Gönderen Konu: Yarının Dünyasında Eğitim  (Okunma sayısı 3752 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Yarının Dünyasında Eğitim
« : 07 Nisan 2013, 11:56:08 »

Yarının Dünyasında Eğitim



Yarının dünyasında teknolojinin daha tesirli olacağı tahmin ediliyor. Bazı iş kolları yok olabileceği gibi yeni meslekler de oluşabilecek. sonra teknolojideki gelişmeler onların da kaybolmasına yol açabilecek. Peki, bir gün öğretmenliğin de tarihe karışabileceğini söylemek mümkün mü?

Alın terinin yerini beyin gücünün aldığı bir zamanda yaşıyoruz. Bu zamanda trenler makinistsiz gidebiliyor, otomobiller kendi kendini park ediyor, felçliler beyin sinyalleriyle tekerlekli sandalyeleri ve elektronik cihazları komuta ediyor, insanlar bulundukları yerden ve istedikleri anda pek çok bilgiye ulaşabiliyor.

Çok az insan, teknolojinin bu kadar hızlı ilerleyeceğini tahmin edebilmiştir. Çünkü, yıllar önce söylenen “icat edilebilecek her şey icat edildi!” sözünü okuduğumuzda gülümsüyoruz bugün. Ancak bazı alanlardaki gelişmeler gülümseme yerine endişeye sevk ediyor. Laboratuar ortamında suni gıdaların üretildiğini duyduğumuz da şüphelerimizin ne kadar haklı olduğunu görüyoruz.

Gelecek korkusu!

Teknoloji ilerlerken, kişiye özel besinlerin geliştirilmesi, haplarla tokluk hissinin verilmesi, et dâhil gıda maddelerinin laboratuvarlarda üretilmesi ağzımızın tadını bozuyor. Kuluçka makinelerinin anne karnının yerini aldığı gelecek senaryoları keyfimizi kaçırıyor.

Bir destek unsuru olarak gördüğümüz teknoloji, bazen de bedenimizin bir parçası oluyor. Kaybettiğimiz dişler yerine implant yaptırmak, işitme cihazı kullanmak, protez bacakla sıkıntıdan kurtulmak güzel… Bir organımız var ki ona dokunulması fikri bizi korkutuyor: Beyin! Bilgi yüklemek, davranışları düzenlemek ve zihinden iletişim yapabilmek için beyne “çip” yerleştirilmesi çoğumuzu ürkütüyor. Böyle bir müdahaleyi doğrudan kişiliğimize yapılmış bir saldırı olarak görüyoruz.

Bir taraftan teknolojinin yükümüzü hafifletmesi bizi rahatlatıyor. Fakat teknoloji, yardımcı olmanın ötesinde, her alanda “asıl” olanın yerine geçme görevi yükletiliyor. işlerimizi teknolojiye tamamen devrettiğimizde kendimizi anlamsız hissediyor, yerimizin işgal edildiğini düşünüyoruz. Bu minvalde “Öğretmenin yerini teknoloji alabilir mi?” sorusu aklımıza takılıyor.

Kalıcı olan öğretmen mi öğretme mi?

Yarının dünyasında teknolojinin daha tesirli olacağı tahmin ediliyor. Bazı iş kolları yok olabileceği gibi yeni meslekler de oluşabilecek. Sonra teknolojideki gelişmeler onların da kaybolmasına yol açabilecek. Peki, bir gün öğretmenliğin de tarihe karışabileceğini söylemek mümkün mü? Bunun mümkün olabileceğine bizi ancak öğretmenler iknâ edebilir .

Bir düşünelim, eğitimci ne yapar? Öğrencisini tanır, ona terbiye ve bilgi verir, kazandırdığı davranış ve bilgileri ölçme-değerlendirme metodlarıyla kontrol eder. Bu arada eğitimci, “iyi rol-model insan” olma idealini de taşır. Öğretmenlerin bunu tam manasıyla başarması mümkün müdür? Fatih Sultan Mehmet’le Kazıklı Voyvoda (Kont Drakula) aynı rahlede, aynı hocalardan eğitim aldığına göre öğretmenlerden imkânsızı mı istiyoruz yoksa? Bir başka görüntüye geçmek için dokunmatik ekranına dokunmak zorunda kaldığımız, yıllar sonra ilkel eğitim araçları olarak vasıflanacak metal yığınlarına “akıllı tahta” diyerek kendimizi mi kandırıyoruz? Yalnızca ücra köydeki çocuklar değil de, bilgi edinmek için okul denilen binalara gitmek zorunda kalan herkes, taşımalı eğitim mağduru değil mi aslında? Öğretmenden kaynaklanan problemleri ortadan kaldırmak yerine, öğretmene ve okula ihtiyaç duyulmayan bir dünya kurulamaz mı?

Okul mu?

Zihnimizi yeniliklere açtığımızda, daha önce sorulmayanları sorduğumuzda, gelecekle alakalı korku değil heyecan hissederiz. O zaman okulsuz bir dünyanın mümkün olduğunu anlarız. Yalnızca bazı okulların müze olarak kaldığı bir dünya.

Geleceğin dünyasına bir anda ışınlanmayacağız elbette. Deneme-yanılma yoluyla, bazı acı tecrübelerle bazen ise eskiye dönmenin daha iyi olup olmayacağını tartışarak ilerleyeceğiz.

Günümüzde evde eğitim, uzaktan eğitim, açık öğretim uygulamaları yapılıyor. Elektronik kitaplardan, sesli kitaplardan, sanal kütüphanelerden faydalanabiliyoruz. Güney Kore R-Learning projesi kapsamında bazı anaokullarında robot öğretmenler kullanıyor. Tokyo Bilim Üniversitesi tarafından geliştirilen “Saya” adlı robot da öğretmenlik yapıyor. ingiltere’de Birminghan Üniversitesi tarafından yapılan araştırmaya göre otistik çocukların eğitiminde robotlar, sınıf öğretmenlerinden daha başarılı oluyor.

Zamanımızda teknoloji sadece öğretmene yardımcı oluyor, bu yüzden hâlâ öğretmene ihtiyaç duyuyoruz. Fakat öğretmenin varlığı, daha sonra eğitimin öğrenci merkezli olmasının önünde bir engel olarak görülebilecek. Okul ve derslik kavramları sorgulanacak. Sınıf mevcutlarının azaltılma mevzusu öyle bir noktaya gelecek ki ortada sınıf kalmayacak. Bir yandan da kırtasiye yükü azalacak.

Sonra, öğretmenlik bugünün tıp doktorluğuna benzemeye başlayacak. Yani öğrenci herhangi bir dersteki sıkıntı için öğretmene başvuracak. Öğretmen onu ölçme-değerlendirme birimine sevk ederek bir test yaptırmasını isteyecek. Testin sonucunu inceleyen öğretmen, hangi derslerin hangi konularına bakması gerektiğini öğrencisine söyleyecek ve bir süre sonrası için randevu verecek. Çocuk gerekli dersleri çalışıp ilgili etkinlikleri yaptıktan sonra tekrar öğretmene başvuracak. Bu aşamada öğretmene, eğitim danışmanı, eğitim asistanı, etkinlik planlamacısı gibi isimler verilecek.

Çocuklar geçmişi tarihi şahsiyetlerin hologramlarından öğrenecekler. Onların yeni oyuncakları deneylerin, tarihi olayların, uzayın simüle edildiği üç boyutlu gözlükleri olacak. Sınıfta değil, her yerde; ders saatinde değil, istediği zaman; zorunlu dersleri değil, arzu ettiklerini öğrenecek çocuklar. Onlar belirli bilgilere değil, sınırsız bilgiye erişebilen ve öğrenme becerisi kazanmış, kendi kendini yönlendirebilen çocuklar olacak.

Derken klasik öğretmenlik kalkacak, meslekler birbiri içine girecek. Eğitim sektöründe tecrübe tasarımcısı, duygu tasarımcısı, değişim yöneticisi, bilgi madencisi, gen terapisti, enformasyon mühendisi, yapay zekâ pazarlamacısı, simülasyoncu, hologram uzmanı gibi unvanlar göreceğiz.

Öğrenme hızını ve kavrama gücünü artırmaya yönelik çalışmalar o kadar ilerleyecek ki bugün on yılda öğretilenleri (daha doğrusu öğretilemeyenleri) on saniyede zihinlere yüklemenin yolu bulunacak. Terbiye ve bilgi naklinin çipler aracılığıyla yapıldığı bir dünyada belki de herkes bilgi üretimine katkıda bulunmaya başlayacak, herkes her şeyi bilecek. Kapsüllerle, çiplerle de olsa tam öğrenmenin gerçekleştiği ve davranış programlamasının yapıldığı insanlar için elbette ölçme-değerlendirme, yani sınav olmayacak.

Okul ve öğretmenin olmadığı bir dünya tahayyülü bugün için akademisyenlerce pek dile getirilmese de, teknoloji hep eğitimciye destek aracı olarak kalacak zannedilse de bir gün bütün bu sayılanlar gerçek olabilir.

Görev, eğitime hazırlanmak

Bütün bunlar, elbette Allah’ın (c.c.) insanoğluna bahsettiği dehanın eseri olarak ortaya çıkacak. Bunu idrak ettiğimizde teknolojik ürünlerle sanat eserleri gözümüze aynı güzellikte gözükecek ve gönlümüzde şükür vesilesi olarak yer alacak. Yeni problemler ortaya çıktıkça, bunların üstesinden gelmenin yolu aranacak. Teknolojinin aksi tesirleri giderildikçe daha güzel bir dünya mümkün olacak.

Teknolojinin geliştiği bir dünyada, eğitimin bugünkünden çok daha kötü olması da bir ihtimal. Şu an yüzlerce yıl önce kullandığımız “U” oturma düzenine kıyasla daha geri bir sistem kullanıyoruz mesela. Kim bilir, belki de teknolojinin götürdükleri getirdiklerinden çok fazla olacak ve robotlar insansı özellikler kazanırken insanlar robotlaşmaya başlayacak.

Teknoloji ile beraber hayat akıp giderken insanın nerede durduğu önemlidir. Belki de “durmak” ifadesi yanlış. Hep hareket halinde olmalıyız. Zamanı durdurmak mümkün değil; fakat lehimize çevirebiliriz; onu yavaşlatamayız, ancak biz hızlanabiliriz.

Geleceğin dünyasına bir anda ışınlanmayacağız elbette, deneme-yanılma yoluyla, bazı acı tecrübelerle bazen ise eskiye dönmenin daha iyi olup olmayacağını tartışarak ilerleyeceğiz.


İdris EREN | 02 Nisan 2013 | İnsan ve Hayat Dergisi