Gönderen Konu: Ölülerden özür dilemek  (Okunma sayısı 4732 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Ölülerden özür dilemek
« : 18 Kasım 2011, 07:08:53 »

Kara kara düşünüyordu aylardır. Çaresizliğin içinde sıkış tıkış. "Nasıl söyledim ona o acı sözleri?" pişmanlığı ruhuna zehirli ok gibi saplanıyor, zehir ruhunun her zerresine nüfuz ederek felç ediyordu hislerini.

Kabul edilebilir çaresizliklerden gelmiyordu ona bu. Kanser olup yatağa düşse, doktorlar "birkaç ay içinde öleceksiniz, yapabileceğimiz bir şey yok," dese; bu çaresizliğe katlanırdı belki. Ama gelgelelim ölmüş biriyle helalleşme, ondan tekrar tekrar özür dileme imkânı bulamayışına katlanamıyordu bir türlü. Sözlerim bir anlık öfkenin sonucuydu, seni hiç incitmek istemezdim, bir kere çıktı işte ağzımdan, söylediklerimin hiçbirini n'olur kale alma demenin bir imkânı yoktu artık. Tüm imkânlar kocasıyla birlikte toprağın altında sessiz sedasız öylece yatıyordu.

Birkaç kez mezarının başında kocasıyla konuşmayı denemişti. Sesinin ona ulaşıp ulaşmadığından emin olamayınca bundan da bir teselli bulamamış, yaptığı saçma gelmişti.

Sonra rüyalardan medet ummuştu. Her uykuya dalmadan önce rüyasında kocasını görmek için dua ediyordu. Bir kez olsun görememişti ne yazık ki. Kocasıyla konuşmak istedikçe kocası kaçıyor gibiydi. Onu çok kırdığına yordu bunu. Yoksa rüyalarına girerdi. Hayattayken bile sık sık görürdü rüyada onu.

Kocası ölmeden üç gün önce sıkı bir kavga etmişlerdi. Bir süzgeçten geçirmeden şeytanın ona fısıldadıklarını o da kocasına bağıra çağıra bir bir sıralamıştı. Onun canını neyin acıtacağını, neyin acıtmayacağını iyi biliyordu. Öfkesi yatışıp da kendine geldiğinde; kasvetli bir pişmanlık içinde debelenmeye başlamıştı başlamasına ama bu sefer de şeytan hemen barışmama telkinini yapmış; o da buna bir güzel uymuştu.

Nereden bilirdi kocası üç gün sonra aniden ölecek? İnsan her daim zeval ve firakın sillesini yerken, ölümün belirsizliği aslında her anımızı ölümlü kılıyordu. Üç gün kocasını uğurlamamış, eve gelince karşılamamış, kocasının barışma teşebbüslerini de savuşturmuştu. Bütün bunlara kahroluyordu işte.

Yatağına uzandığında filmi yeniden ta en başa sarmıştı hayalinde kadın. Birkaç aydır hep yaptığı gibi. Kocam bana küs gitti, diye kendini yiyip bitiriyor, onun gönlünü alamamanın kıskacında boğuluyordu.

Derken, sabah başına gelen bir olayı getirip önüne koydu zihni. Onu düşünmeye koyuldu bu kez. Sabah metrobüse binerken yanlışlıkla bir kadının ayağına basmıştı. Ayağına basılan kadın can havliyle bir çığlık atmış, "biraz dikkat etsenize," diye yakınmıştı yüzünü acıyla buruşturup. O da kadına diklenmiş, "Asıl siz dikkat edin, bu sıkış tıkışlıkta siz nerde ayağınız nerde, biraz derli toplu dursanız ayağınız milletin ayağının altına girmezdi," deyip hışımla sırtını dönüvermişti kadına. Hazırcevaplıkta üstüne yoktu ne de olsa. Kadın suspus olmuş, kalakalmıştı kalabalıkta. O an, o kadar haklı hissetmişti ki kendini. Kendinden memnun nasıl da dönüvermişti sırtını kadına.

Şimdi akşamın şu saatinde vicdanı getirip koymasaydı kadının yüzünü gözlerinin önüne, bu haklılığı sonsuza kadar sürecekti belki de. Aslında gün boyu, içinde bir sıkıntı gezinmişti alttan alta. Odalara sığamamıştı bir türlü. Kendi haksızlığını vicdanı biliyordu çünkü. Kadından özür dilemesi gerekirken bir de sözleriyle sindirmek istemişti onu. Kadın yatağına uzanmış vicdanını dinliyordu.

Ayağına bastığı kadını bulup özür üstüne özür dileyip helalleşmeyi ne çok isterdi. Yüzlerce kere "keşke yapmasaydım böyle," dedi. Bininci kere de keşke işe yaramadı, milyonuncu kere de işe yaramayacaktı.

Tam uykuya dalacaktı ki aklına Abdülkadir diye bir isim düştü. Kimdi bu kişi? Düşündü taşındı. Tanıdığı biri yoktu bu isimde. Çalıştığı işyerindeki erkekleri düşündü tek tek. Yok, bu isimde biri yoktu. Üniversite yıllarına gitti hayali sonra. Bu isimde birini de tanımıyordu. Yanı başında duran iPad'e uzandı. Google'ı açtı, Abdülkadir diye yazdı. İlk sıralarda Abdülkadir Geylani diye bir isim çıktı karşısına. Hakkında yazılanları okumaya başladı. Bir siteden başka bir siteye atladı. Bir saate yakın onun hakkında okudu. Sonra onun yaptığı bir duayı gördü. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Hz. Peygamber'in (sas) bir duasıydı bu. Duayı okudu. Bir kere daha okudu. Bin kere de okuyabilirdi. Bir nevi, ölülerden ve hayatta olup da ulaşılamayacak durumdaki insanlardan özür dilemenin bir yolu ekranda duruyordu:

"Ya Rab! Ben hangi bir mümine onu üzecek ve gönlüne ağır gelecek bir söz söylemişsem; kıyamet gününde o sözü onun için Sana kurbiyet eyle; yani o sözden müteessir olduğu kadar onu Sana yaklaştır."

Kadın önce otobüste ayağına bastığı kadın için okudu bu duayı. Sonra hayatını hızlıca gözden geçirip üzdüğü insanları bir bir aklına getirmeye çalıştı. Hatırladıkları için teker teker dua etti Hz. Peygamber gibi. Sonra kadın sabaha kadar gözünü kırpmadan kocası için yakardı:

"Ya Rab! Kocamı üzecek ve gönlüne ağır gelecek tüm sözlerimi kıyamet gününde kocam için Sana kurbiyet eyle; kocamı sözlerimden müteessir olduğu kadar Sana yaklaştır."

Kadının kapkaranlık dehlizi andırır âleminden sonsuzluğa bir oyuk açılmıştı.

Mustafa Ulusoy

Çevrimdışı muhabbeteri

  • okur
  • *
  • İleti: 98
Ynt: Ölülerden özür dilemek
« Yanıtla #1 : 18 Kasım 2011, 18:23:21 »
"Ya Rab! Ben hangi bir mümine onu üzecek ve gönlüne ağır gelecek bir söz söylemişsem; kıyamet gününde o sözü onun için Sana kurbiyet eyle; yani o sözden müteessir olduğu kadar onu Sana yaklaştır."


AMIN...

Allah razi olsun..
"KULUNA HIŞM EYLEMEZ HÜDASI
KULUN ÇEKTİĞİ HEP KENDİ CEZASI"