikrini mutlak bir isabet bilmesi, diğer arkadaşlarının fikirlerini daima isabetsiz görmesi, müessese arkadaşlarının reylerini hakir bulmasıdır. Kendi fikirleri ile yapılan işlerin zararlı ve iflâsa doğru gittiğini hatırlatan en yakın arkadaşlarına yüz çevirmesi, müessesenin maddî imkânlarını elinde bulunması, şubelerdeki işin içyüzünden haberi olmayanların teveccühüne aldanmasıdır. Müesseseye sekiz-on işte şahsî kanaatinden ve başka arkadaşların fikirlerinden zararlar gelince de bir takım teviller yapma yoluna sapmak, telâşsız görünerek kendi cebindekini değil, umumun hukununu zayi etmesidir.
Müdavele-i efkârda bir işi isabetsiz veya zararlı bulduğunu arkadaşına söylerken, edep, terbiye, hürmet gibi yüksek ahlâkı çiğneyerek tehevvürle, şiddetle söylememesi, karşısındakinin izzetini kırması İslâmî terbiye ve ahlâka sırt çevirmek olduğu halde, bunu hiç nazara almayarak, "Bana böyle dedi, şöyle dedi" gibi hiddetle mukabele etmesidir.
Dehşetli zararlarda kendisinin dahli olmadığına, ya cehl-i mürekkeple veya gururla iddiada bulunmasıdır. Halbuki mesai arkadaşlarına hürmetle mukabele edip, kendi fikirlerinin isabetsiz olabileceğine ihtimal vererek, yirmi meselede hiç olmazsa on adedini arkadaşlarının kanaatlerine münasip bulup iş yapmasıyla fikirler menfî hislerin karışmadığı anlaşılmış olur.
Fikirlerindeki isabetsizlik zararlara sebep olunca, diğerleri bu zarara sebep olana hürmetkârâne, asiline, alçak gönüllülükle kendi fikirlerindeki veya vazifelerdeki kusurlarını da sayarak, ondan özür dileyerek söylemesi -velev kırkıncı defa da kabul etmeyecek olsa-yine o yanlış yapana söylemek yerine şuna buna söylemesi; böylece müesese mensuplarına olan hüsn-ü zan ve itimadın kırılması; bir kimsenin aile çatısı altında kalması icab eden hatalarını yayması; o kimseyi kötüleyip şuna veya buna söylemekle bin zarar getireceğini hissiyatının tesiriyle görememesidir.
Müteaddit defalar bir iş hususunda münakaşa edilir; meşveret ve müdavele-i efkâr adı ile söze oturulur. Münakaşa ve kavga ile kalkılır. Bu kavgamsı konuşmada herkes heyecanlanır. Hisler heyecana gelir. Biri diğerine, diğeri ötekine hakaretli sözler sarf eder. İlk defa birisi hakaret eder, diğeri de misilleme yapar. Birinci hakaret edip kalb kıranı kasdederek, "Birinci bana böyle dedi, ben de ona öyle dedim" der. Bu beş-altı defa tekerrür edince, artık en yakın dava arkadaşına ikincisi küskün durur. Bu küskünlüğü gören ikinci birinciden soğur. İkinci ile üçüncü birleşir. Birincinin gıyabında konuşa konuşa, artık o da haricilerin müşfiki, can kardeşine küsücü olmuştur. Artık birincinin hakkında tenkitler ve kusurları sayıp dökmeler başlamıştır.
İslâm muaşeret, edep ve terbiyesine riayet etmeden, nefis ve tehevvürüne kapılarak, dahilî hizmet mensuplarına hariçtekilere dahi yapılmayacak bed muameleyi yapmaktır. Bu kötü hissiyat zararlı netice doğurunca, "Ben sebep oldum, özür dilerim" olgunluğunu göstermeyerek, zararlı neticeyi acib bir halet-i ruhiye ile karşısındaki arkadaşına yüklemektir. Taraflar dahi şahısların umumunun alâkadar olduğu umumî bir meselede, iki taraf da birbirini sabit fikirlilikle itham ederek, müessese hizmetine dinamit koyarak umumun zararına sebep olmalarıdır.
MERHAMET
İnsanlara merhamet etmeyen kimseye, Allah merhamet etmez.
Rıfk ve merhametten mahrum olan kimse, bütün hayırlardan, iyiliklerden mahrum olabilir ve olur.
Şefkatten daha hayırlı bir şey yoktur.
Başkalarının sık sık affedin, fakat kendinizi ve nefsinizi asla.
Ölürse iman ve ahlâkıyla, Allah'a ibadet ve takvasıyla din kardeşlerine olan şefkat, hürmet ve sevgisiyle yer beğensin. Kalırsa el beğensin.
Rıfk, mülâyemet, nezaketle muamale. Bunun zıddı huşûnet, sertliktir. Rıfktan mahrum olan, hayırlardan mahrum bulunur.
Mü'mine eziyet haramdır.
Lütf, güzellikle, tevazu ve mahviyetle, gönül alarak yapılan muameledir. Temiz kalplilik ve yüksek insanlık hislerinin eseridir.
Bağışlamak, affetmek ve müsamaha göstermek, başkalarının hatalarından ziyade kendi hatalarını aramak, bulmak ve kurtulmaya çalışmak, olgunluğun, kâmilliğin şiarıdır. Peygamber ahlâkıyla ahlâklanmaktır.
Allah, yumuşak huylu, din kardeşlerine şefkat ve merhamet eden kulu sever.
Yerde olanlara merhamet ediniz ki, size de gökte olanlar merhamet etsin.
İslâm dini, hamiyet hissinin kaynağıdır. Her Müslüman, iman ve İslâmiyeti, namus ve haysiyetini hizbü'l-Kur'ân müntesiplerini, birbirlerini dinsizlere karşı korumak, müdafaa etmek, ihtimam göstermekle mükelleftir.
İnsaf dinin yarısıdır.
Mağrib tarafındaki tövbe kapısı, halk için kıyamete kadar açıktır.
Mesai arkadaşlarına hürmet ve sevgi beslemeyenler dava ve idare adamı olamazlar. Sevgi, şefkat, müsamaha, hürmet, müdebbir ve muvaffakiyetlere namzet bir dava adamının mümtaz hasletleridir.
Hiçbir şey ilim ve hilimden daha efdal olarak toplanmış değildir.
Cemaatin bütün düzen ve ahengi, cemaat fertlerinin yekdiğerine şefkat, merhamet, sevgi, hürmetkâr münasebetiyle mümkündür.
Merhamet tohumunu eken, muhakkak huzur ve saadet meyvesini elde eder.
Allah'ın rızasını kazanmak, aziz ve  muhterem olmak istersen, din hizmetinde devamlı muvafak olmanın sırrını ara; hizmet arkadaşlarının hürmete şayan olduklarını bil ve hürmet et. Onlara şefkat, müsamaha, muhabbet ve merhamet et.
Allah merhamet edenlere merhamet eder. Sen de merhamet et ki; Allah'ın merhametine nail olasın.
Sulh, cenkten daha iyidir.
Dava arkadaşlarınla ve ehl-i imanla bir iş göreceğin zaman tatlılıkla, mülâyemetle, mahviyet ve tevazu ile muamele et. Bu güzel ahlâklara riayetle hâsıl olacak bir hizmette, sertlik, şiddet, hiddet, inatçılık göstermek mânâsız, hattâ ahmaklık olur.
İslâm düşmanları karşısında çarpışan yiğitlere şefkat, muhabbet ve hürmet et. Tâ ki, Kur'ân ve iman hizmeti yolunda başını koyarlarken, senden zorluk çekmesinler. Hizmet-i iman meydanına yeni girenlerin veya fıtrî hususiyet taşıyanların iplerini uzat. Onları pek sıkma, kabiliyetine göre kaldırabileceği bir hizmet göster. Herkesin mizacı bir olmaz. Bu dirayet ve feraseti, müsamaha ve şefkati gösteremezsen, onun ipini koparmış, kaçırmış, bir adam kaybetmiş olursun. Bu acemilik, bu hamlık ve idaresizliği yapmamak için sık sık kendinle konuş, idare ve müsamaha icaplarını zaman zaman oku ve kendine ihtar et.
Babam beni "Oğlum!" diye kucakladığı zaman, kendimi taçlı bir padişah sanırdım.
Din kardeşlerine elinden geldiği kadar merhamet et ki, Allah da sana merhamet etsin.
Bir kitapta, "Kerem, iyilik, merhamet, ihsan büyüklerin âdetidir" diye okumuştum. Hayır, yanlış söyledim, peygamberlerin âdetidir.
Âciz kimsenin beline kuvvetli yumruğunu vurma. Olur ki, birgün onun ayağına düşersin.
Cenab-ı Hak, hikmeti olarak bir kapıyı kaparsa, fazl-u keremiyle başka kapı açar.
Muarız, lütuf, kerem, semahat görürse, artık ondan kötülük gelmez.
Kötülük etme, sonra iyi dosttan dahi kötülük görürsün.
Ferasetli ve iyi adam kötülerin bir iyi tarafını bulur, o iyiliği takdir eder.
Şerri ve kötülüğü hafifletmeye veya gidermeye böylece muvafak olur. Zira köpek bile ekmeğini yediği takdirde seni muhafaza eder.
Erler, hizmet ve dava arkadaşlarını kendilerine tercih etmekle muvaffakiyete berdevam olmuşlardır.
Kötülük düşünen, kötü kimsenin gönlünü iltifatla kap.
Öfke zamanında hürmet ve merhamet ne güzel şeydir.
Din ve dâva kardeşlerinden gelen acı tatlıdır; hakaret takdirdir; tokat, şefkattir; tükrük misk-ü amberdir. Bu da Nur-u Kur'ân hizmetkârlığının şiarı ve şe'nidir.
Dünyada mağrur olan kimse, din yolunda selâmetli gidemez. Kendini gören kişi hakkı göremez.
Alçakların yaptığı gibi din ve davadaki kardeşlerine hakaret gözüyle bakma, onları küçük görme; onları büyük, kendini küçük gör. Eğer yaşlı isen iman ve İslâmiyet davasında çalışan, Nur Risaleleriyle nurlanan gençleri, yaşı küçük ruhu büyük bil. Bu güzel ahlâk, ne güzel ahlâk...
Merhametsizliğin bir alâmeti, nisyan-ı nefisle (kendi nefsini unutarak) kendi kusurlarını unutmakla din kardeşlerinin her birinde bir kusur bulmak, onlara karşı sevgisini ve merhametini kaybederek tenkit gözlüğünü takınmaktır. Kendi kusurlarına yakını uzaklaştırıcı, sisli gösterici âletle bakıp, din kardeşlerinin kusurlarına ise, mikroskopla bakmaktır.
Kendi kusurlarını gören, kardeşlerininkini örten, kendi kabahatini büyük, din ve dava kardeşinin kabahatini küçük gören, hattâ göremeyen Müslümanlar, Allah ve Resûlullahın rahmet ve mağfıretine nail olan, yüksek ahlâklı, yüksek seciyeli Müslümanlardır. Ehl-i iman nişanını taşıyan dindarlardır. Öyle fertlerden müteşekkil azlar çoktur, küçükler büyüktür, zayıflar kuvvetlidir.
Merhametsizlikten, münekkitlikten kurtulma yolunda ilerle, ey kardeş! Aksi halde, ya yakında, ya uzakta, ya dünyada, ya Haktan, ya halktan inmesin sana adem-i merhamet. Zira, "Men dakka dukka." (Eden bulur.)
Merhametsizlik etme, sonra merhametli dosttan dahi merhametsizlik görürsün. *Ger görmezsen dünyada mukabil, ukbada görürsün muzaaf ceza, bunu bil.
Merhametsizliği körükleyen, hürmetsizliği alevlendiren öfke zamanında hürmet ve muhabbet, cennetmekân kimselerin güzelliklerindendir.
Öfke zamanında hürmet ve merhamet ne güzel ahlâktır.
Merhamet tohumunu eken, muhakkak huzur ve saadet harmanını elde eder.
Güya kendisi kusurdan müberra olmuş, hattâ hata ve yanlışlarından kurtulmuş gibi, çoklarının ve içinde yaşadığı muhitteki ehl-i imanın kusurları ile fiilen, amelen ve hayalen uğraşmak, merhametsizliktir. Bu fena huya sahip olanlar, bu tehlikeli merhametsizliği işleyenler, nisyan-ı nefis illetine tutulmuş ve nefsinin şımarmış olma ihtimalinden titresinler.
Ey nefsim, sen titre, kendine bak, kendini gör, kendini bil, kendini anla, kendini tecessüs et. Ancak nefsine müfettiş, nefs-i emmarene murakıp olma yüksekliğine çık.
Cennete giren fazilet sahiplerine melekler sorarlar:
"Faziletiniz nedir?"
Onlar cevap verirler:
"Zulme uğradığımız vakit sabrederdik, bize kötülük edilince de, rıfk ile davranırdık." (Hadis meali)
Allahü Teâlâ sertlik ve kabalığa vermediği ecir, sevap ve mükâfatları, rıfk ve mülâyemete verir. Rıfktan mahrum olan ev halkı, çok şeylerden mahrum kalırlar. (Hadis meali)
Rıfktan, şefkatten mahrum olanlar hayırdan, sevaplı amellerden mahrum kalırlar. (Hadis meali)
Hiddete getirilince kızmayıp, hilm ve sabır gösteren kimse, Allah'ın sevgisine mazhar olur. (Hadis meali)
Peygamberimiz, Sahabilerine sordu: "Allahu Teâlâ'nın şerefleri ne ile kıymetlendirdiğini ve dereceleri ne ile yükselttiğini size bildireyim mi?" Ashab cevap verdi: "Buyur, bildir, yâ ResulAllah." Hz. Peygamber buyurdular: "Sana karşı cahilane hareket edildiği zaman halim ve yumuşak olursun, sana zulmedenleri bağışlarsın, sana ermeyenlere sen verirsin ve senden alâkasını kesenlerle sen alâkalanırsın."
Allahu Teâlâ rıfk sahibidir, her hayırlı işte rıfkı sever. (Hadis meali)
KAYNAK: Zübeyir GÜNDÜZALP; "Nefis Muhasebesi", Yeni Asya Neşriyat.

« Son Düzenleme: 28 Ağustos 2008, 19:22:15 Gönderen: mystic »

Çevrimdışı Mstfx67

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 354
NEFİS MUHASEBESİ
« Yanıtla #1 : 27 Mart 2006, 12:20:10 »
Allah razi ve memnun olsun
BA$KASININ AYIBINI SÖYLEMEYi DÜSÜNDÜGÜN ZAMAN NEFSININ AYIBINI hATIRLA!!!

Çevrimdışı ASUDE

  • yazar
  • ****
  • İleti: 632
NEFİS MUHASEBESİ
« Yanıtla #2 : 30 Mart 2006, 21:11:31 »
ecmain...

Çevrimdışı ASUDE

  • yazar
  • ****
  • İleti: 632
NEFİS MUHASEBESİ
« Yanıtla #3 : 30 Mart 2006, 21:13:15 »
İRADE TERBİYESİ ve NEFSE HAKİMİYET
Terbiyenin en makbul olanı, kendi kendimizi terbiye etmektir.
Şuurlu çalışmalı ve düşünerek okumalıdır. Böyle zihnî eksersizler, idmanlar, münazaralar yapmalı. Zihni inkişaf ettirmeli, hafızayı kuvvetlendirmeli.
Takip edilecek gaye ise, kesif ve devamlı dikkat cehdleri temin etmekten ibarettir. Zihnî terbiyede esas, her gün bu kabil zor ve devamlı cehdleri kemal-i cesaretle tekrar etmeye alışmaktır.
Cehdlerimizin aynı gaye ve istikamete doğru teveccüh etmiş olması lâzımdır.
İrade kudreti çok cehd sarfından ziyade, zihnin bütün kuvvetlerinin aynı gayeye ve aynı istikamete doğru sevk edilmesi ile izah edilebilir.
Zihnen çalışmak dikkatli olmaktır. Tefekkür etmek, dikkatin bir noktaya teksif ve temerküzünden başka birşey değildir. Görülüyor ki, zihnî faaliyetin her ikisinde de dikkat mevzuu bahistir.
Tabiatımızın, manevî bünyemizin ilmi, teferuatına varıncaya kadar bize yabani olmamalıdır. Zihnî ve nefsî hasselerimizin ve arzularımızın sebepleri bizce malûm olmalıdır.
Fikirler kuvvetlerini hiselerden, teessürî hallerden alırlar.
Fikirler hisler ile beslenir, kuvvet bulur. Fikir kendi başına bir kuvvet değildir. His ve heyecan, onun mücadele için, muvaffak olabilmesi için muhtaç olduğu kavvet menbaıdır. Fikrin mücadelede muvaffak olabilmesi için iki kuvvete ihtiyacı vardır. O da his ve heyecandır
Fikirler tahkikî imandan gelen aşk ve kuvvetle kuvveden fiile çıkarlar.
Fikrin hareketlerimiz üzerindeki tesiri zayıf olabilir. Fakat his ve heyecanın kuvvet ve tesiri büyüktür.
İrademi kuvvetlendirmekten ibaret olan gayem bir defa vazıh bir surette meş'ur oldu mu, bilhassa çalışmak hususunda iradem şuurlaştı mı, bütün haricî âlemden, ahvalden ve bütün intihalardan his ve fikrimi çekip kurtarmalıyım.
İnsanın yapmadığı işler, yapmak istemediği ve yapamayacağına inandığı işlerdir.
Müsbet birşeyi devam ettirmek, insandaki istidatları kemale ulaştırır.
Herşeye el atan, herşeyi terk eder.
Birşeyi halledip bitirmeden veya bir eseri anlayarak okuyup tamamlamadan diğerine başlamak unutkanlığa sebep olur.
Sürekli ve iradî dikkat cehdleri sarf etmeye kendimi alıştırmalıyım.
Okunan ilmî ve imanı meseleyi zihnen tekrar etmeli, sonra sesli olarak okumalı, sonra kelimelerle anladığını yazmaya çalışmalı, şuurlu çalışmalı, düşünerek okumalıdır.
İmanî bir fikrin kendimize mal edilmesi ve hayatımıza tatbik edilmesi için, onun aklımızda kalması gerekir. Bunun için, şuurlu olarak daimî tekrarlar, eksersizler yapmak gerekir.
İnsanın düşünce ve niyeti ne ise, o insan, ancak onlara göre bir insandır.
Gayeme muvafık bir his şuurumdan geçtiği vakit, onun sür'atle gitmesine mâni olmalıyım. Onun üzerine dikkatimi teksif etmeliyim. Başka muvafık ve ulvî his ve fikirleri uyandırması için, o hissi icbar etmeliyim (zorlamalıyım).
Eğer arzu ettiğim bir his bende yok ise ve uyanmıyorsa, onun hangi fikirlerle veyahut hangi grup fikirlerle alâka ve rabıtası olduğunu tetkik etmeliyim ve onları şuurumda kuvvetle tutmalıyım. Bu şekilde, istediğim fikri veya hissi uyandırmalıyım.
Eğer süflî ve lüzumsuz bir fikir şuuruma gelir ve beni meşgul ve rahatsız ederse, ona dikkat sarf etmekten vazgeçmeliyim. Zihnimi dağıtmamak için, gayem dışındaki lüzumsuz şeylerle oynamamalıyım. Vakit zayi etmemeliyim. Zamanımı israf eden münakaşa ve sohbetlere katılmamalıyım. Kendi nefsime inayet-i Hakla, himmet-i Nurla hakim olmaktan, tasarruf etmekten mütevellid bir şükür ve şeref duymamalıyım. Ve başkalarının tâbi oldukları cereyanlara kendimi kat'iyyen kaptırmamalıyım.
Nefse hakimiyete muvaffak olmak için en müessir vasıtalar, ruhta şiddetli sevgiler veyahut sert ve şiddetli defi kuvvetler -nefret gibi - doğuranlardır. Nura sevgi, zulmete nefret...
Güzel birşeyi veya fikri tefekkür ettiğim zaman, kelimelerle düşünmek yerine, düşündüğüm şeyleri gayet vazıh bir surette görmek istemeliyim. Veya ifade ettikleri mânâları düşünmeliyim.
Umumî bir göz gezdirmek, tenbel ruhların usulüdür. Mütekâmil ruhlar, zihinde tefekkürün muhtelif noktalarının damla damla takattur etmesine ve bal gibi süzülmesine imkân verirler.
Zihnî faaliyet için takip edeceğim gaye iradî dikkat cehillerinden ibarettir.
İmanı kurtarmak Kur'an'a ve Nura hizmet gibi mukaddes ve asîl bir dâva uğrunda hayatımı fedadan çekinmeyeceğim.
Yeknesak dünyevî meşguliyetler, insanın mahiyetindeki ulvî melekeleri körletir. Manevî terakkiyata medar olacak yüksek istidatları söndürür. Kabiliyetler verimsiz kalır.
Tenbelliğe, basit ve mânâsız zevklerime karşı; müsaade etmeyeceğim.
Yüksek bir gaye, ebedî canlı ve cazip bir maksat... İşte bütün sıcak heyecan, ve fikirlerimizi bunun üzerine çevirebilmeliyiz. Böylece hedefe varabiliriz.
Gayr-i meşru veya lüzumsuz arzularıma mukavemet ve muhalefet etmeliyim.
İşimizin kudsiyetine ve yükseliğine karşı bir his mi husule geldi.? Hemen iş başına! İşi hoş ve cazip kılan zihnî ve bedenî bir kuvvet mi hissettik? Çabuk kitap başına! Derhal iş başına!
Tenbel bir hayat seyrinin vicdan azabından azade kalması kabil değildir.
Nur-u Kur'an'la meşguliyet insanda yüksek nazlara, ebedî saadete ve bakî şereflere karşı yüksek hisler husule getirir.
Zihnen çalışan insanlar, yalnız arzu ettikleri şeyleri hatırda tutmaya muvaffak olurlar.
Biz dikkatimize büyük mikyasta hâkim olabiliriz -mevzuumuzu tekrarlamak suretiyle.
Şehevî temayülleri uyandıran, tahrik eden ve bizi müphem hayallere müsait kılan, tembelliğe teşvik eden kitapları okumamalıyız. Bunlardan nefret etmeliyiz. Kur'anî ve imanî hakikatlerle saadet anahtarları veren eserleri okumalıyız.
Fikirleri ve hareketleri hoş ve meşru olmayan; hayal tarzları İslâmiyete muvafık gitmeyen ve vaki sebelerle tenbelliği mâkul ve meşru gösteren arkadaşlardan büyük bir soğuklukla uzaklaşmalıyım.
Tabiatımızın, manevî bünyemizin ilmi, teferruatına varıncaya kadar bize yanbanî olmamalıdır.
Zihnî ve nefsî hasselerimizin ve arzularımızın sebepleri bizce malum olmalıdır.
Tahkiki îmân dersleri ile tenevvür eden bir kimsede sefil hisler yerlerini âlî duygulara terk ederler.
Nazarlarımı haricî âlemden kendi nefsime iradî bir surette çevirmeliyim. Hâricî vak'a ve hâdiselere tabî olmadan,  kudsî hizmetime ve ulvî meşguliyetime devam etmeliyim
İrademi kuvvetlendirmekten ibaret olan gayem bir defa vazıh bir surette meş'ur oldu mu, bilhassa çalışmak hususunda iradem şuurlaştı mı, bütün haricî âlemden ahvalden ve bütün intibalardan his ve fikrimi çekip kurtarmalımı.
Gaye ve maksatta muvaffak olmanın sırrı şudur: Maksat ve gayeye faydalı olan bir şeyden istifade etmektir. Onun haricindeki şeylerde meşguliyeti mâlâyani addetmek, lüzumsuzluğuna inanmaktır.