Gönderen Konu: Niyyetin Ehemmiyeti  (Okunma sayısı 4050 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Niyyetin Ehemmiyeti
« : 25 Mayıs 2011, 18:05:49 »

Niyyetin Ehemmiyeti



Muhterem Mü’minler!

Hutbemiz, niyyet ehemmiyeti hakkındadır.

Niyyet, bir işe başlamaya ve onu ifa etmeye kalben karar vermek ve bir şeyi muhafaza etmek manalarına gelir. Uyanık halde ve irademizle yaptığımız iyi veya kötü her hareket, bir kasıt ve niyyet taşır. Yüce dinimiz islam niyyete büyük ehemmiyet vermiştir. Yaptığımız ibadetlerin hepsinde şart ve rükün olarak niyyet yer almaktadır. Bir çok işlerimizde de sünnet olarak niyyet mevcuttur. Bu demektir ki niyyetsiz bir iş yoktur. Zaten bir iş niyyetsiz yapılıyorsa onun bir maksadı da yok demektir. Maksadı olmayan bir işin yapılması da yapılmamasından farklı değildir. Bu sebeble niyyet mutlaka olmalıdır ve vardırda zaten. Ancak burada mühim olan husus, bu varolan niyyetin şekli, meşruluğu veya gayr-i meşruluğu, sıhhat derecesi, hak veya batıl oluşu, hayır veya şer oluşudur. İşte mü’minler olarak dikkat etmemiz icab eden hususta budur ki, her türlü ibadet, adet ve işlerimizde sadrımızdaki niyyet ve maksadın bizleri hayırlı neticelere götürecek tarzda olmasıdır. Böyle olursa yaptığımız işler dünya da ve ahirette bizim için seadet vesilesi olur. Aksi halde, kötü niyyet ve maksadımız yüzünden –hafezanAllah- felaket vesilesi olabilir.

Muhterem Mü’minler!

Niyyetsiz yapılan ibadetler, adet derecesine düşerken, Allah rızası için, sahih bir niyyetle yapılan adetler ibadet hüviyeti kazanır. Mesela; yemek ve içmek adetimizi, Cenab-ı Hakk’a kulluk etmeye, O’nun yolunda hizmet etmeye kuvvet bulmak niyyet ve kasdıyla yaparsak, o yeme ve içme işi ibadet vasfı kazanır. Camide oturan iki kişiden biri gölgelenmek, diğeri evrad ve ezkar ile meşgul olmak niyyetleriyle oturuyorlarsa elbette her ikisinin alacağı netice farklı olacaktır. Hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimede Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: “De ki; göğüslerinizin içinde olanı gizleseniz de açıklasanız da onu Allah(cc) bilir.” Peygamber Efendimiz (sav) Hazretleri de Hadis-i Şeriflerin de şöyle buyuruyorlar: “Muhakkak ameller (her türlü işler) ancak niyyetlere göre kıymet kazanır. Ve şübhesiz her insan için (neye niyyet etmişse, kendisine) ancak niyyet ettiği şeyin karşılığı vardır. Bu hale göre kimin hicreti (yani teveccühü hedefi) Allah’a ve Resulü’ne ise onun hicreti Allah’a ve Resulü’nedir. Ve kimin hicreti elde etmek istediği bir dünya metaına veya evlenmek istediği bir kadına ise bunların hicreti de elde etmek istedikleri şeyedir.” Diğer bir hadis-i şerifte de: “Mü’minin niyyeti, amelinden daha hayırlıdır” buyruluyor. Nitekim tebük gazvesinden avdetlerinde, Rasülüllah efendimiz, ashabına şu hitabede bulundular: “Medine’de birçok kimseler bıraktınız. Lakin onlar her yürüyüşte ve sizin işlediğiniz her iyilikte ve her vardığınız gaza mahallinde sizinle beraberdiler.” Ashab-ı Kiram Peygamberimize: “Ya Resulellah, onlar Medine’de oldukları halde nasıl olurda bizim her hareketimize müşterek sayılırlar” dediler. Peygamberimiz cevaben: “Özür ve hastalık onları hapsetmiştir. Fakat gönülleri, yani niyyetleri daima sizinle beraberdi” buyurmuştur.
Yine rivayet edilmiştir ki: Vaktiyle Beni İsrailden bir abid, insanlar arasında korkunç bir açlığın hüküm sürmekte olduğu bir sırada, bir kum tepesinin yanına oturur. Açlığın insanları ne hale getirdiğini düşündükten sonra kum tepesine bakarak: “Keşke şu tepe un olsa da Allah’ın aç kullarını bununla doyursaydım” diye hulus-u kalb ile temennide bulunur. Cenab-ı Hakk, içlerinde bulunan bir nebiye vahyederek: “falanca kuluma söyle, o tepe kadar unu tasadduk etmenin sevabını kendisine verdim” buyurur.

Muhterem Mü’minler!

Mevzu ile alakalı, rivayet edilen bir Hadis-i şerifi daha arz edip hutbeme nihayet vereceğim.

Rasulüllah (sav) Efendimiz buyuruyorlar ki:
“Kıyamet gününde hesaba çekilip mahkemesi görülecek ilk insan şehid düşmüş birisi, hemen huzur-u ilahiye getirilir. Kendisine dünyada verilen nimetler birer birer tanıtılır. Ve oda tanır. Sorulur: “Dünyada ne gibi ameller işledin? Söyle bakalım” Cevaben: “Şehid oluncaya kadar senin yolunda cihad ettim...” der. O anda hitab-ı ilahi tecelli eder: “Hayır yalan söylüyorsun. Sen, falanca adam cesur, kahraman desinler diye savaştın. Sana cesur da, kahraman da denildi. Sonra emrolunur, yüzüstü çekilerek derhal ateşe atılır.
Mahkemesi yapılacak ikinci insan, ilim öğrenmiş, Kur’an okumuş, bildiklerini başkalarına öğretmiş biridir. O da huzura alınır. Dünyada verilen nimetler tanıtılır, o da tanır. Kendine sorulur: “Dünyada neler yaptın bakalım?” Cevaben: “İlim tahsil ettim, bildiklerimi başkalarına öğrettim ve senin rızan için Kur’an okudum” der. Hitab-ı İlahi onada tecelli eder: “Hayır yalan söylüyorsun. Sen ilmi sana “ne kadar bilgili” “ne de alim” “Kur’an’ı ne güzel okuyor” desinler diye öğrendin, okudun, okuttun. Evet niyyet ettiğin gayeye ulaştın. Sana alim ve okuyucu dendi. Sonra onunda emri gelir, yüzüstü sürüklenerek ateşe atılır.
Mahkemesi yapılacak üçüncü adama gelince, Allah-ü Teala ona mal mülk zenginliği vermiştir. Bu adamda huzura getirilir. Dünyada kendisine verilen o güzel nimetler ve servetler tanıtılır. Hemencecik tamamını bir bir tanır. Ona da sorulur: “Dünyada bu kadar servetinle neler yaptın söyle bakalım?” Cevaben: “Ya Rabbi! Senin hoşlanacağın her hususta iyilik, hayır ve hasenat yaptım” der. Hıtab-ı İlahi bu kul içinde tecelli eder: “Hayır yalan söylüyorsun, sen bütün  o yaptıklarını sana cömert denmesi için yaptın. Sana o serveti vereni düşünmedin. Nihayet niyyet ettiğin şeye ulaştın. Sana cömert adam denildi. Böyle söylenmek senin çok da hoşuna giderdi. Bundan dolayı gururlanırdın da. Sonra emri gelir, yüzüstü çekilerek ateşe atılır.”

Bu hadis-i şerif Hz. Muaviye’nin yanında okunmuş; dinledikten sonra: “Onlara bu şekilde muamele yapıldı. İnsanların geri kalanlarına nasıl muamele yapılacak acaba?" buyurmuş ve hüngür hüngür ağladıktan sonra kendinden geçmiş.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Niyyetin Ehemmiyeti
« Yanıtla #1 : 25 Mayıs 2011, 18:20:10 »
Niyyetin Ehemmiyeti


Muhterem Mü’minler!
   
Yine her türlü ibâdât-ü taatimizde olduğu gibi, ifa edilmeye çalışılan dînî hizmetlerde ve bu hizmetlerin devamına hatta inkişafına katkıda bulunacak olan her türlü faaliyette de niyyetin ehemmiyeti büyüktür. İlim sahibinin ilim öğrenmeye başlarken yaptığı sahih bir niyyetin, tahsilini tamamlayıp o ilmi başkalarına öğretme durumunda olduğu zamanda da devam etmesi, o niyyeti sonuna kadar muhafaza etmesi icab eder.  “Ben bu öğrendiğim ilimlerle sonuna kadar gücümün yettiği nisbette hizmet etmem lazım, Ümmet-i Muhammedin evladına bir şeyler vermem, onların hidayetine vesile olmaya gayret etmem lazım, benim bu tahsil ettiğim ilimler çok âli ve ziyade şerefli ilimlerdir, ben bu âli ilmi, dünyanın âdî menfeatlerine alet etmemem lâzım, yine bu ilimler neticesinde öğrendiğim her türlü amelleri, sözleri ve halleri evvelâ kendim yaşamaya daha sonra da başkalarına yaşatmaya gayret etmem lâzım, az çok demeden bir kişi dahi olsa bu âlî ilimleri insanlara nasıl öğretebilirim? Bir kişinin hidâyetine nasıl vesîle olabilirim? ” diye düşünüp, bu  niyyetlerle yola çıkmak ve bu sûretle Hz. Allah(cc)’a hakiki kul, O’nun Resûlüne hakîki ümmet ve O Resûlün vârislerine hakiki evlât olmaya çalışmak, bütün bunları yaparken de her hususta olduğu gibi Mevlâmızın inâyetine, Piranımızın himmet ve teveccühlerine, büyüklerimizin duâlarına sığınmak lâzımdır. Bu hususlarla alâkalı olarak Rasûlüllah Efendimiz Hadis-i şeriflerinde: “Hz. Allah(cc)’ın Senin vasıtanla(yani zahiri ve batıni gayretinle) bir kimseye hidayet vermesi, senin için, üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır”  buyuruyorlar. Ebu'l Faruk (k.s) Hazretleri de: “Evlatlarım, ulûm-u müsbeteyi, ulûm-u dîniyyeye tercih etmeyin” buyuruyorlar. İmam-ı Azam Ebû Hanîfe Hz. Bir gün talebeleriyle giderken hokkabazın biri halka hokkabazlık numaraları gösteriyormuş. İmam-ı Azam Hz. Talebelerine dönmüş demiş ki: “Evlatlarım, bu kimse süflî biridir. Süflî mesleğini süflî dünyâya alet ediyor. Benim size öğrettiğim ilim ise ulvidir. Siz bu ulvî ilmi dünyâya alet edecek olursanız bu hokkabazdan daha süflî olursunuz.”  Ebu'l Faruk (k.s) hazretleri yetiştirip hizmete göndereceği evlatlarına İmam-ı Azam Hazretleri’nin bu kıssasını anlatmışlar ve bu yolla evlatlarını yanlış niyyet ve maksattan uzak tutmuşlardır. Yine “Bu yolda kendi irade ve isteğiyle meşhur olmak memnûdur. Esasen şöhret afettir. Bu yolun muktezâsı; daima ve her hâlükârda mütevâzî olmak, çok abid ve zahid zannedilmekten, hüsn-ü zan tevcih olunmaktan kaçınmak, Cenâb-ı Hakk’la olan ibadet ve ubûdiyyetini, halktan saklamak, hiçbir ferde kendi manevî hallerini bildirmemek, bu hususta aciz gibi gözükmektir. İşte sizlerin alacağı tavır ve vaziyette böyle olmalıdır... Hakiki tasavvuf ehlinin  hal ve hareketi böyle olur. Hılâfı bu mesleğin dışındadır” buyuruyorlar.