Cebrail (as)'de kendini tutamadı. Ağladı. Zira Cebbâr-ı âlem ulu pâdişâhtır. Onun hışmı ve azabı zâlimlere çok katı ve şiddetlidir. Efendimiz (sav) Cebrail'e (as) döndü ve buyurdu ki:
-Yâ Cebrail (as)! Sen ne için ağlarsın? Senin bizzat Hâk Teâlâ'nın (cc) katında menzilin vardır.
Cebrail (as) dedi ki:
- Yâ Resûlullah (sav), ben korkudan henüz emin değilim. Hârut, Mârut ve iblis mûbtelâ oldukları gibi ben de aynı azaba mûbtelâ olabilirim. Endişemin sebebi budur.
Ey gafil! Cebrail (as) bu azametle korkar ve ağlarsa ve iki cihanın fahri korkup ağlarsa, biz günahkârlar neye güvenir ve ümitlenir de ağlamaz ve güleriz. Niçin bunca bin yıldır yanan ve yanmakta olan cehennem ateşinden korkmayız... Niçin Resûlullah'ın (sav) şu hadis-i şeriflerini hâtıra getirmeyiz ki Efendimiz (sav) buyurur:
<< Cehennem ateşi bin sene yandı ve kızardı. Sonra bin sene daha yandı beyazlaştı. Sonra bin yıl daha yandı ve kapkaranlık gecenin karanlığı gibi karardı.>>
Kıyametin envalinden bir haber daha söyleyeyim:
Ey aziz! İşit ki o vakit İsrafil (as) sûrunu üfürür. Ne kadar diri varsa hepsi Hak Celle ve Ala Hazretlerinin emriyle Âd kavmi gibi helak olurlar.
Nitekim bu dünyada onları aynı şekilde helak etmişti. Bir rüzgâr esmeye başlar. Dünya üzerinde eser. Dağları taşları helak ve toz eder. Çeşitli renklerde yeşil, sarı, kırmızı, ak, gök, kara renkli topraklar gök yüzünde birbirine karışır. Onun tozundan maşrık ile mağrib düpedüz olur. Sonra Hak Teâlâ (cc) dünyaya der ki:
- Ey dünya! Hanin senin zilletinle şâd olanlar? Şâd ettiğin kimseler? Onlar ki, şirk ile benden başkalarına taparlardı. Hani o cebbar beyler ki yeryüzünde fesatlıklar yaparlar, haksız yere kan dökerler, gözlerden yaşlar akıtırlardı.
Hakkın bu hitabına hiç bir yerden cevap gelmez. Hak- Teâlâ (cc) der ki:
- Evvel bendim, yine âhir Vâhid-ul Kahhâr benim. Bu mülk benimdir.